DİYARBAKIR - OPCW’nin kimyasal silah inceleme protokolüne dikkat çeken ÖHD Amed Şubesi Eşbaşkanı Av. Özüm Vurgun, söz konusu protokolünün sadece egemen devletleri koruduğunu söyledi.
Türkiye 17 Nisan’da KDP ortaklığıyla Güney Kurdistan’ın Zap, Metîna ve Avaşîn bölgelerine yönelik başlatmış olduğu saldırılarda kimyasal silah kullandığına dair görüntüler, kamuoyunda tartışılmaya devam ediliyor. Kurdistan, Türkiye ve dünyanın birçok ülkesinde yükselen tepkiler üzerine açıklama yapmak zorunda kalan Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW), konuyu “izlediklerini” ancak konuya araştırma için taraf devletlerin başvurusunun olması gerektiğini belirtti.
OPCW’nin açıklamalarını ve kimyasal silahların kullanımının hukuki boyutuna ilişkin değerlendirmelerde bulunan Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Amed Şubesi Eşbaşkanı avukat Özüm Vurgun, kurumun yaklaşımını eleştirdi.
‘İNCELEME BAŞLATILABİLİR’
Kimyasal silah kullanıldığına dair görüntüler üzerine AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın yaptığı açıklamaları hatırlatan Vurgun, baskı mekanizmalarını hayata geçirmek yerine “Eğer Türkiye bu kadar net bir şekilde kimyasal silah kullanmadığını söylüyorsa, yurtdışından konuyu araştırmak için gelen insanlara izin vermesi gerekiyor. Ancak yargı tehdidi kimyasal silahların kullanıldığına dair şüpheleri güçlendiriyor. Her ne kadar OPCW ve Uluslararası Savaş Suçları Divanı gibi mekanizmalar konuya sesiz kalsalar da başkaca mekanizmalar üzerinden inceleme başlatılabilir” dedi.
‘SESSİZLİK SUÇA ORTAK OLMAKTIR’
Uluslararası devletlerin, sorumlu kurumların ve sivil toplu örgütlerinin de sessizliğine dikkati çeken Vurgun, “2021 yılında ‘Rehine alma operasyonlarında’ Hulusi Akar’ın Meclis’te yapmış olduğu bir konuşmasında, ‘Sadece göz yaşartıcı gaz kullandık’ ifadesi var. Ancak göz yaşartıcı gazların kullanılması yasaktır, bombalı ve yasaklı kimyasal silahlardan elde edilir. Hulusi Akar’ın bu ifadeleri çok açık bir şekilde kimyasal silahların kullanıldığının itirafıdır. ‘Sadece ve sadece’ demesinin nedeni birçok kişinin yaşamını yitirmesi ve gelen baskılardan kendisini korumaktır. Kendi beyanları bile var iken Birleşmiş Milletler (BM) ve OPCW’nin sessiz kalması net bir şekilde olmasa da desteklemektir. Burada yapılması gereken, baroların ve sivil toplum örgütlerinin, BM, AB, Uluslararası Savaş Suçları Divanı ve OPCW gibi kurumları harekete geçirmeleri gerekiyor” diye belirtti.
‘BİR ÇIĞLIKTI’
Kimyasal silah kullanımının geçen yıldan itibaren gündeme geldiğini anımsatan Vurgun, buna rağmen 2 HPG’linin görüntüleri ortaya çıkmayana kadar tepkinin çok düşük olduğunu ifade etti. Vurgun, şunları dile getirdi: “Ülke içerisinde herhangi bir hukuk yolunun olmaması o görüntülerin o şekilde paylaşılmasına neden olmuş veya kanıt olarak yapılabilecek başka bir şeyin olmadığını düşündüler. Yani sadece buradaki, STÖ ve siyasetçilerle ilgili de değil. Uluslararası kamuoyunu harekete geçirmek için de yapılan bir paylaşım olarak düşünüyorum. Bu aslında bir çığlıktı, insanların nasıl katledildiğini, nasıl acı çektiğini bizlere gösteriyor. Bir hukukçu olarak o görüntülerin bir delil olduğunu ve birçok devletin de dikkatini çektiğini düşünüyorum. Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşta, Lahey mahkemelerine 39 devlet başvuruda bulundu. Bu başvurular üzerine orada inceleme ve yargılamalar başlatıldı. Bu nedenle bu delilerin ve bu açıklamaların birçok devletin dikkatini çekeceğini, başvuru ve incelemelerin yapılacağını düşünüyorum.”
