Şakar: Tecrit kırılırsa şiddet rejimi son bulur 2022-01-02 09:04:50   İSTANBUL - AKP-MHP şiddet rejiminin halkların mücadelesiyle bozulabileceğini belirten Öcalan’ın avukatlarından Mahmut Şakar, “Bu mücadele Sayın Öcalan’ın özgürlüğünden geçiyor” dedi.   İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 23 yıldır ağır tecrit koşulları altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan, 25 Mart 2021’den bu yana haber alınamıyor. Aile ve avukatların görüşme talebiyle Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı başvuruların yanıtsız bırakılması nedeniyle 22 Kasım’da Bursa Ceza İnfaz Hakimliği’ne “derhal görüşme” talepli başvuru yapıldı. Hakimlik, Öcalan hakkında iki yeni görüş yasağının olduğunu belirterek, başvuruyu reddetti.    Hakimlik, görüşmeye engel olarak Öcalan hakkında 12 Ekim’de 6 aylık görüş yasağının, 18 Ağustos’ta da 3 aylık ailece görüş yasağının verildiği kararını gerekçe gösterdi. Ancak yasağa gerekçe gösterilen kararlara dair avukatlara bilgi verilmedi. Aile görüş yasağı sona ermesine rağmen yapılan başvurulara yanıt verilmiyor. Öcalan’ın müvekkilliğini yapan Asrın Hukuk Bürosu, 24 Aralık’ta “görevi kötüye kullanmak suretiyle yasaya aykırı olarak hak kullanımını engellediği” nedeniyle sorumlu savcı ve hakimler hakkında Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) şikayette bulundu.   Öcalan’ın avukatlarından Mahmut Şakar, İmralı sistemi ve Öcalan üzerindeki tecridi değerlendirdi.    SİYASAL KURGU   Öcalan’a yönelik bütün uygulamaların bir evveliyatının olduğunu dile getiren Şakar, 25 Mart’tan bu yana yaşananların “İmralı Sistemi”nin bir parçası olduğunu söyledi. Türkiye’ye getirildiği tarihten bugüne kadar Öcalan’a hiçbir hukuksal ilkenin uygulanmadığını belirten Şakar, “İmralı’da her şey siyasal bir kurguyla yürütülerek, adım adım bugüne kadar gelen bir sistem söz konusudur” dedi.   22 YILLIK KEYFİ MEKANİZMA   İmralı sisteminin Olağanüstü Hal (OHAL) rejimi içerisinde inşa edildiğini hatırlatan Şakar, OHAL’in artık İmralı sisteminin temel bir özelliği haline geldiğini söyledi. Tüm Türkiye’de OHAL zihniyetinin hakim olduğunu dile getiren Şakar, “Sadece 9 ay için değil, 23 yılın önemli bir kısmında Öcalan tecrit altında tutuldu. Ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmedi. Ama ilk günden bugüne kadar görüşmelere engel olacak hukuksal bir gerekçe sunulmadı. Kısacası 1999’dan bugüne kadar İmralı’da keyfi olarak işleyen bir mekanizma var” diye belirtti.   TECRİT SİYASETİ DERİNLEŞTİ   Öcalan ile son temas olan 25 Mart’taki telefon görüşmesinden bugüne kadar yaşananların var olan durumu daha kritik bir noktaya getirdiğinin altını çizen Şakar, şöyle devam etti: “Sayın Öcalan ve İmralı’daki diğer tutukluların sağlığı, fiziksel bütünlükleri ve tutulma koşullarına ilişkin hiçbir bilgiye ulaşamıyoruz. Adeta karanlık bir perde arkasında durmuş ve hiçbir şey göremiyoruz. Ne mektupla ne telefonla ne de birebir görüşebiliyoruz. Yaşananlar tüm haber alma imkanlarının ortadan kaldırıldığı bir duruma denk geliyor. İmralı’daki tecrit derinleştikçe, Türkiye’de bir şiddet rejimi kendisini inşa etti. Bu tek adam rejimi olarak daha sonra reforme edildi. Bu rejim, şiddeti ve savaşı sürekli üretmeye yönelik bir rejimdir. Aynı zamanda tecridi de derinleştirmeyi esas alıyor. Bu tecrit siyaseti de bugün çok daha derinleşmiş durumdadır.”   KÜRT KAZANIMLARINA SALDIRI    AKP-MHP ittifakının 2014-15’ten bu yana “Çöktürme Planı” olarak bilinen plan çerçevesinde son derece stratejik bir siyaset devreye koyduğunu ifade eden Şakar, bu siyasetin 1925’te uygulanan Şark Islahat Planı’nın bir güncelleştirilmesi olduğunu söyledi. Şakar, “Burada geleneksel Türkçülükle, yeşil Türkçülük diyeceğimiz kesimin ittifakıyla oluşmuş bir politika söz konusudur. Burada Kürtlerin temel haklarını ortadan kaldırılması, Kürt kimliğinin tasfiye edilmesi, Kürtlerin kazanımlarının bir bütün olarak elinden alınması, Kürtlerin var olduğu, ayakta durduğu her yerde tasfiyesi ve etnik temizliği esas alan uzun bir zamana yayılmış bir soykırım anlamına gelen bir politikadır” ifadelerini kullandı.     