Sancar: Hafıza olmadan hakikat bulunmaz 2022-06-05 16:23:58 ANKARA – “Geleceğin Türkiye’si” konferansında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Hafıza olmadan hakikati bulmanın mümkün olmadığını biliyoruz. Otoriter, totaliter yönetimler hafızayı ve hatırlamayı kendi tekellerinde tutmak isterler” dedi.  Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Halkevleri, Halkların Demokratik Partisi (HDP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Toplumsal Özgürlük Partisi'nin (TÖP) düzenlediği “Geleceğin Türkiye’si için Hafıza, Hakikat, Hesaplaşma” konulu konferans, “Hesaplaşma” bölümüyle devam ediyor.    HAFIZA VE HAKİKAT İLİŞKİSİ   Bu bölümde konuşan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, hakikatin hafıza ile doğrudan ilişkili olduğunun altını çizdi. Sancar, “Hafıza olmadan, hatırlama olmadan hakikati bulmanın da mümkün olmadığını biliyoruz. Çeşitli iktidarlar özellikle otoriter, totaliter yönetimler hafızayı ve hatırlamayı kendi tekellerinde tutmak isterler. Dolayısıyla geçmişin kendilerince şanlı olaylarını öne çıkarırlar. Hikayesizleştirirler ve topluma da bunları kabul ettirmeye çalışırlar. Yani kendi tarihlerini yazarlar, hafızayı kendi istekileri gibi biçimlendirmeye çalışırlar. Yönetimlerini de bu hakikat üzerine, kendi yarattıkları hakikat üzerine kurmayı isterler. Bizlerin ise toplum çeşitli kesimlerinin, ezilenlerinin, mazlumlarının, dışlananlarının mağdurlarının hikayeleri bastırılır. Bizlerin hafızaları boğulmaya çalışılır. Çünkü bizler hakikati anlattıkça hikayeyi anlattıkça gerçeğin daha fazla boyutları ortaya çıkacaktır. Bu hikayelerin önemli bir kısmı acılarla doludur. Bir kısmı da travmatik tecrübeler diye nitelendirilebilir” dedi.      ‘HİKAYELERİN ANLATILMASINA İZİN VERİLMEDİ’   Türkiye tarihine bakıldığında üst üste binmiş travmatik deneyimler yığını ile karşı karşıya olan bir toplum ve ülke gerçeği olduğunu dile getiren Sancar, şunları söyledi: “Bugüne kadar büyük acılar yaşandı ama bunların gerçek anlamda hikayesinin mağdurlar, mazlumlar açısından hikayesinin anlatılmasına izin verilmedi. Hafızanın bastırılmasının başka bir boyutu acıların inkarıdır. Bu da zulmün katmerleşmesi demektir. Hem zulüm yapacaksınız, hem de bunun olduğunu inkar edeceksiniz. Ermeni soykırımı bunun tipik örneğidir. Ama sadece Ermeni Soykırımı değil yaşadığımız acıların büyük kısmında da bu iktidarlar sistemi ayakta taşıyan bütün özneler aynı yöntemi izlemiştir.    HAKİKATİN ANLATILMASI ENGELLENİYOR   Bizlerin hakikat yolculuğu ve arayışı elbette acılarımızı anlatmakla sınırlı olamaz. Acıyı dile getireceğiz, acıyı dinlediğimizde yüreğimiz yanacak. Belki gözyaşı dökeceğiz belki yıllar geçse de ağıtlar yakacağız. Bunların hepsine hakkımız var ağıt yakmaya da gözyaşı dökmeye de hakkımız var. Ama bununla sınırlı hakikat mücadelesinin dönüştürücü bir etkisi olmadığının farkına varmamız gerekiyor. Eğer ağıtlarımızın sesini takip edersek, gözyaşlarımızın izini sürersek o zaman bu acıları toplumsal mücadelenin dönüştürücü enerji kaynağı haline getirebiliriz. Bugün ilk oturumda dinlediğimiz hikayelerin hepsi çok yürek yakıcı. Buna benzer binlerce, on binlerce, yüzbinlerce hikaye var bu ülkede. Bunların hatırlanmasını, hakikatinin anlatılmasını engellemeye çalışan devasa bir sistemle karşı karşıyayız. Dikkat edin burada yapılmak istenen şey olayları geçiştirmek, mağdurların mazlumların sesini olabildiğince kısmak, kendi dar dünyalarında sessizce kaderlerine mecbur edilmek. Asıl izlenen yöntem hedeflenen şey budur.    