Karanlık koyulaştı şimdi şafak vakti 2022-12-29 09:54:50   ANKARA - İktidarın Kürt karşıtlığıyla savaşı derinleştirdiği 2022 yılını geride bırakırken, Üçüncü Yol’un varlığı, toplumun değişim isteği ve direngenliği yeni yılda koyulaşan karanlığın dağılacağını gösteriyor.    Oysa güzel dileklerle başlamıştı; 2015 yılından beri başlayan kötü gidişat sona erecek, yeni yıla yeni umutlarla girecek, güzel ve güneşli günler görecektik. Umut işte. Günleri, ayları, yılları hatta asırları birbirinden bağımsız açılıp kapanan dönemler olarak algılamanın, aradaki sürekliliği görmemenin yarattığı hayal kırıklığının bir başka adı oldu 2022. Temenni ve dileklerin beklenen güzel ve özgür günlere yetmediği fark edildiğinde kimi zaman karamsarlık, kimi zaman yılgınlık gelişse de değişimin çabayla, emekle gerçekleşeceğini bilenler açısından zaman ve mücadele denkleminde direniş ısrarı kendisini yeni formlarla mayalamaya başladı.   Adını ne koyarsak koyalım kesinlikle bir tarih yaşıyoruz, yaşanan bu çok kritik tarihin parçasıyız aynı zamanda. İnsanlık için geçmişte nasıl unutulmaz anlar ve dönemler varsa yaşadığımız bu dönem de asla unutulmayacak. Peki milat ne olacak, tarih nereye evrilecek? Kahin değiliz, müneccimlik yapamayız ama 2022’de yaşanan pek çok gelişme görmek isteyen gözler için önümüzdeki dönemin kehanetleriyle dolu. Bilim ışığında gelişmelerin bizi nereye götüreceğini öngörebiliriz.   ÖNÜMÜZDEKİ SÜRECİN İPUÇLARI   Bu açıdan pek çok çevre 2022’in zor geçeğini daha geçen yıldan fark etmiş, uyarılarda bulunmuştu. Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belliydi ve olumsuz gelişmelere işaret etmek ne bir felaket tellallığı ne de karamsarlıktı. 2022 yılı bu açıdan sadece 2023’teki gelişmeler bakımından değil, daha geniş bir dönem için fazlasıyla işaret barındırıyor.   AKP’NİN 3 KRİTİK DÖNEMİ   Türkiye’nin AKP iktidarıyla geçen son 20 yıllık yakın geçmişini 3 ayrı dönem olarak ele almak mümkün. Birincisi “eskiyi değiştirme, vesayeti kırma, Türkiye’yi demokratikleştirme” iddiasıyla geçen 2002-2007 dönemi. AKP için geçiş, kendini topluma kabul ettirme, geçmişine dair oluşan kaygıları giderme dönemi olarak nitelendirilebilecek bu aşamada AB üyelik süreci, reformlar, hizmet esaslı politika, ekonomiye dair atılan adımlar iktidarın hanesine artı puanlar olarak yazıldı. Bu dönem AKP’nin uluslararası sisteme hızlı bir şekilde entegre olduğu, sistem adına rol üstlendiği bir dönem olarak yaşandı aynı zamanda.   2007-2015 dönemi, iktidar açısından sisteme yerleşme, iktidarını kalıcılaştırma, kurumsallaşma, kadrolaşma dönemi olarak yaşandı. İktidar ortakları da bu dönemde boş durmadı. AKP kadrolaştığını düşünürken ortağı cemaat iktidar adına pek çok kritik köşe başını tutmuştu bile ve kendisi de el-mahkum bu durumu kabullenmek zorunda kaldı. Çünkü ne böyle bir kapasitesi ne de bürokrasiye yerleştireceği kadrosu mevcuttu. Yine de 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi, 2011 referandumu gibi kritik hamlelerle AKP bu süreci tamamlamayı başardı.   