Demir: Toplumsal baskıyla İmralı’da görüşme zemini oluşturulmalı 2023-07-28 09:01:55   İSTANBUL - HDK Eş Sözcüsü Esengül Demir, iktidarın İmralı tecridiyle toplumda umutsuzluk halini kalıcı hale getirmeyi amaçladığını belirterek, toplumsal baskının büyütülerek görüşme zemininin oluşturulması gerektiğini vurguladı.     İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde ağır tecrit koşulları altında tutulan Abdullah Öcalan’dan, kardeşi Mehmet Öcalan ile 25 Mart 2021 tarihinde yaptığı kesintili telefon görüşmesinden bu yana haber alınamıyor. Abdullah Öcalan'a dönük mutlak tecride karşı yapılan aile ve avukat görüşleri ise “disiplin” adı altında sistematik hale getirilen cezalarla engelleniyor.   İmralı tecrit sistemine dair değerlendirmelerde bulunan Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü Esengül Demir, devletin tecridi bilinçli bir şekilde uyguladığını ve toplumda umutsuzluk halini kalıcı hale getirmeyi amaçladığını söyledi.   Esengül Demir   EN AĞIR TECRİT KOŞULLARI   Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı Cezaevi’nin özel olarak dizayn edildiğini ve burada herhangi bir yasal prosedürün uygulanmadığını belirten Demir, bunun başlı başına bir tecrit sistemi özelliği taşıdığını vurguladı. Bu haliyle İmralı tecridinin dünyada bir başka örneği olmadığını vurgulayan Demir, “Buna ilişkin araştırma yapmış olanlar, bundan daha ağır tecrit koşullarının olmadığını, en ağır koşulların İmralı tecrit sistemi olduğunu söylüyor” dedi.   PARADİGMANIN TOPLUMSAL ETKİLERİ    Abdullah Öcalan’a yönelik uygulanan tecridin son 29 aydır iletişimsizlik haline dönüştürülmesinin birçok nedeni olduğunu söyleyen Demir, öncelikli nedenin ise Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği paradigmanın toplumsal etkisinin azaltılması olduğunu belirtti. Demir, “Uygulanan tecrit ile Sayın Öcalan’ın toplumla bağının koparılması, düşüncelerinin kamuoyu ile paylaşılması engellenmek isteniyor. Burada bu düşüncelerin toplumla buluşmasının ötesinde, aynı zamanda toplumu da psikolojik olarak baskı altına alan bir anlayış söz konusu. Devletin bu yaklaşımı, yüzyıllık cumhuriyetin Kürtlere dönük bakış açısını, Kürtleri yok saymayı, taleplerini dikkate almamayı ve yeni yüzyıla giderken de bu politikalar ve anlayışın devam edeceğini öngören bir yaklaşım” diye belirtti.     DEVLETİN TECRİTTEKİ AMACI?   Devletin, İmralı’da yürüttüğü tecridi bilinçli bir şekilde uyguladığını ve bu tecrit ile toplumda umutsuzluk halini kalıcı hale getirmeyi amaçladığına işaret eden Demir, “Devlet mücadele hattının geri düşmesini amaçladığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla hızlıca bu umutsuzluk halinden çıkmak ve yürütülen mücadeleyi çok daha geniş çerçevede yürütmek gerekiyor. Türkiye’de bahsettiğimiz demokratik kamuoyunun dışında daha geniş bir kamuoyu ve toplumsal kesime de tecrit politikalarını anlatmak gerekiyor” diye konuştu.   