ANKARA - Türkiye’nin kimyasal silah kullanımına dair 5564 sayılı özel kanuna işaret eden İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, “Bu kanun, kimyasal silah kullanarak suç işleyenlerin yargılanabileceğini söylüyor” dedi.
Türkiye’nin Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) ortaklığıyla Güney Kürdistan’ın Zap, Metîna ve Avaşîn bölgelerine yönelik 17 Nisan'da başlattığı saldırılar, uluslararası sözleşmelere göre insanlığa karşı suç olarak kabul edilen kimyasal silah kullanımı ile devam ediyor. HPG’nin açıkladığı savaş bilançosuna göre, Türkiye 14 Nisan ile 14 Ekim tarihleri arasında 2 bin 467 kez yasaklı bomba ve kimyasal silah kullandı. Türkiye’nin bu saldırıları sonucu Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında 17 HPG’li yaşamını yitirdi.
Tüm dünyada insanlığa karşı suç olarak kabul edilen kimyasal silah saldırılara maruz kalan 2 HPG’linin yaşamının son anlarına dair görüntüler, kamuoyunda tepkileri yükseltti. Türkiye’nin saldırılarına yönelik protestolar devam ederken, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’ne (OPCW) de bölgede inceleme yapılması çağrıları yapılıyor. Üye devletlerin başvurusu olmaksızın inceleme yapamayan OPCW, sessizliği sürdürüyor.
AİLELER İHD’YE BAŞVURDU!
İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, kimyasal silah kullanımının uluslararası ve iç hukuktaki boyutunu Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi. Türkdoğan, OPCW’nin sözleşmeler gereğince konuya dair harekete geçememesinin perde arkasında “devletlerin suça karışmasının” olduğuna işaret etti.
Türkdoğan, kimyasal silah saldırısıyla yaşamını yitiren HPG’lilerin ailelerinin İHD’ye başvuruda bulundukları bilgisini paylaştı.
ULUSLARARASI İNSANCIL HUKUK
1949 tarihli Cenevre Protokolü’nün savaş hukukunu düzenlediğine dikkat çeken Türkdoğan, “Biz buna ‘Uluslararası İnsancıl Hukuk’ diyoruz. Bu sözleşmelerin kapsamında kimyasal silahların kullanımıyla ilgili herhangi bir şey yok ama bu sözleşmeler gerek devletlerarası, gerekse devletle bir silahlı örgüt arasındaki çatışma halini de kapsıyor. En son Yugoslavya Özel Ceza Mahkemesi’nin ürettiği kararlarla da bunun altı net bir biçimde çiziliyor. Bunu da Uluslararası Kızılhaç Komitesi denetleyecek” dedi.
ULUSLARARASI AÇMAZ: DEVLET İNİSİYATİFİ
Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin savaş suçlarını denetleyebilmesinin devletlerin iznine tabi olduğunu belirten Türkdoğan, Uluslararası İnsancıl Hukuk’taki en önemli açmazlardan birinin bu olduğunu söyledi ve savaş hukukunun gelişiminin çok uzun yıllar sürdüğüne dair şunları söyledi: “İlk Cenevre Sözleşmesi 1864 yılında başlıyor. En nihayetinde 1949 tarihinde dört temel sözleşme ile bağlanıyor. 1977 tarihinde de 1 ve 2 No’lu protokoller devreye giriyor. Düşünebiliyor musunuz? Savaş hukukunun kuralları tam 113 yıl sonra belli kaidelere bağlanıyor. Yetmiyor 1988 yılında Roma Statüsü Birleşmiş Milletler (BM) tarafından kabul ediliyor ve mahkeme 2000 yılından beri çalışıyor.”
1800’LÜ YILLARDA BAŞLAYAN TARTIŞMALAR
Kimyasal silahların kullanımı konusundaki tartışmaların da 1800’lü yıllarda başladığına değinen Türkdoğan, konuya dair üretilen ilk sözleşmenin 17 Haziran 1925 tarihli “Boğucu, Zehirleyici ve Benzer Gazların ve Bakteriyolojik Araçların Savaşta Kullanımının Yasaklanmasına İlişkin Protokol” olduğunu dile getirdi. Türkiye’nin 1925 yılından itibaren bu protokole taraf olduğuna dikkat çeken Türkdoğan, “Bu protokol sonrasında yeterli görülmüyor ve uzun tartışmalar sonucu 1993 yılında ‘Kimyasal Silahların Geliştirilmesinin, Üretiminin, Stoklanmasının ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ kabul ediliyor. Türkiye bu sözleşmeyi 29 Nisan 1997 yılında imzalıyor ve 4238 sayılı kanunla yürürlüğe koyuyor. Türkiye’nin şu anda uymakla yükümlü olduğu böylesi bir sözleşmesi var” bilgisini verdi.
