Uluslararası gözlemci Dr. Vráblíková: Her şeye rağmen zafer kararlılığı var 2023-05-13 11:54:09   Kadir Can*   HABER MERKEZİ - Uluslararası gözlemci heyetten akademisyen Dr. Katerina Vráblíková, Yeşil Sol Parti’ye olan ilginin dikkat çekici olduğunu belirterek, “İnsanların onlarca yıllık acıya, kayba ve baskıya rağmen sevinç, umut ve zafer kararlılığı göstermeleri çok duygusaldı” dedi.    Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimlerin yapılacağı 14 Mayıs’a saatler kaldı. Yarın 64 milyon 113 bin 941 seçmen, sandık başına giderek oy kullanacak. Seçim maratonunu gazeteciler, siyasetçiler, avukatlar ve sanatçılara dönük operasyonlarla yürüten AKP iktidarı, gözaltı ve tutuklamaların yanı sıra yaptığı açıklamalarla seçim güvenliğini tartışmalı hale getirdi.   Çalışmalarını tamamlayan siyasi partiler, okul ve sandık görevlilerinin yanı sıra onbinlerce müşahit ile seçim güvenliğini sağlayacak. Bunun yanı sıra Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (Yeşil Sol Parti) seçim güvenliğine ilişkin çağrısı üzerine yurtdışından sivil toplum örgütü temsilcileri, siyasi parti temsilcileri, milletvekilleri, gazeteciler ve aktivistlerin de aralarında bulunduğu 150’nin üzerinde isim, seçim günü ihlal ve usülsüzlüklerin en çok yaşandığı bölge kentlerinde olacak.    İktidarın seçim kampanyası kapsamında Amed ve Ankara merkezli yürütülen operasyonlarda, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu, Mezopotamya Ajansı editörleri Abdurrahman Gök ve Sedat Yılmaz, muhabir Mehmet Şah Oruç, JINNEWS muhabiri Beritan Canözer ile gazeteci Remzi Akkaya ve Mikail Barut tutuklandı. Özgür Basına dönük baskılara karşı Kadir Can, seçimleri izlemek amacıyla gelen uluslararası gözlem heyetinin izlenimlerini haberleştirdi.    Can, dayanışma kapsamında yaptığı haberde, “Bu röportaj hakikatin izinde olan, tüm baskılara ve sansür uygulamalarına rağmen büyük bir irade göstererek hakikati anlatmaktan vazgeçmeyen tutsak Özgür Basın çalışanları adına büyük bir minnetle yapılmıştır” notuna yer verdi.   İngiltere’de yaşayan gözlemci olarak bölgeye gelen Çek Cumhuriyeti’nden Dr. Katerina Vráblíková, Kurdistan Solidarity Network (Kürdistan Dayanışma Ağı) üyesi olarak çalışma yürüten isimlerden biri. Bristol'de merkezi bulunan Base for Anarchy and Solidarity in Easton (BASE) topluluğunda yer alan Vráblíková, daha önce Columbia, California, Ohio State, Mannheim ve Masaryk gibi üniversitelerde öğretim üyesi görevinde bulundu, şimdi ise Bath Üniversitesi'nde politika kürsüsünde kıdemli akademisyen olarak çalışmalarını sürdürüyor.    Dr. Katerina Vráblíková ile 14 Mayıs seçimleri öncesi gözlemleri, akademik çalışmaları ve demokratik konfederalizme dair soruları yanıtladı.    Dr. Katerina Vráblíková   Karşılaştırmalı siyaset, seçim dışı siyasi katılım, toplumsal hareketler vb. konular üzerine çalışmalar yürütüyorsunuz. Sizi biraz daha tanıyabilir miyiz, ne tür çalışmalar yürütüyorsunuz?    Akademik çalışmalarımda ağırlıklı olarak karşılaştırmalı politik davranışları, toplumsal hareketleri, demokratik kurumları ve araştırma yöntemlerini inceliyorum. Esas olarak ise makro-siyasal yapıların ve politik kültürün insanların siyasete katılımını nasıl etkilediği sorusuna odaklanıyorum. Özellikle insanların refah düzeylerini iyileştirebileceğimiz, özgürlüklerini ve özerkliklerini besleyebileceğimiz bir düzlemde toplumu ve siyaseti nasıl yeniden organize edebileceğimizle ilgileniyorum. Bu nedenle de şu anki araştırmam, Kürdistan özgürlük hareketi ve demokratik konfederalizm üzerine odaklanmış durumda.   