YÜZLEŞME GEREKLİDİR AMA YETERLİ DEĞİLDİR   Biz buraya hafıza, hakikat ve hesaplaşma başlığını koyduk. Hesaplaşma başlığı sert kaçabilir. Bazıları bunun hedeflere giden yolu yeterince tarif edip etmediği konusunda tereddüt de duyabilir. Ama bu tereddütlerin yerinde olmadığı kanısındayım. Bu çerçevede çalışmalar yaptım yıllarımı verdim bu çalışmalara, çeşitli kavramların kullanıldığının da farkındayım ama her birinin siyasal çağrışımı ve hedefi farklı olur. Mesela sadece adalet kelimesi koymak, sadece bu somut olaylarla ilgili bir hukuksal yargısal hedef belirlemek gibi bir hedef yaratabilir. Oysa bizlerin sadece bununla sınırlı bir mücadele yürütmek gibi dar bakışlı yaklaşımı olamaz. Mesela yüzleşme kavramı konulabilirdi evet yüzleşme de önemli bir edim ve hedeftir ancak yüzleşme büyük ölçüde hakikate bakmak ve orada kalmak, ötesine geçme iradesini açıkça ortaya koymama gibi bir sınırlılığa sahiptir. Yüzleşme gereklidir ama yeterli değildir.”   HESAPLAŞMA ORTAYA ÇIKARAN DÜZENLEDİR Hesaplaşma ise en az iki boyuta sahip bir kavramdır. Bunlardan biri ilk çağrışan anlam yani hesap sormak. Hesap sormanın da çeşitli boyutları var. Bunlardan biri hiç şüphesiz adli yoldur, hukuktur, yargıdır. Eğer failler hayatta ise sorumlular yaşıyorsa onların adalet önünde yargı önünde hesap vermelerini talep etmek bizim görevimiz, hakkımızdır. Sadece hakkımız olmakla kalmaz aynı zamanda görevimizdir. Ama hesaplaşmanın bir diğer boyutu en az bunun kadar belki bundan daha da önemlidir. O da şu; bütün bu acıları, bugün dinlediğimiz ve konferans sınırlarına sığmayan bütün bu acıların kökeninde yatan siyasal yapılar vardır, siyasal zihniyet vardır. Bunları ortaya çıkaran siyasi güç düzeni vardır. Hesaplaşma tam da bütün bu zulümleri, acıları, kıyımları, soykırımları yaratan zihniyetle bir dönüştürücü mücadele içine girmeyi ifade eder. HESAPLAŞMA OLMADAN ADALET TESİS EDİLMEZ Yani biz sadece tekil olayları tek tek olayların, adli, hukuki hesabını sormayı kast etmiyoruz. Tam tersine bütün bu acıları yaratan sistemin temelindeki zihniyeti ve bu zihniyeti yaratan kurumsal şekillenmesini kast ediyoruz. Bununla hesaplaşma olmadan ne Ermeni soykırımı ile ilgili adaleti tesis edebiliriz ne bugün güncel konuştuğumuz diğer acılarla ilgili hakikati sonuna vardırabiliriz. Yani eğer Çorlu tren kazası diye sunulan olayda hangi sistem unsurlarının sorumlu olduğunu, bu sonucu ortaya çıkardığını sorgulayıp onunla hesaplaşmazsak belki Çorlu tren kazası için bir hukuk sonuç elde edebiliriz ama yeni Çorlu tren facialarını önleyemeyiz.  ROBOSKİ YÜZYILLIK BİR YARA Roboski de aynıdır. Roboski yüzyıllık bir yara diye yazmıştım ben bu korkunç katliamın ardından. Yüzyıllık bir yaradır, sadece belli bir tarihte savaş uçaklarının oradaki çocukları, kadınları, erkekleri bombaladığı katletmesi meselesi değildir. Yüzyıllık bir Kürt sorunu meselesidir. Kürt sorununa yüzyıllık bir yaklaşımın sonucudur. Bunu sorgulamadan sadece adliyenin karanlık dehlizlerinde gezinmeyi hedeflersek bir daha yeniden çıkar karşımıza. Hem de daha ağır bir şekilde. İşte Türkiye’de yüzyıllık sistem bu zulüm pratiklerini ihtiyaç duyduğu her an yeniden devreye sokabilecek şekilde kurgulanmıştır. İktidarlar değişir, bu zihniyet değişmez. Son 30-40 yılda dünyada bir hafıza patlaması yaşandığı söylenir, büyük bir yüzleşme dalgasının yaşandığını söylenir, doğrudur. Oradan edindiğimiz tecrübelerin hepsini burada paylaşacak değilim. Ama Arjantin'de 1976-82 yılları arasında hüküm süren o acımasız cunta döneminin en ağır yaralarından biri kayıplardır. Bu kayıplarla ilgili çalışmalar cunta devrildikten sonra hızla başlamıştır. Bir komisyon kurulmuştur, komisyon hakikati ortaya çıkarmaya, bu hakikat çerçevesinde sorumluları yargılamaya yönelik faaliyet yürütmüştür. O raporun başlığı “nunca mas”tır yani bir daha asla. İşte hesaplaşma bu zulümlerin, bu vahşet pratiklerinin yönetim tekniği olarak kullanılamayacağı, bir daha asla bu acıları yaşayamayacakları bir düzen kurma hedefidir. Bu hedefin şiarıdır. Hesaplaşmayı intikam duygusuyla, kin ve nefret dürtüsüyle karıştırmamak gerekir. Tam tersine devrimci bir eylemin şiarıdır. Hesaplaşma dönüştürme iradesinin parolasıdır.  