İSTANBUL - İktidarın Abdullah Öcalan’la ilgili söylem ve uygulamalarının birbiriyle uyuşmadığını belirten Asrın Hukuk Bürosu Avukatı İbrahim Bilmez, "Öcalan’ın artık özgürlük zamanı gelmiştir. Bu durum böyle bir dönemde Kürt meselesinin çözümüyle de örtüşüyor” dedi.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile tutsaklar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit devam ediyor. 43 aylık tecridin ardından Abdullah Öcalan 23 Ekim'de yeğeni Ömer Öcalan ile aile görüştü. Yapılan görüşmede Abdullah Öcalan tecridin devam ettiğini vurgu yaptı.
Görüşmenin ardından Abdullah Öcalan’a yeni bir 6 aylık avukat görüş yasağı kararının verildiği de ortaya çıktı. Yasak kararına karşı yapılan itiraz ise Bursa Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildi. Avukatlar, verilen yasak kararına karşı Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuruda bulunacak.
Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından İbrahim Bilmez, 8 Kasım’da verilen 6 aylık yeni avukat görüş yasağı ve son dönemde yürütülen tartışmalara dair değerlendirmelerde bulundu.
‘TECRİDİN BİR PARÇASIDIR’
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük avukat görüş yasağı kararlarının İmralı’da yürütülen tecridin bir parçası olduğunu belirten Av. İbrahim Bilmez, 2016 Temmuz ayı sonrası yapılan kimi düzenlemelerle bu yasaklamaların rutin bir hale getirildiğini ifade etti. Bilmez, “2011’den 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe kalkışmasına kadar olan süreçte zaten Sayın Öcalan’ın avukatları İmralı’ya gidemiyorlardı ve avukat görüşmesi fiilen engelleniyordu. Girişiminden sonra ise Bursa İnfaz Hakimliği hiçbir altyapısı olmadığı halde İmralı ile ilgili her türlü iletişimi yasaklayan bir karar verdi. Aile ve avukat görüşü, telefon, mektup, faks her şey yasaklandı ve 15 Temmuz’dan sonra ilk yapılan iş İmralı ile iletişimi kesmek oldu. Zaten doğru düzgün bir iletişim de yoktu. Fakat infaz hakimliği böyle bir karar aldı. Sonrasında OHAL ile bunun yasal altyapısı hazırlandı. Avukat yasaklamasının önünü açacak düzenlemeler yapıldı. Birkaç yıl sonra da KHK ile getirilen düzenlemeler yasal hale getirildi. Fakat bütün bunlar bu avukat görüşmesinin yasaklanmasının hukuki ya da meşru olduğunu göstermez. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar art arda disiplin cezası ya da avukat görüş yasağı verilen bir durum yoktur. Bu hukukun genel ilkelerine de, AİHM kararına da aykırıdır. Dolayısıyla bunlar kabul edilemez” dedi.
‘KAMUOYUNUN DUYARSIZLIĞINI ORTAYA ÇIKARDI’
8 Kasım’da verilen 6 aylık avukat görüş yasağı kararının da tecridin bir parçası olduğunu söyleyen Bilmez, kararın kamuoyunda büyük yankı uyandırmasının ise Kürt sorununa dair son süreçte yaşanan tartışmalarla doğrudan bağlantılı olduğuna işaret etti. Bilmez, “Bu bizim için yeni değil ama şuanda kamuoyunda süreç olmayan ama süreç olarak adlandırılan bir zaman dilimindeyiz. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, DEM Partili yöneticilerle tokalaşmasından sonra başlayan tartışmalar üzerinden bu haberler doğal olarak daha çok ilgi çekiyor. Müvekkillerimizin haklarını korumak açısından bu meselenin gündemleşmiş olması iyidir. Diğer yandan ise kamuoyunun geçmişteki duyarsızlığını da ortaya çıkarmış oluyor. Yani İmralı’daki hukuksuzluğun, haksızlığın, işkencenin görülmesi için ille de meselenin bu şekilde tartışılması mı gerekiyordu? Sonuçta İmralı’da Sayın Öcalan ve diğer 3 müvekkilimiz haber alınamayacak kadar kötü koşullarda kalıyorlardı ve yeterince ses çıkarılmıyordu” diye belirtti.
‘DOĞRU YERLERE KULAK VERİLMELİ’
Avukat görüş yasağı kararıyla beraber özellikle iktidar medyası ile kimi muhalif basın kuruluşları üzerinden yakın zamanda servis edilen “avukat görüşmesi” iddialarının da çürütüldüğünü vurgulayan Bilmez, “Şu anki iktidar bileşenlerinin sözcüleri, onlara yakın medya mensuplarının söyledikleriyle bugün yaşadığımız pratik örtüşmüyor ve tam tersine bir tablo var ortadadır. Çünkü tecrit devam ediyor. Zaten Sayın Öcalan da Ömer Öcalan’la yaptığı görüşmede, ‘tecrit devam ediyor’ demişti. Bu bir gerçek ve bunu herkesin bilmesi ve görmesi lazım. Böyle dönemlerde çok fazla manipüle etmeye dönük haberler yapılıp iddialar ortaya atılıyor. Bütün bunlara karşı kamuoyunu uyanık olması lazım ve kulağını haberlerin asıl geleceği, doğru bilgilendirme yapılacak yerlere vermesi lazım. Ne yazık ki muhalif medya diyeceğimiz kesimde bile meslek ilkeleri artık göz ardı ediliyor. Somut bir kaynak gösterilmeden böyle spekülatif haberlere imza atılıyor. Bu mesele sadece bir gazetecinin meslek kariyerini düşünerek hareket edebileceği bir konu değildir. Kürt ve Türk halkının geleceğini ilgilendiren bir meseledir. Dolayısıyla Türkiye halklarının iyiliğini isteyen gazetecilerin de daha duyarlı olması gerekiyor” diye konuştu.
