Gazeteci Estukyan hakkında soruşturma 2022-03-03 16:59:47   İSTANBUL - Demokratik Modernite Dergisinde yayımlanan yazısında “YPG ve YPJ Gerillaları” ifadesine yer veren gazeteci ve yazar Pakrat Estukyan hakkında açılan soruşturma kapsamında ifade verdi.    Üç ayda bir yayımlanan düşünce ve kuram dergisi olan Demokratik Modernite Dergisi’nin “Özel Savaş Kuramı”  sayısına açılan soruşturma kapsamında gazeteci ve yazar Pakrat Estukyan, avukatları Özcan Kılıç ile Sercan Korkmaz eşliğinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına ifade verdi.   Derginin ilgili sayısında, “Çoktan teke, vardan yoka ya da mozaikten mermere; Türkiye” başlıklı yazı nedeniyle ifade veren Estukyan, “örgüt propagandası” iddiası ile ifade verdi. Söz konusu yazının kendisine ait olduğunu ve kendi düşüncelerini yansıttığını söyleyen Estukyan, yazısının düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu ifade etti. Estukyan, yazıda tarihe meydana gelen olaylara ve bu güne işaret ettiğini vurguladı. Yazısında, “YPG, YPJ Gerillaları” kavramlarını nedeniyle suçlandığını belirten Estukyan, bunun suç sayılamayacağını belirtti.   ‘GERİLLA KAVRAMI YERİNDEDİR’   Müvekkili Estukyan’ın kullandığı “YPG, YPJ Gerillaları”na açıklık getiren avukat Sercan Korkmaz, “Gerilla” kavramının Türk Dil Kurumu’nda (TDK) düzenli orduya karşı küçük birlikler halinde ve hafif silahlarla donatılmış topluluk olarak geçtiğini belirtti. Korkmaz, “Esasen terminolojiye bakıldığında kullanılması gereken ifade budur. YPG’nin Türkçe açılımı Halk Savunma Birlikleri anlamındadır. Bu terminolojinin kullanılması, suçun maddi ve manevi unsurları karşılamadığı açıktır. Müvekkilimiz hakkında takipsizlik kararı verilmesini istiyoruz” dedi. Avukat Özcan Kılıç da takipsizlik kararının verilmesini istedi.   TEPKİ GÖSTERDİ   “YPG, YPJ Gerillaları” nedeniyle hakkında açılan soruşturmaya ilişkin ajansımıza konuşan Pakrat Estukyan, durumun terminoloji tahammülsüzlüğü olduğunu ifade etti. Estukyan, “Egemen düzen istiyor ki; kendisi meselelere hangi tanımı kullanıyorsa herkes de aynı tanımı kullansın. Ama bu yazının da düşüncenin de fikrinin de özüne aykırı bir durum. Bazen aynı kişiye birileri iş insanı diyor birileri mafya diyor. Ne yapacağız şimdi? Kişi gerçekten mafya ama öbür tarafından bakılınca iş insanı oluyor. Bazen hayırsever oluyor. Bu mevzu da tam da böyle bir şeydir” dedi.   YARGI HUKUKUN DIŞINA ÇIKTI   YPG ve YPJ’nin daha önce Türkiye’deki yetkililer tarafından da kullanıldığını belirten Estukyan, kendisinin kullanması nedeniyle açılan soruşturmanın yargının siyasallaştığını göstermiş olduğunu kaydetti. Estukyan, “Bir şey ya suçtur ya değildir. Bir tanım ya suçtur ya değildir. Şu politika uygulandığında suçtur bu politika uygulandığında suç değildir gibi bir şey kabul edilemez” diye konuştu. Daha önce Salih Müslim’in devlet protokolüne davet edildiğini bu gün ise suçlu olarak lanse edildiğini paylaşan Estukyan, “Aynı Salih Müslüm bu gün terörist başıdır” diye dikkat çekti. Estukyan, yargının hukuk normlarının dışına çıktığını söyledi.   