Hafıza Merkezi: Hak savunucularına karşı iktidar, yargı ve medya el ele 2022-05-10 14:02:50   İSTANBUL - Hak savunucularına dönük saldırıları raporlaştıran Hafıza Merkezi, hak savunucularına karşı iktidarın, yargının ve medyanın birlikte hareket ettiğini dile getirdi.    Hafıza Merkezi, 2015 ile 2021 tarihleri arasında hak savunucularına yönelik saldırıları içeren raporunu Galata’da bulunan Postane’de yaptığı basın açıklaması kamuoyuna paylaştı.  “Sessiz Kalma: Hak Savunucularına Yönelik Yıldırma Politikaları 2015-2021” başlığıyla hazırlanan 129 sayfalık raporda, sivil alanın daraltılması veya daraltılmasına dönük hazırlanan yasal düzenlemelere de yer verildi.    Raporda, dernek mevzuatında yapılan değişiklikler yoğun bir saldırı dalgasının kurgulandığı ifade edildi. Raporda, ayrıca “terör” kavramı üzerinden kurgulanan yasal düzenlemelerin hak savunucularını susturmaya dönük bir baskı aracına dönüştüğüne işaret edildi.    Raporda, ayrıca hak savunucularına yönelik müdahale yöntemlerine de yer verildi. Raporda, dikkat çeken hususlar arasında “yargısal taciz”, “idari taciz” ve “medyada hedef” gösterme olarak yer aldı. Raporun sonuç bölümünde ise talepler yer aldı.    KORUMALARI GEREKİYOR   Rapora dair söz alan insan hakları savunucusu Murat Çelikkan, 2018’den beri insan hakları savunucularının savunulması konusunda çalışmalar yaptıklarını kaydetti. Hak savunucularının korumasının dair uluslararası ve ulusal mevzuatta yasal düzenlemeler olduğuna işaret eden Çelikkan, “İnsan hakları savunucuları, çoğu zaman kendi mağdur olmadıkları durumlara karşı mücadele eder. Bunu ihlalleri belgeleyerek, raporlaştırarak, protesto ederek, gösteri yaparak ve bu ihlallerin kaynaklarının dayandığı yasaların değişmesi için barışçıl bir şekilde mücadele ederek yaparlar. İnsan hakları gereği şiddette karşıdırlar” diye konuştu.    ONLAR GÜVENDE DEĞİLSE TOPLUMDA DEĞİL   Hak savunucuların her türlü şiddete karşı olduğuna vurgu yapan Çelikkan, “Bu çalışmaya başlama nedenimiz, 2 yönetici arkadaşımızın ‘terör propagandası’ nedeniyle soruşturmaya maruz kalmasıyla oldu. Bu iki yöneticimiz mahkum oldu. Daha sonra bir başka yöneticimizin evi 12 polis tarafından basıldı. Bu da asıl işimizi bırakarak karakol, cezaevi ve adliye üçgeninde dönüp dolaşmaya neden oldu. Bu kadar vakit ayırdığımız bir alanı çalışma alanı yapmak kaçınılmazdı. Ayrıca insan hakları savunucularına yönelik ihlaller hafıza merkezi ile sınırlı değil. Yüzlerce hak savunucusu soruşturmaya uğradı, yargılandı, mahkum edildi ve cezaevine atıldı. Savunucuların güvende olmadığı bir toplumda hiç kimse güvende değildir. Hak savunucuları için tehdit ve baskı, bir ülkedeki hukukun üstünlüğüne yasalarına ve demokrasi insan haklarına artık önem verilmediğinin en önemli göstergesidir” diye kaydetti.    DEMOKRASİ BOĞULUYOR   Dünyada seçilmişlerin eliyle demokrasinin boğulduğun ifade eden Çelikkan, “Hemen hemen her ülkede benzerlikler var. Her yerde saldırı altındalar. Bu genellikle medya kontrol altına alınarak ve hedef göstermelerle başlatılıyor. Yargı mercileri de tamamen bir cezalandırma aracı olarak kullanılıyor. Bu gün Türkiye’de hak mücadelesi veren en köklü kurumlar ve çalışanları hedef alınmıştır. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) başkanı Şebnem Kurur Fincancı iktidar ve medyasının hedefinde. Özgür Gündem gazetesi ile dayanıştığı için yargılandı, tutuklandı. Aynı şekilde Cumartesi Anneleri’nin taleplerinin yerin getirmek yerine cezalandırılmaya çalışılıyor” diye belirtti.    YASALAR ‘KÖTÜ NİYETLE’ KULLANILIYOR   Daha sonra konuşan Hafıza Merkezi’nden Özlem Zıngıl, raporda 67 hak savunucuna dönük saldırıları ele aldıklarını dile getirdi. Hak savunucularına dönük müdahaleler arasında yasaların kötü niyetle kullanılması olduğunu söyleyen Zıngıl, hak savunucuların aleyhine kullanılan yasalara işaret etti. Zıngıl, “Sorunlu yasal düzenlemeler” olarak adlandırabileceğimiz, yani temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunacak derecede kısıtlayıcı hükümler içeren bu mevzuat Türk Ceza Kanunu (TCK), Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu. Zaman içinde yargı reformları ile bu düzenlemelerde kimi değişiklikler yapılsa da hem uygulayıcılara tanınan geniş takdir yetkisi hem de yapılan değişikliklerin uygulanmasına dair irade eksikliği, değişikliklerin pratiğe ve somut olarak da yargılamalara yansımamasına neden oluyor” dedi.    DİKKATE ALMIYOR   Yargılanan hak savunucularının “Örgütü Üyeliği”, “Örgütü Adına Suç İşleme”, “Örgüte Yardım Etme”, “Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etme” ve “Cumhurbaşkanına Hakaret Etme”,  “Örgüt Propagandası Yapma” ile “2911 Sayılı Toplantı Gösteri Yürüyüşü Kanununa Muhalefet Etme” gibi suçlamalarla baskı altına alındığına işaret eden Zıngıl, “Bu suçlamaların yöneltilmesine yol açan eylemler çoğunlukla ifade özgürlüğünü kullanan hak savunucusunun basın açıklamasına katılması, sosyal medya paylaşımı yapması, toplantı gösteri yürüyüşüne katılması gibi demokratik hakların kullanılmasıyla ortaya çıkıyor. Savcılar ve hâkimler hak savunucularına bu suçları isnat ederken, bir hak olarak ifade özgürlüğünü, bu özgürlüğün sınırlanmasına getirilen kuralları ve ayrıca kişilerin hak savunucusu kimliğini dikkate almıyor” ifadelerini kullandı.    CAYDIRICI ETKİ   Zıngıl, bu suçlamalara dayanarak yargılanan kişilerin sonunda beraat etse dahi yargılamaların yıllarca sürdüğünü ve ifade özgürlüğünün kullanımı konusunda caydırıcı etki yaratıldığını vurguladı. Zıngıl, “Bu davaların devletin farklı düşünceleri koruyan bir ortam yaratma yönündeki yükümlülüğünü ihlal ettiğinin altını çizmek gerekiyor. Davalar ve kararlar hak savunucularının kriminalize edilmek istendiği eylem ve sözlerinin temel hak ve özgürlük kullanımı olduğunu teyit etse de bu olumlu kararların hak savunucularına yönelik yargısal tacizde emsal kararlar olabildiğini söylemek zor. Bir hak savunucusu hakkında verilen takipsizlik veya beraat kararı (ve bu kararların gerekçesi), benzer durumdaki hak savunucuları aleyhine başlatılan soruşturma ve açılan davalarda dikkate alınmıyor” diye belirtti.    VARSAYIMLARA DAYANIYOR   Adil yargılanma hakkının gereği olan usuli güvencelerin neredeyse tümüyle bertaraf edildiğinin altını çizen Zıngıl, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yasal ve meşru eylemlerin kriminalize edilmesi, herhangi bir suç oluşturmayan eylemler nedeniyle hak savunucularının suçlamalarla karşılaşması en sık rastlanan uygulama olarak öne çıkıyor. Yakalama, el koyma, gözaltı, tutuklama gibi koruma tedbiri uygulanmasına ilişkin verilen kararlarda, koruma tedbirinin türü ve niteliğine göre kabul