İSTANBUL - Cezaevlerinde kadınların yaşadığı hak ihlallerini değerlendiren CİSST’den Avukat Özge Akyüz, "Hapishanelerin, cinsiyete özgü ihtiyaçların karşılanabileceği bir biçimde yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz" dedi.
Türkiye Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü'nün 31 Mart 2022’de açıkladığı veriye göre, 271 bin kapasiteli 384 ceza infaz kurumunda toplam 314 bin 502 tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Bu kişilerin 275 bin 965'i hükümlü, 38 bin 537'si tutuklu. Cezaevi nüfusunun 300 bin 253'ü erkeklerden, 12 bin 173'ü kadınlardan, 2 bin 76'sı ise çocuklardan oluşuyor.
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevfikevleri Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre Mart 2022 sonu itibariyle Türkiye'de; 269 kapalı, 86 açık, 10 kadın kapalı, 7 kadın açık, 8 çocuk kapalı, 4 çocuk eğitim evi olmak üzere toplam 384 ceza infaz kurumu bulunuyor. 2021 yılında cezaevlerinde 272 bin kişi olduğu dikkate alındığında toplam cezaevi nüfusunun Mart 2022 itibariyle 42 bin arttığı görülüyor.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin iyice hissedildiği son süreçte, kadına yönelik artan şiddet haberleri, izole edilmesine rağmen cezaevlerinde de geliyor. Başta yaşam hakkı olmak üzere birçok alanda kendini gösteren ihlallerle birlikte “işkence merkezlerine” dönen cezaevlerinde, tutuklu kadınların yaşadığı hak ihlallerini Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin (CİSST) kadın alanı çalışma yürütücüsü Avukat Özge Akyüz nedenleriyle birlikte anlattı.
CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİNİN ‘CEZAEVİ HALİ’
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yansımalarına dikkat çeken Akyüz, kadınların cezaevinde de toplumda olduğu gibi, "izlenme, davranışlarının kontrol edilmesi ve yaptırımlarla karşılaşması" ve benzeri mekanizmalara maruz kaldığını söyledi. Akyüz, bu durumu şu ifadeler ile açıkladı: "Kameralarla izlenmeleri, yaptıkları tüm işlemlerin gözetim altında olması, katıldıkları atölyelerin cinsiyetlendirilmiş atölyeler olması, yaptıkları çalışmaların ‘kadın işi’ olarak tanımlanan işler olması, hapishane sisteminin yaklaşımın da, toplumda maruz kaldıkları yaklaşımların yansıması olduğunu gösteriyor. Disiplin cezaları da o yaptırım mekanizmasının bir parçası aslında. Belli kuralların dışında davrandığınızda, belli yaptırımlara maruz kalıyorsunuz. Aslında baktığınızda bu kadınların toplumsal cinsiyet kalıpları çerçevesinde toplumda maruz kaldıkları şeyin yeniden üretimi olarak karşımıza çıkıyor" dedi.
TEK TİPLEŞTİRME POLİTKASI
Kadının yaşamında önemli bir yere sahip olan topraktan mahrum bırakıldığını belirten Akyüz, cezaevlerinde bitki besleyemediklerini ve topraktan mahrum kaldıklarını aktardı. Akyüz, cezaevine alınan kıyafetler noktasında da çeşitli mağduriyetlerin yaşatıldığını ekleyerek, belli kotalar getirildiğini ve bazı renkli, baskılı kıyafetlerin cezaevlerine alınmadığını belirtti.
Cezaevlerinin bulunduğu şehrin iklim koşullarına göre bu sınırlamaların değişiklik göstermesi gerektiğini vurgulayan Akyüz, "Çünkü Antalya’daki kişiyle Karadeniz’de kalan bir kişiye aynı kıyafet kotasını verdiğimizde burada ‘eşitlik’ varmış gibi gözüküyor ama aslında bu eşitlik değil. Tek tipleştirme hali" dedi.
KARMA CEZAEVLERİ
Akyüz, cezaevlerinde kadın tutuklu sayısının oransal olarak azlığının etkisi ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle kadınların infaz sisteminde görünür bir yerde olmadığına ve cinsiyete özgü ihtiyaçlarının karşılanmadığına dikkat çekti. Bazı kadınların karma cezaevlerinin kadın koğuşlarında kaldığını aktaran Akyüz, erkeklerin çoğunlukta olduğu bir cezaevinde kadın tutukluların birçok hakkının kısıtlandığını belirtti. Akyüz, "Mesela ortak alana çıkartılabilmeleri için erkeklerle karşılaşmayacakları biçimde etkinliklere çıkartılmaları yönünde düzenlemeler yapılması gerekiyor. Ya da kantinde erkek personel çalışıyorsa kadınlar, ‘Kantinden iç çamaşırı satın alacağım ama iç çamaşırını bir erkek personel görecek. Bu rahatsız edici bir şey’ diyor” diye belirtti.