5564 SAYILI ÖZEL KANUN
Türkiye’nin 14 Aralık 2006 tarihli ve 5564 sayılı özel bir kanun çıkardığını hatırlatan Türkdoğan, “Bu kanunun 6’ncı maddesinin 9’uncu fıkrasında, kanuna aykırı kimyasal silah kullanarak suç işleyenlerin, 5237 sayılı TCK’nın 11’inci maddesine göre yargılanabileceğini söylüyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları yurtdışında kimyasal silah kullanımı ile ilgili bir iddia ile karşılaşırsa, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bu iddiaları araştırmakla görevli. Dolayısıyla Türkiye bu konuda uluslararası yükümlülüklerini yüklenmiş bir ülke” diye aktardı.
İÇ HUKUK KURALLARINA İŞARET ETTİ
Türkdoğan, şöyle konuştu: “Türkiye bir sözleşmeye taraf olmuş ve buna dair özel bir kanun çıkartmışsa, siz de söz konusu kanunun ihlal edildiğini düşünüyorsanız, bu nedenle yaşamını yitirenlerin yasal mirasçılarının şikayetçi olması ve kanun yollarına başvurması gerekiyor. Şu anda yapılması gereken en önemli şey budur. Milli Savunma Bakanlığı konuya dair bir açıklama yaptı. Madem iddiaları kabul etmiyorlar, devlet içerisinde idari denetim mekanizmaları var. İzin verin bu mekanizmalar denetlensin. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ilgili soruşturmayı yapsın. Bütün bu soruşturmalar sonucu bu iddiaların ne olduğu ortaya konsun. Aksi taktirde mağdur her zaman iddia edecek, şüpheli ise her zaman reddedecek. Bunu bitirmenin yolu iç hukuk kurallarını işletmektir.”
'BÜTÜN DEVLETLER SUÇA KARIŞTI'
Kimyasal Silahlarla İlgili Uluslararası Sözleşme’ye göre söz konusu iddiaya dair bir taraf devletin başvurusu yapması gerektiğinin altını çizen Türkdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sözleşmeye göre OPCW kuruldu. Bu bir BM örgütüdür. Kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığına dair yerinde inceleme yetkisine sahip tek örgüttür. Bunun yanı sıra silahların Irak topraklarında kullanıldığı belirtildiği için Irak egemenlik hakları doğrultusunda her zaman soruşturma başlatabilir. OPCW, resen karar alarak, olay yeri incelemesi yapmaya gidemez, böyle bir yetkisi yok ama bu örgüt taraf devletlerde planlı veya plansız denetim yapabiliyor. Bu da sadece ilgili ülkelerde kimyasal silah üretimi ve depolaması yapılıp yapılmadığına dair bir denetim. Bu sözleşmeler neden bu şekilde düzenlenmiş? Çünkü bütün devletler maalesef suça karışmış durumundadır. Hiçbir devlet birbirine güvenmediği için sözleşmeleri bu şekilde yapıyor. Bu nedenle insan hakları alanında faaliyet yürüten dünya insan hakları hareketinin taleplerine uygun sözleşmeler değil. Yüz yıl önce ise bu sözleşmelerin adından bile bahsedilmiyordu” şeklinde konuştu.
'YÜKSEK KOMİSERLİK HAREKETE GEÇİRİLEBİLİR'
OPCW’nin sadece devletlerin başvurusuyla harekete geçmesinin, Kürt halkı gibi devletsiz halkların uluslararası alanda yalnız kalması sonucunu doğurduğu tartışmalarına dikkat çeken Türkdoğan, “Burada da farklı denetim mekanizmalarına konuyu taşımak gerekiyor. Ya Irak’ta Federe Kürdistan Yönetimi, Irak Devleti üzerinden bir başvuru yapılmasını sağlayacak ya da Türkiye’deki iç hukukun işletilmesi sağlanacak. Ya da dünyada büyük bir demokratik kamuoyu oluşturarak bazı devletleri sözleşmelerin yenilenmesi için zorlamak gerek. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği hem de Avrupa İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, bütün bu konuları tartışıyor. Örneğin Rusya, Ukrayna saldırısında neredeyse, nükleer bomba etkisi yaratacak silahlar kullandı fakat dünya çaresiz. Ukrayna bir egemen devlet olmasına rağmen hiçbir şey yapılmıyor. Çünkü Rusya, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi. O veto ettiği için hiçbir karar çıkamıyor. İnsan Hakları Yüksek Komiserliği ancak tekil vakalar üzerinden harekete geçirilebilir. Dünyanın geldiği bu noktada bireyin hak ve özgürlükleri noktasında kapalı bir yol yok. A kişisi saldırıda yaşamını yitirdiyse, onun yasal mirasçıları her türlü hakkını arayabilir ama topluluk söz konusu olduğunda, devletler onlar adına harekete geçmez ise süreç işletilemiyor” dedi.
