Eski hâkim Karadağ: Hakim ve savcılar Saray'dan atanıyor 2022-09-20 09:01:10   ANKARA - Hâkim savcıların görev yerlerine saraydan atandıklarını belirten eski hâkim Mustafa Karadağ, “AKP-MHP kadroları tasfiye edilmeden, yargı sistemi demokratik bir hukuk devletindeki işlevini yerine getiremeyecek” dedi.   AKP’nin iktidara gelmesinin ardından geçen 21 yıllın sonunda, ekonomik ve toplumsal krizlerin yanı sıra yargı mekanizması da tartışılan en başat konulardan biri oldu. Özellikle Kobanê Davası, Gezi Davası gibi toplumsal muhalefetin hedef alındığı dava süreçlerinde verilen mahkeme kararları, yerel mahkemeler tarafından tanınmayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi (AYM) kararları, yargının siyasallaştığını göstergesi oldu.   AKP’nin devlet içerisinde yapılaşmasının önemli bir ayağını, 21 yılda yargının getirildiği süreç takip etti.   Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) tarafından 2017 yılında bir yazısı gerekçesiyle Urfa Hakimliği’ne sürgün edilen ve bu nedenle 29 yıllık yargıçlık mesleğinden istifa ederek, emekli olan Yargıçlar Sendikası eski Başkanı avukat Mustafa Karadağ, AKP-MHP iktidarının yargıdaki yapılandırmasına dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.  2010 referandumu ile Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) yapısı değiştirildi ve iktidarın yargıda kadrolaşmasının önü açıldı. Referandum sonrası Erdoğan, ABD’de bulunan Fethullah Gülen’e de teşekkür etmişti. Cemaat yargıya bu süreçte nasıl yerleştirildi? Bu süreçte kimler aktif rol aldı?   AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte cemaat kadroları yavaş yavaş zaten Adalet Bakanlığı’na yerleştirilmişti. Türkiye’nin cemiyetten cemaate evrilme süreci başladı. 12 Eylül 2010 referandumuna geldiğimizde cemaat yargıda çoktan yapılanmıştı. Sadece resmen iktidar değildi. 12 Eylül referandumunda yargı cemaate tamamen teslim edildi. Referandumda AYM ve HSYK yapılanması dışındaki hükümler değişmeseydi, uygulamada bir şey değişir miydi? Değişmezdi, nitekim değişmedi. Anayasa değişiklikleri uygulamaları değiştirmedi ama HSYK’nin ve AYM’nin yapılanması, yargının Gülen cemaatine teslim edilmesi açısından bir milattı. O referandumdan sonra HSK’yi, AKP’ye bağlı Adalet Bakanlığı oluşturdu. O dönem Erdoğan’a liste verildiği ve “hepsi alnı secdeye değen arkadaşlarımız” denildiği çok kez konuşuldu. O dönem HSK listelerini atayan AKP’nin ya da Erdoğan’ın Gülen cemaatinden şikâyet etmesinin hiçbir anlamı yok. Cemaat, iktidarı sağlamlaştırmak için bir taşerondu. Sonra cemaat çok fazla şey isteyince ortaklık bozuldu. Yargıdaki cemaat döneminde AKP’nin isteyip de yaptıramadığı bir şey olmuş mu? Ne dediyse oldu.   Peki o süreçte hâkim ve savcılara nasıl bir mesaj verildi?     Türkiye’deki yargı mekanizması “devletle kavga edilmez” anlayışıyla hareket eder. Devletin taraf olduğu bir dava varsa hakimler kaleye geçerler. 2010’da “Ey hâkim ve savcılar, siz eğer HSK ile iyi geçinirseniz, biz de sizi iyi yerlere getiririz” mesajı verildi.   Türkiye’deki yargı mekanizması “devletle kavga edilmez” anlayışıyla hareket eder. Devletin taraf olduğu bir dava varsa hakimler kaleye geçerler. 