‘SAMİMİ OLMALARI GEREKİYOR’
Abdullah Öcalan’a dönük yasaklama kararlarının siyaseten yürütülen tartışmalar özelinde Kürt sorununu daha da derinleştirdiğinin altını çizen Bilmez, “Kürt meselesine ne yazık ki güvenlik politikaları ekseninde yaklaşılıp askeri yöntemlerle çözüm aranıyor ve sorun çözülmüyor. Bunun bütün Türkiye halklarına da çok ağır bir faturası çıkıyor. Yaşadığımız tablo budur. Türkiye'nin ekonomisi berbat bir durumda ve bunu herkes biliyor. Asgari ücret tartışmaları yapılıyor. İşsizlik ayrı bir sorun ve yine enflasyon ayrı bir sorun. Her şeyin ötesinde insanların özgürlüğü kısıtlanıyor. Hapishanede yatan on binlerce muhalif var. İnsanlar düşüncelerini ifade edemiyorlar ve kendilerini özgür hissetmiyorlar. Ne yazık ki böyle bir gerçeklik var ve tecrit devam ettiği sürece de bu tablonun değişmeyeceği artık ortadadır. Dolayısıyla devletin bu konuda hazır olması gerekiyor ve devleti temsil eden hükümet ve iktidar bileşenlerinin bu konuda samimi olması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
‘KARŞILIKLI ADIMLARIN ATILMASI GEREKİYOR’
Kürt sorununda çözüm gücünün Abdullah Öcalan olduğunu ve Abdullah Öcalan’ın 25 yıllık İmralı duruşuyla bu rolünü defalarca kez ortaya koyduğunu vurgulayan Bilmez, “Sayın Öcalan İmralı sürecinde Kürt meselesi gibi sorunların yaşandığı ülkelerdeki sorunlara nasıl çözüm arandığını, nasıl çözüm bulunduğunu, hangi yollarla tarafların diyalog masasında oturtulduğunu ve bu diyaloğun daha sonra nasıl müzakereye çevrildiğini çok iyi inceledi. Dolayısıyla bu konuda büyük bir birikimi ve tecrübesi var. Aslında Sayın Öcalan'la devlet adına muhatap olan görevlilerin ya da kişilerin de bu konuda bilgi sahibi olmadığı düşünülemez. Dolayısıyla bu tür süreçlerde karşılıklı güven arttırıcı adımların atılması gerekiyor ki en başta kamuoyunun hazırlanması gerekiyor. İşte bu bahsettiğimiz spekülasyonları önleyecek tedbirlerin alınması gerekiyor ve adım adım gitmek gerekiyor. Yani siz olmayacak bir talepte bulunursanız ve bu talebin hayata geçmesi için gerekli altyapının oluşmasına hizmet edecek koşulları yaratamayıp İmralı'da tecrit sürdürürseniz bu konuda olumlu gelişme elde etmeniz mümkün olmaz. Şu anda içinde bulunduğumuz tablo da ne yazık ki böyle bir tablodur” şeklinde konuştu.
‘ÖCALAN’IN ÖZGÜRLÜK ZAMANI GELMİŞTİR’
Gelinen aşamada Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün koşullarının oluştuğuna dikkat çeken Bilmez, gerekli adımların atılması gerektiğini belirtti. Bilmez, “Sayın Öcalan 25 yıldır ağır tecrit altında tutuluyor İmralı'da bir ada hapishanesinde. Bu sıradan bir hapishane değil. Bunun 10 yılı tek kişilik hapishanede 12 metrekarelik odada geçti. Dolayısıyla İmralı'nın 25 yılı başka bir hapishanenin belki de 40-45 yılına bedel oluyor. Sayın Öcalan’ın yaş durumu, sağlık durumu da kamuoyunca biliniyor. Birçok sağlık problemi de var ve AİHM’in de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına ilişkin verdiği karar da ortada. Yine bu karardan önce Vinter Kararı ve başka kararları da var. Orada da makul bir süreden bahsediliyor ve bu makul sürenin 25 yıl olduğu konusunda hukukçuların büyük bir kısmı hemfikirler. Dolayısıyla Sayın Öcalan’ın artık özgürlük zamanı gelmiştir. Böyle bir dönemde tam da Kürt meselesinin çözümüyle de örtüşen bir durumdur. Artık bunun güçlü bir şekilde gündeme gelmesi gerektiğini düşünüyoruz” dedi.
DEMOKRATİK KAMUOYUNA ÇAĞRI
Bilmez, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye’de barışı, Kürt meselesinin demokratik çözümünü, insanca ve daha eşit bir toplumda yaşamak isteyen herkesin bu konuda duyarlı ve uyanık olması lazım. Böylesi süreçlerdeki en büyük tehlike şudur; Toplum ne yazık ki çok kolay manipüle edilebiliyor ve bu durum rehavet yaratabiliyor. ‘Nasıl olsa mesele çözüm yoluna girdi artık rahat edebiliriz’ gibi bir havaya giriliyor ve ne yazık ki bunun sonuçları da ağır oluyor. Böyle olmaması lazım. Mesela şuanda çok ağır bir şekilde devam eden bir tecrit var. Bir sürü şey söylenip çeşitli iddialar atılıyor. Fakat avukat görüşü ve aile görüşü yasak. İmralı’dan haber alabiliyor muyuz? Hayır alamıyoruz. Böyle bir gerçeklik var ve buna göre hareket etmek lazım. Bu hukuksuzluğun ortadan kalkması için de demokratik kamuoyunun tepkilerini ortaya koyması lazım.”
MA / İbrahim Irmak