GÜNEY AFRİKA HAKİKAT KONFERANSINI HATIRLATTI Bizler hesaplaşma derken illa nefretle intikam duygusuyla her bir failin peşine düşeceğiz şeklinde bir anlamı dile getiriyor değiliz. Sorumluların peşine düşmek, gerektiğinde yargılamak, imkan yoksa yargılama imkanını yaratmaktır. Ama asıl olan bunların bir daha asla yaşanmayacağı bir dönüşümü hep birlikte kurmaktır. İşte bugün, bu konferans bize bunun nasıl mümkün olabileceğine dair çok değerli bir tecrübe kazandırdı. En azından bu tecrübeyi hatırlattı. Yakın zamanda son 30-40 yılda diyelim yaşanmış bu zulüm örneklerinin her bir alandaki mağdurlarının, mazlumlarının seslerini birleştirebilecekleri, hikayelerini birlikte siyasal bir projeye dönüştürebilecekleri bir yolun gerekli olduğunu bize göstermiştir. Burayı ilk bölümü itibariyle mesela Güney Afrika hakikat komisyonlarına benzettim. Çok faydalıdır çünkü Güney Afrika Hakikat Komisyonu. Bütün mazlumları ve mağdurları hikayelerini ve acılarını anlatmaya davet etmişti. Bunlar uzun süre televizyonlardan radyolardan canlı yayınlanmıştı. İşte kendi acısının sadece kendisine ait bir mesele olmadığı duygusunu yaşamak o sistemi dönüştürmeye katkıda bulunma isteğini, inancını güçlendirir hatta yoksa ortaya çıkarır.  HİKAYELERİMİZİ SİYASALLAŞTIRMAKTIR Bizlerde de aynı şey bugün yaşandı. Bir küçük örneğini yaşadık. Acıları hep birlikte içimiz yanarak dinledik. Asıl olan bu hikayeleri ve duyguları kamusallaştırmak siyasallaştırmaktır. Herkesin kabul edeceği herkesin tanıyacağı bir alana taşımaktır. İşte o zaman hesaplaşma, şu sıra hafıza, hakikat, hesaplaşma formülü ve denklemi ile gerçekten istediğimiz sonuca varabiliriz. Kürt sorununda 100 yıldır aynı yöntemlerin dönüp tekrar tekrar denenmesinin temelinde yatan şey Kürt sorununa yaklaşımında zihniyetin değişmemiş olmamasıdır. Aynı zihniyeti farklı formlarda biçimlerde başka iktidarlar eğer biz hesaplaşmayı başaramazsak tekrar edecekler. Bizler için bir daha asla sloganı ne kadar önemli ise egemenler, muktedirler için gerektiğinde her zaman ilkesi o kadar işlevseldir. Müktedirler ve egemenler ihtiyacım olduğunda her zaman kullanmalı anlayışı ile hareket ederler, biz ise bir daha asla sloganıyla yürürüz. Gördüğümüz bu tablo sadece Kürt sorunuyla sınırlı değil. Diğer alanlarda da aynı durum söz konusu. Evet tren kazaları ilk değil yakın zamanlarda yaşadıklarımız da ilk değil, daha da eskisi var. Sadece onlar mı? Soma Maden faciası bir ilk mi? Hayır onlarca yüzlerce örneği var. İşçi cinayetleri ilk olamaz bunların temelinde kapitalist sistemin doğayı insan emeğini ve yaşamını hiçe sayan talan etmeye yönelmiş zihniyeti yatmaktadır. Bu zihniyetle hesaplaşmadan ne Soma maden faciası gibi bu acı olayların tekrar etmesini önleyebiliriz ne Çorlu tren kazalarını ne de katliamları.  5 HAZİRAN KATLİAMI UNUTULMADI Bugün 5 Haziran biliyorsunuz, Diyarbakır mitingimize yapılan bombalı saldırı ve sonrasında devam etti. Birinde durdurabilsek diğerlerinin gerçekleşmesini önlerdik. Bu kadar iddialı konuşuyorum. Bu kadar keskin ifadeler kullanmak tarzım değildir ama iddia ediyorum; eğer bir yerde durdursaydık diğeri olmazdı. İşte o nedenle şimdi burada bu konferansta asıl hedefimizin ne olduğunu çok daha iyi hep birlikte görebiliriz. Bizler adalet mücadelesini hakikat ve hatırlama üzerine kurmak gibi bir amaca sahibiz. Adalet mücadelesinin en önemli sütunlarının hatırlatma, kendi hikayelerimizi kamuya mal etme, kendi hikayelerimizi acılarımızı siyasal projeye dönüştürme hedefi elbette yatıyor.  