ANKARA - Devrimci radikal güçlerin, İran'da devlet şiddeti karşısında dinamik güçler olduğunu belirten Dr. Abbas Mansouran, “İslam hükümetinin devrilmesi, toplumsal bir irade haline geldi” dedi.
İran’ın Tahran kentinde 16 Eylül’de Jîna Eminî’nin “ahlak polisi” tarafından katledilmesinin ardından ilk olarak Rojhılat Kurdistanı’nda başlayan, hemen ardından tüm İran’a yayılan protestolar devam ediyor. Tüm ülkede şiddeti arttıran rejime karşı Rojhilat ve Belucistan’da halk direnişe öncülük ediyor. Ağır silahların kullanılmaya başladığı Rojhilat ve Belucistan ile İran'ın dört bir yanında halk saldırılara karşı örgütlü direnişi büyütüyor. 3 aydır süren direnişin tarihi arka planını anlatan Dr. Abbas Mansouran, sürecin bir devrime evrildiğini söyledi.
ÖFKE PATLAMASI İSYANA EVRİLDİ
İran'da 16 Eylül'de Jîna Emînî'nin ahlak polisi tarafından katledilmesinden sonra sokağa yansıyan öfke patlamasının ülke çapında bir isyana evrildiğini ve şimdi artık 3'üncü ayına giren eylemlerin de İslam Cumhuriyeti'ni devirmeyi amaçlayan devrimci bir harekete dönüştüğünü ifade eden Mansouran, "Her ne kadar reformist kanat eylemlerin ilk günlerinde zorunlu başörtüsü ve ahlak polisinin görevlerinin sınırlandırılmasına indirgemeye çalışmış olsa da bizler ‘Jin jiyan azadî’ sloganında ısrarcı olduk ve eylemin çizgisini de bu slogan doğrultusunda tuttuk. Bu eylemlerle birlikte Jîna'nın adı ölümsüzleşti ve ülke çapındaki bu hareketin lokomotifi oldu. Hükümetin ekonomik, siyasi ve toplumsal taleplerin gözardı edilmesi konusundaki ısrarı da ortaya çıkan isyan dalgasında bir basamağı oluşturdu. Bu gözardı ediş haliyle, din adamlarının asalak statüleri garanti altına alınmış oldu, ancak senelerdir süren birikmişlik hali ve Jîna'nın katledilmesiyle ortaya çıkan öfke patlaması, tiranlığın yenilgisine doğru bir kapı açtı” ifadelerini kullandı.
İRAN BATI BLOĞUNUN KUKLASI OLDU
İranlı hükümetlerin kapitalist ülkelerin kuklası olması durumunun 53 yıldır sürdüğünü belirten Mansouran, 1978 siyasi devriminin de bu güçlerin müdahalesiyle yarım kaldığını belirtti. O dönemde batı bloğunun 4 büyük gücü olan Amerika, İngiltere, Fransa ve Batı Almanya'nın ana konularından birinin de İran'da gerçekleşmekte olan bu kritik durumu incelemek olduğunu söyleyen Mansouran, dönemin atmosferini şöyle tarif etti: "Solun ve işçi hareketinin güç kazanmasından endişe ediyorlardı ve kapitalistlerin çıkarları doğrultusunda hareket etmesi için İran'da İslam rejiminin güç kazanmasına destek verdiler. Avrupa ve Amerika'dan Humeyni ve batı eğitimi almış bazı başka şahsiyetleri Paris'e getirdiler ve onlarla orduyu dağıtmama, petrol akışını kontrol etme ve petrol şirketlerini açık tutma, solu ve işçi hareketini bastırma konularında anlaştılar. Dolayısıyla siyasal İslam, emperyalist siyasi güçlerin uzlaşma organı olarak iktidara geldi. Batılı hükümetler, Rusya ve Çin'e ek olarak, ulusal-dini grupların rolü, İslami hükümetin istikrar kazanmasında kilit rol oynadı."
İNKARA KARŞI TARİHİ MÜCADELE
Rejimin 43 yılı aşkın bir süredir İran'da cinayet, suç, ölüm ve sefalet yaydığını; emeği, etnik azınlıkları ve kadını sömürdüğünü belirten Mansouran, “Rejim her türlü özgürlük çağrısı ve talebini kana buladı. Sermaye yalnızca İran'da değil, Ortadoğu'nun dört bir yanında, Suriye'de, Yemen'de Lübnan'da, Filistin'de, Irak'ta İslami ideoloji aracılığıyla yıkım, terör ve askeri müdahaleler yarattı. İslami çeteleri büyüttü, besledi ve böylece tüm dünyayı daha güvensiz bir yer haline getirdi. Şu anda İran'da çok popüler bir sloganda da dendiği gibi, İslami ideoloji koleradan daha çok insan öldürdü” diye belirtti.
