Köylüoğlu: KDP çizgisi Kürtleri parçalamaya yöneliktir 2022-04-22 10:22:02 HABER MERKEZİ - Türkiye’nin 23 Nisan 2021’de sınır ötesine yönelik saldırıların, bir yıl sonra KDP ortaklığında bir adım ileri taşındığını belirten gazeteci Aziz Köylüoğlu, “KDP çizgisi, sömürgeci devletlerle ortaklaşma üzerine şekillenmiş ve Kürtleri parçalamaya yönelik oluşturulmuş bir çizgidir” dedi.    Türkiye, Federe Kürdistan Bölgesi’nin Zap, Metîna ve Avaşîn bölgelerine 23 Nisan 2021’de başlattığı operasyonun birinci yılında, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ortaklığında ikinci operasyon başlatıldı. Bir yıl önce havadan, karadan, her türlü teknik ile KDP’nin istihbarati ortaklığıyla sürdürülen operasyonda, istediği sonucu elde edemeyen Türkiye, kimyasal silah kullanımına da başvurdu.    Operasyon öncesi Bağdat-Ankara arasında başlayan savaşın diplomasi trafiğinde, Savunma Bakanı Hulusi Akar, beraberinde Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler ile birlikte 18 Ocak 2021'de Bağdat'a ziyarette bulundu. Akar ve Güler, Irak İçişleri Bakanı Osman Ali Ferhud El Ganimi, Irak Savunma Bakanı Cuma Anad Sadun El Cuburi, Irak Cumhurbaşkanı Berham Salih ve Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi ile bir dizi görüşme yaptı. Akar ve beraberindeki heyet Hewlêr kentine de 19 Ocak 2021'de ziyaret yaptı. Burada da Mesut Barzani ve Nêçirvan Barzani ile görüşmeler yapıldı. Bu görüşme trafiğinin ardından 10 Şubat 2021'de, Türkiye sınırına 40 kilometre uzaklıktaki Garê’ye saldırı başlatıldı. Garê’de HPG’nin elinde bulunan 12 asker ve polisin yaşamını yitirdiği saldırıda, Türkiye yaşadığı yenilgi sonucu geri çekilmek zorunda kaldı.    GARÊ YENİLGİSİ   Garê’de başarısız operasyondan sonra Türkiye yeni bir operasyon hazırlığına girişti. KDP’nin desteği ve NATO’nun onayıyla bu kez 23 Nisan 2021’de on binlerce asker, korucu ve özel harekat polisinin katılımıyla Avaşîn, Zap ve Metîna bölgelerine kapsamlı bir saldırı başlatıldı. Kapsamlı başlatılan operasyonlarda, NATO’nun son teknolojik silahlarının yanı sıra yüzlerce İHA, SİHA, helikopter ve savaş uçağı da kullanıldı. Tüm bu sayısal ve teknik üstünlüğe rağmen istediği gibi ilerleme kaydedemeyen Türkiye, bölgenin farklı yerlerinde kimyasal silah kullanımına başvurdu. HPG Basın İrtibat Merkezi’nin paylaştığı verilere göre, Türkiye bu operasyonlarda 367 kez kimyasal silah kullandı.    DOĞA TALANI   Türkiye’nin operasyonlarının sürdüğü bölgede, KDP, Türkiyeli şirketlere birçok bölgede ağaç kesimi için para karşılığında onay verdi. Operasyona paralel olarak yapılan yollar için yüzbinlerce ağaç kıyımdan geçirildi ve doğa talan edildi. Bölgede yüzlerce defa kullanılan kimyasal silahların uluslararası heyetler tarafından araştırılması da Türkiye’nin yanında yer alan KDP tarafından engellendi.    Türkiye tarafından 4 Eylül 2021’de Behdînan’ın Hirûr köyü bombalandı ve aynı aileden olan Abdullah Hesen, Hediye Mistefa ve Îman Abdullah adlı 3 yurttaş yaralandı.    KİMYASAL SİLAH KULLANIMI    Mayıs ayında Kürdistan-Irak Hıristiyanlar Arabulucular Grubu’ndan (CPT) bir ekip, kimyasal silah kullanımını araştırmak için Avaşîn’deki Mam Reşo bölgesine gitmeye çalıştı ancak saldırılardan dolayı bölgeye ulaşamadı. CPT, bölgede kimyasal silahlardan etkilenen bir aileyi ziyaret ederek, Hediye Mistefa isimli kadının felç olduğunu açıkladı. CPT, aile ile yaptığı görüşmede, kimyasal silah kullanıldığını, saldırı gerçekleştiği sırada beyaz bir dumanın yükseldiğini, ardından nefes almakta zorluk çektiklerini, mide bulantısı, kusma, baş dönmesi, göz ve deride yanma gibi belirtilerin bütün aile fertlerinde görüldüğünü belirtti.    