‘Gazetecilerin asıl sorumluluğu barışı sağlamaktır’ 2022-03-05 09:06:32 ANKARA - Gazetecinin savaşta müzakerenin yol haritasını çizmesi gerektiğini belirten gazeteciler, “Sivil odaklı habercilik ve yerel medya barışa katkı sunabilir. Gazetecinin asıl sorumluluğu barışı sağlamaktır” dedi.  Gazeteciler, yapılan haberlerle barışa katkı sağlayabilecek konumdayken, iktidarların savaş dilini benimsedikleri için halklar arasındaki nefreti ve ayrımı körüklüyor. İktidarlara bağımlı hale gelen medya, halklara bilgi verecek konumdan ayrılarak propaganda aracına dönüştü.   Medya sahipleri ve iktidar arasındaki ilişki kendini savaş zamanlarında daha fazla gösteriyor. Medya kurumları bağlı oldukları veya fon aldıkları ülkelerin basın bültenine dönüşüyor. Çatışma ve savaş bölgelerinde bulunan gazeteciler yaptıkları haberlerle savaşı körükleyebileceği gibi barışın inşasına da katkı sağlayabiliyor. Ankara Üniversitesi (AÜ) İletişim Fakültesi’nden ihraç edilen Doç. Dr. Tezcan Durna, Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici ve çatışma bölgelerinde sahada çalışan gazeteciler Abdurrahman Gök ve Saadet Yıldız, savaş ve çatışma süreçlerinde gazetecilere düşen sorumlulukları anlattı.    SAVAŞIN KAZANANI YOK   Teoride ve pratikte farklı haber anlayışları olduğunu belirten iletişim akademisyeni Durna, savaş alanlarında çalışan gazetecilerin savaşan ordulara iliştirildiğini belirterek, medyanın genelde bulundukları konum gerekçesiyle savaşı “amigo” gibi anlattığını ifade etti. Gazetecilerin genelde kazananın tarafından haber yaparak, “Savaşın mağduru insanları bu mağduriyetin bir çeşnisi olarak” gösterdiğine dikkat çeken Durna, gazetecilerin aslında savaşının kazananın olmadığını, her iki tarafın da kaybettiğini göstermesi gerektiğini söyledi.    Durna, savaşın kaybedenin ülke liderleri olmadığını hatırlatarak, şu ifadeleri kullandı: “Savaşı kaybedenlerin büyük liderler değil de kadınlar, çocuklar, yaşlılar, doğa ve hayvanlar olduğunu yani dolaylı özneleri olduğunu göstermek gerekiyor. Ana akımda, savaşı kim başlattı, süreçler nasıl işliyor gibi durumlar gösteriliyor.”   YOL HARİTASINI ÇİZMELİ   İletişim bilimi teorisinde medyanın savaş karşıtı bir pozisyonda yer alması gerektiğini belirten Durna, gerçekte ise medyanın sahiplik ilişkileri nedeniyle bulundukları ülkelerinin devlet politikalarına uygun hareket ettiğini ifade etti. Durna, konuya ilişkin şunları kaydetti: “Medyayı hangi ülke fonluyorsa onların politikalarına ilişkin haber yapıyorlar. Medya kurumları bulundukları ülkelerin politikasından kendisini sıyıramaz ama belki gazeteciler bunu yapabilir. Gazeteciler çatışma yanlısı olmayarak çatışmanın dinamiğini ortaya çıkartabilir. Müzakerenin nasıl gelişeceğine dair yol haritası çizebilir. ‘Haklı haksız savaş, kim kazandı, ilk taşı kim attı’ gibi haber yapılıyor. Savaşta haklı haksız olmaz. Gazeteci savaşın ortaya çıkış sürecine odaklanmalı, zamanı ve mekânı açmalı. Gazeteciler sadece liderlere söz hakkı vermemeli, çünkü savaşı başlatanlar kendini haklı gösterecek açıklamalar yapar. Bunları konuşturmak çözüme yaklaştırmıyor.”   BAĞLILIK KAYBETTİRİYOR   Türkiye’de de durumun farksız olduğunu ifade eden Durna, “Türkiye medyası her dönem Türkiye’nin milli çıkarlarını ilgilendiren konularda hep devletin yanında saf tutmuştur. Cumhuriyet’inden Hürriyet’ine tüm anaakım böyledir. Türkiye uluslararası ilişkiler açısından ciddi yalpalanma içinde. Bu durum anaakım medyada da görünüyor. Medya, iktidarın politikadaki dilini benimseyerek tavır koyuyor. Yani iktidarın politikalardaki savrulması basına da yansıyor, çünkü iktidarın dediklerini yayın politikası olarak benimseyip haber yapıyor. Devlete bağlılığını ispatlamaya çalışırken medya özelliğini de kaybediyor. O yüzden şu açıdan bakınca Türkiye medyası, anaakım medya, haber ve bilgi alınacak bir mecra olmaktan çıkmıştır” ifadelerini kullandı.   