İKTİDARA KARŞI MÜCADELE Şimdi yapmamız gereken şey bütün bu acıları yaşamak zorunda kalan toplum kesimlerinin adalet hakikat mücadelesini buluşturabilmektir. Eğer bunu başarabilirsek o zaman inanın bu söylediğim bir daha asla şiarına dayanan sistem dönüşümü, düzen değişikliğini de sağlarız. Adaleti her alanda aramaktan vazgeçmeyiz, vazgeçmemeliyiz ama bütün bu yaşadığımız adaletsizliğin temelinde bir sistemin düzenin yattığını görmeliyiz. Bugünkü iktidar tam da o mirası en ileri noktaya taşıma pervasızlığıyla ilk hedeflerimizden biri olmak zorundayız. Elbette bu acıların hepsini kendi döneminde yaşatmış eksileri de gayet memnuniyetle kabullenmiş, onları kendi mirası olarak sahiplenmiş bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu iktidara karşı mücadele aynı hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir eğer bunları birbirine bağlarsak o zaman bu yaptığımız faaliyetlerin kısa sürede sonuç alacağını göreceğiz. Biraz önce söylediğim söz Milan Kundera’nın çok bilinen bir sözüdür, iktidara karşı mücadele hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir.  HAKİKATLERİ DİLE GETİRMELİYİZ Evet hakikat acıtır, biraz önce hep birlikte hakikati dinlediğimizde içimiz acıdı. Ama susmak öldürür, bu da benim sözüm değil, kitabıma özel başlık olarak seçtiğim alıntıdır. Güney Afrika Adalet Bakanının -ırkçı yönetimden çıkış döneminde ilk kurulan hükümetin Adalet Bakanı- bu sözü söylemişti. Hakikat acıtır, susmak öldürür. O nedenle susmamalıyız, hakikatleri mutlaka dile getirmeliyiz. Hakikati tek başımıza kalsak da dile getirmeliyiz. İzninizle bir alıntı daha yapacağım. Bu alanda yazılmış çok geniş bir külliyat var, benzer acıları yaşamış toplumların aydınlarının, yazarlarının çok geniş bir eser toplamı var. Bu yazarlardan birisi de Şilili Ariel Dorfman’dır. Oyunları var, romanları var. Onun benim çok sevdiğim bir alıntısı da kısaca ve biraz değiştirerek aktaracağım. Geçmişi öldürmek, ‘biz buna hafızayı öldürmek diyelim’ iktidarda olan bazılarının iddia ettiği kadar kolay değildir. İnandıkları şey uğruna bunca acıya katlanmış erkek ve kadınlardaki gizli ışığı tamamen söndürmek bu dünyada hala onları hatırlamak ve diri tutmak isteyen tek bir insan varken bunu yapmak mümkün değildir. Bu yeter. Ahlaki çölde haykıran bir insan önce biri, sonra biri, sonra biri daha adalet kıvılcımının sönmesine engel olmak için bu yeter.  Şimdi biz bütün bu gücü, bütün bu acıları, hepsini birleştirme, siyasi bir projeye siyasi bir birlikteliğe ortak mücadele konusuna evirme göreviyle karşı karşıyayız. Bu görev hepimiz için tarihi bir sorumluluktur geçmişe karşı, bugüne ve geleceğe karşı. Geleceğin Türkiye'si için Hafıza, Hakikat ve Hesaplaşma diyoruz.” BAŞ: HALKIMIZI MÜCADELEYE ÇAĞIRIYORUZ   Ardından söz alan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, konferansın bu iktidardan, gericilerin, haramilerin iktidar rejimine son vermenin önemini gösterdiğini dile getirdi. “Bu salonda toplanan irade Türkiye’nin karanlık döneminden çıkması için üzerine düşeni yapacaktır” diyen Baş, şöyle konuştu: “Bunların yönettiği her saniye, her gün büyük kayıplar yaşıyoruz. Elimizden geldiğince en kısa sürede Türkiye’yi bu iktidardan kurtarmak için sorumluluk yüklenmemiz gerekiyor. Bu iktidarın en büyük başarısı karşısındaki muhalefeti bölmektir. Her dönemde muhalefeti birbirine düşürerek, bu salonda olmayanlara söylemek istiyorum. Kürt ve Türkü karşı karşıya getirdiğinde iktidarda kalacağını biliyor. Türkiye’de hala umuttan bahsediyorsak Gezi Direnişi önemliydi. Kendi payımıza birleşerek, mücadele etme konusunda üzerimize düşen herşeye hazırız. Tüm halkımızı mücadeleye çağırıyoruz.” ‘TÜRKİYE’NİN YENİ BİR KARANLIĞA SÜRÜKLENMESİNE İZİN VERMEYECEĞİZ’ Baş, yürütülen seçim tartışmaları üzerinden de şu ifadeleri kullandı: “Bir seçim tartışmasıdır aldı başını gidiyor. Seçimlerin önemsiz olduğunu söylemeyeceğim. Seçimler önemlidir. Fakat