Akademik yayınlarınızda ağırlıklı olarak Orta ve Doğu Avrupa’nın (komünizm deneyimi olan ülkeler) demokratik yapısı üzerine yaptığınız çalışmalarınız öne çıkıyor. Özellikle Orta ve Doğu Avrupa özelinde çalışmayı neden tercih ettiniz?   Çek Cumhuriyeti'nde büyüdüğüm için Doğu Avrupa'daki toplumsal hareketleri araştırmaya başladım. Bu konular, özellikle bu bölge için ayrı bir önem teşkil ediyor. 40 yıllık anti-demokratik bir rejim deneyimi olan Çekya, 1989'dan beri demokratik bir alternatif geliştirmeye çalışıyor. Bu süreçte demokrasinin inşasının pek çok kişinin başlangıçta düşündüğünün aksine kolay olmadığı ortaya çıktı. Bana göre bu süreç içerisinde demokrasinin nasıl geliştirilemeyeceği konusunda çoğunlukla olumsuz dersler aldık. Bu deneyimin olumlu bir yönü ise insanların sistem değişikliğini hayal dahi edemediği Kuzey Amerika ve çoğu Batı Avrupa ülkelerinin aksine Doğu Avrupa, siyasi değişimin mümkün olabileceğini gösterdi. Kürdistan bu anlamda Doğu Avrupa ile benzerlik gösteriyor ve bu yönüyle batının eski liberal demokrasisinden çok daha farklı bir sosyo-politik değişim sahası olarak karşımıza çıkıyor.   Dr. Giorgio Agamben’in “istisna hali” olarak kavramsallaştırdığı siyasal belirsizlik veya bir kriz durumunda siyasal düzenin devamının sağlanması adına hukukun kendini askıya alması durumunun demokrasi üzerine etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?     Öcalan'ın özsavunma ilkesi insanların kendi refahlarının gözcüsü olmalarının tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır ve bu anlamda oldukça önemlidir.   Her ne kadar Agamben'in çalışmalarına aşina olmasam da Birleşik Devletler gibi ülkelerin kendi "normali" ile ve demokratik değerleri ile çelişmesine rağmen "olağanüstü hal" durumunu başka iktidarları gasp etmek için kullandıklarını biliyorum. Bu tür uygulamalar bana göre Nazi Almanya'sının yaptıklarıyla paralellik gösteriyor. Ayrıca Agamben'in bahsettiği istisna halinin hukuk sistemlerinin doğasında var olan sorunlu bir özellik olduğunu düşünüyorum. Hukukun üstünlüğü siyaset üstüdür ve gücün kötüye kullanılmasını önlemeyi amaçlayan bir sosyo-politik örgütlenme mekanizması olarak vücut bulmuştur. "İstisna hali"nin varlığıyla birlikte hukukun üstünlüğü mekanizmasının bu talepleri/istekleri karşılayamayacağı anlaşılmaktadır. Her ne kadar iyi niyetli olsa da hukukun üstünlüğüne aşırı güvenme, depolitizasyon mekanizması olarak işlevselleşmekte ve "gözetleyenleri kim gözetleyecek?" sorunsalına yol açmaktadır. Bu nedenle, Öcalan'ın özsavunma ilkesi insanların kendi refahlarının gözcüsü olmalarının tezahürü olarak (fiziksel veya askeri öz-savunma-özyönetim, katılımcı demokrasi ve diğer siyasi mücadele biçimleri) karşımıza çıkmaktadır ve bu anlamda oldukça önemlidir. Bu bağlamda özsavunmaya güvenmek pek çok sorunu çözecektir, çünkü hiçbir erkin veya bekçinin (politikacı, devlet, hukuk vb.) artık izlemesine gerek yoktur. Çünkü demokratik konfederalizm özerk gruplardan oluşan yapısı ile özsavunmayı etkin bir şekilde mümkün kılmaktadır.   