Mevcut devrimci hareketin yıllardır süren suç silsilesine tepkisi olduğunu ifade eden Mansouran, "Kadın, yaşam, özgürlük" çizgisinin ise bu devrimci hareketin temel taşı olduğunu söyledi. Mansouran, "Başta kadınlar olmak üzere İran halkları hayatlarını feda ederek inkar edilen varlıkları için tarihi bir mücadele veriyorlar" ifadelerini kullandı.
“Jin jiyan azadî” perspektifinin küresel bir hareket haline geldiğini vurgulayan Mansouran, ancak siyasal İslam hükümetini devirmenin basit destek söylemleriyle gerçekleşemeyeceğinin altını çizdi. “Gün pratik günüdür” diyen Mansouran, şöyle devam etti: "Şu anda İran'da cezaevleri, sokaklar, üniversiteler, okullar, işyerleri, en ücra mahallelere kadar ayaklanan halkın feryatları ve kanlarıyla kıpkırmızıdır. Başta Ortadoğu halkları olmak üzere, kadınlar, işçiler, gençler, İran devrimini dört gözle bekliyor ve kurtuluşun İran devriminin zaferine bağlı olduğunu biliyor. Tüm halk İran'daki cani İslam hükümetinin bölgedeki DAİŞ fikriyatının kaynağı ve hayatı ve evreni yok eden bir canavar olduğu konusunda hemfikirdir."
SALDIRILARIN 3 AYLIK BİLANÇOSU
Üç aydır sürmekte olan eylemlerde rejimin halka verdiği zararın bilançosunun ağır olduğuna değinen Mansouran, şu bilgileri verdi: "Şu ana kadar yaşları 2 ile 18 arasında değişen 80'e yakın çocuk rejim tarafından katledildi. Katledilen kadın ve erkek sayısı bine yaklaşıyor. 15 binden fazla insan tutuklu ve bunun yanında kaçırılan ve akıbeti bilinmeyen binlerce insan var. Ortadoğu'nun en tehlikeli cezaevi Evin Cezaevi 15 Ekim'de rejim tarafından ateşe verildiğinde, tutukluların üzerine ateş, bombalar ve yangın çıkarıcı havanlar yağdırıldı. Ölü sayısı 8 olarak açıklansa da bu sayının çok daha yüksek olduğuna inanıyoruz, çünkü halen tutuklu yakınlarından hiç haber alamamış onlarca aile var. 27 Ekim'de Şiraz'da Şah Çerağ Türbesi'ne rejim ve DAİŞ'in ortak saldırısı gerçekleşti. Rejim güçleri tüm ülkede terör estiriyor, kadınlara ve kızlara işkence ve tecavüz ediyor. Ölümlerine intihar süsü vermeye çalışıyor. Tüm sokaklarda halkın barikatları yükseliyor. Çatışmalar sabah saatlerine kadar devam ediyor. Ülkenin dört bir yanında, en ücra köşedeki mahallelerine kadar, halk akşam saatlerinde sokaklardaki yerini alıyor. Tüm sokaklardan, evlerin pencerelerinden ve çatılarından devrimci sloganlar yükseliyor. Tüm ülkedeki direnişle baskı güçlerini bin parçaya bölen halk, baskıcı güçlere üstün gelerek onları silahsızlandırıyor. Zalimler ve faşistler geceleri insanların evlerini işaretliyorlar ve ertesi gün Besiç çetelerini göndererek bu evleri yağmalıyor, ev halkına işkence edip onları öldürüyorlar."