USTALIK MI MUTLAK İKTİDAR MI?   2015-2023 ise, otoriter eğilimlerin arttığı, hukukun, demokrasinin, anayasanın büyük oranda rafa kaldırıldığı, Kürtler başta olmak üzere toplumun hemen her kesimine yönelik saldırıların sistematik hale geldiği, katliamların yaşandığı ve AKP’nin iktidarını mutlaklaştırmaya çalıştığı bir evre olarak varlığını sürdürüyor. Erdoğan’ın çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemi olarak adlandırdığı bu dönemleri kendini kabullendirme, sisteme yerleşme, mutlak iktidar dönemleri olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Özellikle 2’inci ve 3’üncü evrede AKP’nin mi sistemi değiştirdiği, sistemin mi iktidarı kendisine benzettiği soruları her açıdan tartışmaya muhtaç. Fakat hem iktidarın ilk dönemlerdeki iddialarından büyük orandan vazgeçerek sisteme benzeştiği, sistemiçileştiği savı doğru hem de devletin büyük oranda AKP rengine büründüğü tezi. Bu karşılıklı etkileşim ve dönüşüm süreci taraflardan birinin tümüyle diğerinin rengine bürünmesi ve içinde erimesiyle sona erecek gibi gözüküyor. Daha şimdiden pek çok yorumcu, iktidarın derin devlet unsurlarıyla yaptığı işbirliğinden, MHP ile ortaklığından, devletçi kodlara dönüşünden hareketle AKP’nin, AKP olmaktan çıktığı tespitinde birleşiyor. Doğu Perinçek bile AKP’nin ve Erdoğan’ın kendi çizgilerine geldiğini söylemekten beis görmüyor. O yüzden AKP 20 yıl sonra iktidar ömrünü tamamlamış olsa da 2022-2023 bu hikayesinin ya sona erdiği ya da yeni bir aşamaya evrildiği bir dönem olarak kayıtlara geçecek.   AKP açısından bu 20 yıllık hangi dönemini değerlendirirsek değerlendirelim iktidar her zaman Kürtlerle çatışmayı sürdürerek, bir taraftan tarihsel Kürt karşıtlığı misyonunu sürdürdü bir taraftan da bu yöntemle devlet içinde kendisine yönelik homurdanmaların, itirazların önünü kesmeye çalıştı.   TAKTİK HAMLELER VE KIRILMA NOKTALARI   2019 "açılım" süreci, 2013-2015 "müzakere" sürecini ayrı bir parantez de değerlendirmek mümkün. Açılım-çözüm-müzakere arayışları sadece AKP’nin onayı ve oluruyla değil, aynı zamanda devlet aklının devreye girmesiyle ortaya çıktı. Erdoğan ve AKP bu dönemin bir aktörü olarak ön plana çıksa da devlet, 40 yıllık Kürt sorunundaki çatışmalı süreçte farklı yöntemler denemeye mecbur kaldı. Hem Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin ulaştığı boyutlar, Kürtlerin Ortadoğu’da etkili bir aktör olarak öne çıkması, Ortadoğu ve dünyadaki diğer gelişmeler Türkiye’yi buna zorladı. Devlet, esas itibariyle her iki deneme de savaşla başaramadığı tasfiyeyi masada tamamlamak istiyordu ve muhatabı da bunun farkında olarak masaya oturdu.    Ancak toplumun geniş kesimleri tarafından şiddetsiz, ölümsüz çözümün destek görmesi, savaş siyasetinin gittikçe sorgulanır hale gelmesi iktidarın ve devletin çözüm sürecinden beklediklerinin tersi gelişmelere yol açtı. Süreç devleti köklü bir paradigma değişikliğine zorlarken bu da yüzyıllık inkar ve imha politikalarının çökmesi, toplumda eşitlik duygusunun gelişmesini anlamına geliyordu. Herkesi ve her şeyi Türklük, Sunilik, Erkeklik potası altında eritmeyi amaçlayan sistem açısından bu durum kabul edilemezdi ve o nedenle sürece müdahale edilerek sona erdirildi.   