İZMİR - Kadın ve doğaya yönelik baskının birbirinden bağımsız olmadığını belirten ekolojist feminist Süheyla Doğan, “Bütün bunlarla beraber iklim krizine karşı duran bir yerden oluşacak ekofeminist devrimle başarılı olunacağını düşünüyorum” dedi.
Kadın ve doğaya karşı kırım politikaları, son yıllarda hız kesmeden devam ediyor. Özellikle AKP iktidarı döneminde, kadınlara ve doğaya karşı açılan savaş paralellik gösteriyor. Bir yandan İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını çeken iktidar, diğer taraftan orman, sulak alanlar, zeytinlikler ve koruma bölgeleriyle ilgili yasaları değiştirerek, doğayı talana açıyor. Yine kadınlar koruma kararlarına rağmen her gün öldürülürken, dağlar, dereler ve yaşam alanları da mahkeme kararlarına rağmen talan edilmeye devam ediliyor. Bu yüzden yüzlerce yıldır patriarkal düzene karşı mücadele veren kadınlar, eril ve tahakkümcü zihniyetin insanlığa ve doğaya karşı verdiği her mücadelede ön safta yer alıyor. Eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren kadınlar, tüm baskılara rağmen ataerkil kapitalist sistemin termik, hidroelektrik santrallerle, kıyı işgalleri ve madenlerle tahrip ettiği yaşam alanlarına, hava, su ve topraklarına da sahip çıkıyor.
DİRENİŞ MEVZİLERİ BIRAKILMADI
“Yeşil Yol”da Havva Ana, Cerattepe’de Erzade, İkizdere’de Ayşe, İkizköy’de Necla olan kadınlar, polis ve jandarmanın baskı, saldırı ve gözaltına boğun eğmedi. Ekoloji mücadelesinin yerellerden çıkarak, ulusallaşmasını sağlayan kadınlar, ekoloji mücadelesinin de öncüsü oldu. Yaşam alanları için iş makinelerinin önünde siper olan kadınlar, gün geldi yüzlerine sıkılan biber gazına ve üzerlerine yuvarlanan kayalara aldırış etmeden mücadelesini sürdürdü. Askerlerin karşısına geçip “Devlet kimdir? Ben halkım” diyen Havva Ana’dan direnişi devralan kadınlar, Ege’de Jeotermal Elektrik Santrallerine, Kurdistan’da ağaç kıyımına, Karadeniz’de HES ve madenlere karşı direniş mevzisini bırakmadı.
Ekoloji Birliği ve Eşitlik İçin Kadın Platformu kurucularından Süheyla Doğan ile kadın ve doğa yönelik saldırıları konuştuk.
EKOLOJİYE ADANAN 30 YIL
1990’lı yıllarda Antalya’da inşaat mühendisi olarak çalışırken kadın mücadelesiyle tanışan Doğan, o dönem Köprüçay üzerine kurulmak istenen Hidroelektrik Santrali ve baraj projesine karşı çıkarak ekoloji mücadelesine de yer almaya başladı. HES’e karşı bölgede büyük mitinglerin örgütlenmesine öncülük eden Doğan, binlerce kişiyle yaptıkları mitingler sonrası projenin durdurulmasını sağladılar. Daha sonra Antalya ve ardından taşındığı Çanakkale bölgesinde ekoloji mücadelesine devam eden Doğan, birçok projenin durdurulmasında rol aldı. Son olarak Kaz Dağları’nda Alamos Gold Firması’na karşı mücadele veren Doğan, halen Kaz Dağı Doğa ve Kültür Varlıkları Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı aynı zamanda Ekoloji Birliği Kadın Meclisi Sözcülüğünü sürdürüyor.
‘KADIN VE DOĞA KIRIMININ KAYNAĞI AYNI’
Ekoloji ve kadınlara yönelik saldırıların aynı kaynaktan beslendiğine işaret eden Doğan, erkek egemen zihniyet ve kapitalist sistemin her şeyi bir meta olarak gördüğünü vurguladı. Bu egemen sistemin kadınının yanı sıra bütün doğal ve kültürel varlıkları talana, yıkıma, kıyıma ve sömürüye maruz bıraktığını belirten Doğan, “Kadına yönelik sömürü, baskı ve şiddeti doğa üzerinde de uyguluyor. O nedenle kadına ve doğaya yönelik saldırıların kaynağı da nedenleri de ortaktır. Şu anki sistem, egemen hiyerarşik yapı bütün bu sömürünün nedeni. Doğaya ve kadın bedenine sahip olmak istiyorlar. Kadınların giyimine, sokağa çıkma saatine ve hatta yediğine bile karışılarak, kendi tahakkümlerini kurmak istiyorlar. Kadınlar da buna isyan edince bedelini yaşamalarıyla ödüyorlar” dedi.
