MARDİN - Kandıra Kadın Cezaevi'nden 6 yıl sonra tahliye olan HDP eski Milletvekili Gülser Yıldırım, ülkenin onurlu bir barışa ihtiyacı olduğuna işaret ederek, "İmralı kapıları açılırsa, oradan barışın eli uzanacak" dedi.
AKP’nin tek başına iktidarı kaybettiği 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri'nin ardından 20 Mayıs 2016’da Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı. 4 Kasım 2016’da ise aralarında dönemin HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da olduğu 12 millletvekili gözaltına alındı. "4 Kasım Siyasi Darbesi" olarak nitelendirilen operasyonda gözaltına alınan 12 milletvekilliden 9’u tutuklandı. 6’ncı yılı geride kalmasına sayılı günler kalan "darbede" gözaltına alındıktan sonra tutuklanan Demirtaş, Yüksekdağ ve İdris Baluken halen tutuklu bulunurken, diğer 6 vekil tahliye oldu. En son tahliye edilen isim ise, Mardin Milletvekili iken tutuklanan Gülser Yıldırım oldu. Yıldırım, hakkında verilen 7 yıl 6 aylık hapis cezasının infazını tamamlamasına rağmen 4 ay gecikmeli tahliye edildi. Kandıra F Tipi Kadın Kapalı Cezaevi'nde birçok Kürt kadın siyasetçi ile birlikte tutulan Yıldırım, cezaevi süreci ve sonrasında yaşanan gelişmelere dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
Milletvekilliği sürecini cezaevinde tamamlayan isimlerden birisiniz. Öncesi ve sonrasıyla 4 Kasım 2016’da yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnsan bu duvarların arasından çıktığında gönlünün yarısı orada kalıyor. Yıllarca aynı hücrede ve hapiste, içini, emeğini ve acını birlikte paylaşıyorsun bu arkadaşlarla. Amacın özgürlük, eşitlik, demokrasi. Bu nedenle diyebilirim ki bu yoldaşlık çok kutsal bir yoldaşlık. Dile getirilemez. İnsan kendini şanslı görüyor. Farklı görüyor. Bu nedenle tekrar selamlarımı gönderiyorum. Türkler, Kürtler, Çerkezler, Süryaniler, Araplar, Lazlar… Yani kim olursa olsun. Felsefemiz bu ülkede yaşayan, bu ülkeyi seven herkes için özgürlük, eşitlik, özgür yaşam ve barışı şart olarak görüyor. Ancak 7 Haziran’da bu proje onlara uymadı, savaş lazımdı onlar için. Çözüm süreci, tekçi, ırkçı ve savaş isteyen zihniyetin işine gelmedi. Savaşın rantını yiyenler için savaş daha çok işlerine geliyordu. Yöneticilerin daha çok işine geliyordu. Bugün de inanıyorum ki, bugün İmralı’nın kapıları açılırsa, oradan barışın eli uzanacak. O kapı açılırsa, tecrit kalkarsa ilk mesaj Türkiye’nin barışı için olacaktır. Bu inançtayım. Hayali konuşmuyorum. Geçmişten gelen tecrübeyle, barış felsefesinden anladığım kadarıyla, diyalog sürecine insan baktığında bu kanaate varabiliyor. Bu ülkede kim bu sorunu (Kürt sorunu) kendine dert edinir, kim ‘bu sorunun çözümü için hazırım’ derse bu farkındalıkla hareket edilir. Ben bu inançtayım. Partim de böyle bir partidir.
Neden savaşta ısrar edildi?
Kürt halkının iradesini tamamen ortadan kaldırmayı hedeflediler. Cezaevi önceden boşaltılmış ve hazırlanmıştı. Fikrimiz zindana bahane edildi.
Silahlı saldırıların başlamasıyla birlikte Kürt siyaseti saldırılara maruz kaldı. Hedef neydi? Hedef Kürt halkının iradesini tamamen ortadan kaldırmaktı. Bu bir gerçekliktir. Bu nedenle Kürtlerin belediyelerine kayyum atadılar. Parlamentoda bizim dokunulmazlıklarımız kaldırıldı. Siyasetimize, partimize, özgürlük ve demokrasi taleplerimize topyekun bir saldırı başlatıldı. 15 Temmuz’daki darbeyi AKP kendisine göre uyguladı. Bütün muhalifler üzerinde bertaraf etmeye çalıştı. Özellikle Kürt siyasetini tasfiye etmeye çalıştı. Bu tasfiye süreci o günden bu güne devam ediyor. Kandıra’ya götürüldüğümüzde F Tipi kapıları biz kadınlara da açılmış oldu. Haliyle biz F Tipi’nde kalan ilk kadınlarız. Baktığımızda odalar bize göre önceden hazırlanmıştı. Sanki mahkemeye çıkmışız da kanuna göre suçlu bulunmuşuz da ona göre bizi göndermişler. Öyle değildi. Orası önceden boşaltılmış, hazırlanmış, Yerini de belirlemişler, seni oraya gönderiyorlar. Bu nedenle siyasi bir karar olduğunu, hukuki karar olmadığını söylüyoruz. Ne yapmışız? Fikrimizi, düşüncemizi açıklamışız. Bugün fikrimiz, düşüncemiz de saldırıya ve zindana bahane ediliyor..
