Barolara tecrit tepkisi: İşkence sistemine karşı çıkın 2023-06-23 09:02:17   İZMİR - İmralı tecridini “işkence” olarak tanımlayan avukat Yunus Emre Güneş, baroların sessizliğini eleştirerek, “Barolar en asli görevlilerinden biri olan işkence sistemine karşı çıkmalı” dedi.   İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde 24 yıldır ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın aile ve avukat görüşü, “disiplin” cezaları gerekçesiyle 27 aydır engelleniyor. Avukatlarıyla en son 7 Ağustos 2019 tarihinde görüşen Abdullah Öcalan’dan, kardeşi Mehmet Öcalan’la 25 Mart 2021’de yaptığı kesintili telefon görüşmesinden sonra haber alınamıyor. Aile ve avukatların yaptığı başvurular reddedilirken, hukuk örgütlerinin girişimleri de yanıtsız bırakılıyor.    DÜNYADAN GÖRÜŞME BAŞVURUSU   Avrupa’nın en büyük hukuk örgütleri olan İnsan Hakları ve Demokrasi İçin Avrupalı Hukukçular Örgütü (ELDH), Uluslararası Demokrat Hukukçular Örgütü (IADL) ve Lawyers for Lawyers, İmralı tecridine karşı harekete geçmesi ve İmralı’ya bir ziyaret gerçekleştirmesi amacıyla Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’ne (CPT) 5 Nisan 2022’de başvurdu. Yine 14 Eylül 2022 tarihinde 22 ülkeden 350 avukat, PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşme talebiyle Adalet Bakanlığı’na başvurdu.   TECRİDE KARŞI HUKUK SESSİZLİK İÇİNDE   Türkiye'de 775 avukat, 10 Haziran 2022 tarihinde Bursa Cumhuriyet Basşavcılığı'na başvurarak, Abdullah Öcalan ile görüşme talebinde bulundu. Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) ise 2022 yılının Kasım ayından itibaren birçok kentte barolara başvuru yaparak, tecridin kaldırılması için sorumluluklarını yerine getirme çağrısı yaptı. Yapılan başvurulara karşı Türkiye Barolar Birliği (TTB) başta olmak üzere birçok baro sessizliğini sürdürüyor. PKK Liderine yönelik tecrit sistemi ve hukuki boyutunu ÖHD Genel Merkez Yöneticisi avukat Yunus Emre Güneş değerlendirdi.    TECRİDİN KARŞILIĞI: AÇIK İŞKENCE   Av. Güneş, tecridin kişinin dış dünya ile bağının koparılarak izole edilmesini amaçladığını belirterek, hukuki karşılığının ise “açık işkence” olarak tanımlandığını söyledi. Güneş, Türkiye'nin kuruluş aşamasından bu yana inkar, imha, hukuka aykırı hak ihlalleri, anti demokratik uygulama ve işkenceyle gündemden düşmediğini belirterek, tecrit politikasının da bu uygulamalardan biri olduğunu kaydetti. Güneş, İmralı Cezaevi'nde Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan mutlak tecridin de süre gelen tüm bu anlayışın vücut bulmuş hali olduğunun altını çizdi.    'YASALARDA YERİ YOKTUR'   İmralı Cezaevi'nin Türkiye'nin hukuk sistemine tabi olmasına rağmen yasaların uygulanmadığını sözlerine ekleyen Güneş, "Yasal mevzuatı olan ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanun infaz yasasında tecrit diye bir düzenlemeye yoktur. Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası hukukta da tecride yer yoktur. Aksine hem yasal mevzuatta hem de uluslararası hukukta işkence olarak belirlenmiş ve yasaklanmış bir uygulamadır. Ancak ne yazık ki Sayın Abdullah Öcalan üzerinde mutlak, ağır bir tecrit sürdürülmektedir" dedi.    