İHD Eş Genel Başkanı Türkdoğan: Türkiye nefret atmosferinden çıkmalı 2023-02-19 09:02:16 ANKARA- Türkiye’nin nefret atmosferinden çıkması gerektiğini söyleyen İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, çözüm için KCK’nin eylemsizlik kararına işaret ederek, “Böylesi zamanlarda çatışmayı ve savaşı devam ettirmenin kimseye bir faydası yoktur” dedi.      Mereş merkezli depremlerden etkilenen 10 kentte üç ay boyunca geçerli olacak Olağanüstü Hal (OHAL) ilanıyla beraber peş peşe işkence haberleri gelmeye başladı. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın “evleri yağmaladılar” iddialarıyla mültecilerin hedef haline geldiği deprem bölgesinde, polisin halka yönelik işkence uygulamaları arttı. Öyle ki Hatay’da “hırsızlık” iddiasıyla gözaltına alınan Ahmet Güreşçi uğradığı işkence sonucunda karakolda yaşamını yitirdi. Güreş’in katledilmesinin ardından sorumluların yargılanması için hukuk örgütleri devreye girse de deprem bölgesinde işkence görüntüleri “sıradanlaştırılarak” servis edilmeye devam ediyor. Güreşçi’ye işkence uygulayan askerler açığa alınsa da şimdiye kadar resmi olarak henüz bir açıklama yapılmadı.   İşkencenin insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu vurgulayan İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ile deprem bölgelerinde OHAL ilanı ardından yaşanan işkenceler vakaları ve mülteci karşıtlığına ilişkin konuştuk.   Depremde yakınları enkaz altında kalanlar, çadır dahi bulamayanlar, işkencelere maruz kalıyor. İşkence vakalarında yaşanan artık ve görüntülerin sanal medyada servis edilmesi ne anlama geliyor?   Deprem afeti yaşandığından bu yana sosyal medyada işkence edilerek öldürülmüş insan görüntüleri var. Ağır işkenceye uğramış insanların görüntülerinin özellikle servis edildiğini düşünüyorum. İşkence, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur, yasaktır. İşkence suçunda zaman aşımı yoktur. İşkence fiiline karışanlar, kesinlikle yargılanacaklardır. İktidara güvenerek bunu yapanları uyarıyoruz; hiçbir hükümete güvenmeyin. Kimse sizi kurtaramaz. Devlet görevlilerinin karıştıkları insanlığa karşı suçlarda bir cezasızlık politikasının izlendiğini biliyoruz. Zamanaşımı taktiği izlenerek, suç vasfı değiştirilerek, suç hafifletilerek devlet görevlileri sürekli korunup kollanıyor. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü bastırıldığı halde OHAL ilan edildi. OHAL ortamında hukuksuz işler yapıldı. Çok sayıda insanın işkence ve kötü muameleye uğradığına dair başvurular aldık. Hem uzun süreli hem de kısa süreli gün içinde kaçırma vakaları var. Bu insanların tamamı fiziki ya da manevi olarak işkenceye uğradı. Afet nedeniyle yine OHAL ilan edildi. OHAL’e gerekçe oluşturmak için ‘yağmacılar’ sürüldü bu sefer.   Her OHAL sürecinde asker ve polislerin çekinmeden işkence uyguladıklarına tanık oluyoruz. Bu sefer de benzer tablo karşımıza çıktı. Bundan önceki OHAL ilanında “terör örgütü” söylemi üzerinden uygulanıyordu, bu sefer nasıl bir söylem işkenceye yol açtı?    Sizi kanun dışına itiyorlar bu talimatlarla, kendinizi kullandırtmayın. Sizin göreviniz suçluyu yakalamak, savcı nezaretinde ifadesinin almak ve adalete teslim etmektir   Türkiye’de suç örgütleri cirit atıyor. Bu suç örgütlerinin elemanlarının bir kısmı da deprem bölgesinde. Dolayısıyla yeni bir durumla karşı karşıya değiliz. Deprem olduğu için hırsızlık ve yağma suçu işleniyor değil, daha rahat bir ortam oluştuğu için. İktidar OHAL’e gerekçe oluşturmak için ‘yağmacılarla mücadele edeceğiz, bunlara acımayacağız’ türünden açıklamalar yaptı. Siz suç işleyenlerle ilgili ‘biz bunlara acımayacağız’ dediğiniz anda aşağıdaki kolluk görevlisi bunu bir işkence talimatı olarak anlar. Hâlbuki iktidarda olanlar her zaman şunu söylemelidir ‘suç ile mücadele edeceğiz, suçu önleyeceğiz ama işkence yasaktır’. Ama ‘Yağmacılara acımayacağız’ deniliyor, peki siz başka suç işleyenlere acıyorsunuz, böyle bir devlet anlayışı olabilir mi? Bu tarz örtülü talimatlara kulaklarınızı tıkayın. Sizi kanun dışına itiyorlar bu talimatlarla, kendinizi kullandırtmayın. Sizin göreviniz suçluyu yakalamak, savcı nezaretinde ifadesinin almak ve adalete teslim etmektir hepsi bu kadar. Ama maalesef hem cezasızlık politikasının etkisi hem kolluk kuvvetlerinin bu tarz talimatlarla yönlendirilmesi sonucu o sosyal medyada gördüğümüz görüntülerine tanıklık ediyoruz.   