ANKARA - Kuzey ve Doğu Suriye'de DAİŞ’e karşı yükseltilen birleşik mücadele hattının AKP-MHP rejimine karşı Emek ve Özgürlük İttifakı ile genişletilmesi ihtiyacı olduğunu belirten tutuklu siyasetçi Bülent Parmaksız, “Gezi ve Kobanê arasında ‘yüzük kardeşliği’ var” dedi.
DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırıları üzerine 6-8 Ekim 2014’te gerçekleşen eylemler gerekçe gösterilerek Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski eş genel başkanları, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 20’si tutuklu 108 ismin yargılandığı Kobanê Davası sürüyor. Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden yargılamada 2 Ekim 2020 tarihinden bu yana Sincan Kapalı Cezaevi Kampüsü’nde tutuklu bulunan HDP eski MYK üyesi Bülent Parmaksız, Kobanê olaylarının perde arkasına, tutuklu siyasetçilerin yargılama sürecinde yaşadığı hak ve hukuk ihlallerine dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
Kobanê Davası’nda Kürt siyasetçilerin yanı sıra Türkiyeli sosyalistlerin de yargılandığını belirten Parmaksız, Kuzey ve Doğu Suriye'de DAİŞ’e karşı mücadelede yaşam bulan “birleşik mücadele” hattının, Türkiye’de AKP-MHP rejimine karşı Emek ve Özgürlük İttifakı etrafında gelişecek en geniş demokrasi birlikteliğiyle örülmesi gerektiğinin altını çizdi.
6-8 Ekim 2014’te DAİŞ’in saldırılarına karşı başlatılan Kobanê eylemleri, neden HDP’li siyasetçilerin yargılanmasına konu edindi?
DAİŞ Kobanê’yi kuşatınca, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kent savunması için destek eylemleri başladı. Destek eylemleri, Türkiye sınırlarının Kobanê’den göç etmek zorunda kalan halka açılması, gıda yardımlarının ulaştırılması ve KDP’li Kürt pêşmergelerinin geçişine izin verilmesi talepleriyle giderek büyüdü. 26 Eylül’de başlayan destek gösterileri, DAİŞ kuşatması derinleştikçe yaygınlığını arttırdı ve 6-8 Ekim günlerinde güvenlik güçlerinin müdahalesiyle büyük bir gerginliğe dönüştü. Kamuoyunda 6-8 Ekim Kobanê olayları olarak bilinen süreç, böylesi bir arka plana sahiptir.
O dönemde HDP de doğal olarak bu destek eylemlerinin bir parçası oldu. Kobanê’deki DAİŞ kuşatmasına ve Kürtlerin kuşatmaya karşı direnişine ilgisiz kalması düşünülemezdi. Bu doğrultuda halka ve kamuoyuna demokratik tepkilerini göstermesi için çağrılarda bulundu. Fakat ilginçtir gönüllü olarak katılmasa bile Türkiye’nin de dahil olduğu DAİŞ karşıtı Uluslararası Koalisyo’nun oluşturduğu güç birliği, bütün imkanlarıyla DAİŞ’e karşı mücadele ediyor ve Kobanê kent savunmasını destekliyorken, HDP’nin de bu desteğin bir parçası haline gelmesi ceza davasının konusu haline getirildi.
Eylemler üzerinden 6 yıl geçtikten sonra 38 kez ağırlaştırılmış müebbet talebiyle yargılanıyorsunuz. Nasıl bir yargılama süreci işletiliyor?
Olup biten her şey nasıl ki iktidarda kalmak hesabıyla yapılıyor ve seçime endeskli olarak yürütülüyorsa, bu dosya da aynı şekilde seçime endekslenmiş durumda.
HDP MYK üyeleri olayların üzerinden 6 yıl geçtikten sonra tutuklandı ve haklarında 38 kez ağırlaştırılmış müebbet talebiyle ceza davası açıldı. Mahkeme heyeti yargılamaları siyasal iktidarın hesapları doğrultusunda hızla bitirmek istiyor. Olağan bir yargılama süreci yaşanmıyor. Heyet özel olarak seçildi ve sadece Kobanê dosyasına bakması için atandı. Cumhuriyet tarihi ne yazık ki aynı zamanda özel yetkili mahkemeler tarihidir. İstiklal Mahkemeleri, Yassıada Mahkemeleri, Sıkıyönetim Mahkemeleri, DGM’ler ve Özel Yetkili Mahkemeler… Toplumsal muhalefet her daim bu özel mahkemeler eliyle bastırıldı. Egemen düzenin ideolojisi, bu mahkeme kararları doğrultusunda inşa edildi. Toplum, yargı “sopa” haline getirilerek “terbiye” ediliyor.
