Mezarı gizlenen Şeyh Said’in torunu: Türkiye artık değişmeli 2022-04-16 10:36:35 DİYARBAKIR - Şeyh Said ve arkadaşlarının mezar yerlerinin açıklanması için İçişleri Bakanlığı’na yaptıkları başvuru yanıtsız bırakılan torunu Kasım Fırat, AKP’nin İslam’ı kendi emelleri için kullandığını, CHP’nin “geçmişle yüzleşme” söylemine ise şüpheyle yaklaştıklarını söyledi.  Birinci Dünya Savaşı’nın akabinde 1916 yılında imzalanan Sykes-Picot Anlaşması ile bin yıllardır yaşadıkları toprakları 4’e bölünen Kürtler, kimi tarihi kaynaklara göre Mustafa Kemal’in “özerklik” sözü üzerine doğrudan yer aldıkları Kurtuluş Savaşı ile kurulmasına ön ayak olsalar da Cumhuriyet tarafından tehdit olarak görüldü. Öncesinde Topal Osman gibi aktörler eliyle Ermeni Soykırımı ve Koçgiri Katliamı’nı gerçekleştiren İttihat ve Terakki zihniyeti, Cumhuriyet’in ilanı sonrasında da farklı kimlik ve inançlara dönük imha ve asimilasyon politikalarını izlemeyi sürdürdü.    Kürtlere dair bu pratiklerden biri, devletin perde arkasında kışkırtıcı adımlar attığı Şeyh Said başkaldırısı oldu.   Direnişin bastırılmasıyla yargılandıkları Şark İstiklal Mahkemesi’nce ölüm cezasına çarptırılan Şeyh Said ve 46 arkadaşı, 29 Haziran 1925 yılında Diyarbakır’da Dağkapı Meydanı’nda idam edildi. İdam edilenlerin cenazeleri gibi eşyaları da ailelerine teslim edilmedi ve 97 yıldır saklı tutuluyor.    Mirasçıları tarafından kurulan Şeyh Said Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği'nin 15 Şubat’ta kimi sivil toplum örgütleri ve Diyarbakır Barosu’nun hukuki desteği ile başvurduğu İçişleri Bakanlığı, yasal yanıt süresi olan 30 günlük süre zarfında başvuruyu yanıtsız bıraktı. Bu durumun başvurunun zımnen reddi anlamına gelmesi üzerine Ankara 5’inci İdare Mahkemesi’ne “yürütmeyi durdurma” talebiyle dava açtı.    Şeyh Said ve arkadaşlarının mezar yerlerinin bunca yıldır gizlenmesinin nedenini, AKP’nin bu konudaki yaklaşımı ile birlikte CHP’nin “geçmişle yüzleşme” çağrısını Şeyh Said'in torunu ve adına kurulan Derneğin Başkanı Kasım Fırat ile konuştuk.   Daha öncesinden başlayan çabalarla Şeyh Said ve arkadaşlarının mezar yerlerinin açıklanması için 97 yıl sonra hukuki bir süreç başlattınız. Devletin bunca yıldır mezar yerlerinin nerede olduğunu saklamasının nedeni nedir sizce?    Devletin bakış açısı belli. Türk devleti, Kürtlere bugün de tahammül edemiyor, varlıklarını yok sayıyor, katlediyor. Öyle ki yas tutmalarına dahi izin vermiyor. Hâlbuki yas tutmak insanlar için önemli bir ihtiyaç, bir hak. Tüm din ve inançlarda insanın yas tutma hakkı vardır. Fakat devlet buna bile müsaade etmiyor, korkuyor. Çünkü o mücadeleci kişiliklerden geriye bir eser kalmasını, onları hatırlatacak bir ruhun oluşmasını, ortaya çıkmasını istemiyorlar. Bu yüzden müsaade etmiyorlar. Yüz yıldır bu zihniyet değişmedi. Yüz yüze görüştüğümüzde dünün ve bugünün iktidar mensupları, diğer parti temsilcilerinin tümü bu konuda utanıyorlar. Bunun büyük bir günah ve kabahat olduğunu dile getiriyorlar. Dünyada böyle bir şeyin olmadığını söylüyorlar ama işin işine devletin anlayışı, sistemi girdiğinde yüz yıllık zihniyet kendisini devam ettirmiş oluyor.    Görüştüğünüz farklı siyasetçilerin bu konuda utandıklarını söylediniz. Geçmişte Kemalist partiler olsa da 20 yıldır kendisini İslami cenahta konumlandıran AKP var ülke yönetiminde. Bugünkü iktidar açısından bu korku neden?    