KURDİSTAN'DA ÖNCÜ KADINLARIN DİRENİŞİ
Kurdistan'daki direniş ve koşulların özgürleşmeye daha yatkın olduğunu belirten Mansouran, “Kurdistan bölgesinde örgütler ve liderleri eylemleri, grevleri destekliyor. Silahlı direnişin meşru olduğunu herkese gösteriyor, öncülük ediyor. İran rejimi ise hapishaneler kurmaya, profesyonel katilleri ve Besiç çetelerini sokaklarda görevlendirmeye, Hizbullah gibi çetelerle ortaklıklar kurmaya ve sınırlarda gerginlik yaratmaya devam ediyor. Ancak bu hareket samimiyet ve özveri temelinde kurulmuş ve süreci tamamlamayı amaç edinmiştir. İran'da süren bu hareketin artık geri dönüşü söz konusu olamaz. Öncü kadınlar tıpkı yeryüzüne inen tanrıçalar gibi, 1980'lerde katledilen on binlerce insanın öcünü almak, geri dönüp kendilerini yeniden yaratmak için sıraya girdiler. Kadınlar tarihi kölelik ve esaretin bir göstergesi olarak başörtülerini yakıyorlar, Devrim Muhafızları'nın ve polisin askeri üslerini ateşe veriyorlar" şeklinde konuştu.
İSLAM CUMHURİYETİ’NDEN BURJUVA HÜKÜMETE
İslami hükümetin doğasının saldırganlık, işkence, cinayet, terör ve yıkım olduğunu belirten Mansouran, "İran'ın içinde ve dışında herkesi uykudan uyandıran, sessizliği yırtan bu direniş ise tarihsel bir dönemeçtir. Devrimin sesi hem İslami hükümet hem de küresel kapitalistlerin büyük hükümetleri tarafından duyulmuştur. Bununla birlikte rejimle iş tutan, rejimin maddi ve teknik tüm imkanlarına sahip olan medya kadroları ve burjuva muhalefet fraksiyonları tüm güçlerini seferber etmiş, siyasi iktidar elde etmek için yeni seçenekler oluşturmaya çalışıyor, İslam hükümetini burjuva hükümetine devretmek istiyorlar. Merkezi Londra'da bulunan bu medya karargahı, eğitimli personelle kuruldu ve İslami rejime karşı burjuva muhalefetin propaganda liderliğini üstlendi. Küresel sermayenin küçük ve büyük hükümetlerinin koridorlarında, düşünce kuruluşlarında ve Dışişleri Bakanlıklarında yoğun bir trafik var. Geçiş dönemi hükümetlerini bir an önce ilan etmeye çalışıyorlar" dedi.
'DEVRİM ARTIK SOYUT BİR FİKİR DEĞİL'
Tüm bunlara rağmen kadınlar, toplumsalar tabanlar, devrimci radikal güçlerin yadsınamaz biçimde belirleyici ve dinamik güçler olduğunun altını çizen Mansouran, şöyle devam etti: "Artık devrimci hareket, Kürtlerin, Belucilerin, Azerilerin, Farsların ve İran'da yaşayan tüm halklar ve etnik gruplarla dayanışmasının zirvesindedir. Devrim artık soyut bir fikir değil, halkın ve sokak hareketinin kitlesel söylemi haline geldi. Liseli kızlardan üniversite öğrencilerine, işsizlere, işçilere, emekçilere kadar kadınların öncü varlığının tarihte eşi benzeri yoktur. İran'da bu tabular artık yerle yeksan olmuştur. Jîna'nın 40'ındaki mezarlık buluşması, kadınların zorunlu başörtüsüne karşı başlattıkları tüm sivil itaatsizlik eylemleri, hükümet şiddetine karşı meşru direniş ve devrimci şiddet, hükümetin paralı katillerinin kimliklerinin tespit edilip cezalandırılmaları, polis ve askere ait araç ve binaların yakılması, askeri üslerin işgal edilmesi, rejim liderlerinin ve ailelerinin yurt dışına kaçma planlarının ifşa edilmesi ve bu yenilginin kimi liderler tarafından kabul edilmesi, yeni kurulan mahalle meclisleri, komitelerin örgütlenmesi, kadınlar, öğrenciler, öğretmenler, petrol, gaz ve petrokimya işçilerinin direnişi her geçen gün yayılan önlemler arasındadır. İran'da ayaklanan kitleler, odak noktası İslami hükümetin devrilmesi olan bir devrime doğru emin adımlarla ilerliyor. Kısacası, ne bulunulan noktadan iktidar eski konumuna dönebilir, ne de ayaklanan halk kitleleri. Bu devrimci bir süreçtir ve İslam hükümetinin devrilmesi toplumsal bir irade haline gelmiştir. Bunun olacağı kesin bir şeydir.”
MA / Gözde Çağrı Özköse