Kobanê Dosyası da siyasal iktidarın direk müdahale ettiği bir dava. Hukuk Türkiye’de hiçbir zaman iktidarın müdahalesinden bağımsız, kendi seyrinde ilerlemedi. Her daim “üstünlerin hukuku” ve “egemenlerin hukuku” süreçleri belirledi. Bu dosyada da durum çok daha rafine bir biçimde ilerliyor. Neredeyse bütün devlet aygıtları direk yargı sürecinin bir parçası ve tarafı. Duruşmalar günlük olarak Saray, İçişleri Bakanlığı ve emniyet tarafından izleniyor. Müdahaleler çok belirgin ve en tepeden. Bir takım siyasal hesaplar nedeniyle niyetleri ceza vererek duruşmaları bir an önce bitirmek. O yüzden duruşmalar, 100 metre koşusu hızında yürütülüyor. Ellerinden gelse hiç ara vermeyecekler. Çünkü istendiği ve beklenildiği gibi Kobanê düşmedi!
2 haftalık aralar dışında mahkeme süreci kesintisiz olarak devam ettiği için, günlük hayatımız felç olmuş durumda. Politik bir dava ama biz siyasal gelişmeleri derinlemesine izleyemiyoruz. Yüzlerce klasör, yüzbinlerce evrak var ve dosyaya sürekli yeni “gizli-açık tanıklar” ekleniyor ancak bunları derinlikli incelemek için yeterli bir vaktimiz yok. Olup biten her şey nasıl ki iktidarda kalmak hesabıyla yapılıyor ve seçime endeksli olarak yürütülüyorsa, bu dosya da aynı şekilde seçime endekslenmiş durumda.
Kumpas olarak değerlendirdiğiniz Kobanê Davası’nda yargılanan nedir?
Israrla DAİŞ saldırıları dava sürecinden gizleniyor. Katliamları gerçekleştiren, Türkiye’de saldırılar yapan DAİŞ bilinçli bir şekilde görmezden geliniyor.
Kobanê Davası simgesel öneme sahip bir davadır ve içerdiği anlamlar derindir. Sınırlı sayıda insan tutuklu olarak yargılanıyor ama gerçekte milyonlarca insanın toplumsal talepleri cezalandırılmak isteniyor. Kobanê ve Gezi Davası’na konu olan toplumsal olaylara ve belirli hedeflere ulaşmak üzere milyonlarca insan katılmıştır. Bundan dolayı yaygın toplumsal olaylar ve talepler ceza davasının konusu olamaz. Çünkü siyasal ve toplumsal nedenlerle ortaya çıkan sorunların çözüm yeri de siyasal alandır. Fakat mevcut iktidar, milyonlarca insanın taleplerini görmezden geldiği gibi, onları olabildiğinde cezalandırmak istiyor. Kobanê sürecini ve destek eylemlerini kitlelerin bilincinde mahkûm etmek için demagojik bir söylem üretiyor, yalanlar uyduruyor. Kent savunmasını destekleyenleri, “memleketi bölmek istiyorlar” demagojisiyle siyaseten mahkûm etmek istiyor. Amaç, söz konusu davalar üzerinden toplumu terörize etmek, muhalefeti susturmak ve her söyleneni kabullenen insan tipi yaratmak.
Daha özel anlamda bu davada asıl olarak Kürtleri, Kürt siyasal hareketini ve Türkiyeli sosyalistleri yargılamak istiyorlar. Kürtlerin varlıkları yıllar boyunca kabul edilmedi. İnkara ve asimilasyona tabi tutuldular, fakat mücadeleyle bu politikalar boşa düşürüldü. Artık Kürtlerin varlığını Türkiye’deki herkes kabul ediyor. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da Kürt gerçekliği kabul ediliyor. Kürtler “tarih sahnesine” çıktı. Kolektif haklarını talep ediyor ve bu haklarını elde etmek için mücadelelerini sürdürüyor. Kürtler şu an çok dinamik ve örgütlü bir halk. Bu durum da Türk yönetenlerini çok rahatsız ediyor. Egemenler buldukları her fırsatı Kobanê dava süreci dahil olmak üzere, Kürtlerin daha ileri adımlar atmasını engellemek için kullanmaya çalışıyor.