Bu dönemde hem çözüm süreciyle bağlantılı hem çözüm karşıtı hamleler üzerinden iktidar açısından birkaç kırılma yaşandı. 7 Haziran 2015 seçim sonuçları iktidarın ilk kez kaybetme korkusu yaşadığı, tek başına iktidar koşullarını yitirdiği esaslı kırılmalardan biriydi. Çözümü bir taktik hamle olarak ele alındığı, demokratikleşmeye yanaşmadığı için darbe mekaniği de aktif olarak varlığını sürdürdü. İktidarın günahları üzerinden gelişen 17-25 Aralık ve 15 Temmuz hamleleri de çözüm süreci karşıtı güçlerin iktidarla hesaplaştığı kırılmalar olarak iktidarın tarihinde yer aldı.   TECRİT, SAVAŞ VE MANİPÜLASYON   AKP kendi varlığını da ülkenin geleceğini de demokrasi, özgürlük ve eşitlik üzerinden güvenceye almak yerine otoriter yöntemlerle kendini kurtarıp ülkeyi ateşe atma yolunu seçti ve böylece herkes için “kaybet kaybet” dönemi de başlamış oldu. 2022 yılına bu ağır koşullarda girdik. 2015 yılından sonra ne kadar olumsuz gelişme varsa 2023’e doğru zirve yapmaya başladı. Öcalan üzerinde uygulanan tecrit 2022 yılında katı bir şekilde uygulanırken, tecrit hem savaş politikalarını tetikledi hem de iktidarın toplumsal alana ilişkin uyguladığı bütün yasak politikalarının da temelini oluşturdu. Yükseltilen itirazlara, yapılan eylemlere rağmen, oyalama ile zamana yayma politikalarıyla tecrit politikası derinleştirilerek sürdürüldü. CPT’nin İmralı’ya yaptığı ziyaret ve Öcalan’ın CPT heyetiyle görüşmemesi bu konudaki kaygıları daha da arttırdı. Bir taraftan tecrit politikalarını katı bir şekilde sürdüren aktörler, öte yandan en üst düzeyde “Tekirdağ’daki hesabı İmralı’dakine verecek” açıklamalarıyla, spekülasyonlar yürütülmeye ve algı oluşturmaya çalıştı. Özellikle bu konuda başarılı olduğunu da söylemek mümkün. Çünkü muhalefet tecrit politikasına ve dayandığı hukuksuzluğa karşı çıkacağına, AKP’yi çözüm süreci gibi bu ülkenin belki de en olumlu gelişme üzerinden hedef alarak, onunla çözümsüzlük yarışına giriyor. Bu durum otoriter yöntemleri ve gidişatı beslerken aynı zamanda çözümsüzlüğü derinleştirerek süreklileştiriyor ve hatta Türkiye’de siyaseti kısırlaştırıyor, çözümü de barışı da hak ve özgürlükleri de iktidar ve muhalefetin ortak yönelimleriyle yerle bir ediyor.   TECRİT İMRALI İLE SINIRLI KALMADI   Tecrit, İmralı ve Öcalan ile sınırlı kalmadığı gibi başta cezaevleri olmak üzere hemen hemen her alanda yaygınlaştırıldı. Öyle ki iktidara yönelik yoğun teşhir paylaşımlarına başlayan, doğrudan kendisinin dahil olduğu ve iktidarla ortak gerçekleştirdiği suçları itiraf eden ve paylaşımları milyonlarca kişi tarafından izlenen Sedat Peker bile bir süre sonra “dijital tecrit” altına alındığını açıkladı. Paylaşımları kesilerek sessizliğe gömüldü. Dünün konuşan, fikir üreten pek çok aktörünün bugün ne dediğini kimse bilmiyor çünkü çeşitli yollarla yani susturuldu yani tecrit edildi. Cezaevlerinde ise çok daha ağır tecrit politikaları varlığını sürdürüyor. Cezaevlerindeki şüpheli ölümler, infaz yakmalar, işkenceler, keyfi uygulamalar yıl boyunca yaşanan ağır insan hakları ihlallerinin başında geldi.   