SAĞLIK PROBLEMLERİ
Uzun süreyle cezaevinde kalan kadınların sağlık sorunları yaşamaya başladığını belirten Akyüz, "Havalandırmaya çıkarılma düzenleri, ısınma sistemlerinin yetersizliği, pedlerin tek çeşit satılıyor olması, beslenme eksikliği" gibi ihlalleri sıralayarak, bu ihlallerin kadınların sağlığını etkilediğini ifade etti. Fiziksel olarak sağlık sorunu olan kadınların hastane sevklerinin geç yapıldığına dair başvurular aldıklarını aktaran Akyüz, "Doktorlarla görüşülmesi sırasında kelepçeli muayene edilmesi, erkek personelin muayene odasından çıkmaması gibi konularda söz konusu olabiliyor. Bunlara dair de başvurular alıyoruz. Bu zaten İstanbul Protokolü'ne aykırı. O odalarda erkek infaz koruma memurlarının olmaması gerekiyor. Kadınlar hastaneye giderken ve jinekolog tedavisi sırasında kelepçelerinin çıkarılmadığını ifade ediyor. Doktorlar hastaneye gelen kişinin hangi suçtan geldiğini biliyor. Bu da doktorlar açısından ayrımcılığa yol açabiliyor ve doktorun hastaya yaklaşımı değişebiliyor. Onun dışında bir de ruh sağlığı meselesi var. Her mahpusun kendi kişisel ruh sağlını etkileyecek bir deneyimi olabiliyor. Ama bunlara yönelik bir planlama yapılmıyor. Hapishanelerde psikolog var ama mahpus sayısına göre çok az. Bu görüşmelerde sadece ilaç yazıp, gönderiyorlar" şeklinde konuştu.
ANNELERİ İLE BİRLİKTE KALAN BEBEKLER
Cezaevindeki çocuklu kadınlara değinen Akyüz, “0-6 yaş grubu bebekler anneleri gibi birçok şeye erişemiyorlar. Bu da aslında çocukların da cezalandırılması gibi bir sonuç doğuruyor. Çocukların orada yetişirken birçok ihtiyacı olabiliyor. Zihinsel gelişimi için oyuncak, oyun alanına dahil olma, dışarı çıkabilme, toprağa dokunabilme, beslenme gibi ihtiyaçları oluyor. Yine annelerin ya da hamile kadınların da böyle ihtiyaçları olabiliyor. Bu ihtiyaçların karşılanmadığına dair başvurular da alıyoruz. Anneleriyle kalan çocukların ihtiyaçlarının karşılanmadığı her alan, anneler için bir şiddet alanına dönüyor. Çünkü kendini çocuklarına bakabilmek ve ilgilenebilmek noktasında yetersiz hissediyor” diye konuştu.
CEZAEVİNDE KADINA YÖNELİK ŞİDDET NEDİR?
Tutuklu kadınların şiddetin tespitinde zorluk yaşayabildiğini ifade eden Akyüz, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: "Kadınlar açısından kaba dayak varsa şiddet olarak algılanabiliyor. Ya da cinsel saldırı varsa bu bir cinsel şiddet olarak algılanabiliyor. Ama sayım esnasında kendisine bağırılması ya da rencide edilmesi de birer şiddet örneği. Ya da ihtiyaçlarının karşılanmaması, ringlerde erkek personelle gitmeleri de birer şiddet örneği olabiliyor. Kadınların şiddete uğrama halinde başvurabilecekleri etkili mekanizmaları kurulması ve buralarda etkili soruşturmaların yapılması, ‘Kadının beyanı esastır, aksini erkek ispatlar’ ilkesinin buradaki soruşturma süreçlerinde de bir ilke olarak ele alınması gerekiyor."
Cezaevlerinin kadınların özgünlüğünü dikkate alan bir yapıda düzenlenmediğini belirten Akyüz, "Yasal düzenlemede uygulamada buna göre hazırlanmamış. Hapishanelerin, kadınların cinsiyete özgü ihtiyaçlarının karşılanabileceği bir biçimde yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz" diye belirtti.
MA / Rukiye Adıgüzel