ÇATIŞMAYAN TARAF    Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici ise gazetecilerin çatışmalarda tarafta tutmaması ve savaşta haklı-haksız ayrımı yapmaması gerektiğinin altını çizdi. “Haklı-haksız savaş” ayrımını tanımadığını belirten Bildirici, “Bir gazeteci olarak bu ayrımı tanımıyorum, çünkü bütün savaşlar insanlara zarar veriyor. Binlerce insan ölüyor, yerinden oluyor. Gazetecilerin savaşlara karşı çıkması evrensel gazeteci etiğidir. Gazeteci taraf olduğu zaman insanlara yararlı olamaz. Bizim asıl amacımız insanlara bilgi vermektir ve insanların iyiliği için çalışmaktır. O nedenle biz doğru değil yanlı bilgi verirsek, gerçeği aktarmamış oluruz. Bizim gazetecilerin asıl sorumluluğu gerçeğe karşı sorumluluktur. Gerçek sorumluluk, okuyucu ve izleyiciye doğru bilgi vermektir” şeklinde konuştu.    ‘MEDYA İKTİDARDAN YANA’   Bildirici, gazetecilerin egemen iktidarın karşısında yer alması gerektiğini, ancak Türkiye ve dünyada bunun tam tersinin yaşandığını ifade etti. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin aynı şey olduğunu belirten Bildirici, tüm dünyada medyanın iki olaya başka baktığını ifade etti. “ABD, Irak’a girdiğinde uluslararası hukuku ihmal etmiyor muydu” diye soran Bildirici, “Medyada çifte standart var. Egemen bir devletin içine askerleriyle girdiler ve on binlerce insanın ölümüne neden oldular. Aynı şekilde Afganistan’a da girdiler. Peki bunun Rusya’nın Ukrayna’ya girmesiyle ne farkı var?  Bir gazeteci olarak benim açımdan bir fark yok. ABD, Irak’a girdiğinde demokrasi getiriyor ama Rusya Ukrayna’ya girince faşistlik yapıyor. Ne ABD ne de Rusya demokrasi götürüyor. İkisine de aynı şekilde karşı çıkmak lazım. Ukrayna’ya girilmesini ne kadar yanlış görüyorsam Irak’a girilmesini de o kadar yanlış görüyorum” ifadelerini kullandı.   TUTUM ALMALI    Türkiye’nin de başka bir ülkede asker barındırmasının doğru olmadığını söyleyen Bildirici, “Türkiye’nin başka bir ülkenin içişlerine karışması, altını çiziyorum gerekçesi ne olursa olsun, başka bir ülkenin topraklarında asker barındırması ve orada üniversite açması, yerel birimler kurması, bunların da doğru olmadığını düşünüyorum. Türkiye medyası bu konuda çifte standart uyguluyor. Türkiye medyası, ‘Ukrayna’da, Rus ordusunun girmesinin yanlış ama bizim ordununki de yanlış’ demiyor. Asıl olanın barıştır, barışı sağlamaktır, buna inanıyorum. Suriye’den bir saldırı varsa sınırı korursun ama topraklarına girmek hem ekonomik hem siyasi olarak maliyetlidir hem de uluslararası hukuk açışından da doğru olduğunu düşünmüyorum. Günümüzdeki bu uygulamaları görmezden geliyor. Keşke Türkiye medyası Ukrayna’da olduğu gibi bütün savaşlarda bu tutumu alabilseydi. Tabi bu karşıt tarafın görüşlerine yer vermemek ve onlarla empati kurmamak anlamına gelmiyor.”   YEREL MEDYANIN BARIŞA KATKISI    Kuzey ve Doğu Suriye ile Şengal’de sahada çatışma ve savaşı yerinde takip eden gazeteci Abdurrahman Gök, medyanın savaşı bitirmeye yardımcı olabileceği gibi savaşı körükleyebileceğine işaret etti. Büyük medya kuruluşları bağlı oldukları ülkelerin çıkarlarını gözeterek hareket ettiğini belirten Gök, “CNN International, BBC, AL Jazeera gibi kuruluşların ülkelerinin çıkarlarından bağımsız hareket ettiğini söylemek mümkün değil” dedi. Savaşın yaşandığı bölgede yerel haberciliğin önemine vurgu yapan Gök, “Yerel medya, küresel medyanın karşısında, çatışmaların içinde farklı bir yere sahiptir. Yerel medya çoğu zaman şiddetin eşiğinde olan veya şiddetten çıkan bir toplumda güven ve değer düzeylerini yeniden sağlayarak barışa katkıda bulunabilir” diye konuştu.     Gök, Ana akım ve küresel güçteki medyanın “biz ve onlar” dilini benimseyerek halklar arasında ayrıştırma yaptığını belirtti.   Gazetecinin “savaştan kahraman çıkarmaması” gerektiğinin altını çizen Gök’e göre, çatışma bölgelerinde yerel medyada çalışan gazeteciler, çatışma sürecinde susturulan kesimlere mikrofon uzatarak, şiddet sonrası toplumun inşasına katkıda bulunmaya yönelik çalışmalar yapmalı.   