bence bu sempozyumdan çıkardığımız önemli sonuçlardan biri de şu olmalıdır. Önümüzdeki mesele basit bir seçim meselesi değildir. Türkiye yeni bir yüzyıla adım atmayı tartışıyor. Bence bu sempozyumun bu gün gerçekleşmesinin önemi budur. Eğer gerçekten yeni bir yüzyıla doğru gideceksek, sadece son yirmi yılda yapılanlarla hesaplaşılması değil son yüz yılda eksik kalan, yanlış yapılan tüm başlıkların da masaya yatırılması gerekiyor. Eğer biz ülkemizin yeniden karanlık dönemi yaşamasını istemiyorsak, eğer biz ülkemizin halklarımız açısından eşit özgür, barış ve kardeşçe yaşayacağımız günleri hayal ediyorsak olmazsa olmaz bir şart var. Siz ilk yüzyılda bu memleketteki işçileri, emekçileri, kadınları, Kürtleri, Alevileri yok saydınız. AKP belası bu ülkenin başına çöreklendiyse yüzyıl boyunca halkı mümkün olduğunca siyasetin dışında tutan, halkı sadece kendisini alkışlayan, yeri geldiğinde oy veren onun dışında bir avuç para babasını zenginleştirmek üzere kölece çalıştırdığınız insanlar haline getirdiğiniz için Türkiye AKP karanlığına mahkum oldu. Saray rejiminden kurtulmaktan kastettiğimiz direksiyona Tayyip Erdoğan’ın yerine başkalarının geçmesiyse biz Türkiye’nin yeniden böyle bir karanlığa sürüklenmesine izin vermeyeceğiz. Biz Türkiye’nin yeniden kuruluş sürecine, Kürtlerin, işçilerin, Alevilerin, gençleri kadınları güçlü politik özne olarak dahil olmasını kendimizle ilgili bir talep olarak ortaya koymuyoruz. Eğer eşit bir ülke özgür bir ülke istiyorsanız bunun ön şartı bu güne kadar yok sayılanların, ezilenlerin, paylarına zindanlar, mezarlıklar düşen insanların politik bir kuvvet olarak Türkiye’nin geleceğinde yer alabilmesidir. Bunu da kimseden bize böyle bir alan açın diye talepte bulunmuyoruz. Biz bunun için geliyoruz. Biz bunun için örgütleniyoruz ve mücadele ediyoruz. Hesaplaşmadan kastettiğimiz şey de budur. BİZİMKİ BİR MÜCADELE BİRLİĞİ Sıklıkla altılı masa var sizin yedili masa ne oluyor sorusu var. Bizimki bir masa değil. Biz sadece seçimleri hesap etmiyoruz. Bizimki bir mücadele birliği inşa etmeye çalışıyorum. Ayrı bir masada fotoğraflar çekiliyor. Bizimkisi çok daha derinden nitelikli bir şekilde geliyor. İtiraf da ediyorum bizimkisi çok daha zor. Mesele sadece seçim olsa, seçime girme yeterliliği olan partiler yan yana gelir. Biz tam da bugün burada bu iktidara karşı mücadele eden tüm toplumsal kesimleriz. Emekçileri, yoksunları, kadınları, Kürtleri, Alevileri, sendikaları, meslek örgütlerini bu mücadelenin gerçek öznesi kılmak için bir mücadele içerisindeyiz. Belki beklentilere göre geç olur ama daha güçlü geleceğimizi söylemek istiyorum. HESABINI SORACAĞIMIZ GÜNLER GELİYOR Hesaplaşma başlığına katacağım bir şey var. Halk özne olursa hesaplaşma olur. Başka bir yolu yok. Türkiye emekçileri, Türkiye halkları bir politik özne olursa bu hesaplaşma yaşanır. Bizim kaderimiz Ankara’nın kulislerine Meclis’e sıkışırsa buradan bir hesaplaşma falan çıkmaz. Memleketten geleceği açısından kaygılarımızı arttırır. Biz bir daha aynı şeyi yaşamak istemiyoruz. Biz bir daha asla diyenlerin hareketiyiz. Ayrım çok açık ve net. Bir tarafta yurttaşı yok sayan bir iktidar var. Maalesef o siyasal paradigmanın dışına çıkamayan düzen muhalefeti var. Bizim ayrım noktamız budur. Biz yurttaşa bu ülke halklarına seçmen muamelesi yapılmasını reddederek geliyoruz. Biz halkın özne olacağı bir süreci örgütlemenin yol ve yöntemini, halkın merkezde olduğu bir hesaplaşmanın nasıl gerçekleşeceğini hep birlikte bulmaya çalışıyoruz. Tayyip Erdoğan sıklıkla bizi son günlerde anmaya başladı. Silecekmiş süpürecekmiş. Onun zihninde siyaset denilince birileri tarafından süpürülmek ya da parlatılmak var. Bizim siyaset anlayışımız bu değil. Bu Meclis de bu ülke de sizin babanızın çiftliği değil. Bu ülke halkları hiçbir