DARBE, HAK GASPLARI HER ALANDA   Bu aynı zamanda hukuksuzluğun, darbenin, hak gasplarının da sıradanlaşmasını ve hatta yer yer kabullenmesini beraberinde getirdi. Emine Şenyaşar, Adalet Nöbeti tutan anneler, Cumartesi İnsanları, tecride karşı alana çıkan Kürtler, bu tür engelleme, abluka ve gözaltılara maruz kalırken, aynı saldırgan, ablukacı, tecrit eden yöntem 25 Kasım’da kadınlara, Meclise yürümek isteyen emekçilere, zeytinlikler için alana çıkan çiftçilere, eşit yurttaşlık için mücadele eden Alevilere, "barınamıyoruz" diyen öğrencilere, "doğa talan edilmesin" diyen ekolojistlere ve hatta 6 yaşındaki çocukların cinsel istismarını protesto etmek isteyen kesimlere karşı da kullandı. 2022 yılında sokak öylesine hak arama yöntemlerine kapatıldı ve bu öylesine büyük bir şiddetle uygulandı ki milletvekillerinin sokak ortasında ayakları kırıldı, milletvekilleri ve parti başkanları yürütülmez hale getirildi.   KÜRDÜ DÖVDÜRMEYECEKTİNİZ!   Yıl boyunca muhalefete karşı gözaltı, tutuklama ve yargı darbeleri hız kesmeden devam etti. Kürtlere karşı başlatılan ve toplumun diğer kesimlerinin sessiz kaldığı saldırılar bu dönemde genelleşti. Kobanê Kumpas Davası, HDP’ye yönelik kapatma davası Kürtlere karşı ardı arkası kesilmeyen gözaltı operasyonları sürerken yıl boyunca Osman Kavala’ya müebbet hapis cezası verildi, Gezi Davası aktörleri ağır cezalarla cezalandırılarak tutuklandı, Şebnem Korur Fincancı önce linç kampanyasına maruz kaldı ve sonra tutuklandı. Hatta tutuklamalar yasaklar öyle bir hal aldı ki, sanatçı Gülşen bile bundan nasibini aldı, pek çok konser yasaklandı ve iptal edildi. Kayyım bir yöntem haline geldi ve yönetim biçimine dönüştü. 19 Aralık kayyım darbesi, sırasıyla Boğaziçi Üniversitesine sıçradı ve şimdi İstanbul Büyükşehir Belediyesine yönelik aynı hazırlık yapılıyor. Ekrem İmamoğlu’na “hakaretten” ceza verilerek, siyasi yasaklı haline getirmenin yolu açıldı.   SAVAŞLA İSTEDİĞİNİ ELDE ET!   Bütün bunlar olurken itiraz etmeye yeltenen herkesin ve kesimin sesi savaş politikalarıyla “ama terör” denilerek kısıldı. Kürt karşıtlığı ülke içinde ve dışında derinleştirildi. Pençe-Kilit, Pençe-Kaplan, Pençe-Kartal, Pençe-Şimşek, Pençe-Yıldırım, Eren ve daha onlarca farklı isimle yıl boyunca sürdürülen saldırılarda, çatışma ve savaşta yüzlerce insan hayatını kaybetti. Federe Kürdistan Bölgesel Yönetimine yönelik yürütülen saldırıların yanı sıra bütün yıl boyunca Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıların hazırlıkları yapıldı, saldırılar gerçekleştirildi ve daha geniş kapsamlı saldırılar için iktidar bütün diplomatik imkanlarını seferber etmiş durumda. Taksim’deki katliam bu yüzden ilk elden karartıldı, sorumluları ve bağlantıları