Derginin “Özel Savaş Kuramı” sayısında suçlama konusu yapılan Pakrat Estukyan’ın “İnsansızlaştırılan Tarih, Tur Abidin” altı başlığında yer alan yazısının ilgili kısmı şu şekilde:   İNSANSIZLAŞTIRILAN TARİH, TUR ABDİN   "Can güvenliği kaygısıyla ülkeyi terk etme zorunluluğu T.C. vatandaşı Süryanilerin 1990’lı yıllarda anayurtları olan Tur Abdin bölgesini terk ederek, Kuzey Avrupa ülkelerine göç etmelerine sebep oldu. 1915 fırtınasını, ‘Seyfo’ deneyimini yaşadıktan sonra da ülkesinde kalma iradesi gösteren bu barışçı halkın göçü son derece ağır bir travma oluşturdu. Bu yüzden de 2010 yılından itibaren, ‘Çözüm süreci’ olarak tanımlanan nispeten daha güvenli ve umut vadeden dönemde, geri dönüş çabalarına da tanıklık edildi. Kimi aileler yaklaşık 20 yıllık bir sürede İsveç, Norveç, Hollanda gibi ülkelerde edindikleri kazanımları geride bırakarak anayurtlarına dönme hazırlıklarına giriştiler. Ne var ki bu eğilim gittiklerinde arkalarından timsah gözyaşları döken eski komşularını memnun etmedi. Memnun etmek bir yana, Süryanilerin terk etmek zorunda kaldıkları köylerine, arazilerine ve evlerine dönme arzusu, bunları gasp etme hevesine düşenlerde derin kaygılara yol açtı. Gâvur malına çökmenin bir hak olarak algılandığı bir ortamda; Süryanilerin dönüşünü engellemek üzere bir yandan ‘korucu’ sıfatıyla yetkilendirilmiş yarı resmî silahlı güçlerlin baskı ve yıldırma yöntemlerini kullanılırken, yargı da aynı amaca hizmet ederek hukuksuz gaspları meşrulaştırmaktan geri kalmadı.   Bireylerin mülkiyetine yönelik gasp olaylarının yanı sıra, toplumun malı olarak değerlendirilen Mardin’de Dar ül Zafaran Manastırı’nın zeytinliklerinin yakılması ve Midyat’ta Mor Gabriel Manastırı’na ait tescilli arazilerin gaspı girişimleri, Süryanilerin istenmedikleri mesajının verilmesinde ve geri dönüşlerinin engellenmesinde çok işlevsel oldular.   Benzer şekilde Maraş’ta Alevi toplumuna karşı devlet eliyle gerçekleştirilen pogromun gerçek başarısı, birkaç gün içinde resmî açıklamada 120 olarak açıklanan, kimi iddialara göre birkaç yüze varan can kaybıyla sınırlı değildir. Esas murad edilen şehrin demografik yapısının değiştirilmesi olmuş, bunda da başarı sağlanmıştır. 1978 sonrasında Maraşlı Alevi aileler ‘Türklük Sözleşmesi’nin yazılı olmayan planlarına uygun bir şekilde ülkenin metropollerine, oradan da başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerine göç etmek zorunda kalmışlardır.   Özellikle 'Alevilere yönelik devlet baskısı Yavuz Sultan Selim döneminden günümüze kadar kesintisiz sürmüştür' savı asla abartı değildir. Anadolu’da kadim pagan inançlarından izler taşıyan, süreç içinde Hıristiyanlık ve Müslümanlık öğretileri üzerinden geliştirilen özgün bir sentez olarak tanımlanabilecek Kızılbaş Alevi kültürü, deyim yerindeyse ne İsa’ya ne Musa’ya hatta ne de Muhammed’e yaranmanın çilesini yaşamaktadır.   