Öcalan’ın, “Erdoğan, Kürtlere vurarak devlet içerisinde yükselmeyi öğrendi” değerlendirmesini hatırlatan Şakar, “Kürtlere vurarak yükselme, Kürtleri tasfiye ederek devletin egemen güçleriyle ittifak yapma, bir strateji olarak gelişti. Dolayısıyla bu olan biteni de bu stratejik yaklaşımla açıklamak gerekir” diye konuştu.     ŞİDDETLE KIRMAYA ÇALIŞIYORLAR   Devleti oluşturan kliklerin Kürt meselesinin şiddetle çözülebileceği konusunda halen hemfikir olduklarını belirten Şakar, şöyle devam etti: “Bu tarihsel meseleyi şiddet uygulayarak, bunun uluslararası dayanaklarını yaratarak, Türkiye içerisindeki ayaklarını güçlendirerek adım adım çözebileceklerini inanıyorlar. Halen Kürtlerin şiddetle kırılabileceğini, bu direnişin aşılabileceğine inanıyorlar. Bunun tabi tarihsel refleksleri var. Bu coğrafyanın kadim halkları Ermeniler, Rumlar, Süryaniler tasfiye edildi. Aynı kader Kürtlere de yaşatılmak isteniyor. Kürtsüz bir toplum yaratılabileceğini, Türkleştirmenin daha fazla derinleştirilebileceğini düşünüyorlar. Olan biten her şeyi de bunun bir bedeli olarak görüyorlar. Erdoğan ekonomik krizi izah ederken ‘Bir tane merminin bedelini biliyor musun?’ diyor. Yani ‘Hem savaşı istiyorsunuz hem de bunun yaratacağı krizden şikayet ediyorsunuz’ demeye getirdi. Dolayısıyla egemen güç bu politikadan vazgeçmiş değil.”   KÜRTSÜZLEŞTİRME POLİTİKASI    Erdoğan’ın sürekli iktidarda kalmak istediğini, sistemin de “tek adam” olma imkanı sunduğunu dile getiren Şakar, “Tek bir şey karşılığında bu imkanı sundular. O da sürekli ‘Kürtlerle savaştır.’ Bunun üzerinden AKP-MHP ve onlarla birlikte hareket eden bu karanlık güçler Kürtlerin direnişini kırarak, Kürtleri temel hak taleplerinden vazgeçirerek, coğrafyayı da Kürtsüzleştirecek bir siyaset izliyor. Bununla sürekli olarak iktidarda kalacaklarını düşünüyorlar. Erdoğan, şiddetle Kürt sorununu çözdükten sonra Türkiye’nin ikinci korucu lideri olacağına inanıyor” dedi.   ERDOĞAN DİRENİŞE ÇARPTI   AKP-MHP ittifakından önce savaşı ve şiddeti kendisine yöntem olarak belirlemiş iktidarların olduğunu hatırlatan Şakar, buna karşı da Kürt halkının direniş gerçekliğinin olduğunu vurguladı. Şakar, “Erdoğan’ın başarılı olup olmayacağı noktasında tarihe bakmak lazım. AKP-MHP ittifakı bir kez daha bu tarihsel belleğe çarptı. Son bir yıldır Türkiye’nin başarılı olmak istediği temel coğrafya Kürt coğrafyasının merkez üssü olan Güney Kürdistan’dı. Eğer bu başarılı olabilseydi, belki kendileri için önemli bir avantaj sağlayabilirdi. Ama bir direnişe çarptı. Türkiye içinde ve dışında artık herkes yaşanan krizi konuşuyorsa, bunda Kürk halkının ortaya koyduğu direnişin bir payı var” ifadelerini kullandı.     AVRUPA’NIN TECRİTTEKİ ROLÜ   Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin son toplantısının sonuçlarına dair 3 Aralık’ta açıkladığı kararı da değerlendiren Şakar, İmralı sisteminin yaratılmasında Avrupa Konseyi’nin etkisine değindi. PKK Liderinin Türkiye’ye getirilmeden önce AK’den bir heyetin İmralı’ya giderek oradaki ortamını gördüğünü ve onay verdiğini söyleyen Şakar, “Sayın Öcalan’da bunu söylemişti. Aslında Sayın Öcalan konusunda, onun üzerindeki politikalar ve uygulamaların pek çoğunda Avrupa’nın belli bir şekilde onayı ve tutumu var. Bununla paralel olarak Sayın Öcalan söz konusu olduğunda hukuku da kendilerine göre yorumladıklarını ifade etmek gerekir. Bir örnek vermek gerekirse AİHM, Öcalan’ın İmralı’da adil yargılanmadığını karar altına aldı ve yeniden yargılanmasına hükmetti. Türkiye yeni bir yargılama yapmadığı halde dosyayı açıp kapatarak bu kararın yerine getirildiğini iddia etti. Bakanlar Komitesi de bunu onaylayarak o konuyu kapattı. Sayın Öcalan’ın İmralı’da adil yargılanmama meselesini AİHM’in kararına rağmen ortak bir şekilde kapattılar” şeklinde konuştu.   