kamuoyundan saklandı ve Kürtlere yönelik saldırıların gerekçesi haline getirildi. Tam da seçim arifesinde bu tür saldırıların daha da yoğunlaştırılacağına ilişkin güçlü değerlendirmeler ve verilen mesajlar var. İktidarın bütün bunlar için 7 Haziran sonrası yaşanan şiddet dalgası ve 1 Kasım’da iktidarını yeniden sağlamayı referans alıyor. Aynı yöntemlerle bir taraftan hem Kürt karşıtlığını sürürken hem de 2023 seçimlerini garantiye almayı amaçlıyor.   YURTTA SAVAŞ DÜNYADA BARIŞ MÜMKÜN MÜ?   İçeride böylesine katı bir tecrit, baskı ve saldırı politikası ile savaş konsepti sürdürülürken, iktidar son 10 yıldır düşmanlaştırdığı ne kadar devlet varsa “barışmak” için hepsinin kapısını aşındırmaya başladı. 14 yıl sonra Türkiye "Van Minüt (One Minute) dediği ve “siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz” diye efelendiği İsrail ile en üst düzeyde görüşmeler gerçekleştirdi. Mart ayında Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı ile Ankara'da bir araya geldi, Mayıs’ta İsrail ile Türkiye Dışişleri Bakanları bir araya geldi, Ağustos’ta iki ülke arasında büyük elçi atamaları yapıldı. Nisan ayında Arabistan Başkonsolosluğunda katledilen Cemal Kaşıkçı dava dosyası Arabistan’a verildi. Erdoğan daha önce “darbeci ve katil” dediği Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile yılın son döneminde el sıkıştı. 2011 yılından beri iktidarın “katil Esed” olarak nitelendirdiği Suriye Devlet Başkanı Esad ile görüşmek için her türlü hamleyi sürdürüyor. Yani bütün “katiller, darbeciler, Siyonistler, düşmanlar” bir anda dosta döndü. Bu düzende her şeyin değişme ihtimali vardı ama Kürt karşıtlığının asla!   2022’deki olumsuz gelişmeler elbette bunlarla sınırlı değil. Orman yangınları, Karadeniz’deki sel felaketi, ırkçı kampanyalar, sokağa taşan işkence görüntüleri, özgür basına yönelik saldırılar, Antep ve Derik’te yaşanan katliam gibi kazalar, derinleşen ekonomik kriz ve daha sayılabilecek sayısız olumsuzluk 2022’de yaşanan karanlığı koyulaştırdı.   ŞAFAK NE ZAMAN SÖKECEK?   Maalesef bu gidişat bir süre daha devam edecek ama elbette bu karanlık ilelebet sürmez, süremez. Bunun sonsuza kadar sürmeyeceğini gösteren en önemli işaret toplumun her şeye rağmen itiraz etme basireti göstermesidir, verilen mücadeledir, teslim olmama halidir. 2023 seçimleri bu gidişatın nereye evrileceğini göstermesi bakımından elbette önemlidir ama daha da önemli olan toplumsal mücadele dinamiklerinin yaratacağı sinerjidir. Hem geleceği hem de seçim sonuçlarını belirleyecek olan da bu hakikattir. Seçim yapılır mı, yapılırsa sonuçları ne olur şimdiden kestirmek zor ama seçim yapılsa ve bir değişim yaşansa bile bu koyu karanlığın dağılması zaman alacak. İlk elden olası bir değişim psikolojik olarak ciddi bir rahatlamayı yaratacak. Tabii ki muhalefet şimdiye kadar yaptıklarını yapmaz ve toplumun umutlarını heba etmezse. Her şeye rağmen 3’üncü yolun varlığı, toplumun değişim isteği geleceğe dair umutlu olmamızı sağlıyor.   * Kenan Kırkaya - Gazeteci