İSTANBUL - Tecrit politikasının toplumun tüm alanlarına yansıdığını belirten kadınlar, tecridi kırmanın kadına düşman politika yürüten sistemi yıkmak olduğunu belirterek, mücadele için sokakları işaret etti.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan'dan uzun bir süredir haber alınamıyor. 25 Mart 2021’de kardeşi Mehmet Öcalan’la yaptığı kesintili telefon görüşmesinin ardından Abdullah Öcalan, ailesi ile görüştürülmezken, avukatlarıyla da 7 Ağustos 2019 tarihlerinden bu yana görüştürülmüyor.
Ağır tecrit koşullarında tutulan Öcalan'ın, avukat ve ailesiyle görüşleri çeşitli gerekçelerle engellenmeye devam ediyor. Öcalan üzerindeki tecrit toplumun tüm kesimlerine sirayet ederken, bundan en çok kadınlar etkileniyor. Tecridin kadınlar üzerindeki etkisini Kadınların Kurtuluşu Üyesi Burcugül Çubuk ve Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) İstanbul İl Sözcüsü Nilay Kuş değerlendirdi.
HER YERDE TECRİT
Tecrit politikalarının sadece cezaevleriyle sınırlı olmadığını toplumun tüm alanlarına yansıdığını belirten Çubuk, “Kadınlar açısından doğduğumuz andan itibaren öğretilerle büyütülüyoruz. Asıl mekanımız ev ve mutfak olarak tarif ediliyor ve bunun dışına çıkmamıza dair attığımız her adım erkek devlet tarafından cezalandırılıyor. Tecrit sistemini en çok kadın özgürlük mücadelesinde yaptığımız bütün eylemlerde erkek devletin polisleriyle izole etmesinde görüyoruz. Bu eylemlerde erkek devletin polisleri sesimizi kısmaya çalışıyor” diye konuştu.
Cezaevlerindeki tüm kadınların tecride maruz bırakıldığını aktaran Çubuk, “Cezaevi yönetiminin Gültan Kışanak’ın görüşçülerine izin vermemesi, görüşçülere ceza vermesi, hesabına para yatırılmasının soruşturmaya konu edilmesi, mektuplaştığı insanlara soruşturma açılması, mektupların yasaklanması, kitapların engellenmesi, izledikleri kanalların sınırlandırılması tecrit politikasıdır. Bu açından cezaevlerinde tecrit kadınlar için iki kat daha artıyor. Bu baskılara sadece siyasi tutuklulara uygulanmıyor. Adli suçtan tutuklu bulunan kadınlar da oradaki bulunan gardiyanlar ve jandarmaların, hastaneye götürülürken çıplak aramanın dayatılması gibi cinsel şiddet olaylarıyla karşı karşıya kalıyor. Bunların tamamı tecrit politikalarının sonucudur” ifadelerini kullandı.
'TECRİDİ KIRMAK SİSTEMİ YIKMAKTIR'
Kadınlara yönelik çok kapsamlı bir tecrit politikası yürütüldüğünü vurgulayan Çubuk sözlerini şöyle sürdürdü: “Kadınlar için özgürlük yok ve özgürlüğü istiyoruz. Tüm ülkede ve Kurdistan’da kadınlar özgürlük istiyor. Cezaevindeki tutukluların söylediği bir şey vardır; bedenlerimiz burada ama biz düşüncelerimizle özgürüz. Bu bir denklemi ifade ediyor. Biz tecridi toplumun bütününde yaşıyoruz. Evde dahi tecrit ediliyoruz. Kadınlar olarak dayanışmamızla ve birlikteliğimizle bu tecritti kırıyoruz. Bu anlamda tecridi kırmak sistemi tamamen yıkmaktır. Patriarkal var olduğu sürece kadınlar tecrit altında tutulmaya devam edecek. Biz de tecrit politikasına karşı sokakta olmaya devam edeceğiz.”