edilen standartların hiçbirine uyulmadığı görülüyor. Deliller hukuka aykırı şekilde toplanıyor ve yargılamalarda hukuka aykırı şekilde değerlendiriliyor. Adil yargılanma ilkelerine uyulmadığı gibi, iddia makamı ile şüpheliler/sanıklar yargılama sürecinde eşit muamele görmüyor, iddia savunmadan üstün tutuluyor ve şüpheli/sanık haklarına riayet edilmiyor. İddianameler ve esas hakkında mütalaalar gibi mahkemelerce verilen kararlar, ciddiyetten tümüyle uzak, varsayımsal suçlamalara dayanıyor.”     BELİRSİZ, YERSİZ VE TUTARSIZ   Hak savunucularına yönelik verilen mahkumiyet kararlarının nesnel olmadığını ve genellikle belirsiz, yersiz ve tutarsız gerekçelere dayandırıldığını dile getiren Zıngıl, “Türkiye’de mahkemelerin AİHM standartlarına uyma konusundaki performansı, yapılan yargı reformlarına, hak ve özgürlüklerin korunmasını amaçlayan yasa değişikliklerine, hâkim savcı eğitimlerine rağmen ilerlemediği gibi, her geçen gün daha da geriye gitmeye devam ediyor. Buna, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymama da ekleniyor” diye belirtti.    YASALAR İHLAL EDİLİYOR     Ardından söz alan Hafıza Merkezi’nden Burcu Bingöllü, raporun ikinci bölümünde yer alan yargısal ve idari taciz ve medyadaki hedef göstermelere değindi. Bingöllü, “Bu noktada hak savunucularına yönelik yargısal işlemlerde sergilenen düşmanca tutum, sadece işleme tabi tutulan ve doğrudan etkilenenler üzerinde değil tüm hak savunucuları üzerinde ‘caydırıcı etki’ yaratmayı amaçlarken, yargı makamlarının öngörülemez pratiği yasal güvencelerin de ihlalini beraberinde getiriyor. Bu yargısal tacizi mümkün kılan yapısal sorunların yargı bağımsızlığı, adil yargılanma hakkı ve özgürlük ve güvenlik hakkı temelinde detaylı bir analizi yer alıyor” diye kaydetti.     İKTİDARIN UZANSI YARGI    Yargının siyasal iktidarın uzantısı haline geldiğine işaret eden Bingöllü, bu durumun bir baskı aracına dönüştüğüne dikkat çekti. Bingöllü, “Bu yargısal taciz uygulamalarının zamanlaması ya da hızı çoğunlukla yargının siyasal amaçlar doğrultusunda nasıl araçsallaştırıldığına da işaret ediyor. Yasal ve meşru eylemlerin kriminalize edilmesi, savunuculuk kapsamında açıklamada bulunma, rapor/kitap yayınlama, görüşmeler yapma, çalıştay/atölye gibi etkinlikler düzenleme ya da katılma gibi herhangi bir suç oluşturmayan eylemler nedeniyle hak savunucularının suçlamalarla karşılaşması en sık rastlanan uygulama olarak öne çıkıyor” dedi.    İKTİDARIN MEDYASI    Hak savunucularının aynı zamanda medya tarafından itibarsızlaştırılmaya da çalışıldığına dikkat çeken Bingöllü, sözlerine şöyle devam etti: “Medyanın da hak savunucularına karşı kamuoyu oluşturulmasında, damgalama ve marjinalleştirmeye maruz bırakılmasında merkezi bir işlev gördüğünü söyleyebiliriz. Hak savunucularının doğrudan hedef gösterilmesi, çalışmalarına ilişkin bilgilerin kasıtlı olarak çarpıtılması şeklinde seyreden bu karalama kampanyalarının, takiben açılan soruşturmalar ya da gündeme getirilen yeni yasal düzenlemeler için delil/dayanak oluşturması da söz konusu. Negatif medya kampanyalarının belirli dönemlerde belirli hak alanlarına, belirli grup hak savunucularına ya da hak örgütlerine yöneldiği görülüyor. Bu anlamda iktidar politikalarıyla da zamansal olarak bir paralellik açığa çıkıyor.”    Açıklamadan sonra panel bölümüne geçildi.