Uluslararası kurumların tepkilerine rağmen Türkiye kimyasal silah kullanımına devam etti. HPG, Türkiye tarafından Eylül ayının ilk 15 gününde sadece Werxelê bölgesinde 99 kez kimyasal silah kullandığını açıkladı.    Kürdistan Ulusal Kongresi’nin (KNK) kimyasal silah kullanımına dair hazırladığı raporda, Türkiye’nin bölgede 5 çeşit kimyasal silah kullandı. Bu gazlar; tabundan elde edilen sinir gazı, klorinden elde edilen nefes almayı güçlendiren bir gaz, sülfürden elde edilen yakıcı bir gaz, insanın bilinçsiz hale getiren bir gaz ve eylemlerde kullanılan biber gazı olduğunu bildirdi. Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün (OPCW) bölgede inceleme yapması için dünyanın birçok yerinde açıklamalar, eylem ve etkinlikler yapıldı. Ancak OPCW tüm bu çağrılara rağmen bölgede herhangi bir inceleme yapmadı.      6 AYLIK BİLANÇO   HPG’nin açıkladığı bilançoya göre, ilk 6 ayda TSK’ye karşı 599 eylem gerçekleştirdi. Bu saldırılarda 670 asker ve polis yaşamını yitirdi. Avaşîn, Metîna ve Zap bölgelerinde 32’si kimyasal silahlarla toplam 101 HPG ve YJA STAR’lı yaşamını yitirdi.    Türkiye’nin istediği sonucu alamadığı operasyon devam ederken, bu kez KDP’nin direkt ortaklığında 17 Nisan’da Metîna, Avaşîn ve Zap’a “yeni operasyon” başlatıldı.    AKP’nin 23 Nisan 2021’de başlattığı operasyonun bir yılını ve KDP ortaklığında başlattığı “yeni operasyonu”, bölgedeki gelişmeleri yakından takip eden gazeteci Aziz Köylüoğlu ile konuştuk.    *Türkiye’nin Nisan 2021’de başlattığı askeri operasyon birinci yılını geride bıraktı. Bir operasyon devam ederken, aynı bölgeye yeni bir operasyon başlatıldı. Bu operasyonlarla ne amaçlanıyor? İstenilen sonuç alındı mı?    Türkiye bu operasyonla büyük bir darbe aldı. Bütün teknik, hava, SİHA, İHA araçlarını kullanmasına rağmen istediği sonucu alamadı. Tam tersi bir durum ortaya çıktı.   Operasyonun birinci amacı; Geniş bir alanda gerek Kürdistan derinliklerine doğru yayılmak ve arazi de alan kurmak, gerillayı burada daraltmak ve darbelemek üzerine şekillenmişti. Sadece Metîna, Zap, Avaşîn, Heftanîn ve Xakurkê bölgelerini değil, daha da derinlere inmeyi hedefliyorlardı. Birinci arayışları buydu. Yaza kadar bu alanları tamamen gerilladan arındırmak, gerillayı bu alanlarda tasfiye etmek ve daha sonra Garê ve Kandil gibi alanlara yayılma üzerine bir amaçları vardı. Tabi bununla da yetinmeyeceklerdi. Bu operasyonda Şengal’i de içine alacak şekilde genişletilmişti. Ama mevcut durumda amaçları gerçekleşmedi. Hatta şunu söyleyebilirim; Türkiye bu operasyonla büyük bir darbe aldı. Bütün teknik, hava, SİHA, İHA araçlarını kullanmasına rağmen istediği sonucu alamadı. Tam tersi bir durum ortaya çıktı. Türkiye 1989’dan beri sistematik bir biçimde gerillaya karşı kimyasal silahları kullanıyordu. Bu basına da yansıdı. Hatta insan hakları örgütlerinin raporlarına dahi yansıyan durumlar oldu. Ama 2021 yılında bu saldırılarını en üst düzeye çıkarttılar. Tarihi boyunca Türkiye, bu kadar yoğun bir biçimde kimyasal silah saldırısı yapmamıştı.    Türkiye neden kimyasal silaha başvurdu?    