Türkiye’de bir tabu oluşmuş aslında ve herkes o oluşan üst aklın emrindedir. Bazen kırmızıdır, solcudur, komünisttir, liberaldir, bazen de yeşildir bugünkü iktidar gibi. Fakat hepsi o üst aklın emrindeler. Kimse de o üst aklın emrinden çıkmaz. Yüz senedir sistem aynı ve eğer buna karşı çok güçlü mücadele edilemezse bu böyle devam edecektir. Bu Türkiye’nin değişmezi haline gelmiştir.   Yani İslami kimliğe sahip bir parti, iktidarda da olsa da tanımladığınız devlet anlayışının ötesine geçemez mi?   Değişmez ve hepsi lafügüzaftır. Onlar için önemli olan Türklük ve Türk devletidir, bayraktır. İnsan ve insan hakları diye bir kavram yok bu sistemin içerisinde. Adalet, hak yoktur.  İfade ettiğim gibi önemli Türklük, Türk bayrağı, vatan vb. gibi şeyler.    İslam’a bakış açısından kaynaklı bir fark var mı? Mevcut iktidar kimi tarihsel İslami kişilikleri ön plana çıkarıyor zaman zaman. Fakat Şeyh Said örneğinde böyle bir şey söz konusu değil. Böylesi bir farklıktan mı kaynaklanıyor mesele?       İslamiyet’i ve dini kendi emelleri için, kendi Türklük duyguları için bayrakları için kullanıyorlar. Tevhidi din ile bir alakaları yok.   Bin yıllardır iktidarlar İslamiyet’i hep kendi saltanatları için kullanmışlardır. Yönetim ve idareler Emevilerden, Abbasilerden, Osmanlılardan ve bunlar da onların süzgeçten geçirilmiş halidir. İslamiyet’i ve dini kendi emelleri için, kendi Türklük duyguları için bayrakları için kullanıyorlar. Tevhidi din ile bir alakaları yok. Tevhitte insan var, diller var, siyah, beyaz, sarı var. İslam’da farklılıklar, farklılıkların korunması var. Zalim var, mazlum var. Bunlarda böyle bir şey yok, İslamiyet’i de hep kendi emelleri için kullanmışlardır. Bu yüzden de samimi olduklarına inanmıyorum. Bu sistemin tevhidi dinle hiçbir alakası yoktur. Bu tamamen İslam’a muhayyir bir sistemdir. Tayip Erdoğan’ın yalnız yaptığı bir şey vardır; kendine bağlı cemaatlerle iyi geçiniyor, bunlara arpalıklar dağıtıyor. Dolayısıyla Kürdistan’daki şeyh ve cemaatlerin birçoğu ise dün başkalarına bağlı oldukları gibi bugün de Tayyip Erdoğan’a bağlıdırlar ve keyifleri de yerinde.   Bu tarz ilişkiler dinde ne derece yozlaşmaya yol açtı?   Çok çok fazla hep de. Bu durum İslamiyet’i değiştirip çok farklı bir boyuta getirdi. İslamiyet hiçleştirildi. İslamiyet bu değildir. İslamiyet’te hak arayışı vardır. İçinde bulunduğun insanlarla, hükümetlerle anlaşma vardır, uzlaşma vardır. Bunlar şu anda İslamiyet’i tamamen şekli bir şekilde yürütüyorlar. Kandilleri kutlamak, bayramları kutlamak, Cuma günlerini kutlamak veya Selamünaleyküm demek gibi. Sanıyorlar ki İslamiyet bunlardan mütevellit. Fakat İslam bu değildir.   Bu anlayışın toplumsal yansıması da tarif ettiğiniz gibi mi?   Evet, maalesef. Yani toplum yozlaştırılmış, beyni yıkanmış artık doğru ve yanlışı birbirinden ayırt edemiyor. Biraz da mutaassıplaşmış. Bu senelerce yapılan bir politikadır. Bugün muhafazakâr kesim maalesef düşünen kesim değildir. Tefekkür etmiyor, düşünmüyor, araştırmıyor. Bunlar artık bilinen meseleler. Geçenlerde mezarlıklar ile ilgili bir ana muhalefet partisinin lideri ile görüşme yaptım. O da bana tamamen hak verdi. Kendisi ‘Artık bu durum dünyada bir utanç haline geldi. Dünya 30-50 senede bir arşivlerini halka açıyor, bunları tartışıyor. Biz ise hala 100 sene önce nasıl düşünülüyorduysa, ne yapılmışsa hala onu ısrarla sürdürüyor. Bu insanlık ayıbıdır. Bunun değiştirilmesi gerekiyor’ diye bir itirafta bulundu. Bunu söyleyen de bu günahı işleyen partinin mensubu veya sorumlusu. Maalesef hakikatler böyle.   