Kobanê Davası’nda aynı zamanda Kobanê direnişi yargılanıyor. DAİŞ karşısında düşmeyen Kobanê kenti ve halkı cezalandırılmak isteniyor. Kobanê’de Kürtlere saldıran DAİŞ dava konusu haline getirilmiyor. Kobanê’ye kim saldırdı? Kürtler Kobanê’de kime karşı direndi? Hangi nedenlerden dolayı bu direniş ortaya çıktı? Bütün bu sorulara neden olan kuşatmanın faili DAİŞ, dava konusu değil. Üstelik DAİŞ sadece Irak ve Suriye’de değil, Türkiye’de de birçok saldırı yaptı. Sanki Türkiye’deki toplumsal muhalif güçler ve Kürtler durup dururken, demokratik haklarını göstermek için sokağa çıktı. Israrla DAİŞ saldırıları dava sürecinden gizleniyor. Katliamları gerçekleştiren, kadın ve çocukları alıp satan, Türkiye’de saldırılar yapan DAİŞ bilinçli bir şekilde görmezden geliniyor. Velev ki haksız ve hukuksuz bir biçimde bu dava dosyası ceza verilerek bitirilse bile, Kürt meselesi çözülmüş mü olacak?
Kobanê Davası’nda Türkiyeli sosyalistlerin de yargılanmasıyla Türkiye toplumuna nasıl bir mesaj veriliyor?
Kobanê Davası’nda hem Kürtler hem de Türkiyeli sosyalistler birlikte yargılanıyor ama tarih bu dava dosyasındaki Türkiyeli sosyalistleri Türk halkı adına, halklar arasındaki kardeşliğin bir temsili olarak kayıtlara geçirecektir.
“Kürtlere destek vermeyin. Kürt meselesine sahip çıkmayın. Ortak bir mücadele stratejisi geliştirmekten uzak durun” mesajı veriliyor. Halbuki gelinen noktada (ne yazık ki) Türklerle Kürtler arasındaki tek bağ sosyalistlerdir. Her iki halk arasındaki ilişkiler çok tahrip oldu. Sol-sosyalist güçler Türklerle Kürtler arsındaki gönüllü temelde kurulan tek gerçek bağdır. Egemenler şimdi bu bağları koparmaya çalışıyor. Sadece zor yoluyla veya Kürt egemen sınıflarına maddi çıkarlar sağlayarak iki halk arasında gönüllü bir bağ inşa edilemez. Kalıcı birliktelikler ancak gönüllülükle sağlanabilir. HDP, bu ilişkinin cisimleştiği ve pratikleştiği gerçek ve somut bir bağdır. Kobanê Davası ile Türkiyeli sosyalistler ve kurulan bu bağ yargılanmak isteniyor.
Türkiyeli sosyalistlerin hem bu dava sürecindeki pozisyonları hem de HDP’de oynadığı rol çok kritiktir. Türkiyeli sosyalistler bu dava dosyasında Türk halkının emekçi sınıflarının ve aydınlarının onurunu temsil etmektedir. Sosyalistler en genel anlamda ezilenlerden yanadır. İşçiler, köylüler, ücretli çalışanlar, Kürtler, Aleviler, kadınlar, LGBTİ+’lar, emekçiler… Sosyalistlerin varlık nedeni, ezilenlerden yana olmaktır. Varlığı yok sayılan bir halk olarak Kürtleri savunmak, onların yanında durmak, sosyalist olmanın abecesidir. Bizler burjuva siyasetçileri değiliz. Sınıf mücadelesi, ezilenlerin yanında durmayı gerektirir. Çeşitli tazyiklerden kaçınmak için Kürtlerden uzak durmak, sınıf siyasetinden ve devrimci siyasetten kopmak anlamına gelir. Tarihte bu türden olumsuz örnekler yaşandı ve bu durum “sosyal şovenizm” olarak eleştirildi. Tarihten dersler çıkarmak esas ise, Kürtler başta olmak üzere tüm ezilenlerin yanında durmak ve emekçilerin söz yetki karar sahibi olacağı, üretenlerin yöneteceği sosyalist bir cumhuriyeti kurma hedefleri doğrultusunda onlarla birlikte yürümek de esas olmalıdır.