İKTİDARIN SUSTURMA POLİTİKASI
Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) İstanbul İl Sözcüsü Nilay Kuş ise, tecrit politikalarının bir devlet pratiği olarak, yüzyıllardır var olduğunu söyledi. Sisteme itiraz eden tüm kesimlerin toplumdan soyutlanarak susturulmasını amaçlayan bir uygulama olduğunu aktaran Kuş, “Kadınlar özelinde baktığımızda toplumda en çok baskıyı gören ve en çok dışlanan kadınlardır. Ama bu ataerkil sistem ve politikaya rağmen mücadele ederek yaşamını var etmeye çalışıyor. Devletin bu kadar çok kadınlara saldırmasının nedeni de tüm baskılara rağmen güçlenerek çıkan bir kadın hareketinin olmasıdır. Tecrit, itiraz edenlerin, sesini yükseltenlerin görünmez kılmaya çalıştıkları bir sistemdir. Şuan cezaevleri devrimci insanlarla dolup taşıyor. Kürt hareketinden, sosyalistlere, avukatlardan, bilim insanlarına, gençlerden, kadınlara toplumun birçok kesim cezaevinde tutuluyor. Bunları tecrit politikalarından bağımsız düşünemeyiz” şeklinde konuştu.
KİMYASALIN ARAŞTIRILMASINI İSTEMİYOR
Türkiye’de sadece ifade özgürlüğünü kullandıkları için binlerce insanın cezaevinde tutulduğunu vurgulayan Kuş, tecrit politikalarının hukuki olmadığını ve herhangi bir yasayla açıklanamayacağını kaydetti. Tecrit uygulamalarının ülkenin her alanına yayıldığını sözlerine ekleyen Kuş, “Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı, bir Adli Tıp Uzmanı olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kimyasal silah kullandığı ile ilgili iddiaların araştırılması gerektiğini söylediği. Hemen bir ev baskınıyla gözaltına alınarak, çok hızlı bir şekilde tutuklandı ve toplumdan tecrit edildi. Oysa Şebnem Korur Fincancı yıllardır Türkiye, halklarına büyük emek veren, bir kadın ve bir insan hakları savunucusudur. Bir bilim insanının fikrini beyan etmesi neden devlet için bir tehdit haline geldi sorusunu sorarsak; neden tecrit edildiğini de anlayabiliriz. Şu an Türkiye'nin uluslararası bir savaş suçu işlediği iddia ediliyor. Ve Türkiye bunun araştırılmasını dahi istemiyor. Hata dile getirilmesini dahi istemiyor. Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanmasından sonra devletin tecritti sadece cezaevleriyle sınırlamadığını herkese uygulandığını görüyoruz” dedi.
TÜRKİYE'NİN SAVAŞ POLİTİKALARI
İçerde ve dışarıda sıkışan Türkiye’nin, yeniden savaş politikalarında sarıldığını dile getiren Kuş, iktidar savaş üzerinden kendini konsolide etmeye çalıştığının altını çizdi. Savaş ve tecrit politikalarına en çok kadınların itiraz ettiğini vurgulayan Kuş şunu dedi: “İktidar, sokağın önünü keserek tecritte daha fazla derinleştirmek istiyor. Seçim sürecine girilmesi, İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirilen bombalı saldırı bize şunu gösterdi; devlet, 7 Haziran ve 1 Kasım’da uyguladığı korku iklimini tekrar devreye sokuyor. Biz devrimcilere düşen görev, iktidarın söylediği yalanlara, söylemlere karşı, söylem üretmektir. Biz şuan var olan bir kurgu olduğunu görüyoruz. Devlet klikleri oynadıkları bu oyunu ellerine yüzlerine bulaştırdıkları ortadadır. Yapılan açıklamalar birbirine yalanlıyor. Faka tüm bu çelişkilere rağmen bu savaş gerekçesi yapılarak Kobanê'ye savaş açıldı. Çünkü iktidar güç kaybediyor ve güç kaybettikçe meşruiyetini kaybediyor. Bize düşen görev, mücadelemizin meşruluğunu dilendirmeye devam etmektir. Biz iktidarın dayattığı bu politikalara ve karanlık bir geleceğe mahkum değiliz. Bu sıkışmışlıktan ancak kendi çıkışımızı örerek çıkabiliriz.”
MA / Esra Solin Dal