Dr. Giorgio Agamben   Temsili demokrasinin karşılaşmış olduğu sorunların çözümü için önerilen ve doğrudan demokrasinin en önemli araçlarından biri olarak gösterilen Avrupa’daki referandum uygulamalarını, demokrasi bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu doğrultuda İskoçya (2014) ve Katalonya’daki (2017) bağımsızlık referandumu deneyimleri için neler söylersiniz?    Referandumların sistemin bazı olumsuz yönlerini beslediğini düşünüyorum. Bu yüzden buna karşı bir hayranlık beslediğimi söyleyemem. Brexit örneğini veya göçmenlerin yurttaşlık haklarının belirlenmesi konusunda dışlayıcı bir tutum belirleyen bazı İsviçre referandumlarını burada örnekleyebiliriz. Referandum kampanyaları, herkes ilgili gerçek siyasi tartışmalara dayanmak yerine, genellikle siyasi elitler tarafından bir manipülasyon aracı olarak kullanılmaktadır. Ayrıca, önemli konularda tek seferlik karar alma mantığına dayanır. Böylece referandumların sorunlu kararlar doğurabilmesinin önü açılıyor ve çoğunluğun azınlıkları ezdiği bir sistem olarak karşımıza çıkıyor. Genellikle yapay olarak oluşturulmuş karmaşık sorunları iki başlık altında ele alan referandum uygulamaları, böylelikle daha karmaşık ve yaratıcı çözümler üretebilecek bir mekanizma olarak hareket etmek yerine insanlar arasında iki karşıt kamp kurmuş oluyor. Elbette bazen doğru düzlemde kullanılması mümkün ama ben onları daha çok pragmatik olarak kullanılabilecek bir araç olarak görüyorum. Bu tür referandumlar Batı tarzı seçim demokrasinin sorunlarına hiçbir şekilde çözüm olamaz.    Eğer referandum, İskoçya ve Katalonya'daki insanların bir gün özerkliklerini elde etmelerinin bir yoluysa, neden olmasın! Ama şimdiye kadar gördüğümüz kadarıyla bir referandumun varlığı veya Katalonya'daki gibi büyük bir çoğunluğun evet oyu vermesi dahi insanların demokrasiyi gerçekten anladıkları anlamına gelmiyor.    “What Kind of Democracy?” isimli kitabınızda irdelediğiniz seçim dışı katılım, demokratik vatandaşlık kavramlarını biraz açar mısın? Nasıl bir demokrasi?       Demokratik Konfederalizm, Batı tarzı liberal demokrasilerde gözlemlenen faydalı mekanizmaları bünyesinde barındırmakla birlikte gerçek "radikal demokrasi" için çok daha fazla alan sağlıyor.    Kitapta, Batı'nın liberal ve temsili demokrasi uygulamalarında, insanların seçim dışı siyasi katılım eğilimleri inceleniyor. Burada seçim dışı siyasi katılım, insanların bir dilekçeyi imzalaması, gösterilere gitmesi, politikacılarla ilişkilenmesi, bir şeyleri boykot etmesi gibi seçim dışı gerçekleşen siyasi faaliyetler anlamına geliyor. Burada insanların sadece oy kullanması çok sınırlı bir siyasi faaliyet olarak değerlendiriliyor. Çünkü seçimler siyasi seçkinler tarafından önceden tasarlanıyor, insanlara yalnızca birkaç partinin yer aldığı sınırlı seçenekler sunuluyor ve sadece birkaç yılda bir gerçekleşiyor. Demokratik yurttaşlık kavramının ardında yatan fikirde bu sınırın dışına çıkılması gerektiği konusunda ve siyasetle daha fazla haşır neşir olma noktasında salık veriliyor. Aslında seçim dışı siyasi faaliyetlerin çoğu da temsili demokrasi bağlamında devlete ve siyasi seçkinlere tepkisel bir doğrultuda gerçekleştiriliyor. Charles Tilly'nin de açıkladığı gibi; Batı ülkelerinde demokrasi, siyasi elitlerin güç sahasının genişlemesiyle birlikte kitlelerin onlara direnmesi ve meydan okumasıyla ortaya çıkan devletleşmenin bir yan ürünü olarak gelişiyor.      