TÜRKİYE MEDYASI ÖRNEĞİ   Gök, medyanın yaptığı haberlerle toplumu nasıl dönüştürebileceğine ilişkin ise şunları söyledi: “Medya, gerilimi körüklemenin dışında ‘onlar’ dediği kesimin görüşlerine yer vermeyerek, barışa karşı suçlu bir konumda oluyor. Aynı medyanın iktidarla birlikte hareket ederken toplumdaki algıyı nasıl kısa bir sürede değiştirdiğini de gördük. Özellikle adına çözüm süreci denilen 2013-2015 yıllarında medya, ‘çözüm’ ve ‘barış’ diyenlere yer verdi. Bunun toplum nezdinde domino etkisini yarattığını, insanların birbirini anlayamaya başladığına tanıklık ettik. Maalesef aynı medyanın eski çizgisine dönüş yaptığında, halklar arasındaki gerginliği sulayarak büyüttüğüne tanıklık ettik. Yeniden savaşın başlamaması için imza veren barış akademisyenlerini nasıl topa tuttuğunu, hain ilan ettiğini, ‘savaş bir sağlık sorunudur’ diyen hekimleri nasıl hedefe koyduğunu gördük. Eğer o gün ‘kanlarının oluk oluk akıtacağız’ diyenleri değil de barış çabalarına ve savaş karşıtı görüşlere yer verseydi, halklara barışa yönelik kanalları görebilirdi. Kan ve savaş başlamadan tekrar barış olabilirdi ama yapılmadı. 7 yıl boyunca daha fazla kan, daha fazla savaş oldu. Medya, halklar arasındaki uçurumun açılmasına neden oldu.”   EFRîN İÇİN 15 MADDE   Gök, AKP iktidarıyla Türkiye yaygın medyasının brifing aldığı yerin değiştiğini belirterek, “Eskiden gazetecilerin hangi haberi, nasıl yazacakları, yayınlayıp yayınlamayacakları, hatta manşetlerde kullanılacakları kavramları Genelkurmay Başkanlığı belirliyordu. AKP döneminde iktidarı tekeline aldığında artık bu brifinglerin adresi değişti. Dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın 2018 yılının başında medya kuruluşlarına o dönem Efrin hareketinde takınacakları tavra ilişkin 15 maddelik bir bildiri açıklamıştı” dedi.   Habertürk TV’nin 27 Mart 2018 tarihli röportajında Efrinlilerin “ÖSO talan etti” ifadelerini Veyis Ateş’in “YPG” olarak değiştirmesini hatırlatan Gök, “Bu manipülasyon halklar arasındaki nefreti artırır, düşmanlaştırır, savaşı körükler. Bilgi eksikliği, çatışmanın herhangi bir aşamasında insanları çaresiz bırakabilir. İktidarın hegemonyasındaki medya tüm savaşın taraflarının gerçek hedeflerini ortaya çıkarmaya çalışmıyor, savaşı körüklüyor. Barış yanlılarının sesine ve barışın inşasına yer vermeliler. Rusya’nın savaş karşıtı gösterilerini yansıtan medya Ukrayna’daki savaş karşıtı gösterileri de yansıtmalıdır. Ve medya Suriye savaşında da aynı tavrı benimsemiş olmalıydı ama Türkiye’de medya, medya görevini üstlenmiyor. İktidar politikasının savunucusu olarak yer alıyor ve bu yüzden halklar arasındaki nefretin körüklenmesine neden oluyor” şeklinde konuştu.   SİVİL ODAKLI HABERCİLİK   Kobanê’de ve sokağa çıkma yasakları döneminde Cizre’de bulunan gazeteci Saadet Yıldız da, çatışma ve savaş döneminde sivil odaklı habercilik yapmaya işaret etti. “Sivil odaklı habercilik yaparsanız, çatışmanın ya da savaşın doğasının anlaşılmasını sağlarsınız” diyen Yıldız, bu tarz habercilikte esas olanın barışın ya da ateşkesin sağlanacağı, çatışmanın sonlanabileceği bir kapının aranmasını sağlamak olduğunu söyledi.  Yıldız, “Yoksa propagandaya dayalı çalışmak sadece savaş çığırtkanlığını beraberinde getirir. Bu da gazetecilik değildir. Bir ülkenin propagandasını yapmaktan öteye gitmez” diye ekledi.   Savaş ve çatışma sırasında gazetecinin uluslararası hukuka saygılı, savaş karşıtı, adil ve tarafsız tutum almasının önemine vurgu yapan Yıldız, “Her yayıncı ve gazetecinin mutlaka bir anlayış ve ideolojisi vardır ama bunlar hiçe sayılırsa sadece savaşı daha da körükler. Özellikle kan dökülmesine karşı çıkılması en temel sorumluluktur. ‘Ne kadar insan öldü’, ‘ne kadar insanının evi yıkıldı’ ya da ‘ne kadar insan göç etti?’ Bu haberleri yapmak ve yansıtmak önemli ama esas görev, bu savaşın ortadan kalkması için gereken haberlerin yapılmasıdır. Haberin kaynağına ne kadar inerseniz sorunun çözümüne de o kadar katkınız olur” şeklinde konuştu.   MA / Berivan Kutlu