AVRUPA’NIN ÖCALAN YAKLAŞIMI   AİHM, Bakanlar Komitesi ve diğer kurumların Türkiye’ye dönük zaman zaman itirazlarını ve eleştirilerini dile getirdiğinin altını çizen Şakar, şöyle devam etti: “Ama bunu yaparken bir seçicilik yaptıklarını düşünüyorum. Özellikle Türkiye’nin önemsediği Kürt meselesiyle ilgili ya da daha çok Sayın Öcalan’a ilişkin hukuksal mesele gündeme geldiğinde seçici yaklaşıyorlar. Bunu görmeme, bu konuda uzlaşma ve Türkiye’nin tezlerine geçit verme gibi bir yaklaşımın olduğunu görüyoruz. Türkiye açısından daha az rahatsız edici konularda itirazını derinleştiriyorlar. Normalde AİHM ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının işkence ve kötü muamele anlamına geldiğini 2014’te karar verdi. Bu kararı BK 6 sonra ele alıp bunun uygulanıp uygulanmadığını denetlemesi gerekirdi. Avukatların zaman içerisinde BK’ye yaptıkları başvurulara rağmen bunu ele almadı. Bahsettiğim bu seçicilik budur. Yine bu yaklaşımın bir parçası olarak Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbetle ilgi ilk ihlal kararı Sayın Öcalan kararıdır. Buna rağmen BK bu dava grubunu oluştururken Öcalan ismiyle açmadı. Gurban ismiyle açtı. İşte böyle incelikli ayrımcılıklar, yaklaşımlar, Türkiye’yi gözeten yaklaşımlar var.”     AÇIK KAPI BIRAKTI   Komite kararında iki konuda Türkiye’den bilgi istediğinin altını çizen Şakar, birincisinin Öcalan ve diğer başvurular için yol haritası, ikincisinin ise ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından etkilenen kişilerin sayısını öğrenmek istedikleri olduğunu söyledi. Bu vurguların önemli olduğunu ifade eden Şakar, “Kararda şöyle önemli bir noktada var; Türkiye’ye ‘siz yasal değişiklik yapın ama bu değişiklik sizin için tehlike arz etmeye devam eden kişilere uygulamak zorunda değilsiniz’ diyor. Bu tür yaklaşımların kamuoyu tarafından görünmesi lazım. Hem bu davanın geç ele alınmış olması, öncü bir dava olarak Öcalan ismiyle açılmamış olması, verdiği karardaki açık kapı bırakıyor olması gibi temel eleştirilerimizi dile getirmek gerekir” diye konuştu.   SAVAŞ SİYASETİNİN ÜRÜNÜ   Öcalan üzerindeki tecridin Kürt meselesinde şiddet siyasetinin, savaş siyasetinin bir ürünü olarak gelişip derinleştiğinin altını çizen Şakar, şunları dile getirdi: “Tecrit derinleştiği ölçüde savaş ve şiddet derinleşiyor; Türkiye de bir krize giriyor. Yine savaş ve şiddet ortamıyla tecrit kalıcılaştırmaya çalışılıyor. Bu bağlantıyı görmek gerekir. İlk günden beri İmralı’daki olağanüstü hal rejimini, oradaki hukuksuzluğa karşı bir itiraz olsaydı yaşanan kriz, ekonomik ve politik olarak derinleşmiyor olabilirdi. Burada sadece Kürtler değil demokratik Türkiye’yi isteyen her kesin çekinmeden taleplerini net bir şekilde dile getirmelidir. Bunun için de Kürt meselesiyle ilgili söz söylemek isteyen herkesin tecride karşı çıkması lazım. Karşımızdaki güç gerek Türkiye içerisinde gerek dışında şiddeti adeta zirvede uyguluyor olabilir, diktatöryal bir rejimi inşa etmek istiyor olabilir. Ama bu güne kadar tüm bu dünya pratiğine baktığımızda halkların direnişi ve mücadelesi tüm diktatörlerin ortadan kaldırılmasına bir rol oynadı. AKP-MHP hükümetinin temsil ettiği bu şiddet rejimi halklar tarafından bozulabilir. Bu oyunu bozma gücü Kürt halkı ve dostlarının yöneteceği bir demokratik mücadeleyle olabilir. Bu mücadelenin en önemli parçası da tecridin aşılması ve Sayın Öcalan’ın özgürlüğün oluşturulmasından geçiyor.”    MA / Ferhat Çelik