TECRİDİN HALKLARA ETKİLERİ    Tecridin ortadan kaldırılmaması halinde gelecek dönemde Türkiye halkları, emekçileri ve bu coğrafyada yaşayan bütün toplumsal katmanların geleceğini belirleyen bir sürece evirileceğini dile getiren Demir, “Bu anlamda yürütülen tecride daha geniş bir çerçevede bakmalı. Tecridi Kürt kamuoyu başta olmak üzere uluslararası bazı çevreler gündeme getirip, toplumsal bir duyarlılık oluşturmaya çalışsa da bunun yeterli olmadığını görebiliyoruz. Bu haliyle Türkiye Cumhuriyeti üzerinde çok ciddi bir toplumsal baskı oluşmuyor. Bu toplumsal baskıyı büyütmek gerekiyor. Türkiye’nin bu konuda hızlıca hem uluslararası sözleşmelere uyan hem de insan hakları çerçevesinde Sayın Öcalan’ın kendi avukatları ve ailesiyle görüşebileceği bir zemini oluşturması gerekiyor” ifadelerini kullandı.   ‘DEVLET KÖRLÜĞÜYLE AÇIKLANAMAZ’   Devletin kendisini sıkışık hissettiği birçok dönemde Abdullah Öcalan’la görüştüğünü ve bu görüşmelerin sonucunda çözüme yönelik gelişmelerin yaşandığını anımsatan Demir, 2013-2015 yılları arasında “çözüm” adı altında yürütülen süreci örnek gösterdi. Demir, şunları söyledi: “2013-2015 yılları arasındaki süreç, Türkiye'de bahar dönemi diye tanımlayacağız bir süreçtir ve en önemli dönemdir. Hem bu ülkede yaşayan farklı toplumsal kesimlerin kendilerini ifade ettiği hem de barış olanağının güçlü olduğu bir dönem olduğu için umut vaat eden bir dönemdi. Şimdi bu kadar kısa sürede oradan buraya gelmiş olmak, devlet körlüğüyle açıklanamaz. Tam tersine gelinen nokta siyaseten alınmış bir kararın sonucudur. Burada oluşabilecek olan bir barış süreci, Ortadoğu'daki bütün dengeleri de değiştirecek olan ve beraberinde Ortadoğu'da bin yıllardır tekçi rejimler tarafından yönetilen, baskılanan halklar için de umut vadeden bir durum olacaktı. Aynı zamanda emperyalist güçlerin de Ortadoğu coğrafyasında eskisi gibi at koşturamadıkları bir dönem olacaktı. O nedenle bu mesele sadece Türkiye açısından bakılacak bir meselenin aksine, uluslararası bütün güçlerin ortak karar verdikleri ve son süreçte Türkiye eliyle son buldurduğu bir süreçtir.”   TECRİT VE TOPLUMSAL KRİZ   Ancak gelinen noktada devletin hem siyasal hem ekonomik gücünü Kürt sorununun çözümsüzlüğüne dayandırdığını ve bu nedenle savaş siyasetini sürekli hale getiren bir strateji içerisinde olduğunu vurgulayan Demir, bunun sürekliliğinin mümkün olmadığını kaydetti. Demir, yürütülen savaş siyasetinin sonucu olarak devletin son dönemde ekonomik ve siyasal krizle boğuştuğunu vurgulayarak, “Tek adam rejimi her ne kadar kendisini kalıcı hale getirmeye çalışırsa çalışsın, özelikle son birkaç yılda içine girilen ekonomik darboğaz ciddi anlamda iktidarı da devleti de sıkıştırıyor. Bu yüzden çeşitli arayışlar içerisinde olduğunu görüyoruz. Ülke kaynaklarının hemen hemen hepsi satılmış durumda. Yani yeniden yaşamı üretebilecek kaynaklar bulma noktasında, o kaynakları değerlendirme yeteneği de olmayan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Fakat ülkenin geleceğini değil, tek adam rejimini sürdürmek ve Kürt sorununda çözümsüzlüğü dayatan, bunun devamlılığını sağlayan bir bakış açısı var. Kürt halkının Ortadoğu’da elde ettiği kazanımlarında devamlılığını engellemek adına Türkiye’ye uluslararası çeşitli yapılarla da yer yer ittifaklar geliştiriliyor. Özellikle Rojava’da ve Federe Kurdistan’da yürüttüğü siyasette bu perspektife uygun bir şekilde devam ediyor” dedi.     