Tarım alanları enerjiye kurban ediliyor 2022-12-29 09:13:20   MELETÎ - Tarımsal alanların enerji üretimi ile kıyaslandığını ve enerji üretimi için tarımsal alanların heba edildiğini belirten ZMO İstanbul Şube Başkanı Murat Kapıkıran, enerji yatırımlarının belli süreli yatırımlar olduğunu söyledi.    Meletî, yüzde 51’i mera ve orman arazisi olan 1 milyon 275 bin hektar büyüklüğe sahip bir kent. Bu toprağın yüzde 7’si kentleşme ve geriye kalan yüzde 42’si ise tarım arazisi olarak kullanılıyor. Tarım arazisinin de yaklaşık yüzde 51’i sulanabilir, yüzde 41’i sulanan ve geriye kalan yüzde 8’i de sulanamayan arazi. Malatya’nın 3 tarafı ise Keban, Karakaya, Atatürk ve Çat Barajları ile çevrili.   ENDEMİK BİTKİ ZENGİNLİĞİ   Malatya ilinde 354'ü endemik olmak üzere toplam bin 890 bitki türü bulunuyor. İl ve çevresindeki mevcut maden ocakları ve enerji üretimi projeleri, zengin biyoçeşitliliğe ve tarımsal üretime tehdit oluşturuyor. Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Murat Kapıkıran, Meletî’de yapılan enerji projelerinin tarımsal üretime etkilerini değerlendirdi.    Meletî’nin su kaynakları açısından çok zengin bir il olduğunu belirten Kapıkıran, su varlıklarına rağmen sulu tarım arazileri ve tarımsal verimin düşük olduğunu söyledi. Meletî, Dersim, Elezîz, Erzîncan illerinin yer aldığı Fırat Havzasının, Kafkasya, Akdeniz ve Avrupa Fitocoğrafi bölgelerinin kesişim noktasında olduğunu kaydeden Kapıkıran, “Bu nedenle de biyoçeşitliliği çok yüksektir. Her üç fitocoğrafyaya ait biyoçeşitliliği buralarda barındırır. Malatya, rakım olarak da bazı özel biyoçeşitliliği, endemik türleri barındırır. Neredeyse bütün Avrupa 350’ye yakın bir biyoçeşitliliğe sahipken, sadece Malatya’da 350’ye yakın endemizm var” dedi.    HES, RES, GES VE JEOTERMALLER ZARAR VERİYOR   Meletî’nin geniş tarımsal arazi alanları ve tarımsal üretimine karşın yapılan madencilik ve enerji projeleri nedeniyle büyük bir talanla karşı karşıya olduğunu ifade eden Kapıkıran, “Tarım, bitkisel üretim ve hayvansal üretim diye ikiye ayrılır. Bunun yanında birde sucul üretim vardır. Tarımsal çeşitlilik açısından bu kadar zengin bir çeşitliliğe sahip olmasına rağmen, yapılan madencilik ve enerji yatırımlarının tarımsal verime ve tarımsal varlıklara verdiği zararları ifade edebilmek için önce tarımsal büyüklükleri ifade etmek gerekiyor. Enerji üretiminde kullanılan Hidroelektrik Santrali (HES), Rüzgâr Enerji Santrali (RES), Güneş Enerji Santrali (GES) ve Jeotermal’ler çeşitli kriterlere uygun olarak yapılmadığı takdirde, doğaya, tarıma ve dolaylı olarak insanlara zarar verir noktada” diye konuştu.    HES’LERİN ZARARLARI   HES’lerin tarımsal üretime verdiği zararları anlatan Kapıkıran, şunları dile getirdi: “HES’ler, suyun normal akışını bozduğu için suyun birçok özelliği değişiyor. Bunun en başında su, durgun su haline gelince akışkan suyun yarattığı biyoçeşitlilik azalıyor. Akıntılı sularda yaşayan canlılar yok oluyor. Bununla birlikte durgun sular, 2-5 derece arasında ısının artmasına neden oluyor. Bu da biyoçeşitlillik farkı yaratıyor. Yine buharlaşmanın artmasına neden olduğu için çevre ekosistemini ciddi ölçüde değiştirebiliyor. Eski iklimsel şartlarda yaşayan bütün canlılar orayı terk etmek zorunda kalıyor ve terk edemiyorsa yok olmak zorunda kalıyor. Bunlar nesli tehlike altında olan ve sites olarak bilinen türler içinde geçerlidir. HES’lerin diğer zararları da hemen ticarileştirilmesidir. Suların ticarileştirilmesi ile alakalıdır. HES’ler genellikle avcılık itibariyle de Türkiye’de tekel olmuş kafes balıkçılığı şirketlerine veriliyor. Büyük bir yemleme faaliyetiyle o kafeslerin altında büyük bir ölü flora ve fauna oluşuyor. Göldeki bütün doğal canlıların oraya doğru akın etmesine neden oluyor ve dış yemle yaşamlarını sürdürür hale geldikleri için o kafeslerin yemlenmemesi durumunda o canlıların açlık çekmesine neden oluyor.”    HES’lerle birlikte suyun ticarileştiğini vurgulayan Kapıkıran, “Su birilerinin kontrolü altına girmiş oluyor. Halkın kamusal kolektifi olan bir varlığın satılmış olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Kamusal varlıkların ticarileşmesi yabancılaşmayı beraberinde getiriyor. O kaynaklardan faydalanan hem ekosistem ögeleri, hem tarımsal açıdan o kaynakları yüzyıllardır kullanan insanlar mahrum kalıyor” diye belirtti.    