Kimyasal silah bütün askeri taktiklerin boşa düştüğü ve çözümsüz kalındı durumlarda devreye giren bir silah. Türkiye’nin bu kadar yoğun kimyasal silah kullanması aynı zamanda askeri açıdan bütün taktiklerinin boşa çıktığının anlamına da geliyor. Türkiye’nin hedeflerine ulaşmasını bir yana bırakalım, esas olarak şu anda Başûr Kürdistan’da gerilladan darbe alıyor ve bu darbe onları farklı uçlara itiyor. Şu anda farklı arayışlar içindeler. Tabi saldırıları sadece Türkiye yapıyor diyemeyiz.  Bu şekilde değerlendirmek yetersiz olacaktır. Türkiye’nin saldırıları aynı zamanda NATO saldırılarıdır. Çünkü Türkiye bütün askeri sistemini son yıllarda, S-400’ler dışında NATO’dan alıyor.  NATO’dan yoğun destek alıyor. Bu yoğun destek bugünden değil, 1986’dan bu yana PKK’ye karşı savaşıyor. Bunun yanında uzun yıllardır KDP de zaten PKK’ye karşı Türkiye ile ilişki içerisindedir.   Türkiye’nin bu saldırılarına “gizli” desteğiyle tepkil gösterilen KDP, zaman zaman bölgeye sevkiyat yaptı. Yine Xelîfan’da HPG’lilere pusu kurdu. KDP’nin saldırılardaki rolü nedir, Türkiye ile ne tür ilişkileri var?     Türkiye’nin NATO-KDP işbirliğine rağmen sonuç alamamasını beraberinde getiriyor. Türkiye birçok yerden sonbaharın sonlarına doğru çekilmek zorunda kaldı.   Güney Kürdistan’a 1992’de yapılan saldırıda da KDP bu desteğini zirveye çıkardı. Türkiye ile ortak saldırı yaptı. Bunu 1997’de sürdürdü. Şimdi ise askeri saldırılarla birlikte gerillayı kuşatma altına almaya yönelik hamleler içerisine girerek, aynı zamanda Xelîfan’daki gibi zaman zaman saldırdı. Operasyona destek veriyor. Tabi bütün bunları bir araya getirdiğimizde, NATO, KDP desteğinin yanı sıra teknik üstünlük yine de gerillayı dağlardan sökemedi ve atamadı. Bunun tam tersi gerilla biraz daha dağların derinliklerine yerleşti ve şu anda hemen hemen saldırıların olduğu her yerde gerilla varlığını sürdürüyor. Uygun yerde ve zamanda ise karşı saldırılar yapılarak, Türkiye’ye darbeler vuruyor. Yine Türkiye’nin keşif ve benzeri silahlarına karşı ise teknik oluşturuyor. Bu da esas olarak Türkiye’nin NATO-KDP işbirliğine rağmen sonuç alamamasını beraberinde getiriyor. Türkiye birçok yerden sonbaharın sonlarına doğru çekilmek zorunda kaldı. Mevcut durumda herhangi bir ilerleme ya da herhangi bir yayılma durumunda değil, daha çok girdiği yerde kendini savunma pozisyonuna girmiş durumda. Bu da gerillanın esas başarı noktalarından bir tanesidir diye düşünüyorum.   Türkiye’nin sonuç alamamasının bölgesel ve uluslararası konjektöre etkileri neler oldu?   Türkiye konjektörel durumları iyi hesaplayan ve bu konjektörel durumlara göre kendini uyarlayan bir pozisyonda. Özellikle AKP-MHP iktidarı mevcut ilkelerden daha ziyade tamamen konjektörel ve pragmatist bir politika uyguluyor. Ortaya çıkan her durumu ‘Kürtlere karşı nasıl kullanabilirim’ üzerinden değerlendirmek istiyor. En son Ukrayna-Rusya çatışmalarını bu bağlamda değerlendirmek ve özellikle 2014 yılından bu yana batıyla olan çelişki ve çatışma durumunu iyileştirmeye yönelik bir hamleye dönüştürmek istiyor. ABD ile buzları biraz eritmek istiyor. Ama tabi gerillanın burada ki direnişi bu durumu da ciddi anlamda zorluyor. Türkiye’nin mevcut politikalarını zorluyor. Türkiye’nin başarısız olması sadece bugünle alakalı değil. Türkiye’nin başarısızlığı uzun süreli bir başarısızlıktır. Şimdiye kadar Türkiye PKK’ye ve Kürt halkına karşı denenmemiş bir yöntem bırakmadı. Bütün yöntemleri denedi. Ancak hiçbiri sonuç vermedi. Türkiye, Kürtleri imha etme ve asimilasyondan geçirme politikası izliyor. Asimilasyon ve imhaya dayalı politikalar da Kürtlerin direnciyle karşılaşıyor. Bu direnç uluslararası alanda ve halklar nezdinde devletleri zorlayacak şekilde ciddi sonuçlar veriyor. Özellikle bu son dönemde PKK’nin yasaklı örgütler listesinde çıkarılmasına yönelik yapılan çalışmalar ve yine dünyanın birçok yerinde bu kampanyaya destek verilmesi bu direniş ve mücadeleyle alakalıdır.    