Egemenler Kobanê sürecinde sadece Kürtleri cezalandırmak istemiyor. Aynı zamanda Kürtlerle birlikte ortak bir mücadele hattı örmek isteyen Türkiyeli sosyalistleri de bu tavırlarından dolayı cezalandırmak istiyor. Kobanê Davası’nda hem Kürtler hem de Türkiyeli sosyalistler birlikte yargılanıyor ama tarih bu dava dosyasındaki Türkiyeli sosyalistleri Türk halkı adına, halklar arasındaki kardeşliğin bir temsili, onurlu bir duruşu olarak kayıtlara geçirecektir.
Başta Kürt halkı olmak üzere Rojava halklarının ve sosyalistlerin dahiliyetiyle yükselen direniş, Rojava’da DAİŞ’e karşı tarihi bir zafer kazanarak yeni bir yaşamı filizlendirdi. Buna karşın Rojava devrimine yönelik Türkiye’nin saldırıları sürüyor. Rojava Devrimi’nin inşa sürecinin ardından geçen 8 yılı nasıl okuyorsunuz?
Bölgede yeni bir zihniyetin tohumları atıldı. Ortadoğu’nun durağan zihin dünyasında devrim yaratacak bu fikirler, umarım dallanıp budaklanarak, kendini büyüme imkânı yakalar.
Kobanê’de Kürtler, DAİŞ vahşetine karşı hem kendi topraklarını hem de Erbil ve Süleymaniye merkezli yönetim anlayışından farklı olarak, yeni bir fikir ve programla kurmaya çalıştıkları yaşam biçimlerini savundular. Kuşatma esnasında Kürtler işgale karşı sadece kendi topraklarını değil, aynı zamanda kadınları, çağdaşlığı, laikliği, farklılıkları zenginlik kabul eden yaşam biçimini ve komünal hayatı da savundular. Bu yüzden DAİŞ’e karşı yapılan savaşın, aynı zamanda tarihsel olarak ileri olan ile geri kalan arasındaki bir çatışma olduğu söylenebilir.
DAİŞ kuşatması yarıldıktan sonra Rojava kantonlarında yeni bir yaşam kurma mücadelesi başladı. Bölgedeki Kürtler, “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi”nden farklı bir çizgi ve programla bunu yapmaya çalışıyorlar. Bu çizgi bilindik bir ulus devlet ve ulus inşa etme programı değildir. Emek eksenli, komünal, kadın özgürlükçü, ekolojist ve modern bir programdır. Kuşkusuz hiç bitmeyen çatışma süreçleri bu programın yaşama geçirilmesini çok yavaşlatıyor. Ancak Ortadoğu coğrafyasında küçücük bir alanda bile olsa, var olan ekonomik siyasi modellerden farklı olarak yeni bir zihniyetle yol açılıyor. Önemli olan da bu. Kadınlar Kürt aydınlanmasının öncü gücü haline geldi. Hem direniş mücadelesinde hem de yeni bir hayatı inşa ederken hep öndeler. Kürt siyasal hareketi de kadın dinamizminin kendini örgütlenmesi konusunda da ön açıcı biçimde davranıyor.
Bölgede üretim süreçleri kooperatifler eliyle ortaklaşmacı bir biçimde örgütlenmeye çalışılıyor. Ulus devletin tekleştirici inşa süreci, Rojava’da aşılmış durumda. Bilindik tarihsel akış aynı şekilde tekrarlanmıyor. Halkların kendi örgütleme, siyasal karar alma süreçlerine katılma imkanları yaratılıyor. Atılan adımlar çok yeni. Ne kadar derinleşebilecek, önümüzdeki dönemde göreceğiz. Bunun için çatışma ortamının sonlandırılması, bölgedeki statünün uluslararası güvencelere kavuşturulması şart. Bölgede yeni bir zihniyetin tohumları atıldı. Ortadoğu’nun durağan zihin dünyasında devrim yaratacak bu fikirler, umarım dallanıp budaklanarak, kendini büyüme imkânı yakalar.
Kürt halkı ve sosyalistlerin Rojava’da pratiğe döktüğü “ortak mücadele” hattının tarihsel önemi nedir?