2010’da “Ey hâkim ve savcılar, siz eğer HSK ile iyi geçinirseniz, biz de sizi iyi yerlere getiririz” mesajı verildi. Cezalandırmadan çok bir ödül verme üstüne kuruldu. YARSAV yönetiminde görev alanlar ise cezalandırıldı ve sürgün edildi. Ancak geniş kitle bunu önemsemedi. O dönem yeni adliyeler gibi insanların hoşuna giden gelişmeler oldu. AKP öncesinde yargı bu kadar da düşman edinmezdi. HSYK, kendilerine gazetede “Şevket Kazan’ın köpekleri” diyen bir hâkime sadece kınama cezası verdi. Şimdi olsa ihraç olur. 2010-2014 arasında hakimlere bu zihniyeti öğrettiler.     Yine o tarihlerde Ergenekon, Balyoz ve KCK davaları açıldı. Cemaat bu süreçte yargısal olarak nelere imza attı? Dava süreçlerinde ne gibi usulsüzlükler yaşandı?   Türkiye’de askerlerin çok fazla kusuru olmuştur, insanları üzmüştür. Terörle mücadele adı altında kasıtlarını aşmışlardır ama Ergenekon’daki hesaplaşma bu değildi, Cumhuriyet ile hesaplaşmaydı. AKP, 2007’den sonra Cumhuriyet ile hesaplaşmaya başladı. En kolayı da askerlerden başlamaktı. En kolay aklanan dava Ergenekon oldu ama Balyoz ve KCK davaları hala duruyor. Davaları ayırırsak doğru değerlendiremeyiz. Bu davalar tasfiye davasıydı. 101 Amiral meselesinde insanlar “Montrö Sözleşmesi vardır” dedikleri için tutuklandılar. Cemaat yargısı 12 Eylül’deki gibi işkence yapmıyordu ama delil üretiyordu. Yalan deliller üretti ve insanları tutukladılar. 2014’ten sonra Türk yargısı delil aramaz oldu.    Yargıdaki Cemaat yapılanmasına karşı 2014 yılında Yargıda Birlik Platformu kuruldu. İşlevi bakımından neler söyleyebilirsiniz? Siyasallaşan yargı konusunda etkileri var mı?   Asıl vahim süreç işte o zaman başladı. Kendilerini muhafazakâr, ülkücü ve sosyal demokrat olarak ifade eden yargı mensupları tarafından kuruldu. Yargıyı aldılar ve geniş yargı kitlesine “Bizler toplandık ve ülkemizin bekası için bir karar aldık” dediler ve insanlar onlara oy verdi. O zaman gördük ki yargı gerçekten ikiye bölünmüş. Yargı, bu derneğe teslim edildi ancak sonra iktidar bu derneği tasfiye etti, çünkü hiçbir söyledikleri olmuyordu. Geçtiğimiz Ramazan ayındaki bir iftar yemeğinde Yargıda Birlik Derneği ile Adalet Bakanı Bozdağ bir araya geldi. Biz, dernek üyelerinin Bozdağ’a “Bizim hiçbir dediğimiz olmuyor” şeklinde şikâyette bulunduklarını duyduk. Bozdağ ise “Bundan sonra siz direkt beni arayın, ne demek” demiş. Adalet Bakanı’nın değişmesinde bu konu da yer ediniyor. 15 Temmuz’dan sonra HSK, bir gecede 2 bin 500-3 bin hâkim ve savcının evrakını çalıştı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na (ACB) gönderdi. ACB, gece çalıştı ve sabah bütün adliyelerde gözaltı kararları dolaştı. Bu normal mi? Binlerce insan gitti. Onların hepsi cemaatçi miydi? İçlerinde cemaatçi olmayanları tanıyorum. Bizim Ceza Hukuku anlamında bütün bildiklerimizi tersine çevirdiler.    2016’daki “Darbe girişimi” sonrası birçok hâkim ve savcı ihraç edildi. Bu yargıya müdahale ile birlikte yargıda yeni bir AKP-MHP dönüşümü oldu. MHP’nin yargıdaki rolü nasıl bir boyuta evrildi?     Şu an Türkiye’de 2 bine yakın parti üyesi hâkim ve savcı var. AKP-MHP’nin oluşturduğu bir yargı ürünü mevcut. Yargıdaki bu kişilerin tasfiye edilmesi gerekiyor. Başka türlü bu yargı sistemi, demokratik bir hukuk devletindeki işlevini yerine getiremez.   