Sonuç olarak seçim dışı siyasi katılım ile devletin yapısının ve siyasi elitlerin eylemlerinin birbirleri üzerinde doğrudan etkisi olduğu açığa çıkıyor. Kitap, adem-i merkeziyetçi bir federal devletin veya iki parlamentosu olan, hükümet veya anayasa mahkemesi tarafından güçler ayrılığı ilkesine göre denetlenen yapıların, seçim dışı katılımı ciddi bir miktarda arttırdığını gösteriyor. Çünkü bu tür yapılarda ayrılmış güç merkezleri arasında yaşanan çekişme bir tür yüksek rekabet üretiyor. Ve bu doğrultuda insanların taleplerine cevap verme noktası siyasiler üzerinden bir baskı mekanizması olarak çalışıyor. Burada demokrasi, devletin varlığına ve temsil mekanizmasına bağlanıyor. Şimdi nasıl bir demokrasi sorusuna cevabım ise Demokratik Konfederalizm olurdu. Çünkü bu sistem Batı tarzı liberal demokrasilerde gözlemlenen faydalı mekanizmaların bazılarını bünyesinde barındırmakla birlikte gerçek "radikal demokrasi" için çok daha fazla alan sağlıyor.    Ortadoğu'da radikal demokrasinin önemine vurgu yapan ve bunun için çabalayan PKK Lideri Abdullah Öcalan bu fikriyatını ve Kürt halkının bu temeldeki mücadelesine dair neler düşünüyorsunuz?   Batılı bilim insanlarının demokrasi hakkındaki tutumlarına dayanarak, tamamen haklı olduğunu söyleyebilirim. Ortadoğu, bölgede demokratikleşmeyi zorlaştıran hatta imkansız kılan birçok özelliğe sahiptir. Bunları etnik farklılıkların çokluğu, inanç farklılıkları, mezhepçilik, kutuplaşma, şiddetli çatışmaların tarihi, ciddi ölçekte var olan sosyo-ekonomik farklılıklar, küresel sömürge düzeni, çoğunlukla klasik bir şekilde "modern öncesi" olarak etiketlenen geleneksel toplum yapısı vb. olarak sıralayabiliriz. Bununla birlikte tüm bunların devlete dayalı liberal demokrasi için de geçerli olduğunu söyleyebilirim. Bunun için kanıtım yok ama kanaatimce Kürdistan'da radikal demokrasinin gelişmesinin bölgenin çok sorunlu yapısından kaynaklandığını söyleyebilirim. Batılı devletlerin liberal ve temsili demokrasisi bu coğrafyada işe yaramayacağından bir alternatif bulmanız gerekiyordu. Büyüleyici olan günün sonunda radikal demokrasinin, liberal ve temsili demokrasiden daha iyi ve verimli bir alternatif olacağıdır ve radikal demokrasi, bu bağlamda batı toplumlarına ve siyasi yapılarına çözüm sunma potansiyeline sahiptir.    Bu fikriyat savaş koşullarına rağmen Rojava’da bir modele dönüştü. Nasıl bir fırsat sağlıyor, uygulanabilirliği mümkün mü?       Türkiye gibi bir ulus-devletin varlığına rağmen Rojava’da 2015 yılına kadar inşa edilmeye çalışılan demokratik konfederalizmin, Avrupa için harika bir örnek teşkil ettiğini düşünüyorum.   