‘PROTOKOL EGEMENLER İÇİN’
OPCW’nin, “Taraf devletlerin” talepleri üzerine inceleme başlatabilecekleri yönündeki açıklamasına da değinen Vurgun, söz konusu protokolü, egemen devletlerin kendi aralarındaki danışıklı dövüşü olarak niteledi. Kürtlerin statüsünün tartışmaya açılması gerektiğini kaydeden Vurgun, “Kürdistan bölgesi bir statüye sahip olmamasından kaynaklı OPCW ve diğer kurumlar kimyasal silahlara ilişkin bir inceleme başlatmıyor. Ancak taraf devletlerin başvurusu üzerinden inceleme başlatıyor. Bu da sözleşmenin egemen devletleri kurumaya dönük bir sözleşme olmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle tartışılması gereken nokta Kürtlerin statüsüdür. Kürtler uluslararası devletler bakımından statüsüz olarak görülüyor. Egemenlerin kendi aralarındaki danışıklı dövüş ve çıkar ilişkileri nedeniyle birçok halka ve sömürge uluslara karşı işlenen savaş suçlarında sesiz kalınıyor” diye konuştu.
‘HALKLARIN HİÇBİR ÖNEMİ YOK’
Rojava’da 2019 yılında kimyasal silahların kullanıldığını da hatırlatan Vurgun, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye hem şehir içi savaşlarında hem de sınır ötesi savaşlarında, Avrupa’ya karşı ‘terörle’ mücadele diyerek kendisini savunuyor. Hem Avrupa Birliği, hem Birleşmiş Miletler hem de Uluslararası Savaş Suçları Divanı, başvuran tarafın terörle ilişkilenmemesi gerektiğini söylüyor. Bu da açıkça halkların hiçbir şekilde öneminin olmadığını, egemenlerin kendi siyasi çıkarlarını korumaya yönelik olduğunu gösteriyor. Yani savaştır, her şey mubahtır mantığıyla bakıyorlar. 2019’da Rojava’da kimyasal kullanıldığı yönünde iddialar vardı, hatta Almanya’da Üniversiteden gelen bir profesörün, bütün deliller elimizde ve araştırmalar yapacağız şeklinde bir açıklaması oldu. Ancak Alman devleti kendi siyasi çıkarları nedeniyle herhangi bir işlem başlatmadı. Açıkça, sözleşme ve protokoller siyasi çıkarlara kurban ediliyor.”
‘KÜRTLERİN STATÜSÜ TARTIŞILMALI’
Uluslararası kurumların olumsuz tutumunun tüm Kürtlere yönelik olduğunu, bunu PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecritte de görüldüğünü ifade eden Vurgun, sözlerini şöyle tamamladı: “Sessiz kalmalarının nedeni Kürtlerin statüsüzlüğünden kaynaklanıyor. Bunu sadece devletleşmek üzerinden ele almamak gerekiyor. Kürtlerin kendi kaderini tayin eden halklar içerisinde yer alması gerektiğinin tartışılması gerekiyor. Kürtler milliyetçi ve faşist bir güruhun soykırım tehdidi altında. Soykırım sadece öldürmek olarak anlaşılmamalı, anadile yapılan bir müdahale, şu anda Sur’da yüksek güvenlikli cezaevlerini andıran yapılar birer kültürel soykırımdır. Aynı şekilde Kürtlerin doğasını yok etmek, ekolojik soykırımdır. Kürtlerin, Kürdistan halkının özel olarak gördü kendi önderi saydığı Öcalan’a uygulanan tecritte bu soykırımın bir parçası. Kimyasal silah iddiaları soykırım karinesini güçlendirmekte. Bu nedenle Kürtlerin statüsünün tartışılması gerekiyor. Kürdistan varlığı çok şeyi aydınlığa kavuşturacaktır.”
MA / Mahmut Altıntaş