Muhalefete gelmeden önce, devlet bunca yıldır mezar yerlerini saklayarak amacına ulaşabildi mi? Bu mirası silikleştirebildi mi?      Kimsenin şüphesi olmasın ne din vasıtasıyla ne de para vasıtasıyla bu halk ortadan kalkmayacaktır   Hayır. Ben Şeyh Ali Rıza’nın oğluyum, kendisi bilge bir insandı. Çok alim, dünyayı bilen ve gezen bir kişiydi. Bunu zaman zaman anlatırım. Said Elçi (PDK-Bakur kurucusu) bir gün babam Ali Rıza’ya bir soru sordu; “Siz niye başarılı olmadınız, bu hadise niye başarılı olmadı” diye. Babam bayağı üzüldü. Sonuç olarak bu hareketin teorisyeni ve perde arkası önderiydi. Dönüp Said’e Siz yanlış düşünüyorsunuz. Biz başarılı olduk ve en iyi şekilde başarılı olduk’ dedi.   Bunun üzerine ‘Nasıl başarılı oldunuz?’ diye sordu Said Elçi. O da şöyle anlattı: Bu işin iki ayrı yönü var. Birincisi, bu hareketi başlatan ve bu hareketi yürüten insanların hepsi ehli kemal insanlardı, ilim ve irfan sahibi kişiliklerdi. Tevhidi inanca göre bir kişi kendi malı ve dili için mücadele ederse ve bu uğurda ölürse bu şehittir. Bir Müslümana göre de şehadet en ulvi ve en yüksek derecedir. Yani bunların kendi inançlarında herkes şehit olmuştur ve bunlar kendi hedeflerine ulaşıp şehit olmuşlardır.    Fiziki yani beşeri tarafı ise, Şeyh Said efendi ve arkadaşları farklı farklı sınıflardan, yapılardan gelen insanlardı. Kimisi şeyh, kimisi hoca, ağa, asker sınıfından insanlardı. Bu insanlar bir araya gelip kenetlenerek bir cephe oluşturdular. Kanları döküldü bu insanların. Kanlarının dökülmesiyle bir kimlik ortaya çıktı, o da ulusal kimliktir. Sınıf, cins, ideoloji demeden, bu insanlar öldüler ve geriye bir halk, bir ruh bıraktılar. Bu ruhta Kürdistani bir ruhtur. Sen varsın Said, sen bir faqînin (alim) oğlusun, ama bak şu anda KDP’nin başkanısın ve siyasette söz sahibisin. Eğer biz bu hareketi yapmamış olsaydık. Mustafa Kemal ve arkadaşları, gelip Kürdistan’da birçok arkadaşı katledecekti. Kendilerine göre okumuş şeyh ve ağa yaratarak, onlara arazi dağıtacaktı. Biraz kredi verecekti ve insanlar da diyecekti ki: ‘Ya Mustafa Kemal sen ne kadar iyi bir insansın. Mustafa Kemal geldi bizi ağaların zulmünden kurtardı. Bugün benim yirmi tane koyunum var, arazim var gibi. Doğudan batıya, batıdan doğuya insanları tehcir edecekti. 20-30 sene sonra Kürt müsün, Türk müsün denseydi, insanlara vereceği cevap şu olurdu; ‘Benim babam Kürt’müş. Ben bilmiyorum ama babam Kürt’müş.’ Asimilasyonla bu halk ortadan yok olacaktı. Ama biz kanımızı döktük, ellerimizi birbirimize kenetledik bir cephe oluşturduk ve artık bu ilelebet devam edecektir. Ben yapmasam çocuğum yapacak, çocuğum yapmasa torunum yapacak ve bu ruh gelişti dimdik ayaktadır.’   Kimsenin şundan şüphesi olmasın ne din vasıtasıyla ne de para vasıtasıyla bu halk ortadan kalkmayacaktır. Çünkü yüzbinlerce insanın kanı var bu topraklarda ve hep kendi toprağında ölmüştür. Başkasının toprağına gidip de işgal, tecavüz, gasp için ölmemiş. Kendi toprağına, kimliğine sahip çıkmak adına mücadele etmiş ve orada katledilmiştir.    Devletin de cenazelerden öte korktuğu şeyin bu ruh mu?   Evet, bu ruh ve bizler diyoruz ki, yani geçmişte yanlış, ceberut ve inkarcı düşünce ile bunu idam etmişseniz bile bırakın bugün cenazemizi alalım. Biz insan olarak yasımızı yapalım. Ağlayalım, yas tutalım, mezarlarımızın üzerinde okuyalım üzerinde. Çünkü bu bizim insani ve beşeri hukukumuzdur.    Devletin izlediği politika, mirasçıları olarak sadece ailenize dönük değil. Seyid Rıza ve arkadaşlarının da mezar yerleri hala bilinmiyor. Dün olduğu gibi bugün de cenazelere, mezarlıklara dönük saldırılar var. Ailelerin taziye kurmaları, yas tutmaları engelleniyor.  