MHP ben kendimi bildim bileli hep iktidardır. Öncesinde taşeron cemaat ise, şimdi o süreçten sonra MHP taşeronluk yapıyor. İnsanları Gülen cemaati düşmanlığı üzerinden manipüle ederek, bunu yapıyor. MHP’nin atadığı HSK üyeleri var. Bahçeli’nin danışmanı HSK üyesi seçildi, sonrasında bir operasyondaki anlaşmazlık yüzünden istifa etti. İstifadan önce ise Bahçeli’ye “ben ne yapayım” diye sordu. Gülenci hâkim ve savcıların tasfiyesinden sonra MHP’li avukatlar, parti yöneticileri ve belediye encümen üyeleri, hakimliğe ve savcılığa atandı. Normal şartlarda HSK’de hiçbir üyenin partiyle ilişkisi olamaz. Herhangi bir siyasi partiyle ilişkisi tespit edilen hâkim ve savcılar, meslekten uzaklaştırılırlar ama şu an Türkiye’de 2 bine yakın parti üyesi hâkim ve savcı var. Bir dönem hâkim ve savcılık için ön mülakat büroları kuruldu. O mülakattan geçenler, mülakat sınavına girebildi. MHP’nin militan kültürü vardır. AKP-MHP’nin oluşturduğu bir yargı ürünü mevcut. Yargıdaki bu kişilerin tasfiye edilmesi gerekiyor. Başka türlü bu yargı sistemi, demokratik bir hukuk devletindeki işlevini yerine getiremez. “AYM ve AİHM kararlarını tanımıyorum” diyen bir hâkim olamaz. Tarafsızlığını yitiren bir savcı olamaz.    Sonrasında OHAL ve KHK’lar perdesinde bir 2017 referandumu yaşadık. AYM’nin, KHK’ler uğruna kendi içtihatlarını yok saydığı bir dönem başladı. 100 yıllık parlamenter gelenek terk edildi ve referandum sonrası 2018’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yürürlüğe girdi. Bu rejim değişikliğinin süreç içinde yargıya nasıl bir etkisi oldu?   Son Yargıtay seçimlerinde liste akşamdan sonra geldi, sabah da yarım saat konuşuldu ve bitti. Bir yüksek mahkeme üyeliğine dünya kadar aday var ama her şey yarım saatte bitiyor. Çünkü mesele saraydan gelen listeye bağlı. Hâkim savcılar görev yerlerine saraydan gönderiliyor. Hâkim adayları sarayda Cumhurbaşkanı’nı ayakta alkışlıyorlar. Obama, Amerikan Senatosu’na gittiğinde hakimler yerlerinden kalkmıyorlardı. Oysa bizde hakimler, Cumhurbaşkanı’ndan “Kanunları boş verin, vicdanınıza göre karar verin” şeklinde talimat alıyorlar. Böyle talimatlı bir yargıç kitlesinden ne beklersiniz? İçişleri Bakanı “Siz işinizi yapın, yasa arkadan gelir” diyor. Bu gerçeklikleri bir tarafa atıp bizi mevzuata boğarlarsa doğru yere gidemeyiz. Bizim pratiklerimiz önemlidir.    Yaşananlara ses çıkaracak hâkim-savcılar hiç mi kalmadı?   Yok. Kavala Davası’nda olduğu gibi itiraz eden hâkim ve savcılar anında gönderildi. İstanbul’daki bir Ağır Ceza Mahkemesi hâkimi, Maraş’a normal hâkim olarak gönderildi. Bu diğer hâkim-savcılara bir tehdittir. “Muhalif kararlar vermeyin” diyorlar.    Mahkemeler açısından AYM ve AİHM kararları bağlayıcı bir pozisyonda ancak Türkiye’deki siyasi davalarda AİHM kararları neredeyse işlevsiz bir duruma getirildi. Kobanê Davası’nda Demirtaş, Gezi Davası’nda ise Kavala kararları yok sayıldı. Mahkemelerin AİHM kararlarını tanımaması, uluslararası boyutta Türkiye açısından ne gibi sonuçlar doğuracak?   