Bütün muhaliflerin hedef olduğunu söylediniz ancak dokunulmazlıkların kaldırılmasına muhalefet partileri de destek verdi. Onların hiç rolü yok muydu?
Bizim dokunulmazlığımızın kaldırılmasında ve tutuklanmamızda sadece AKP ve MHP mi sorumluydu? Hayır. O dönem CHP de destek verdi. CHP destek vermeseydi o dönem bu süreç bugünlere gelmeyebilirdi. Parti isimleri farklı olabilir ama konu Kürt siyaseti ve HDP olduğunda tüm zihniyetler aynı oluyor. CHP destek vermeseydi, süreç bu hale gelmeyebilirdi. Daha iyi bir zemin olabilirdi. Ama unutmamalıyız, CHP zihniyeti de inkar üzerine kuruldu. Ama CHP bugün iktidara muhalefet olduğunu söyleyecekse, öncelikle gerçek anlamda demokrasi, özgürlükler, demokratik Türkiye, demokratik cumhuriyete dönük adımlar atmalı. Sadece ‘iktidara muhalefetim’ demek kendini kandırmaktır. Muhalefet isen projen nedir? Sadece CHP değil, Türkiye’nin tüm partileri bu şekilde. Bu nedenle 3’üncü Yola ihtiyaç duyuldu ve bugün demokrasi ittifakı 3’üncü Yol olarak, alternatif olmak için ortaya çıktı. Türkiye’nin bütün sorunlarına cevap olmak için yola çıkıldı.
Cezaevinde birçok Kürt kadın siyasetçi ile birlikte kaldınız. Cezaevi yaşamı ve şartları nasıldı?
İlk cezaevine konulduğumuzda yaklaşık 3 ay tek başımıza tutulduk odada. Tecrit koşullarında tek tek tutulduk. Erkek arkadaşlardan mektup geliyordu. Bir gün gelen bir mektupta şöyle bir şey yazıyordu; "F Tipi cezaevleri ilk kurulduğunda arkadaşlar tepki gösteriyor, F tipi cezaevlerini protesto ediyor. Logardan bir ses geliyor. O logardan ses 3 odaya gidiyor. Logardan ses gelince arkadaşın biri sesleniyor, 'Arkadaşlar, arkadaşlar şükür edin, biz yerin üstündeyiz, yer altında olanlar da var.” Böyle bir durum da yaşanmış. Bunu bizimle paylaşıyorlar. Arkadaşlar oradan sesleniyorlar. Yalnız olmadığını hissediyorsun. Yani Gültan başkan (Gültan Kışanak) üst logar komşumdu. Çağlar (Çağlar Demirel) arkadaş ve diğer arkadaşlar ile logarlardan, çatılardan, duvarlardan diyaloğumuz vardı.
3 ay tek başımıza tecrit koşullarında tutulduk. Cezaevi kantini bile erkeklere göre yapılmıştı. Büyük bir moral ve inanç olmazsa cezaevi şartları tutuklular için çok zahmetli.
Cezaevi daha sonra kadın cezaevi yapıldığı için kantin bile erkeklere göre yapılmıştı. Bu 6 yılda bu haliyle devam etti. Arkadaşlarımız cezaevi müdürüyle de her defasında bunu tartışıyordu. Kadınların ihtiyaçlarının ne olduğu, kadınların yaşamı için gerekli olanlar noktaksıkları gidermek için mücadele veriyordu. Halen de bu sorun devam ediyor. F Tipi insan hayatında ekonomik olarak da büyük bir sıkıntı. Manevi olarak tecrittir, yalnızlıktır, izolasyondur… Bunlar başlı başına sorunlardır. Ama ekonomik olarak da büyük bir sorundur. Ailenin yaşadığı yerden uzak olması nedeniyle kimi aileler yıllar boyunca tutuklularını ziyaret edemiyor. Yani açıkçası büyük bir moral ve inanç olmasa, cezaevinin şartları tutuklular için çok zahmetli. Özellikle uzak yerlere sevk edilmeler ve yeni kurulan cezaevlerine karşı toplumumuz daha duyarlı olmalı. Hasta olan arkadaşlar için daha duyarlı olunmalı.