Yas süreçlerine müdahale ile devlet, aslında onların mirasını mı ortadan kaldırmak istiyor?      Şeyh Said ve dava arkadaşlarıyla beraber Seyid Rıza’nın da, Melê Saidê Kûrdî’nin gibi benzer mezar yerleri açıklanmayan insanlar adına da ben bu talebi yaptım.    Bu yası inkar etmekle, yasaklamakla, müsaade etmemekle bir şeyler yaptığını sanıyor. Fakat bu çokta etkili olmuyor. Yaklaşık yüz senedir ne babam ne ben yasımızı yapmamışız. Babamın içinde bir uhde olarak kaldı, ama ben o yası yapmak için, o ruhu diri tutmak istiyorum. Çocuklarıma ve Kürt halkının bütün kesimlerine aynı şey, söyleyebilirim, yasınız hakkınızdır. İnsanlar ölülerinin yasını onurlu bir şekilde tutmalı. Denildiği gibi; “Berxwedan Jiyane”. Biz de direniyoruz, direnenler var ve direneceğiz. Biz müracaatımızı yaptık talepte bulunduk. Benim ağabeyim Diyadin Fırat 2009-2011 arası talepte bulunmuştu, onu ret ettiler. Ben varisi olarak, Şeyh Said’in torunu olarak tekrar bir talepte bulundum. Resmi bir şekilde Şeyh Said ve dava arkadaşlarıyla beraber Seyid Rıza’nın da Melê Saidê Kûrdî’nin (Said-i Nursi) gibi benzer mezar yerleri açıklanmayan insanlar adına da ben bu talebi yaptım. Ve davamdan dönmeyeceğim. Mezarları verilmeyen herkesin mezarlarının verilmesi lazım. Çünkü bu bir insani görevdir. Dağlarda yüzbinlerce insan şehit olmuş, yerlerini bildikleri halde mezarlarını göstermiyorlar, vermiyorlar, kaybediyorlar, kutulara koyuyorlar bir şekilde ortadan kaldırılıyorlar. Fakat hiçbir sonuç elde edemezler, bu halkı sindiremezler.      Çabalardan sonuç alacağınıza dair umudunuz ne derece güçlü?   Ben kendime güveniyorum ve bu davayı sonuna kadar götüreceğime eminim. Olumlu sonuç alacağıma dairde inancım var. Türkiye’de müracaat edeceğimiz kapıların hepsi kapanırsa, dünya var kamuoyu var dünya geneline müracaatta bulunuruz. Ola ki onlarda bir çare bulmaz ise ben yine kendime güveniyorum ve bu işi yapacağıma dair inancım ve umudum var. Bu konuda kendimden çok halka inanıyorum halka güveniyorum. Sonuçlar kötü olursa şayet gidip o meydanda ölümümü beklerim.    2014 yılında Büyükşehir Belediye Meclisi kararıyla adı ‘Şeyh Said Meydanı’ olarak değiştirilen o meydandan geçince ne hissediyorsunuz?   Ben o meydandan geçince hissettiğim tek şey acı, acıdan başka hiçbir hissetmiyorum…. (Gözleri doluyor)   Görüştüğünüzü paylaştığınız CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geçmişle “yüzleşme” çıkışında bulundu. Siz de o zaman buyurun mezar yerlerini açıklayın diyorsunuz. CHP, bu ve diğer konularda hakikaten geçmişle yüzleşme cesareti gösterebilir mi?   Tabi ki şüphelerim var, bunları dile de getirdim. Ama ‘bu doğru değil artık değişmeli’ diye bir söylemde bulunuyor muhalefet. O zaman bu doğru yerine getirilmeli. Kılıçdaroğlu, ‘Bu bir kusur, günah ve ayıptır. Yüz sene önce yaşanılan bir şeyi hala günümüzde üzerinde ısrarla durmamız bu insanlık ayıbıdır. Bizler değiştirmeliyiz’ diye söylemde bulunuyor. Onun da sırtında bir sürü kambur var. Kendisi her ne kadar değilim dese bile Kürt’tür, Alevidir. Bunlar da Türkiye’nin resmi ideolojisinin önünde sıkıntıdır. Ama sadece o değil, onun dışındaki partiler de aynı şeyleri söylüyorlar. AKP’nin içindekiler de aynı şeyleri söylüyor. Fakat Türkiye artık değişmeli, doğrular ortaya çıkmalı ve arşivler açılıp gerçekler tartışılmalı. İnsan hakkı ve evrensel değerler egemen olmalı.   MA / Ömer Çelik