İnsanlar dayanışmaya, yardıma muhtaç. Ama yardım görevlileri engelleniyor, HDP’nin yardım TIR’larına el konuluyor, gönüllü yardım yapmak isteyen insanlar engelleniyor, yüksek miktarda para yardımı toplayan sanatçılar tehdit ediliyor. Ben siyasi iktidarın kontrolü kaybettiğinin ve bu afeti yönetemediğinin bütün bu uygulamalarla ortaya çıktığını düşünüyorum. Maalesef işkence ve kötü muamele gerçeği ile Türkiye bir kez daha tanıştı. İşkence hep vardı ama bu zamanlarda baş edilmesi gereken büyük bir sorun olduğu bir kez daha ortaya çıktı.   Bu işkence görüntülerine yönelik nasıl bir hukuki sürecin yürütülmesi gerekiyor?   Bunların hepsinin araştırılması lazım. Savcılıklar Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’ndan (BTK) talep edecek, BTK bu görüntülerin kimin servis ettiğini ortaya çıkaracak. O görüntülerdeki insanların kimlikleri tespit edilecek ve re’sen soruşturma başlatılacak. Peki, niye yapılmıyor, işte cezasızlık burada devreye giriyor. Birisi Cumhurbaşkanına bir laf ettiğinde hemen kapısında polis beliriyor da işkence edilmiş insanların görüntülerini servis edenlerle ilgili aynı işlem yapılmıyor? Bu cezasızlığa karşı bizim mutlaka ve mutlaka mücadele etmemiz gerekiyor.   İşkence görüntülerinin yayılmasıyla ne amaçlanıyor?     Siz önce iki gün boyunca neredeydiniz, onun hesabını verin. Polisin, jandarmanın bu tarz olaylarına göz yumamazsınız. Bunlarla ilgili soruşturma açmanız gerekir.   İktidarın halkın öfkesini başka yere kanalize etmeye dönük algı yaratmaya çalıştığını, bu tarz görüntülerin servis edilmesine göz yumduğunu, böylece halkın korkacağını, sineceğini düşündüğünü zannediyorum. Her gün her yerde bu tarz olaylar varmış gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Yani bir nevi halkı korkutmaya çalışıyorlar. Devlet depremin ilk iki günü ortada yoktu. Ortada olmayan siyasetçiler şimdi ahkâm kesiyorlar. İlk iki gün enkazlara müdahale edilseydi, daha fazla insanın hayatı kurtulacaktı. Ancak Türkiye insanları yaşatmak konusunda sınıfta kalmıştır. Bu durumdan dolayı halk iktidara tepki ve öfke içerisinde. İktidar da şimdi bu öfkenin yönünü değiştirmeye çalışıyor. Yani yağmacılara, hırsızlara yöneltmeye çalışıyor. Yağma ve hırsızlık suçları her zaman işlenen suçlardır. Kolluğun görevi bunu önlemektir, asayişi sağlamaktır. İlk iki gün ortada yoktunuz, olsaydınız asayiş olaylarını da önlerdiniz. Ortalığı tamamen başıboş bırakmışsınız, daha sonra çıkıyorsunuz diyorsunuz ki ‘biz yağmacılara acımayacağız’. Siz önce iki gün boyunca neredeydiniz, onun hesabını verin. Polisin, jandarmanın bu tarz olaylarına göz yumamazsınız. Bunlarla ilgili soruşturma açmanız gerekir.   Depremin ardından özellikle Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın hedef göstermesiyle mültecilere yönelik ırkçı ve ayrımcı söylemlere de rastlıyoruz. Dernek olarak siz de Özdağ hakkında suç duyurusunda bulundunuz. Nedir bu mülteci düşmanlığı?    