KDP’nin Türkiye’nin saldırılarına desteği Kürt kamuoyunda tepkilere neden oldu. Tüm bu tepkilere rağmen Ankara-Hewlêr arasındaki trafik yoğun bir şekilde devam etti. KDP-AKP ilişkilerinin perde arkasında neler var?   Erdoğan-Barzani ailesi arasında ekonomik ilişkiler şirket ortaklığıdır. Aynı şirketin ortağıdırlar. Her iki aile Güney Kürdistan’da milyarlarca dolar kazanıyor.    AKP-KDP ilişkileri sadece görünen şekilde değil. Bunun ekonomik ve siyasi yanları da var. Yine kader birliği anlamında da değerlendirilebilecek yanları var. KDP 2017 referandumundan sonra büyük bir darbe aldı. KDP tamamen AKP-MHP faşist iktidara dayalı bir politika içerisinde. Kürt karşıtlığı temelinde böylesi bir politika içerisinde yer alıyor. Bu politikanın tabi ideolojik yönü de var. KDP kendini Nakşibendi tarikatının öncülerinden öncüsü olarak değerlendiriyor. Kendini biraz da böyle tanımlıyorlar. Yine AKP’de kendini Nakşibendi olarak tanımlıyor. Bu anlamda fikirsel bütünlükte var. Erdoğan-Barzani ailesi arasında ekonomik ilişkiler şirket ortaklığıdır. Yani aynı şirketin ortağıdırlar. Her iki aile Güney Kürdistan’da milyarlarca dolar kazanıyor. Bu anlamda da ortaktırlar. Bu ortaklık kendini politikaya da yansıtıyor. Politikaya yansıması da Kürtlere yönelik yapılan askeri, siyasi tüm hamlelerde AKP-KDP ortaklığına dönüşüyor. Hatta Kürt hareketinin uluslararası alanda bastırılmasında veya yasaklı örgütler arasında yer almasına Türkiye’den daha çok KDP’nin rolü var. KDP bu anlamda daha aktif bir rol oynuyor. Yine Türkiye’nin Kürtlere karşı yürüttüğü imha ve inkar politikasına meşruiyet kazanıyor. Bu da ilişkilerinin ayrı bir boyutu. Bütün bu ilişkileri bir araya getirdiğimizde şu anda KDP-AKP bir kader birliği içerisindedir.     KDP’nin ortaklığında başlatılan operasyonun Kürtlere yansımaları neler olur?   Kürt birliği denince herkesin aklına ‘Kürtler niye birlik olmuyor’ sorusu geliyor. Bence Kürtler birlik olmuş durumda. Kürtlerin birlik sorunu yok. Yalnız Kürt birliğini istemeyen KDP çizgisi var. Bu çizgi de Kürt birliğine karşı bir çizgidir. Esas olarak egemen ve sömürgeci devletlerle ortaklaşma üzerine şekillenmiş ve Kürtleri parçalamaya yönelik oluşturulmuş bir çizgidir. Bu çizgi zamanında İran rejimiyle ortaklaşmış, Kürt örgütlerine karşı tasfiye operasyonlarında en ön cephede askeri olarak yer almıştır. Yine KDP ve onun çizgisi, Güney Kürdistan’da kardeş kavgası olarak tanımlanan savaşın nedenidir. Bunu da Saddam Hüseyin -ki Saddam Hüseyin aynı zamanda Kürt soykırımının sorumlusudur- onunla ortaklaşarak, bunu yapmış bir çizgi. Bakûrê Kürdistan’da Türkiye’yle ortaklaşarak, Kürt hareketinin tasfiyesine yönelik 1982’den beridir yoğun bir çalışma içinde. Yine Rojava da özellikle 2012 sonrasında çetelerle, selefi örgütlerle DAİŞ ve El-Nusra ile Özgür Suriye Ordusu’yla da ortaklaşmıştır. ENKS adı altında bir yapılanma oluşturarak, Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik ciddi saldırılar içerisine girdi. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, Kürtler halk olarak ulusal birliğini oluşturmuştur. Bu ulusal birliğinin önündeki engel, KDP çizgisidir. KDP’nin Türkiye’nin saldırı konseptine desteği, bu çizgiyi daha fazla derinleştirecektir