MÜCADELE ORTAKLAŞTI
Saldırıların ortak olduğu gibi buna karşı mücadelenin de ortak olduğunun altını çizen Doğan, eskide sadece kadınların sorunlarıyla mücadele eden kadın hareketinin, uzun yıllardır ekoloji mücadelesi de verdiğini söyledi. Hatta eskiden kadın ve ekoloji hareketlerine uzak duran emek hareketinin de ortaklaşmaya gittiğini vurgulayan Doğan, “Emek, ekoloji ve kadın üzerindeki sömürü ve baskının aynı sistemden kaynaklandığını herkes farkına varmaya başladı. Böylece mücadeleler de ortaklaşmaya başladı. Ekofeminizim kavramı dünyada çokça konuşulur hale geldi. Buna yönelik bizimde çalışmalarımız oldu. Eko-feminizin bütün hareketlerin dikkatini çekmeye başladı. Ciddi bir farkındalık oluştu. Özelikle vegan hareket buna daha çok yakın. Bu nedenle hem dünyada hem de ülkemizde kesişmesi gerekliliği konusunda daha güzel şeyler yapılıyor” diye belirtti.
‘KADINLAR DAHA CESUR’
Kadınların doğa mücadelesinin deneyimlenmiş bir şey olduğunu dile getiren Doğan, şöyle dedi: “Kadınlar yıllardır doğa ile iç içe yaşıyor. Bunun verdiği bir öğrenilmiş, deneyim var. Daha çok işin bu kısmından kadınların doğaya daha yakın olduğunu düşünüyorum. Doğuran da doğurmayan da kadın var. İlla kadının ‘ana’ olması gerekmiyor. Genel olarak kadınlar birçok şeyi aynı anda koordine edebiliyor. Daha kolektif bakabiliyorlar. Bunlarda bugüne kadar tarih boyunca maruz kaldıkları her türlü baskı ve sömürünün öğrenilmişliği. Bunun için kadınlar ekoloji mücadelesinde en öndeler. Özelikle Karadeniz'de bu yaygındır. Erkekler kahvede otururken kadınlar küfelerini alıp doğadaki bitkileri toplayıp, taşırlar. Ekoloji mücadelesi de böyledir. Kadınlar daha hızlı hareket ederek, bastonlarıyla iş makinalarının önünde durdular. Kadınlar yaşam alanlarına karşı saldırılarda daha cesur daha atak davranabiliyorlar.”
EKOFEMİNİST DEVRİM
“Hiçbir mücadelenin kadın olmadan sonuçlanmayacağına inanıyorum” diyen Doğan, bunun için kadın kurtuluş mücadelesiyle bütünleşmeden bir adım atılamayacağını söyledi. Bunun geçmiş dönemlerde çeşitli sosyalist devrim deneyimlerde de ortaya çıktığını hatırlatan Doğan, “Kadınlar için o dönemlerde toplumsal eşitlik sağlanmadı. Öyle bir bakışta yoktu. Bu nedenle de başarısız olundu. Ama artık feminizmin kendisini kabul ettirmesiyle önümüzdeki devrimin kadınlarla olacağına inanıyoruz. Aslında eko-feministler anti militaristtir. Hem doğa talanına hem kadının sömürüsüne hem de türcülüğe karşı çıkar. Bütün bunlarla beraber iklim krizine karşı duran bir yerden oluşacak ekofeminist devrimle başarılı olunacağını düşünüyorum” diye belirtti.
ÖRGÜTLÜ MÜCADELENİN GÜCÜ
Kadınların bulundukları yerlerde hem ekoloji hem de kadın mücadelesinde yer almasının önemine dikkat çeken Doğan, “Biga Yarımadası’nda hem kadın hem de ekoloji örgütlerinin içinde aktif yer alıyorum. Bölgemizde her ikisini de ortaklaştıran bir ağ oluşturduk. Böylece mücadele bütünleşmiş oluyor. Bunun aslında Türkiye çapında da yayılması etkili olur. Örgütlü mücadelenin gücü büyük. Örgütlenmeye inanıyor, güveniyor ve herkesin bu mücadelenin içinde olması gerektiğini düşünüyorum” dedi.
KADINA KARŞI ŞİDDETLE MÜCADELE
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne de değinen Doğan, şöyle devam etti: “İktidar inkar etse de, Türkiye'de kadın cinayetlerinde ciddi bir artış var. Bu da artık eko-kırım gibi cins kırımı boyutuna ulaştı. Bu konuda da iktidarın doğru düzgün bir politikası yok. Kadın örgütleri yerelde tek tek karşılaştığımız sorunlarla uğraşıyor. En azından faillerin daha fazla cezasız kalmaması konusunda dava takipleri yapıyoruz. 6284 Sayılı Yasanın bütünüyle sıkı şekilde uygulanması ve takip edilmesi lazım. Ayrıca özellikle küçük yerlerde ilk adım dayanışma merkezlerinin yaygınlaşması gerekir. Belediyelerin yasa gereği açması gereken sığınma evlerini açmaları gerekiyor. Bütün bunlar kötü bir şekilde yürüyor. O kadar az sayıda sığınma evi var ki kadınların başına bir şey geldiğinde gidebilecekleri yer sayısı oldukça az. Cezasızlık politikasına karşı hukuki sistemde gereken cezaların verilmesini istiyoruz. Kadına yönelik şiddete karşı emniyet, hukuk sistemi gibi kurumların eğitilmesi ve zorunlu hale getirilmesi lazım.”
MA / Tolga Güney