Türkiyeli sosyalistlerin bir kısmı DAİŞ kuşatmasının püskürtülmesi için yürütülen bu mücadeleye katıldı. Birçoğu o topraklarda hayatını kaybetti. Sosyalistler her dönem enternasyonal dayanışma bilinci içinde hareket etti. Tarihte bunun ilk örneği Ekim Devrimi’nde yaşandı. Birinci Dünya Savaşı’nda Çarlık Rusya’ya esir düşen Osmanlı-Türk askerlerinin bir kısmı, Ekim Devrimi sonrasında TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi ve Tatar-Türk Müslüman komünistlerin önderi Molla Nur Vahidov ile Sultan Galiyev öncülüğünde “Kızıl Taburlar” oluşturarak, devrim saflarında mücadele ettiler. Sonrasında bu dayanışma İspanya İç Savaşı (1936-1939) döneminde de sürdü. Sembolik düzeyde bile olsa, Türkiyeli sol-demokrat güçler, “Uluslararası Tugaylar” ile Franko faşizmine karşı Cumhuriyetçilerin saflarında savaşa katıldı.
2’nci Dünya Savaşı sonrasında komşumuz Yunanistan’da, kralcılar ile sosyalistler arasında bir iç savaş çıktı. Türkiye sosyalist hareketinin öncülerinden Mihri Belli (Kaptan Kemal adıyla) Yunanlı sosyalistlerin safında iç savaşa katıldı. 1982’de İsrail Lübnan’ı işgal etti ve Beyrut’u kuşattı. Hem kuşatmaya hem de Lübnan’ın işgaline karşı Türkiyeli sosyalistler enternasyonal dayanışma geleneğini devam ettirdi ve Filistinli, Lübnanlı ve Kürt devrimci güçlerle birlikte İsrail işgalcilerine karşı savaştı. Bu gelenek son olarak Kobanê sürecinde devam etti. Türkiyeli sosyalistler DAİŞ kuşatmasına karşı Kürtlerle enternasyonal dayanışma içinde birlikte mücadele ettiler.
Rojava Devrimi’nde rol alan “ortak mücadele” hattı, Türkiye cephesinde de Emek ve Özgürlük İttifakı ile örülüyor. Emek ve Özgürlük İttifakı, Türkiye siyasetinde nasıl bir misyon taşıyor, taşımalı?
Gezi ve Kobanê’nin toplumsal güçleri bir araya gelmelidir. Bu bir araya geliş, “halkların kardeşliğini” perçinleyecektir.
Türkler ve Kürtler arasında bin yıla dayanan tarihsel ve güncel bir ilişki var. Bu ilişki kardeşlik, gönüllülük ve eşitlik temelinde yeniden kurulmalı. Aradaki ilişki bir kader birliğidir ve bu ilişki hassasiyetle korunmalı. Her iki halk da birbirinden vazgeçemez. Bölgede böylesi bir birliktelik, her iki halk için de zorunlu bir ihtiyaçtır. Ancak her iki halk arasında sağlıklı bir ilişki kurulabilmesi ancak ezilen sınıfların arasında geliştirilecek bir ilişki ile mümkün olabilir. Egemen sınıfların öncülüğünde kurulan her ilişki hiyerarşiyi-hegemonyayı taşır. Bundan dolayı “sınıf kardeşliği” esas alınmalıdır.
Türkiye’deki Kürt siyaseti, parçalanmış diğer Kürt coğrafyalarından farklı olarak sosyalist değerlerin içinden neşet ederek kendini örgütledi. Hala bu değerler ekseninden siyaset yapıyor. Bu çizgi ayırt edici ve çok değerlidir. Her iki halk arasındaki sağlıklı ilişkinin kurulması, ancak emek eksenli bir siyasal programla sağlanabilir. Bundan dolayı HDP veya son süreçte kurulan Emek ve Özgürlük İttifakı türünden güç birlikleri, vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Yüz yıllık Cumhuriyet modernleşmesi, birçok problemli yanlarına rağmen birikimleri itibariyle kıymetlidir. Geleceğe taşınacak birikimleri, kurulacak emek eksenli bir Cumhuriyet ile aşılmalı. Tekçi, dayatmacı, inkârcı ve asimilasyoncu politikaları ve sermayenin çıkarlarını esas alan çizgisi ile reddedilmelidir.