Demokratik konfederalizm fikrinin ve onun fiilen uygulanmasının, bize demokrasiyi küresel bir biçimde geliştirme fırsatı verdiğini düşünüyorum. Akademik bir perspektifle bize muazzam doğal deneyim sağladığını söyleyebilirim. Konfederalizm, siyasetin uzun tarihi boyunca pek çok teorisyen, demokrat, sosyalist ve anarşistlerin hayalini kurduğu değer ve ilkelere sahip bir bakış açısı olarak karşımıza çıkıyor. Katılımcı demokrasi, halkın siyasi iradesinin güçlendirilmesi, özerklik, özgürlük ve siyasi eşitlik, devletsiz demokrasi, kapitalizm ve patriyarka ile mücadele vb. böylesi bir fikrin yaşayan bir örneğinin varlığı bile son derece önem teşkil ediyor. Elbette Avrupa, demokratik konfederalizmi inşa etmeyi denerse, Kürdistan'dan daha farklı sorunlarla karşılaşacaktır. Devlet yapıları, Avrupa toplumlarını aşırı derecede sömürgeleştirmiştir. Çoğu insan orada devletsizliği tahayyül dahi edecek idrak düzeyinde değildir. Özellikle Türkiye gibi bir ulus-devletin varlığına rağmen Rojava’da 2015 yılına kadar inşa edilmeye çalışılan demokratik konfederalizmin, Avrupa için harika bir örnek teşkil ettiğini düşünüyorum. İnsanlar kendi kendilerini örgütleyebilir, küçük topluluklar halinde kendilerini yönetmeye başlayabilir ve kendi geçimlerini sağlayabilirler. Böylelikle adım adım ulus devletlerin varlığına inanmayı bırakabilirler.    Geçtiğimiz ay sizin de imzacılarından biri olduğunuz Hamburg’da dördüncüsü gerçekleştirilen ve Abdullah Öcalan’ın düşüncelerinin tartışıldığı “Dünyamızı Geri İstiyoruz” konferansına dönük engelleme girişimleri neden kaynaklanıyor?    Hamburg Üniversitesi'nde yaşanan durum, bazı aydın ve akademisyenlerin düşündüğünün aksine batı üniversitelerinin bağımsız ve demokrasinin bekçisi özgür kurumlar olmadığını açıkça gözler önüne serdi. Batı, bu tür kurumları daha çok kendi egemenliklerini pekiştirecekleri alanlar olarak görüyor; kapitalizmin, ataerkinin, sömürgeciliğin ve devletin meşrulaştırıldığı alanlar... Tarihsel olarak bu pozitivist tutum deyim yerindeyse onların DNA'sında yer alıyor. Günümüzde bu pozitivist tutuma her ne kadar birçok akademisyen katılmasa da tarafsızlık, nesnellik, bağımsızlık, evrenselcilik gibi kavramların gölgesine sığınılarak iktidarın çıkarlarını gizli bir şekilde koruyan bir tutum geliştiriliyor ve bu derinden içselleştiriliyor. Ne yazık ki bu da kayda değer bir direniş olasılığını ortadan kaldırıyor. Bu durumun salt ifade özgürlüğü sorunu olarak değerlendirilmemesi gerektiğini düşünüyorum.       Öcalan'ın perspektifinin, dünyanın farklı yerlerindeki insanların mücadeleleri arasında nasıl yankı uyandırdığını görmek harikaydı.   Örneğin neo-nazilerin konferans düzenlemek için herhangi bir üniversitede yer bulmasını istemiyorum. Tıpkı her kurum gibi üniversiteler de taraf seçen siyasi bir aktördürler. Hamburg Üniversitesi bu kararıyla demokrasiyi, kadın özgürlüğünü, özerkliği, dekolonizasyonu ve sürdürülebilir ekolojik yaklaşımı destekleyen bir konferansı engellemeyi seçerek, baskıcı yapılarla suç ortağı olmayı tercih etmiştir. Üniversiteler, toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele eden, çevreye duyarlı iyi bir kurum profili çizdiğinde, insanlar bu yasağı hatırlamalıdır. Bir başka önemli şey ise üniversite yönetiminin, onun en önemli bileşenlerinden biri olan öğrenci birliğini görmezden gelmesi ve ona karşı hareket etmesidir. İlerici değerleri ve demokrasiyi askıya aldıkları bu yasak, akla gelmeyen şeyin başa gelmesinin kanıtı oldu.    Engellemelere rağmen gerçekleştirildi. Nasıl bir konferans oldu?    Konferans, entelektüel düzeyiyle ilgi çekiciydi ve sosyal ve politik anlamda oldukça verimli geçti. Akademik içerik ile pratik örgütlenmenin içe içe geçmesi takdire şayandı. Öcalan'ın perspektifinin, dünyanın farklı yerlerindeki insanların mücadeleleri arasında nasıl yankı uyandırdığını görmek harikaydı. Özellikle Latin Amerika'dan gelen konuşmacıların konferansa katkılarını beğendim.    