Daha öncede de birçok kişi ve kurum suç duyurusunda bulunmuştuk. Özdağ ve partisi siyasi iktidar tarafından korunup kollanıyor. Çünkü mülteci karşıtlığını yayarak, iktidarın yanlış politikaları nedeniyle iktidardan kopan kitlelerin oylarının Millet İttifakı’na ve Emek ve Özgürlük İttifakı’na gitmemesi için kurdurulmuş bir parti. O nedenle korunup kollanıyor. Bir kişi her gün mülteci karşıtı açıklamalar yapıyor, nefret söyleminde bulunuyor, ırkçılık yapıyor ve o kişiye hiçbir şey olmuyor. İstediği gibi davranabiliyor. Olacak iş değil. Ey halkımız bunu göremiyor musun? Onun alacağı yüzde 2 oy seçimlerde çok önemli olacaktır. O yüzde 2 oyun muhalefet partilerine gitmesi durumunda iktidar olma vasfını yitirecektir. Irkçılık, nefret söylemi, savaş propagandası yasaktır. Türkiye’nin altına imza attığı sözleşmelerde bunlar yasaklanmıştır. Dolayısıyla bir yasak faaliyet yürütüyor bu kişi ve partisi, istediği gibi hareket ediyor, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı niye bu parti hakkında kapatma davası açmıyor.    Bir sorun haline getirilen mültecilere neden bakmalı?     Bu ülkeyi yönetenlerin yanlış politikaları sonucu mülteciler Türkiye’ye gelmiştir. Yani Suriye ile, Kürtlerle barış politikası izlenseydi, Kürt sorunu çözülseydi bugün mülteci sorunu olmayacaktı.   Suriyeliler savaştan kaçıp Türkiye’ye sığındı. Dolayısıyla bu insanlar durup dururken bu ülkeye gelmediler. Afet nedeniyle şu anda yüzbinlerce insan yaşadığı yerleri terk etti, güvenli yerlere gitti. Nasıl ki o insanlar Türkiye’ye sığındılarsa, siz de başka kentlere sığındınız. Demek ki duyguda bir empati yapmak gerekiyor ve Ümit Özdağ gibi kişilerin nefret söylemine prim vermemek gerekiyor. Bu ülkenin yanlış yönetilmesinin sorumlusu mülteciler değildir. Bu ülkeyi yönetenlerin yanlış politikaları sonucu mülteciler Türkiye’ye gelmiştir. Yani Suriye ile, Kürtlerle barış politikası izlenseydi, Kürt sorunu çözülseydi bugün mülteci sorunu olmayacaktı. Kürt kartını kullanmak için Suriyeliler Avrupa’ya karşı silah olarak kullanılmıştır. Türkiye’de yaşayan ey halkımız, mülteci karşıtı söylemlere lütfen prim vermeyin. Bu ülkede sizin yapmadığınız işleri yaptılar. En berbat işlerde çalıştırıldı, sigortasız bir şekilde. Bakın hayat insana çok şey öğretir. Deprem vesilesiyle artık insanların mülteci, sığınmacı karşıtlığından vazgeçmesi, bir kez daha düşünmesi gerekiyor. Böylesi zamanlarda dayanışma ve destek çok önemlidir.    Elbette ki siyasi eleştirilerde bulunacağız, siyaset yapacağız ama insanların şu anda çok ciddi olarak barınma, beslenme, eğitim sorunu var. Çocukların çok ciddi anlamda korunmaya ihtiyacı var. Dezavantajlı grupların hakları ihlal ediliyor. Bunları, depreme dirençli yerleşim yerlerini konuşmamız gerekirken, hiç istemediğimiz halde işkence ve kötü muameleyi, nefret söylemini konuşuyoruz. Türkiye’nin bu atmosferden hızla çıkması gerekir.   Tüm bu sorunlar karşısında çıkış yolu nedir, nasıl bir siyaset izlenmeli?     Türkiye, deprem nedeniyle onlarca milyar dolar zarara uğradı, zaten savaş nedeniyle bütçesi inanılmaz açıklar veren bir ülke. Böylesi zamanlarda çatışmayı ve savaşı devam ettirmenin kimseye bir faydası yoktur.   Türkiye sınır ötesinde operasyonlar yürütmeye devam ediyor. Artık bu politikayı bitirmesi lazım. Türkiye’nin yeniden Kürt siyasi hareketi ile barışı gündemine alması gerekir. Bu vesileyle ifade edeyim; KCK Eş Başkanlarının açıklamalarını basından izledim. Bir eylemsizlik kararı duyurdular, Türkiye buna uysun. Türkiye, deprem nedeniyle onlarca milyar dolar zarara uğradı ve zaten savaş nedeniyle bütçesi inanılmaz açıklar veren bir ülke. Dolayısıyla böylesi zamanlarda çatışmayı ve savaşı devam ettirmenin kimseye bir faydası yoktur. Mutlaka barışçıl politikalara geri dönülmesi gerekmektedir. Mültecilerin ülkelerine güvenli yoldan gidebilmesi de barıştan geçmektedir. Bu sorunların çözülmesi için kimseyi hedef göstermeye gerek yok. Kimseyle ilgili nefret söyleminde bulunmaya gerek yok. Yeter ki barış politikalarına geri dönülebilsin. Ben bu eylemsizlik kararının buna vesile olmasını diliyorum. Tüm toplumsal muhalefetin bunu gündemine alması gerektiğini özellikle belirtmek istiyorum. Çünkü bu, toplumun ihtiyacı olan toplumsal barışa hizmet edecektir hem de ekonomik kaynakların deprem bölgesine, depremzedelere akmasını sağlayacaktır.   MA / Enes Beyaz