Emek ve Özgürlük İttifakı türünden güç birlikleri çok kıymetli ama Saray rejimini aşmaya yetmez. Daha geniş toplumsal birlikteliklere, mesela Şili’de Allande’yi iktidara taşıyan “Birleşik Halk Cephesi” tarzında demokratik-toplumsal muhalif halk güçlerini bir araya getiren platformlara ihtiyaç var. Sadece sol-sosyalist güçlerin birliği değil, toplumsal karşılığı olan toplumsal-demokratik örgütlenmelerle bir araya gelmeyi becermek gerekir. Simgesel anlamlarıyla birlikte ama aynı zamanda onları aşan iki büyük toplumsal dinamik olan Gezi ve Kobanê’nin toplumsal güçlerinin bir araya gelmesi bunun ilk adımıdır ve bu bir araya geliş gerçek anlamda “Üçüncü Yol” olacaktır.
Gezi ve Kobanê’nin toplumsal güçleri bir araya gelmelidir. Bu bir araya geliş, “halkların kardeşliğini” perçinleyecektir. Ama halkların kardeşliğinin sürekliliğinin sağlanabilmesi ancak “sınıf kardeşliği” ile devam ettirilebilir. Gezi ve Kobanê arasında “yüzük kardeşliği” var. Bu kardeşlik, hem Gezi ve Kobanê davaları nezdinde hem de Gezi ve Kobanê kitlesini bir araya getirerek, örgütleyerek derinleştirilmelidir.
Abdülhamit ve Osmanlı tutkunu günümüzdeki “istibdat” rejimi karşısında tarihsel bir anımsatma yaparak, 2’nci Meşrutiyet’in (1908) ilanı döneminde istibdat karşıtı ve hürriyeti isteyen herkesin, en geniş siyasal yelpazede kendiliğinden meydana getirdiği ittifakı bugünün koşullarında yeniden düşünmek gerekir mi?
Saray rejimi iktidarda olduğu 20 yıl boyunca Cumhuriyet’le kazanılan ve toplumsal mücadelelerle elde edilen birçok birikimi aşındırdı. Evet, ikinci bir “istibdat” dönemi yaşanıyor. Bundan dolayı mevcut yönetimin aşılması şart. Bütün muhalif güçler tek bir hedefe kilitlenmeli. 2’nci Meşrutiyet öncesinde bütün muhalif güçleri bir araya getiren bu ilişki ağı önemli bir tarihsel deneydir. Geniş bir demokrasi ittifakı olarak bu deneyimden yararlanabiliriz. Ama o zaman istibdata karşı oluşan kendiliğinden bir araya gelişin o günkü zaaflarını, barındırdığı tehlikeleri ve bu yüzden uğradığı akıbeti unutmamak şartıyla. Abdülhamit despotizmi Türkçü asker-sivil aydınlarla Ermeni Taşnakları, Rumları, Kürt aydınları, Mehmet Akif Ersoy ve Said-i Nursi gibi otoriterlik karşıtı İslamcıları, sonradan TKP’yi kuracak olan Mustafa Suphi gibi aydınları, kısacası istibdata karşı olan herkesi aynı platformda toplamıştı. “Hürriyet-Adalet-Müsavat-Uhuvvet” herkesin ortak sloganıydı. Olayların akışı içinde bu bir araya geliş 2’nci Meşrutiyet’in ve Anayasa’nın yeniden ilan edilmesiyle sonuçlandı.
Yüz yıl önce istibdata karşı kurulan ittifakla Osmanlı içindeki bütün muhalif dinamikler bir araya geldi. Bugün aynı genişlikte benzeri bir ittifakı “Millet İttifakı” kurmaktan kaçınıyor. Ahmet Davutoğlu, Millet İttifakı için “son 150 yıllık tarihimizin bütün kurucu unsurları yeniden bir araya geldi” mealinde şeyler söyledi. Ama son yüzyıl öncesinin o kurucu unsurları arasında yer alan Kürtleri ve sosyalistleri saymadı. Onlarla yan yana gelmekten kaçınıyorlar. Yüz yıl öncesinin cesareti onlarda yok. Bu dışlayıcı tavır Saray’a karşı herkesin elini zayıflatıyor. Bu durumda başkaca yollarla elimizi güçlendirmemiz gerekiyor.
MA / Fırat Can Arslan