'Doğaya müdahale felaketi kaçınılmaz kılıyor' 2023-02-23 09:12:21   İZMİR - Türkiye'de sermayenin büyütülmesi için uygulanan akıl, bilim dışı uygulamaların yıkım getirdiğini belirten ekolojist Ertuğrul Barka, “Doğaya saygı duymazsanız, akışı içinde olması gereken olaylar da bu sonuçları doğurur. Artık durumu doğru yorumlamak ve akıllanmak gerekiyor” dedi.    Mereş merkezli 6 Şubat’ta, Hatay merkezli ise 20 Şubat’ta meydana gelen depremlerin etkileri tartışılmaya devam ediliyor. Fay hatlarında yapılaşmanın önünün açılması, imar afları, kaçak yapılaşmaya göz yumulması nedenler ve ihmaller arasında gösterilirken, ekolojik dengeyi bozan, doğaya müdahale eden politikalar 10 binlerce insan ve canlının yaşamını yitirmesine neden oldu.    Deprem bölgesinde incelemelerde bulunan İnşaat Mühendisleri Odası'nın ön raporunda, “Deprem hasarlarının yaygın olduğu bölgeler, verimli tarım arazileri üzerinde planlanmış şehirlerdir. Dolayısıyla ana kayanın derinde olduğu zayıf zemin koşullarında, hatta sıvılaşma potansiyeli olan zeminlerde yapılan 10-15 katlı ve taşıyıcı sistemi esnek yapılar, ağır hasar almış veya toptan göçmüştür" ifadeleri yer aldı. Yine Jeoloji Mühendisleri Odası'nın 8 Şubat 2021 tarihinde hazırladığı raporda da, "Zemin büyütmesi olarak tanımlanan durum bir deprem olduğu takdirde Antakya'nın kaya üzerinde yer alan illerden daha şiddetli olarak sarsılacağı, bunun sonucunda da hasar oranının fazla olacağı anlamına gelmektedir" uyarılarında bulunularak, Antakya'nın önemli bir kısmında sıvılaşma olayları yaşanabileceğine dikkat çekildi.   TARIM ARAZİLERİNDE YAPILAŞMA    Her iki depremi “kader” ile açıklamaya çalışan AKP iktidarının aksini söyleyen bilimsel raporlar, felaketlerin doğaya yapılan müdahalelerin sonucu olduğunu ortaya koyuyor. 1999 Marmara Depremi’nde Gölcük'te dolgu alanına yapılan yapılaşmanın felaket getirdiği ortaya çıkarken, 2011’deki Wan Depremi sonrası bölgede inceleme yapan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) heyet raporunda, "Van Gölü kıyısında afet bölgesi ilan edilen alanda, kamu kurumlarının yer seçmesinde ve tarım arazilerinin gevşek zemin özellikli ovaların çok katlı yapılaşmaya açılmasında sakınca görmeyen anlayışın bir sonucudur" ifadelerine yer verildi.    Yine 2020 yılında İzmir’de meydana gelen depremde en fazla yıkımın yaşandığı Bayraklı ve Bornova ilçelerinde, verimli tarım arazilerinin imara açıldığı ortaya çıktı. Binaların bulunduğu alanın eskiden fasulye yetiştirilen araziler olduğunu belirten bilim insanları, birinci derece tarım arazisi olan bu yerlerin sulak alanlar olduğuna dikkat çekti. Gevşek zemin üzerine inşa edilen binaların 17'si yıkılırken, 117 kişi yaşamını yitirdi. Doğaya yapılan her müdahale insanlara ölüm olarak geri döndü. Karadeniz'deki Hidroelektrik Santral (HES) ve dere ıslahları sel, deprem bölgelerindeki tarım arazilerinin imara açılması ise yıkımı getirdi. Tüm uyarılara ve bilimsel raporlara rağmen hiçbir önlem alınmadı ve tarım alanları aynı hızla imara açılmaya devam edildi. Son depremin 10 kentte yaşattığı felaket ise başka bölgeler için de risk oluşturuyor.    Ekolojist Ertuğrul Barka ile doğaya yönelik müdahalelerin getirdiği yıkımı konuştuk.   BİLİM DIŞI UYGULAMALARIN SONUCU    Türkiye'de akıl, bilim dışı uygulamalarla sermayenin büyütülmesi için yatırımların yapıldığını belirten Barka, tarım alanlarına ilk yapılaşmanın sanayi kuruluşları eliyle başlatıldığını söyledi. Çukurova, Söke, Ergene, Torbalı, Menemen gibi en verimli tarım arazilerinin bulunduğu alanların hızla imara açıldığını ifade eden Barka, “Bir sanayi kuruluşunu böyle bir yere yerleştirirseniz orada kentsel yerleşime de neden olur. Tarım toprakları elden çıktığı gibi binalar da sağlam olmayan zeminlere yapıldı. Bütün uyarılara rağmen Amik Ovası kurutularak, yerleşim alanı açıldı ve depremde yıkıldı. Özellikle Hatay ve Semsûr'da yer yarılmış binalar içine girmiş. Aynı şeyler Karadeniz Bölgesi’nde sahil yolu ve taş ocaklarıyla yapıldı. Dağlar oyulunca heyelanlar, seller yaşandı, insanlar öldü. Doğaya saygı duymazsanız, akışı içinde olması gereken olaylar da bu sonuçları doğurur" diye belirtti.    