Aysel Tuğluk da birlikte kaldığınız siyasi tutuklulardan biriydi. Tuğluk’un durumu tam olarak nasıldı?
26, 27 senedir cezaevinde tutulan çok sayıda siyasi arkadaş var. Birlikte tutulduğum kadın arkadaşlar için söyleyecek olursam; Çok sayıda hastalıkları bulunuyor. Gültan başkanın da tansiyonu ve şekeri var. Bazı günler tansiyonu çok yükseliyor. Belki bugün beni dinleseydi ‘Gülser arkadaş, o kadar hasta arkadaş var, neden benden bahsediyorsun’ diye eleştiri de yapardı. Ama fikrimi söylüyorum. Tansiyonu 14’ün altına düşmüyor. Ağabeyi yaşamını yitirmeden bir hafta önce acile kaldırıldı. Edibe (Şahin) arkadaş da ciddi hastalıkları olan tutuklulardan. Nurhayat (Altun) arkadaş yine öyle. Hasta olduklarını biliyoruz ama Aysel arkadaşın hastalığı hayatını tek başına devam ettiremeyecek kadar ciddi. Biz bugüne kadar yalnız da olsak hayatımızı sürdürebilirdik ama Aysel arkadaş tek başına hayatını idame ettiremeyecek durumda. İdare de bunu biliyor, cezaevindekiler de biliyor.
Aysel arkadaş bugün gardiyan numarayı çevirmezse telefon numarasını çeviremiyor. Avukatının ismini bile unutuyor. Bu hastalık moral istiyor, dışarıda hava almayı gerektiriyor.
Aysel arkadaş bugün gardiyan numarayı çevirmezse telefon numarasını çeviremiyor. Dilekçe yazamıyor. 10 dakika bir insanın yanında oturuyor, iki defa o insana ‘ismin ne, kaç çocuğun var’ diye soruyor. Avukatının ismini bile unutuyor. Yani Aysel arkadaş bu durumda. Herkes de biliyor ki cezaevi şartları altında bu hastalık ağırlaşıyor. Bu hastalık moral istiyor, bu hastalık dışarıda hava almayı gerektiriyor. Toplum içinde, çevresinde güzel şeyler gerektiriyor. Ama ondan çok rahatsız olmuşlar ki bugüne kadar bırakılmadı. İnsan şaşırıyor. Bu zihniyete karşı insanın şaşırmaması gerekiyor ama yine de insan bu kadar da düşmanlık olmaz diyor. İdare de biliyor, doktoru da biliyor, rapor verenler de biliyor, biz arkadaşları da biliyoruz. Hatta Kobanê Davası'nda mahkeme dahi tahliye kararı verdi. Ama Aysel arkadaş halen cezaevinde. Onun şahsında bütün hasta tutuklular bırakılmalı. Yani bu hasta tutukluları bıraktıklarında ne kaybedecekler? Neleri eksilecek? Bu kadar mı insan düşmanlık yapar? Düşmanlığın da bir sınırı vardır. Demek ki bunun için büyük bir mücadele lazım. Toplumun tamamının bu konuda seslerini yükseltmesi gerekiyor. Bu sorunu dile getirmesi gerekiyor.
Tüm bu yaşananlara karşı tutukluların da büyük bir mücadelesi söz konusu...
Bir tecrit uygulanıyor dedik. Tecrit zaten insanlık suçudur. Tecrit altında iken kişi, demokrasi, eşitlik, özgürlük ve onurlu bir barış fikrine sahipse, gücü o fikir ve düşünce oluyor. İnsan gücünü davası, farklılığı, savunduğu fikir, barış isteği ve savunduğun hakikatten alıyor. Tarihte bu felsefesinin mimarları her daim ayakları üstünde durmuştur. Ama bedel de vermiştir. Ama iradesini savunuyor, koruyor. Onurunu koruyor. Karakterini, inancını, farkını savunuyor. İnsan gücünü bundan alıyor. O kadar ağır şartlar altında olmalarına rağmen inançlarını bu aydınlanmadan alıyorlar. Özgürlük felsefesinden, demokrasi felsefesinden, özellikle de kadın özgürlük mücadelesinden güç alıyorlar. Ortadoğu’da ve dünyada kadın özgürlük mücadelesine baktığımızda insan kendini şanslı görüyor. Öyle bir fikir, öyle bir düşünce, öyle bir felsefe ki kadını irade sahibi yaptı, şahsiyet sahibi yaptı. Kadını kendisi olmaya, kendi kimliğiyle var olmaya başladı. Kadın kendisi oldu. Kadını var etti.