şekilde işlediğiniz suçları unutmuyor. Mutlaka tüm yaptıklarınızın hesabını soracağımız günler geliyor.” MERTTÜRK: POLİTİK BİR KAVGA YÜRÜTÜYORUZ Daha sonra konuşan Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk de, halkı koruyamadıkları için özeleştiri vererek, söze başladı. Merttürk, “Gezi’nin en büyük önemli süreçlerinden biride küfürsüz, dayanışmacı ruhun var olabilmesiydi. Halk hareket halindeyken, sömürü düzeni o kadar kolay hareket edemiyor. Soma’da 301 madenci katledildiğinde halk isyanını örgütledi. Sömürü düzenini her şey pahasına ortaya koyanlar, bir diğer yandan buna karşı teslim olan bizler. İlk bölümde konuştuğumuz acı olaylardı. Sadece acı olayları hatırlamak, için değil, politik bir kavgayı yürütüyoruz. Bunlar yalnızca bir tahlil konusu için değil mücadele ortaklığında olduğunda önemlidir” diye konuştu. Yaşanan kuşatmanın yıkılması için geçmişle yüzleşilmesi gerektiğini ifade eden Merttürk, ekledi: “Biz politik bir kavgayı yürütüyoruz ve bütün bu yaşananlar bu politik kavganın içinde yaşanıyor. O yüzden arkasında yatan sebepler, sonuçlar, etkileri bizim için önemlidir. Ama bunlar yalnızca bir tahlil unsuru değil mücadele konusu haline getirildiğinde önemli noktanın üzerinde durmuş olacağız. 10 Ekim katliamı Saray rejiminin yürürlüğe soktuğu çökertme planı kapsamında gerçekleşti ve büyük bir kitle pasifikasyonu operasyonuydu. Sonrasındaki süreçte kitle eylemlerindeki yavaş geri çekiliş bir bakıma bizim de buna esaslı bir yanıt üretemediğimizi gösteriyor. Bugün iktidarın 7 Haziran sürecindeki gibi bir süreç işletip işletmeyeceği yönündeki tartışmalar/ön görüler, emek barış demokrasi mücadelesi verenlerin öz savunmalarını da yaşama geçirecek somut adımları tariflemeden, tüm yurttaşları bulundukları her alanda, işyerinde mahallede meslek örgütünde örgütlenmeye davet etmeden yürütülmemelidir. Buradan soru iktidarın sürekliliğini sağlamak için ne yapabileceği değil, bizlerin bu politikalara nasıl etkisiz kılacağıdır. 10 Ekim’le hesaplaşma katliam sorumlularından hesap sormak kadar bir daha asala diyen bizlerin bir daha asla benzer katliamların gerçekleşmemesinin güvencesi olmasıdır. TOPLUMSAL ÖRGÜTLENME SEFERBERLİĞİ İktidarın tırmandırdığı ırkçılık, mezhepçilik, dinci gericilik, mülteci düşmanlığının sonuçları geçmişten bugüne hafızamızda yine kitle katliamları biçiminde yerini almaktadır. Biz bugün tam da bu çelişki üzerinden birincisi gerçekçi ve memleketin asıl sahipleri olduğumuzu ilan ederek politika üretmemiz bunu iktidarın yapması için onun aklına sokmaya çalışır biçimde değil halka anlatabilmenin kanallarını oluşturmamız lazım. Ama bundan da önemlisi toplumu iki ana kültürel kampın içinde deyim yerindeyse hareketsiz kılan saflaşmaya karşı hakiki olanı yani sınıfsal saflaşmayı koyabilecek şekilde örgütlenmeliyiz. Yani politik sözler ve onun sahicilik kazanacağı bir toplumsal örgütlenme seferberliği bütün bu hafızanın halkın çıkarına yeniden değerlendirilmesini mümkün kılacaktır.” EHP: KÖKTEN REDDETMEKLE BAŞLAMALIYIZ Emekçi Hareket Partisi Sözcüsü Özge Akman da hesaplaşmanın nasıl olacağını tartışlarını vurguladı. “En baştaki adımımızı, tüm bu eşitsizlikleri kökten reddetmekle başlamak zorundayız” diyen Akman, “Burada anlatılan her bir zorluk, eşitsizlik, sömürü düzeninin yarattığı her bir sorunun karşısında bizlerin birlikte mücadelesinin daha da büyüttüğü ve kökten silinmesini, geleceğin Türkiye’sinde ve dünyasında var olmadığı bir düzeni koyabileceğimizi düşünüyorum. Bugün mevcut siyasi iktidarın her bir mücadele alanımızda her bir sorun kaleminde tek tek önümüze getirdiği büyük adaletsizlikler, hakları gasp edilen işçilerde, dilekçeleri dikkate alınmayan kadınlarda tek bir hak verilmesin diye milyonlara savaş ölüm reva gören Kürt halkına karşı düşmanlıkta, umudu çalınan gençlerde sömürüyle baş başa kalan bir avuç azınlığın, başımıza felaketler ördüğü bu gidişatta bu ülkenin siyasi iktidarının adaletsizlikleri, bu siyasi iktidardan kurtularak çözeceğimizi biliyoruz. Onları bu günün otoriter iktidarını, her birini tıpış tıpış göndereceğiz. Buradan yola çıkacağız” diye konuştu.   ‘BU GİDİŞATI KÖKTEN DEĞİŞTİREBİLİRİZ’ Birlik ve ittifaklarının büyük bir umut vaat ettiğinin altını çizen Akman, “Bugüne kadar yaşanan tüm eşitsizlikler karşısında her bir alanda tek tek mücadele ediyoruz. Önümüzdeki görev bu büyük mücadelelerin birlikte omuz omuza yürüyeceği yolu var etmektir. Önümüzdeki sorumluluk da budur. En önemli adım budur. Bugün konuştuğumuzdan ibaret değil. Bu coğrafyanın bütün sorunları yaşayanlarla birlikte gerçek demokrasiyi anlatabileceğimiz bir sürece de girebiliriz. Bu gidişatı kökten değiştirebiliriz.Emin olsunlar ki bizim hesaplaşmamız bu ülkenin emek verenlerinin emekçilerinin hesaplaşması onların bugüne kadar hiç uygulamadıkları, hiç görmedikleri kadar demokratik olacak” ifadelerini kullandı. ‘HALKÇI DİNAMİKLERE DE GEBE BİR SÜREÇ VAR’ Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) Sözcüsü Perihan Koca ise tayin edici bir dönemden geçildiğini belirtti. Bütün gün Türkiye’nin getirildiği fotoğrafı konuştuklarının altını çizen Koca, sözlerini şöyle sürdürdü: “Geldiğimiz aşamada biz sosyalistlere düşen şey tam da hafızayı hakikati, güncellemiş tazelemişken, bu tabloyu nasıl tersine çevireceğimize, bu memleket fotoğrafını istediğimiz kurucu inşa ile çevireceğimizi, tarihin akışını, seyrini nasıl, hangi koşullarda ne yaparak, ilerleteceğimizi konuşmak, buraya odaklanmak, bunun somut adımlarını bugünden kurmak ile görevli olduğumuz, mükellef olduğumuz bir tarihsel kavşağın içerisinden geçiyoruz. Geldiğimiz aşamada memleket bir yol ayrımında, bir çok farklı olasılığa gebe bir dönemin içerisindeyiz. Geldiğimiz aşamada dünya ölçeğinde ve Türkiye’de egemen güçler, iktidar koalisyonları, emekçi güçleri, halkları adeta bir cehenneme sürüklüyor. Buradan baktığımızda karanlık, cehennemik bir tablo ile karşı karşıyayız. Ama eşiğinde bulunduğumuz tarihsel dönemeç riskler, tehditler ve tehlikelerle bezeli ise de aynı zamanda da içerisinde müthiş imkan ve olanakları da barındırıyor. Halkçı olasılıklara, demokratik halkçı olasılıklara gebe bir dönemin eşiğinde olduğumuzu da unutmamak gerekiyor.   HALKÇI İTTİFAKI KURMAKLA YÜKÜMLÜYÜZ İktidar sona doğru yaklaşmış durumdadır. Kaybettikçe daha fazla sertleşiyor, saldırganlaşıyorlar. Devlet şiddetini yükselterek, toplumsal gerilimi kaşıyarak, savaş politikalarıyla içerde ve dışarıda, ırkçılığı, şovenizmi köpürterek, başka çarelerinin de kalmadığı yerde faşist rejimi inşa etmeye, faşizmi tahkim etmeye çalışıyorlar. Karşımızdaki tek güç iktidar güçleri ve ortakları değil. Düzen güçlerinin hepsinin, devletin tüm fraksiyonlarının hareket halinde olduğu, tüm sermayenin partilerin kendi adımları, hamleleriyle ortaya çıktığı bir sürecin içerisindeyiz. Düzenin güçleri de sermayeyi ve devleti yeniden onarmak, restore etmek, halkın içerisinde olmadığı siyasal hamleleri somut bir şekilde atıyor. Ancak bu siyaset sahnesinin ve olasılıkçı sürecin içinde bir de hepimizin sokakta omuz omuza yan yana geldiği bir şekilde özellikle 2013 Gezi ayaklanmasında halk güçlerinin faşizm karşısında, düzen güçlerinin karşısında bariyer oluşturduğu, bulduğu her çatlaktan çıkarak aslında ekmek, onur, adalet, özgürlük arayışında olduğu bir süreçten geçiyoruz. Halk güçlerinin arayışını gören bir yerden arayışı, öfkeyi politik bir güç merkezinde siyasal bir özne ile buluşturma göreviyle karşı karşıyayız. Eğer bunu yapabilirsek ortak mücadele söylemden eyleme geçecek, Türkiye’yi tayin edecek, kurucu bir sürece götürecektir. Geçtiğimiz