30 yıllık tutuklu Atlığ: Özgür yaşam ısrarımızla ayakta kaldık 2022-12-14 09:28:30   İSTANBUL - Cezaevlerinde kaldığı 30 yılı bir direniş mekanı olarak tanımlayan Yılmaz Atlığ, cezaevinde tüm teslim alma ve irade kırma dayatmalarına karşı özgür yaşam hattında ısrarlı duruşla ayakta kaldıklarını söyledi.    Türkiye ve Kurdistan’da 1990’lı yıllarda giriştikleri devrimci mücadelelerde henüz genç yaşlarda gözaltına alınıp siyasi gerekçelerle Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) yargılanıp müebbet hapis cezaları verilen tutuklular, 30 yılın ardından tahliye ediliyor. Bu tutuklulardan biri de 9 Ekim günü Tekirdağ T Tipi Kapalı Cezaevi’nde tahliye olan Yılmaz Atlığ (51). 30 yıllık tutukluluğu boyunca Atlığ, sırasıyla Xerpêt, Bartın, Amed, Erzirom, Sêrt, Mûş, Bayburt, Düzce ve son olarak Tekirdağ cezaevlerinde kaldı.    İşkenceye varan yoğun hak ihlallerinin yaşandığı cezaevlerinde sürdürülmek istenen politikalara karşı arkadaşlarıyla beraber amansız direniş mücadeleleri ortaya koyan Atlığ, 30 yıllık cezaevi sürecini Mezopotamya Ajansı’na (MA) anlattı.    BAŞLI BAŞINA BİR DİRENİŞ MEKANI    Cezaevinde geçirdiği 30 yıllık yaşam sürecini, bir direniş süreci olarak tanımlayan Atlığ, cezaevlerinin de tıpkı dışarıdaki yaşam gibi acının, hayalin ve coşkunun barındırdığı bir duygu dünyası olduğunu, fakat birçok olanağın da kısıtlandığı bir mekan olarak gördüğünü sözlerine keldi. Siyasi tutuklular olarak cezaevlerini her şeyin dışında “Başlı başına bir direniş alanı” olarak gördüklerini ifade eden Atlığ, cezaevlerinin “modern” devletin kurulduğu günden bu yana özel alanlarından biri olarak görüldüğünü söyledi. Cezaevlerindeki kısıtlamalara da dikkat çeken Atlığ, tutukluların yemesinden içmesine kadar her konuda imkanlarının kısıtlandığını aktararak, adeta idarecilerin tutuklulara “Ölmesinler yeter” şeklinde yaklaştığını ifade etti.    HEDEF TESLİM ALMAK     Cezaevlerindeki tutukluların geçirdiği her bir zaman diliminin bir irade savaşı olduğunun altını çizen Atlığ, iktidar zihniyetinin temsilcisi olan cezaevlerinde tutukluların iradesine hükmedilmek istendiğini belirtti. Bu duruma ilişkin Atlığ, “24 saat sürekli doğrudan üzerine gelmiyorlar. Zaman zaman direk geliyorlar, zaman zaman teslimiyeti dayatıyorlar. Bazen işkenceye, bazen yumuşak bir dille irade kırma amacıyla yapıyorlar bunu” dedi. Kullanılan tüm yöntemlerin iradelerini zayıflatacak ya da kıracak güce ulaşmadığını ifade eden Atlığ, “Cezaevlerinin amacı insanların beynini yıkamak, iradesini kırmak, bir ölü haline getirmek ve teslimiyet sağlamaktır. Oluşturulan bütün kurullar bu amaçla devreye sokuluyor” şeklinde konuştu.    ÖZGÜR YAŞAM HATTINDA İLERLEMEK    Özgür yaşam arzusunun her şeye karşı bir duruş sergilediğini belirten Atlığ, bu duruşun en anlamlı olduğu yerin cezaevi olduğunu vurguladı. Atlığ, “Cezaevi ne kadar seni öldürmek isterse, teslim almak isterse ‘Hayır’ diyorsunuz, izin vermiyorsunuz. Onun karşısından tam tersi bir duruş var. ‘Ben bütün işkencelerine, sınırlamalarına rağmen, ne olursa olsun özgür yaşayacağım’ diyorsun. Bu zaten bizde kültürdür, köktür, ruhtur. Bu kültürün önderleri var. Bizim elimizden geldiğince yaptıklarımız da o hatta sahip çıkmaktır. Doğrusu biz öyle bir şey yaratmadık ama bize gösterdikleri o yolda ‘Berxwedan jiyane’ dediler elimizden geldiğince, o hatta ilerlemeye çalıştık” ifadeleri kullandı.   ‘MUTLU OLMAMIZ İÇİN BİR SEBEP’    30 yıllık cezaevi yaşam sürecinde barış ve özgürlük mücadelesi içerisinde yer almış ve yaşamını yitirmiş arkadaşlarından büyük güç aldıklarını ifade eden Atlığ, her yıl onları anarken adlarını ve görüntülerini akıllarından geçirerek, “Onlar seninle, onlar büyük bir güç veriyorlar” şeklinde direnişlerine direniş kattıklarını vurguladı. Atlığ, halkın ayağa kalkıp isyanını dile getirdiği her dönemlerde ise, “Bu bizim direnmemiz, mutlu olmamız için bir sebep” diyerek ciddi anlamda motive olduklarını aktardı.    KOMÜN VE ARKADAŞLIK ÜZERİNE BİR YAŞAM    Cezaevlerinde yaşamın olmazsa olmazlarında komünal bir yaşamın ve arkadaşlığın önemine vurgu yapan Atlığ, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu yaşam bizim için kutlu bir yaşamdı. O yüzden ‘Dışarıdakiler nasıl idare ediyordu?’ diye hep bir merak içindeydim. Bu yaşamı yaşamayanlar, bundan mahrum olanlar nasıl, ne yapıyor acaba? Çünkü bizim yaşamımız çok güzeldi. İçinde büyük bir mutluluk vardı. ‘Heval’ diyorsun her şey geçiyor, sevgi oluyor, çiçek açıyor, gün doğuyor. Her şey arkadaşlıktır. Zindanın bize verdiği irade, güç doğal bir ideolojidir. Kökünde bu var. Biz öyleydik, arkadaştık. Arkadaşlık için ne gerekiyorsa aramızda 24 saat bu vardı. O kültür ya da arkadaşlık ahlakı vardı.    Diğer bir açıdan bir saldırı olduğu zaman, bakıyorsun arkadaşının eline kelepçe vurup yere yatırmışlar, bir, iki kişi de üstüne çıkmış. Gözümüz birbirine çarptığında o ağrının altında birbirimize gülüyorduk.  Arkadaşlığımız gönüldendi, hesapsızdı. Hesapsızlığı da önemli görüyorum. Bir şeyin içine hesap girdiği zaman hiçbir hatırı kalmıyor. Dürüst arkadaşlıkta hesap yoktur. Gönülden, candan dediğimiz böyledir.”    DİRENİŞTEN ALIKOYMAYAN BİR DURUŞ    Cezaevlerindeki idarenin uygulamalarını “karne” sistemine benzeten Atlığ, bu konu hakkında İdare ve Gözlem Kurulu’nu işaret ederek, “Okullarda nasıl ki okulu geçenlere, geçmeyenlere karne veriyorlar, bu sistemi zindanlara da getirmişler. Ama çok tehlikeli bir sistem. Zindandaki arkadaşlar bunun farkında. Ama insanlar bunun üzerinde de durmalı. Çok önemli. İdare ve Gözlem Kurulu, insanların her davranışını, söylemini, adımını kontrol altına alıyor. Amaçları sosyal arkadaşlığı, devrimciliği, politikliği dağıtmak. Zindanların içine tehdide başvuruluyor. ‘Sen bunu yaparsan karnenden keseceğiz’ diyorlar. Hakları var mı? Yok. Sistem zaten 30 yıl vermiş. Hukuk bir anlamda sözleşmedir. 30 yıl önce kendilerince ‘Biz seni tutmuşuz, 30 yıl elimizde rehin tutacağız’ demişler. 30 yılın sonunda vakit doluyor. Ama bugün sözlerinde durmuyorlar. Kanunlarını ayaklar altına almışlar. Zaten bu egemenlik bu özelliğiyle tanınıyor. Şaka gibi bir politika yürütüyor. Zindanlarda da bunu devreye koymuş. Ne yapıyor? Senin karşında her şeyi yapıyor. Kendini eğitmeyen birine, bireysel şüpheye düşen birine her zaman parmak sallarlar. Amaçları onların kendilerini mücadeleden geri tutması. Arkadaşlar bu politikalara boyun eğmiyorlar. Duruş budur. Hiçbir şey onları yollarından, davalarından, direnişlerinden alıkoymuyor” dedi.    ‘DEVRİMCİ HALKIN KAVGASINI HEP YAŞADIK’   Yaşananlara karşı tavırlarının ne olduğunu “Aç kurt, çobanın hey heyinden korkmaz” sözüyle özetleyen Atlığ, “Biz özgürlüğümüze aç olduğumuz müddetçe hiçbir şey önümüze geçemez” ifadesini kullandı. Bu uğurda birçok arkadaşının yaşamını yitirdiğini belirten Atlığ, “Ama coşku dolu anılarda var. Mesela başkaldırı olduğu zaman, Newroz yaşandığı zaman, mesela halkımız ayaklandığı zaman… Her zaman dışarıda ne yaşanıyorsa, bizimle de yaşanıyordu. Mesela sokak kavgalarında biz halkımızlaydık. Devrimci halkın kavgasını heyecanla takip ediyorduk, onlarlaydık” dedi.   İNSAN YAŞAMDAN KOPMAMALI     Cezaevinde geçirdiği son haftayı anlatan Atlığ, arkadaşlarının zorlamasıyla okumayı bıraktığını, sadece volta attığını, düşündüğünü, arkadaşlarıyla vedalaştığını ve kendisini dışarıya çıkmaya hazırlandığını aktardı. Dışarıya ilişkin hep “Ne göreceğim? Karşıma ne çıkacak, nasıl bir hayat çıkacak? Halkımızın durumu nasıl, mücadelenin durumu nedir?” şeklinde merakları olduğunu dile getiren Atlığ, cezaevinden çıktıktan sonra kendisini şaşırtacak, “Bunu beklemiyordum” diyecek bir şeyin olmadığını sözlerine ekledi. Atlığ, “Çok dediler, ‘Dünya değişmiş, elektronik olmuş.’ Doğru ama biz onlardan kopmadık. Biz de onları yaşadık. Zindan ölüm anlamına gelmiyor. Bu yanlış bir şey. Zindanda hayattır, acı bir hayat. İsteyen biri dışarıdan kopmuyor. Çünkü insan kendini gündemde koparmamalı. Bunun devrimcinin işi olduğunu bize öğrettiler. Kendini hiçbir şeyden koparmaman gerekiyor. Bizde koparmadık. Bu da eğitimin bir parçası. Bilim, teknik, sosyolojik, politik, ne olursa olsun öğrenmen gerekiyor. Bu bir vazifedir. Yapmazsan bu yanlış bir şey. O yüzden ben farklı bir şey görmedim” ifadelerini kullandı.   BÜYÜK BİR AŞK   Cezaevinden çıktıktan sonra kaynaklı üzüntü ve sevinci birlikte yaşadığını belirten Atlığ, “Halkımızın bizim çıkmamızdan kaynaklı coşkusu çok kıymetliydi. Kim ne derse desin halkımız canlı. Ben bunu gördüm. Hiçbir zaman umudunu kesmemiş. ‘Dünya değişmiş’ deyip ‘ah, vah’ edenlerin kendi bozuk düşünceleri bunlar. Ben bunu gördüm. Başkaldırının gür ateşi belki azalmış olabilir ama bu volkanın söndüğü anlamına gelmiyor. Kesinlikle böyle görmüyorum. Bu halk hala büyük bir aşk” diye konuştu.     Cezaevindeki arkadaşlarının toplumdan özel bir beklentisi olmadığını söyleyen Atlığ, tutukluların, “Biz o toplumun çocuklarıyız, hizmetkarlarıyız” dediklerini aktararak, “Bazı kurumlarımızdan daha duyarlı olmalarını istiyorlar. Bu beklentileri var. Onun dışında arkadaşların büyük şeylerde gözü yok. Halkımız iyi olsun yeter. O yüzden bu mücadelenin içine girdiler. Ama diyorum ya biraz daha cezaevleriyle alakadar olsalar, ilişkilenseler bu arkadaşları daha mutlu edecek” dedi.   ‘ONLAR DEVRİMCİLER’   Atlığ, konuşmasının sonunda şunları kaydetti: “Çıktıktan sonra klasik bir söylem var, ‘Gönlümün yarısı içeride kaldı’ diye. Bende bunu söylemek zorundayım ama bunu kederle söylemiyorum. Onlar benden daha çalışkan. Onlar kendilerine yetiyor. O açıdan kimse onları merak etmesin. Onlar devrimci. Nerede ne yapacaklarını biliyorlar. Gözüm arkada kalmadı. Kendilerini eğitiyorlar, anlaşıyorlar, umutlular. Umutla yaşıyorlar. Sadece onları tek tek çok özlediğimi söyleyebilirim.”   MA / Rukiye Adıgüzel - Mehmet Aslan