Ancak coğrafyamızda kabul gören özdeyişlerden biri de beterin de beteri olduğu yönündedir. Örneğimizde bu özellik Ezidi halkına mal edilebilir. Êzidîler belki de bütün inanç sistemleri içinde doğayla ve onun döngüsüyle en barışık örneği temsil etmekteler. Kökleri çok eski çağlara uzanan bu inançta ısrar etmenin bedeli çok ağır olmuştur. İktidar erkinin dayattığı Hıristiyanlığı reddederek eski inançlarına sadık kalan Ermeniler gibi, Êzidîler de Müslüman dinini benimseyen Kürt soydaşları tarafından büyük zulümlere uğradılar. Hıristiyanlığa karşı eski inançlarını korumaya çalışan Ermenilerin direnişi farklı tezahürlerle yaklaşık yedi yüzyıl kadar sürdükten sonra, ağır kırımların ve sürgünlerin ardından sönümlendi.   Buna karşılık Êzidîler Türkiye topraklarındaki anavatanlarında artık birkaç yüz kişi kalmalarına rağmen, Ermenistan, İran, Irak, Suriye vs. yakın coğrafyada halen varlıklarını büyük bir kararlılıkla sürdürme konusunda taviz vermiyorlar. Ancak bu ısrarın bedelinin de oldukça ağır olduğunu belirtmek gerekiyor. Tarihi boyunca katline çıkarılan fermanları saymaktan bitap düşmüş bir halk, son olarak 2014 yılının 3 Ağustos tarihinde, anayurtları olan topraklardan kaçarak sığındıkları Şengal dağında aralarında çok sayıda Türkiyelinin de olduğu barbar IŞİD çetelerinin soykırımına uğradılar. Daha da acı olan ise, bu soykırım operasyonun Barzani pêşmergelerinin yol vermesiyle yaşanması. Katliamın daha büyük can kayıplarına yol açması, Türkiye hükümetinin terör örgütü olarak tanımladığı Halk Savunma Birliklerinin, yani YPG ve YPJ gerillalarının kendi yaşamlarını hiçe saydıkları savunmayla önlenebilmişti.   Ezidiler ve Çingeneler gibi tüm inançlar tarafından horlanan bir diğer etnik ve dinsel grup da Yahudiler olmuştur. Dinî referansları Tevrat ile hem Hıristiyanlığın hem de Müslümanlığın üzerinde temellendikleri inanç sistemine ilham veren Musevilik ve bu dini sürdüren Yahudi halkı, her iki nevzuhur dinin mensuplarınca dışlanmış ve horlanmıştır. Özellikle Katolik mezhebinin bağnazlığı sonucunda 500 yıl kadar önce İspanya ve Portekiz’den kaçarak Türkiye’ye sığınan Safarad Yahudileri inançları ve geleneklerinden ötürü sürekli baskılarla karşılaşmışlardır. Belki de bu baskıların bir tezahürü olarak Türkiye’nin inançlar ve etnisiteler mozaiğine yeni bir renk olarak Sabetaycılık da bu coğrafyada, Osmanlı sultanının katkılarıyla eklenmiştir.   Tarih içinde birçok meczup, kutsal metinlerin söyleminden yola çıkarak kendisini mehdi olarak tanıtmış, bu yolla da müritler, dolayısıyla zenginlik devşirmiştir. Bunlardan biri de Osmanlı vatandaşı olan Sabetay Sevi’dir. Yahudi toplumu onun bu faaliyetlerini Osmanlı sultanına ihbar etmiş, sultan da tam katline ferman verdiği anda Müslümanlaşarak canını kurtarmıştı. Sabetay Sevi’nin ihtidası müritleri tarafından da benimsenmiş, böylece Müslüman Yahudi orijinli fakat Türkleşmeye çok hevesli bir toplum olarak Sabetaycılar Türkiye mozaiğine yeni bir renk olarak katılmışlardır.”