Neticede Avrupa Komisyonu bu konuları görüşüyor. Anayasa’da 90’ıncı madde mevcut. Sen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (AİHS) kabul ettin. AİHM’in kuruluşunu ve sonuçlarına uymayı da kabul ettin ama kararlarına uymuyorsun. Buradaki sorun iktidar yargısının sorunu. Artık yargıya bir kişilik verilmeli. Yargıçlar artık “Biz artık iktidarın yargıcı değiliz” demeli. Böyleleri var ancak başlarına geleceklerden korkuyorlar.    Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün görevinden ayrılmasına neden olan bir Pelikancılar meselesi, yakın zamanda yargıdaki güç savaşlarının bir yansıması olarak karşımıza çıktı. O süreçte neler yaşandı? Sizin hakkınızda da bir soruşturma başlatılmıştı. Güncelde Pelikancılar, yargının neresinde?   Gül ile Pelikancılar’ın arası iyi değildi. Pelikancılar dediğimiz İstanbul grubunun önde gelenleri, Cumhurbaşkanı’nın avukatları. İstanbul Başsavcısı’nı onlar atıyor. Gül ise onlara karşı muhalefet kokuyordu. HSK Genel Sekreteri o yapının zorlamasıyla istifa etti. Gül dönemindeki Başsavcıların çoğu değişti. Bu güç savaşlarını, davalardaki yargıç tutumlarıyla görürüz ama mesela Kobanê Davası’nda görüş ayrılığı bulunmuyor. Onlar için mesele, 5’li çete denilen yapı veya Ticaret Bakanlığı’nın kendi şirketinden mal alması gibi konularda hassasiyet gösterecek savcıların olmaması.    Darbe Anayasası’nın doğurduğu siyasi ve toplumsal atmosfer ile günümüzü karşılaştırırsak, 1980 ve AKP’den sonra yargının genel durumu hakkındaki yorumunuz nedir?     1995’te Danıştay, “Sıkı yönetim bitmiştir. Sıkı yönetim yetkililerinin görevden uzaklaştırdıklarının görevinden uzaklaştırılması da bitmiştir” dedi. Şu anda Türkiye’de böyle bir kararı verecek bir Danıştay yok. 80’den çok gerideyiz.    Darbe Anayasası’ndan sonra yeterli olmasa da bir kısım iyi değişiklikler de oldu, fakat 80’den sonra günümüzün KHK’lileri gibi 1402’likler sorunu vardı. 1995’te Danıştay, “Sıkı yönetim bitmiştir. Sıkı yönetim yetkililerinin görevden uzaklaştırdıklarının görevinden uzaklaştırılması da bitmiştir” dedi ve o insanların görevlerine kaldıkları yerden devam etmesine dair bir karar aldı. Şu anda Türkiye’de böyle bir kararı verecek bir Danıştay yok. 80’den çok gerideyiz.    Yaklaşan seçimlerde gerçekleşecek olası bir siyasal iktidar değişikliği sonucunda yargıdaki çürüme düzelebilir mi? AKP-MHP’nin yargı kadroları nasıl tasfiye edilecek?   Partili hâkim-savcıları, geçmişte ortaya çıkan kopyacı hâkim-savcıları, sınavlardan usulsüz geçenleri, AYM ve AİHM kararlarını tanımayanları tasfiye ettiğiniz zaman diğer yargıç ve savcıların çok ağır etkili olduklarını düşünmüyorum. Onlara da bir güvence verdiğiniz zaman daha rahat ve bağımsız karar verebilecekler. “Davanın gereği neyse bunu yap” dediğiniz zaman onlar da kendilerine gelecekler ama öncesinde bu yargıdaki virüslü yapıların meslekten temizlenmesi lazım. Tabi iktidar değişir değişmez hemen olamayacak belki ama bu tasfiyelerden bir süre sonra yargı düzelecektir. 15 Temmuz sonrasında ayrılan hâkim ve savcılar göreve çağrılmıştı. Ancak başvuran hâkim ve savcılar arasında cemaat ile ilişkisi asla olmayanları almadılar. Örneğin Ömer Faruk Eminağaoğlu’nu herkes bilir. Onun başvurusunu kabul etmediler. Daha öncesinde partiden aday olanları aldılar ama Eminağaoğlu’nu almadılar.   MA / Fırat Can Arslan