RES’LERİN ZARARLARI   Yine başka bir enerji üretimi çalışması olan RES’lerin de tarımsal alan ve üretime zararları olduğunu dile getiren Kapıkıran, “RES’ler, doğrudan hem insan sağlığına hem de doğaya zarar veriyor. RES’lerde yapılan türbinlerin hava koridorlarını bozan bir yanı var. Her bir türbinde kullanılan 40-50 kiloluk mıknatıs nedeniyle oradaki manyetizmanın bozulması söz konusu oluyor. Manyetizma, insanlarda anksiyeteye neden oluyor. Bunun yanında çarpıntı, ritim bozukluğuna da neden oluyor. Yine türbinlerin çıkardığı ses gürültü kirliliğine neden oluyor. Bununla birlikte hayvanlar sesten ürkebiliyor. RES’lerin, kuş göç yolları üzerinde kurulmasından kaynaklı olarak da zararları oluyor. Bu kuş göç yollarının etkilenmesi sadece kuşların göç yollarını etkilemiyor. Kuş göçü demek, biyoçeşitliliğin bir yerden diğer yere nakli demektir. Kuş göç yollarının bozulması demek aslında biyoçeşitliliği de çok olumsuz bir şekilde etkiliyor. Yine inşası sırasında birkaç metre kalınlığında geniş bir beton atılması söz konusu oluyor. Pervanelerin getirilmesi sırasında tarım arazilerinde 7 ile 14 metre arasında yollar yapılıyor ve bunlar tekrar kapatılmıyor. Çünkü bakım ve onarım çalışmaları içinde o yolları kullanmak gerekiyor. Üretilen enerjinin yer altı ve yer üstü nakil hatları da tarım arazilerinin tarım dışına çıkmasına neden oluyor. Dolayısıyla bu yapılan RES’lerin mutlaka tarım ve orman arazileri dışında rüzgar envanterlerine uygun yerlere yapılması lazım. Bu yapıldığı zaman yenilenebilir enerji açısından zararı en aza indirilmiş olacak” şeklinde konuştu.    GES’LERİN ZARARLARI   Geniş tarım arazisi üzerinde yapılan GES’lerin de tarımsal üretime olumsuz etkilerinin olduğunu belirten Kapıkıran, “Genellikle güneşlenme materyalleri yapılıp tarım ve orman arazi olması fark etmeksizin uygulaması yapılabiliyor. GES’ler tarım arazisi üzerinde yapılınca altındaki tarım arazisi kullanılamaz hale geliyor. Bununla birlikte yarattığı ışınım ve ısı, bölgede bir ısı adası oluşmasına neden oluyor. Oradaki hem biyoçeşitliliğe zararları hem de alışılagelmiş tarımsal üretim modeline ve ürün desenine olumsuz etkileri oluyor” dedi.     JEOTERMALLERİN ZARARLARI   Son yıllarda Türkiye’de yaygınlaşan Jeotermal enerji üretimlerinin de tarımsal üretime büyük zararlar verdiğini kaydeden Kapıkıran, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Jeotermallerde yer altına yapılan sondajlarla çıkarılan suyun enerjisi kullanılıyor. Türkiye’de mevzuatlarda reenjeksiyonun olmasına rağmen genellikle reenjeksiyonu yapılmadan jeotermaller çıkarılıyor. Son dönemde tarım bakanının ifadesiyle jeotermallerin kent çevrelerinde desteklenip, kent çevresinde örtü altı ziraat alanında kullanılması nedeniyle izinler verileceği söylendi. Fakat bunun yanlış olduğunu her platformda ifade ettik. Çünkü bu tür bir uygulama, kent çevresindeki tarımsal arazilerin ekonomik değerini yükselterek, ticarileşmeyi ortaya çıkaracaktır. Tarımsal jeotermal enerji yatırımlarının maliyetleri tarımsal üretimle çok uzun vadede çıkarılabileceği için daha kazançlı olan turizm alanlarına dönüşme ihtimali ağır basar. Dolayısıyla tarım alanı dışına çıkan arazi anlamına gelir. Ayrıca reenjeksiyon, arıtma tesislerinde olduğu gibi insanlar ya da kurumlar oradaki enerji maliyetleri nedeniyle tam zamanlı çalıştırmazlar. Yani tam zamanlı reenjeksiyonu yapmazlar. Yüzde 10 yapıp diğerini doğaya verirler. Orda da ortaya çıkan ağır metaller ve gazlar, hem insanlara hem de tarım arazilerine zarar verir.”   GIDA, SU, ENERJİ   Tarım arazilerindeki tarımsal verimliliğin bugün dünyanın geldiği gıda krizi noktasında herhangi bir enerji yatırımına tercih edilemeyecek durumda olduğunun altını çizen Kapıkıran, son olarak şunları söyledi: “Genellikle enerji yatırımları, kamu yararı kapsamında ele alınarak her nereye yapılırsa yapılsın o bölgeyi tarım dışına çıkarıyor. Aslında tarımsal faydanın enerji yatırımları karşısında bir değerlendirilmesi yapılarak sonuçta enerji yatırımlarını değerli gören bir anlayış var. Dünya da artık bildiğimiz askeri paradigmalar değişti. Bunun yerine gıda güvenliği, su güvenliği ve enerji güvenliği paradigması yerleşti. Dolayısıyla gıdayı ve suyu hem ekosistem hem de insanlık için güvenlik içinde tutmak, enerjiyi de bunları deforme etmeden başka bir yerde üreterek yapmak gerekiyor. Tarımsal faydanın insanlık tarihinin geçmişinden geleceğine kadar etkili olacak bir süreci içerdiğini ama enerji yatırımlarının belli süreli yatırımlar olduğunu hepimiz biliyoruz.”   MA / Ömer Akın