TECRİDE KILIF YARATMA    Abdullah Öcalan ve diğer tutukluların avukatları ve aileleriyle görüştürülmemesinin hiç bir izahı olmadığını ifade eden Güneş, "Dışarı ile iletişim kurmaları yasaklanmış durumda. Aslında bunlar yasak bile değil. Yasak getirilen şeylerin bile hukuki bir alt zemini olması gerekiyor. Bu uygulamaların tümü keyfidir. Tecride gerekçe olarak sunulan aile ve avukat görüş yasağı, disiplin cezaları da mevcut yasalarda yoktur. Türkiye kendi mevzuatını ihlal ediyor. Bir kişinin kendi avukatı ile görüşmesi hiç bir şekilde yasaklanamaz. Bu ancak keyfi bir uygulama olarak izah edilir. İdare ya da hakimlikler eliyle verilmiş disiplin cezalarına baktığımızda, bunların hiç bir hukuki gerekçesi ya da dayanağı bulunmamaktadır. Bu gerekçeler avukatlara dahi tebliğ edilmeden veriliyor. İtiraz hakkı verildikten sonra yapılan itirazlar sonucu bir sürü aşama kat edildikten sonra verilen cezaların gerekçelerini öğrenebiliyoruz. Buna hukuk diyemeyiz. Sistematik olarak idare ve mahkemece verilen bu yasaklamalara dair kararları biz ancak tecride hukuki kılıf yaratmak olarak değerlendirebiliriz" diye belirtti.   'DEMOKRASİNİN BİRİNCİL AKTÖRÜ'    İmralı'da başlayan hukuksuzluğun tüm ülkeye yayıldığını vurgulayan Güneş, "Bu durum Türkiye hukuk sistemini de tehdit ediyor. Sayın Abdullah Öcalan Türkiye'de barışın ve demokrasinin önünün açılması için temel aktör olarak yer almaktadır. Birincil aktör ve muhatap o dur. Sayın Öcalan Kürt sorununun demokratik yollarla, barışçıl yöntemlerle çözülmesi gerektiği üzerine geliştirmiş olduğu metotlar ve pratikteki çabaları hem ulusal hem uluslararası arenada yankı bulmaktadır. Buna karşı siyasal iktidarın savaşı derinleştirerek, Kürt halkının kimliği, dili, kültürünü, statü taleplerini yok etme üzerine bir politika uyguluyor. Tecridin temel sebeplerinden biri de bunlardır. Sayın Abdullah Öcalan'ın oluşturmuş olduğu paradigma ve pratikteki mücadelesi bugün tüm dünyada yankılanıyor. Somutlaşmış örneği Rojava'dır. İktidar bu paradigmaya karşı her yerde savaş açarak, kendisini var etmeye çalışıyor" diye konuştu.   'DÜNYA SUÇA ORTAKTIR'   Güneş, tecrit politikasına karşı dünya kamuoyunun sessizliğine dikkat çekerek, şunları söyledi: "Uluslararası denetim mekanizması ve kurumlar bu suça ortaktır. CPT son yaptığı İmralı ziyaretine ilişkin raporunu henüz açıklamadı. CPT sorumluluğunu yerine getirmeyerek, bu tutumu ile tecridin bir parçası haline gelmiştir. Yine AİHM, defalarca kez İmralı cezaevlerine dair birçok hak ihlali kararı verdi. Ancak bu hak ihlallerinin denetimini gerçekleştirmedi. Buna karşı Türkiye'ye yaptırımı olmadı. Birçok uluslararası mekanizma bulunmakta ama bu mekanizmalar sorumluluklarını yerine getirmiyor. Bu da uluslararası hegomon güçlerin Sayın Abdullah Öcalan'ın Türkiye, Ortadoğu ve Avrupa’da geliştirmiş olduğu paradigmasının daha fazla yaygınlaşmasından korktuğunu gösteriyor. Bütün bu kurumlar Türkiye'ye sessiz kalarak suça ortak oluyorlar."    BAROLAR NEDEN SESSİZ?    Tecridin sürmesi halinde ülke için ağır sonuçları olacağını ifade eden Güneş, "Savaş, ekonomik kriz, hak ve ifade özgürlüğünün yok sayılması daha çok derinleşecektir. ÖHD olarak tecridin son bulması için baroların sessiz kalmamaları, sorumluluklarını yerine getirmeleri konusunda başvuruda bulunduk. Yine aynı çağrıyı Türkiye Barolar Birliği'ne yaptık. Çünkü tecrit bir işkence yöntemidir. Baroların en asli görevlilerinden biri işkence sistemine karşı çıkmaları ve tavır tepki göstermeleridir. Ancak başvurularımızı yapmamıza rağmen hem Türkiye Barolar Birliği hem barolar üzerine düşen sorumluluklarını yerine getirmiyor. Bu sorumluluktan kaçıyorlar. Bu sürece kim sessiz kalırsa, aslında bir nevi bu sürece bir taraf konumunda yer alır” şeklinde konuştu.   MA / Semra Turan - Delal Akyüz