Seçimlere gelecek olursak, Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne her seçimde güvenlik tartışma konusu oldu. Siz de uluslararası heyette yer alıyorsunuz, seçim öncesi gözlemlerinizi paylaşabilir misiniz?    Seçim izleme grubunun bir parçası olmak çok güçlü bir deneyim oldu. Seçim çalışmalarının bir parçası olarak ziyaret ettiğimiz bölgelerdeki insanların Yeşil Sol Parti konusunda ne kadar heyecanlı olduklarını ve parti konvoyunu nasıl sıcak bir şekilde karşıladıklarını gördüm. İnsanların onlarca yıllık acıya, kayba ve baskıya rağmen sevinç, umut ve zafer kararlılığı göstermeleri çok duygusaldı. Örneğin yaşamını yitiren hasta tutsakların yakınlarının veya çocukları faili meçhule kurban gitmiş annelerin yürüttükleri siyasi mücadeleyi, sergiledikleri inanılmaz direnişi gördüğünde, gözyaşlarına hakim olamıyorsun. Bunların yanı sıra halen baskı mekanizmaları aktif bir şekilde çalışıyor. Gittiğimiz her yerde polis vardı. Bazen köylere gittiğimizde sivil polisler seçim çalışmalarını takip ediyorlar. Zaman zaman ağır silahla donanmış çok sayıda polis, yapılacak mitingleri engelleyebiliyor. İlginç bir şekilde normal insanlar arasında herhangi bir çekişmeye şahit olmadım. Yeşil Sol Parti'yi desteklemeyen insanlarla karşılaştığımızda, broşürümüzü almıyorlar veya gülümsemiyorlar ama herhangi bir münakaşa da yaşanmıyor.       İnsanların onlarca yıllık acıya, kayba ve baskıya rağmen sevinç, umut ve zafer kararlılığı göstermeleri çok duygusaldı.   Bir siyaset bilimci olarak, ulus devletin seçim yapısına inanmamasına rağmen siyasi rotayı daha büyük bir siyasi mücadelenin parçası olarak pragmatik bir şekilde kullanan bir siyasi aktörün tarihi bir seçim için yürüttüğü çalışmaları görmenin büyüleyici olduğunu söyleyebilirim. Yeşil Sol Parti herhangi bir devlet ödeneği olmaksızın bu seçim çalışmalarını yürütüyor. Arkasında çok güçlü bir taban desteği olduğu için böylesi bir çalışmayı yürütmesi o kadar da zor değil. Örneğin adaylardan birinin kuzeni seçim çalışması için şoförlük yaptı. Parti flamalarında kendin-yap sopaları kullanılıyor. Enternasyonalist gözlemciler çalışmayı yürüten insanların aileleri tarafından ağırlanıyor. Herkes güven ilişkisi temelinde birbiriyle dayanışma halinde. Zaten çalışma yürüttüğümüz alanlar çoğunlukla parti kimliğinin güçlü olduğu alanlar. Bu çalışmalarda daha çok mevcut destekçilerle yeniden bir araya gelmenin ve tarihsel belleği canlandırmanın açığa çıktığını düşünüyorum. Aynı şekilde düzenli bir şekilde ziyaret ettiğimiz Amed'deki parti ofisi de gayet rahat hissettiriyor. Herkesin burada üstlendiği bir rol var. Kimisi adaydır, kimisi şoför... Burada katı bir yapı veya gereksiz hiyerarşik bir tutumla karşılaşmadım.    Seçim çalışmalarında yer alan herkese ve tüm aktivistlere teşekkür etmek istiyorum. Türkiye sınırlarının ve Ortadoğu'nun çok ötesine ulaşan ve umut veren pratik bir örneğe tanıklık etmek benim için büyük bir ilham kaynağı olduğunu söyleyebilirim. Seçimleri gözlemleme şansına sahip olduğum için minnettarım ve bunu mümkün kılan herkese teşekkür etmek istiyorum.   * Gönüllü Muhabir