CEZASI AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET
Türkdoğan, OPCW’nin herhangi bir devletin başvurusu sonucu bölgede inceleme yaparak Türkiye’nin kimyasal silah kullandığına dair bir rapor hazırlamasıyla, konunun BM Güvenlik Konseyi’ne taşınacağını belirtti ve raporun Türkiye’de bir bilirkişi niteliği taşıyacağını ifade etti. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kamu davası açmak zorunda kalacağını kaydeden Türkdoğan, “TCK’da bir kişinin kimyasal silah kullanarak, bir kişinin kasten öldürülmesinin cezası ağırlaştırılmış müebbettir” diye ekledi.
MİNNESOTA PROTOKOLÜ
Kimyasal silah kullanıldığına dair incelemeleri ve delil toplanmasını konu alan birtakım protokoller oluşturulduğunu dile getiren Türkdoğan, Minnesota Protokolü’nü örnek verdi ve delillerin bu protokole uygun toplanması gerektiğinin altını çizdi. Türkdoğan, “Yaşamını yitiren silahlı militanların görüntülerinin yayınlanması, uluslararası boyutta yeterli olmayabilir. Olay yerinden ne kadar delil toplandı? Bazı olaylar vardır ki üzerinden yıllar da geçse, belli kalıntılar kalır. İşte Minnesota Protokolü bunları düzenliyor. Bugün olmasa da gelecekte bu olacaktır. Yaşamını yitiren silahlı militanların üzerinde kimyasal kalıntılar varsa, bunlar kolay kolay yok olmayacaktır” diye belirtti.
İsviçre ve Almanya’dan bağımsız heyetlerin bölgeye giderek bu konuda inceleme yapmak istemesi sonrası bölge hükümeti tarafından engellendiğini anımsatan Türkdoğan, “Bu durumda Irak devletini ve Federe Kürdistan yönetimini eleştirmek gerekiyor. Engelleme neye dayanıyor? Eğer keyfi sebeplerle bir engelleme varsa, o ülkenin iç mekanizmalarını harekete geçirmek gerekiyor. Irak Devleti ve bölge yönetimi zan altında kalacaktır” ifadelerini kullandı.
'AÇIKLANAN BİLANÇOLAR ÇOK ACI'
Açıklanan savaş bilançolarının “çok ağır” olduğuna vurgu yapan Türkdoğan, “Bizim Türkiye’de de Irak’ta da Suriye’de de İran’da da artık kaybedecek bir tek canımız bile yok” dedi. İnsan hakları savunucuları olarak söz konusu durumu barış temelinde değerlendirdiklerini söyleyen Türkdoğan, “Ortada bir Kürt sorunu var. Bu Kürt sorunu savaşla çözülemiyorsa, yapılması gereken tek şey diyalog ve müzakeredir. Bütün bu tartışmalar müzakere zamanının geldiğini gösteriyor. Devletler nedeniyle uluslararası alanda hak arama noktasında tıkanma yaşanıyor. Bu nedenle sorunun savaşla ya da devletlere sığınarak çözülemeyeceğini bilmek gerek. Açıklanan bilançolar çok acıdır. Kullanılan yöntemlerin hiçbiri onaylanamaz. Her bir can çok değerlidir. Savaşın sona ermesine odaklanmak gerekiyor” sözlerine yer verdi.
HAK ARAMA SÜREÇLERİ İŞLETİLMELİ
Türkdoğan, yaşamını yitiren HPG’lilerin ailelerine çağrıda bulunarak, şöyle devam etti: “Aileler, ‘benim çocuğum neden öldü’ diyerek suç duyurusunda bulunabilir. Gerekirse Meclis ya da Kamu Denetçiliği Kurumu devreye girecektir. Bu başvurular sonucunda ne olduğu ortaya çıkacaktır. 90’lı yıllarda yaşanan faili meçhuller, gözaltında kayıplar ya da köy yakmalar, ailelerin başvuruları sonucu uzun zaman sonra açılan davalarla tek tek aydınlanıyor. Meclis’te araştırma komisyonları kuruldu ve biz oradaki raporlarda neler olduğunu öğrendik. Bu hak arama süreçleri işletilmeli.”
TCK’nın 6’ncı maddesinin 5’inci fıkrasında kimyasal madde kullanımının “silah” olarak tanımladığını belirten Türkdoğan, “Kendi ceza kanununda kimyasal silah kullanımını yasaklamış ve suç saymış. Kesinlikle iç hukuk yollarını işletmek, sonuç alınamıyorsa, uluslararası hukuk yollarını işletmek gerekiyor. Kimyasal silah toplumların hafızasında kötü bir yer edinmiştir. Birinci ve İkini Dünya Savaşları’nda ya da Dersim Katliamı’nda yaşanan şeyler korkunçtur. Toplumlar yarın barıştığında hafızalarında birbirlerini yaralayacak hatıralar olmasın istiyoruz” dedi.
MA / Fırat Can Arslan