tarihsel anda halka güç, güven veren politik güç merkezini kurmak zorundayız. Halkçı bir ittifakı ne olursa olsun sokakta, halkın içinde halkla birlikte kurmakla yükümlüyüz. BİRLİKTE SORUMLULUK ALMAYA DAVET EDİYORUZ Bu anlamıyla ortak mücadele inşasıyla olacağını gören bizler açısından üçüncü bir seçenek, ancak etrafında toplanabileceğimiz ortak bir ufuk, iddia, kavga ile ve bunun siyasal programıyla, asgari müştereklerle yan yana geldiğimiz demokratik Türkiye programıyla mümkün olacaktır. Söylemden eyleme, söylemden gerçeğe böyle koşullarda gideceğiz. Bu 7 siyasi partinin siyasal güçlerin yan yana gelmesi tesadüf değildir. Gerçekten hesap soracak, yenisini kuracak halkçı bir seçeneği kuracak esas güç, yegane özne buradadır. Bu suç iktidarı, suç çetelerinden hesap soracağız. Kaçacak bir yerleri kalmadı, sona yaklaştılar. Halk güçlerinin hesap soracağı bir süreci örgütlemeye çalışıyoruz. Düzen partileri de ‘bekleyin az kaldı’, ‘sandık geliyor’ diyerek, halkın öfkesini, tepkisini bastırmaya çalışıyorlar. Halka bunu reva gören düzen güçleri, sermaye ve devletle bağlı olan restorasyon güçleri, bu suç iktidarıyla hesaplaşma derdi olamaz. Bu hesaplaşmayı ancak ve ancak halk güçlerinin kendisi gerçekleştirebilir, kadınlar, gençler, işçiler, halklar ve inançlar gerçekleştirebilir. Halkın siyasetin merkezinde olacağı bir politik güç merkezini inşa edersek, hesap sorabilir. Halk güçleri ancak ve ancak bu memleketi yeniden inşa edecektir. Bizler buna talibiz, sorumluluğumuzu görüyoruz. Hepimizin kulakları sosyalistleri, devrimcileri, demokratları, halkçıları göreve çağırıyor. Birlikte sorumluluk almaya, bu memleketi yeniden kurmaya hepinizi davet ediyoruz.” EMEP: SEÇENEKLERİMİZİ ORTAYA ÇIKARMAK ZORUNDAYIZ EMEP Partisi (EMEP) Genel Başkan Yardımcısı Selma Gürkan, konferans boyunca hak ihlalleri, halka karşı işlenmiş suçlar, ekonomik kaynakların yağması, doğa kaynaklarının talanı,  siyasi yasaklar ve düzenler, sömürü düzeninin bir kesitine mercek tutmaya çalıştıklarını vurguladı. Gürkan, Türkiye’deki siyasi rejimin, siyasal tarihin hiçbir döneminde emekçi sınıflardan, işçi sınıfına, ezilen toplumsal kesimlerden yana demokratik bir siyasi rejim pratiği göstermediğini belirtti. Gürkan, sözlerini şöyle noktaladı: “Rejim tartışmalarının tartışıldığı bugünlerde biz kendi seçeneklerimizi ortaya çıkarmak zorundayız. İşte hesaplaşmanın dayanaklarından birisi de budur. Tek adamların rejimi, iradesi değil halkın iradesini, kayyımları değil, seçilmişlerin inisiyatifini, baskı ve yasakları değil, demokrasinin özünü, sömürü düzeni değil, emeğin hakkını, yağma ekonomisini değil, halk için ekonomiyi, doğanın talanını değil, doğayla barışık yaşamayı esas alan bir siyasi rejimdir.   DEĞİŞTİRMEYE GÜCÜMÜZ VAR Egemen olanın seçeneklerine mecbur kalmadan kendi seçeneğimizin yeni bir siyasal rejimle birlikte değerlendirmeliyiz. Bunun dayanakları, bunun koşulu mücadele ve kararlılıktır. Politik özne diye tabir ettiğimiz ve politik gücüyle değiştiriciliğine vurgu yaptığımız emek güçleri, demokrasi güçleri ve halk güçlerinin bu gücü ortaya koyduğu ve bu gücü ortaya koyacak bir ittifakını sağladığı bir sorumluluğumuz var. Bu mevcut yıkıcı düzene son vermek yetmez. Aynı zamanda halk gücüne dayanan, halkın iradesinin olduğu, demokrasi ve siyasal özgürlüklerin kazanıldığı bir rejimle bunları konuşmamız ve tartışmamız gerekiyor. Değiştirmeye gücümüz var. Tarihte de bunun örneklerini gördük. Tarihi değiştiren temel güç emekçilerin mücadelesidir. İşçi hareketinin mücadelesidir. Ezilen toplumsal kesimlerin mücadelesidir. Bugün bu iktidarın bütün yasaklarına karşı boyun eğmeyenlerin kararlı direnişidir. Bu umutla yeniyi kuracağımıza inanıyoruz.” "Bu daha başlangıç, mücadeleye devam" sloganları ardından konferans sona erdi.