6 yılda ülke siyasetinde birçok gelişme yaşandı. Cezaevinden bu süreç nasıl görülüyordu?
Açıkçası Türkiye siyaseti için olumlu bir değişiklik yaşandığını söyleyemem. O günden bu güne ciddi bir geriye gidiş var. İktidar, iktidarını devam ettirmeye çalışıyor. Saldırılar ile sürdürmeye çalışıyor. O nedenle olumlu bir değişiklik görmüyorum. Demokrasi bitirilmiş, hukuk darbe almış, en büyük darbe de ekonomik olarak vurulmuş. Bugün yaşanan savaş, dört bir yanda devam eden çatışmalar, büyük sorunlardır. Halbuki Türkiye’nin ihtiyacı olan öncelikle onurlu bir barıştır. Ekonomi de demokrasi ve özgürlüklerle düzelir. Bugün Türkiye halklarının ekonomik olarak ödediği bedel Kürt sorununa bağlı olarak ödenen bedeldir. Hukuksuzluk, adaletsizlik, özgürlüklerin kısıtlanmasıyla bağlantılıdır. İnsanlar dışarıya çıktığında kendini güvende hissetmiyor. Sistemsel bir sorun var. Cezaevinde olan, cezasını tamamlayan birinin infazını yakıyorlar. Cezaevinden çıksa da kendisini güvende hissetmiyor. Bir sabah siyasi bir söylemden dolayı, iktidarın hesabına gelmeyen bir fikri söylediği için, Türkiye’nin sorunlarının çözümü için bir şey söylediğinde siyasi bir saldırıyla karşı karşıya kalabiliyorsunuz. İnsanlar açıktan söylemese de kafasında ve kendi yanında bunları söylüyor. Yani bu da bir şekil hapsetmedir. Toplumda da içine hapsetme var.
Türkiye siyasetinde geriye gidiş var. Ülkenin ihtiyacı onurlu bir barıştır. Ekonomi de demokrasi ve özgürlüklerle düzelir. Ekonomik olarak ödenen bedel Kürt sorununa bağlı olarak ödenen bedeldi.
Bu yaşananlar insanı üzüyor. Bugün Türkiye’nin tamamını memleketimiz olarak görüyoruz. Kürt halkı da diğer halkların tamamı da Türkiye’ye dağılmış durumda. Halkların hepsi birbirine karşı saygılıdır, birbirlerini seviyorlar da. HDP de zaten bunların temsiliyetidir. Bu nedenle Türkiye halklarına, Kürtlere, Kürdistan’a, topluma neyin faydası olacaksa insanın o siyaseti yürütmesi gerekiyor. Bu sorunların çözümü, sorunları yaşayanların kendilerini çözümün ortağı yapmasından geçiyor. Çözüm o şekilde olur. Kimse çözümün öyle yukardan geldiğini düşünmesin. Sihirli değnek yok. Çözümün ortağı olmalılar.
Cezaevinden çıktığınızdan bu yana 1 yaşında annesiyle beraber cezaevine konulan ve şu an 3 buçuk yaşında olan Romav isimli Afrinli bir çocuktan bahsediyorsunuz. Romav’ın hikayesini kısaca paylaşabilir misiniz?
3 buçuk yaşında bir çocuk ve Kandıra Cezaevinde kalıyor. Anne ve babası ile birlikte tutuklu. 15 yaşın üzerindeki 3 ablası dışarıda. Anne ve babasına 7 yıl 6 ay hapis cezası verilmiş durumda. Bugün bir çözüm üretebilseydik, benim öncelikli isteğim Romav’ın dışarıda olması olacaktı. Kardeşlerinin yanında yaşasın isterdim. Dört duvar arasında yaşamamalı. Beni nenesi gibi görüyordu. İnsan Kürt olduğunda; çocuk da olsa 70 yaşında da olsa insanın yeri dört duvar mı olmalı? Kendi başına büyük bir acı bu. Büyük bir sorun. İnsan biraz bu konuda duyarlı olmalı. Umut ediyorum ki yakın zamanda tüm hasta tutuklular, tüm siyasi tutuklular, Romav ve annesiyle birlikte dışarıda birlikte mücadele edelim.
MA / Ahmet Kanbal