TECRİT DEVLETİN KIRMIZIÇİZGİSİ   İktidarın, Abdullah Öcalan’a yönelik tecridi bir kırmızıçizgi haline getirdiğini ve bu çizgiyi aşan her kim olursa olsun baskı ve tutuklamalar ile cezalandırmaya çalıştığını kaydeden Demir, bunun son örneğinin gazeteci Merdan Yanardağ’ın tutuklanması olduğuna dikkat çekti. Devletin, Yanardağ üzerinden topluma gözdağı verdiğini ifade eden Demir, sözlerini şöyle sürdürdü: “İktidar tecridi hiçbir kesim tarafından gündeme getirilmemesini istiyor. Çünkü gündeme getirildiği zaman buna ilişkin ülkede başka yerlerde, başka mecralarda da konuşulacak. Yani üstünü örtmeye, gizlemeye, yok saymaya çalıştığı bir durum. Şimdi bu unutturmaya çalıştığı duruma dair başka bir mahalleden biri bir şey söylerse dahi cezalandırıyor. Yani devlet orada orda kendi gücünü hatırlatıp, sopasını onun da üstünde kırıyor. Yani bu meseleye dair hiç kimseye söz hakkı tanımıyor. Bu bir korku imparatorluğunun yarattığı sonuç. Dolayısıyla tecridin boyutu açısından bize durumun realitesini de çok net gösteren bir şey. Merdan Yanardağ’da da bu tecrit koşullarına dillendirdiği için bugün bununla karşı karşıya kaldı. Dolayısıyla bu meseleye dair söz kuranı da sahiplenmek gerekiyor. Daha güçlü söz kurabilmek ve söz kuranların sayısının çoğalması için bu siyasetin karşısında durmak gerekiyor. Tecridin kırılmasının bir yolu da daha çok dile getirmek ve daha çok kişiye anlatabilmekten geçiyor.”   'ÜZERİMİZDEKİ TECRİDİ KIRMALIYIZ’   Demir, tecridin ortadan kaldırılmasına ilişkin yer yer toplumsal tepkilerin açığa çıktığını ancak bunların tecridin tamamen kaldırılması noktasında yeterli olmadığını söyledi. Yeni dönemde tüm demokratik kesimlerin ortak bir mücadele hattı kurması gerektiğinin zorunluluğuna işaret eden Demir, şöyle devam etti: “Sayın Öcalan üzerinde yürütülen tecrit, çeşitli diplomatik görüşmelerle, özellikle Avrupa’da sokak eylemleriyle, uluslararası kurumların kapılarının aşındırılmasıyla Avrupa'da ki kamuoyunun gündemine sokulmaya çalışılıyor ama bu tek başına yeterli değil. Ayrıca asıl mücadelenin içeriden yürütülmesi gerekiyor. Yani dışarıda dostlarınızı, yoldaşlarınızı çoğaltabilirsiniz ama asıl mücadele bu topraklarda olacak. İktidar şu anda psikolojik olarak bir üstünlük elde etmiş durumda diyebiliriz. Dolayısıyla tecrit siyasetinin boşa düşürülebilmesi için önce bizim kendimizin tecritten çıkması lazım. Çünkü biz de tecrit altındayız. Biz kendi tecridimizi kıramazsak, ne Sayın Öcalan'ın tecridi ne de diğer cezaevlerinde var olan tecrit kırabiliriz. Tarihsel olarak da hayat bize gösteriyor ki sokakta, alanda halkla yan yana geldiğimizde hem birbirimizi güçlendiriyoruz hem de sisteme karşı nasıl mücadele edeceğimizi biliyoruz. Kendimize güvenelim ve kendimize inanalım.”   MA / İbrahim Irmak