ALINMAYAN DERSLER    Yıkılan kentlerde “bir yıl içerisinde yeni konutların yapılacağı” söylemlerine tepki gösteren Barka, aynı olayların geçmiş depremlerde de yaşandığını söyledi. 1939 yılında Erzincan’da meydana gelen depremi örnek gösteren Barka, "Erzincan Depremi sonrasında yine aynı bölgeye yerleşim yapılıyor. Sonraki depremde yine yıkılıyor yine insanlar ölüyor. Yine İzmir'de yaşanan depremi gördük. Deprem, sıvılaşabilen zemine yapılan yerleşim yerlerini yok etti. Aynı yerlere yeni binalar yapılıyor. Bu alanda yapılaşma yapabilmek için 400 metreye inerek kayacı bulmanız lazım. Böyle bir teknoloji olmadığı gibi onu finanse edebilecek sermaye yapınız da yok. Ama o binalar yine de yapılıyor. Artık durumu doğru yorumlamak ve akıllanmak gerekiyor" dedi.   KRİZ FIRSATÇILIĞI YAPILIYOR   "Bir ülke nasıl bu kadar akıl dışı, bilime aykırı yönetiliyor" diye soran Barka, şöyle dedi: "Bir arama kurtarma gönüllüsünün anlattığına göre enkazdaki beton elle kazılabiliyor. Deniz kumuyla yapılmış binalar olduğunu gördük. Yıkım, sağlam olmayan zeminlerde inşa edilen çok katlı binalarda oldu. Deprem bölgesinde hiç zarar görmeyen, içinde bardak kırılmayan yapılar var. Çünkü doğru yere ve bilimsel tekniklere uygun yapılmış. Neden tarım arazilerine, ovalara, fay hatlarına yapılıyor? Bilim insanları 'deprem geliyor' diye feryat ediyor. Bilimciler bunu söylüyorsa devlet de bunu biliyor. Ama o bölgeyi etnik ve dinsel bakımdan değişime uğratmak, demografik yapısını değiştirmek için lütuf olarak görüyor. Bu iktidar bütün krizleri fırsata çevirmek için elinden geleni yapıyor."   ASBEST VE AĞIR METAL TEHLİKESİ   İnsan sağlığı açısından bir diğer felaketin enkaz kaldırma çalışmalarında yaşandığına dikkat çeken Barka, “Enkazları kaldırılan konutlarda kullanılan malzemelerde asbest var. Asbestten bölgedeki halk ve bütün canlılar olumsuz etkileniyor. FFP3 denilen maskelerin en acilinden yardım malzemeleri içine eklenmesi ve insanlara dağıtılması gerekir. Yoksa uzun vadede insanlarda akciğer kanseri başta olmak üzere solunum yolu hastalıkları görülecek. Yine enkazlar kaldırılırken, asbest bulunan malzemelerin ayrı depolanması ve giderilmesi gerekir. Ayrıca yıkılan binalarda bulunan pis su borularının ışığa ve ısıya dayanabilmeleri için kurşun ve kromlu bileşikler kullanılır. 10 binlerce evin borularındaki bu ağır metaller parçalanacak ve su kaynaklarına, toprağa, havaya karışacak. Sağlık açısından büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Bunlar depremden sonra etkilerini gösterecek. Bunları yaşamamak için sağlam zeminlerde, yüksek olmayan binaların yapılması lazım" ifadelerini kullandı.   ANA SORUMLU KAPİTALİZM   Sorunun asıl kaynağının ise kapitalizm olduğuna işaret eden Barka, şöyle devam etti: "Kapitalizm Karadeniz'i seller altında, depremde insanları enkaz altında bırakır. 3-5 günah keçisi müteahhit bulup siyasi sorumluları ortaya çıkarmazlar. Kapitalizm bir soygun düzeni ve insana önem vermez. İnsanların hayatı ve oluşturdukları kültürle ilgilenmez. Onun için hemen yapılaşalım derdine giriyorlar. Türkiye genelde bu politikayı değiştirmeli, kapitalist yönetimi terk etmeli ve üretime dayalı, emeğe, ekolojiye saygılı bir yönetimi hayata geçirmeli. Yoksa bu acıları daha çok yaşarız."    MA / Tolga Güney