KESK Eşbaşkanı Bozgeyik: İktidardaki çözülme bürokrasiye yansıdı 2021-12-22 09:00:38 HABER MERKEZİ - Ağır baskı politikalarından kaynaklı emek dünyasında son 5 yılda gerileyen kitlesel eylemlere yeniden ön ayak olan KESK’in Eşbaşkanı Mehmet Bozgeyik, iktidar bloğundaki çözülmenin bürokrasiye de yansıdığını söyledi.  Siyasi, iktisadi ve sosyal krizin mimarı AKP-MHP iktidarına karşı sesler gün geçtikçe yükseliyor. Millet İttifakı olarak oluşturulan çok parçalı ancak benzer seslerin dışında demokrasi mücadelesinde ağır bedeller ödeyen toplumsal dinamiklerde de ciddi hareketlenmeler, tartışmalar yaşanıyor. Tüm muhalefetin “Tek adam rejimi” olarak ifade ettiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne karşı yürütülen mücadelenin en dinamik kitlesine sahip ve emek mücadelesinde belirleyici rolü bulunan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), “Acil demokrasi” talebinin yanı sıra 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’ni protesto amacıyla 4 ilde bölgesel miting gerçekleştirdi. Sağ muhafazakar muhalefet kesimin sokakta hak arama yöntemini tehlikeli göstermeye çalışması ve mevcut politik atmosferin baskısı altında son 5 yılın ardından kitlesel mitinglere yeniden öncülük eden KESK’in Eşbaşkanı Mehmet Bozgeyik’le emekçilerin itirazını konuştuk. Çoklu krizleri yönetememe sürecine giren AKP-MHP bloğundaki kitlesel çözülmenin bürokrasideki yansımasına dair önemli gözlemler paylaşan Bozgeyik, kamu çalışanlarının gelecek planlamasına başladığını ifade etti ve sokağın hak arama mücadelesindeki önemini vurguladı. Siyasal süreç, mücadele hatlarındaki hareketlilik, olası değişim ve hazırlıklar için buyurun...    Emek örgütleri özelikle 2016’dan sonra siyasal atmosferden kaynaklı kitlesel eylem ve etkinliklerinden uzak kaldı. Bu ağır baskı ortamına rağmen KESK olarak 4 bölgede mitingler düzenlediniz. Sokağın emekçiler açısından anlamı ve mücadele argümanı açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?    Son 5 yıl hem kamu emekçileri, işçileri hem de toplumsal muhalefet açıdan bir OHAL süreci oldu. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi ardından 20 Temmuz’da iktidarın ilan etmiş olduğu OHAL süreci ve KHK’lerle kamuda muhalif olan emekçilere yönelik tasfiye başlatıldı. Bununla birlikte anayasal temel haklara yönelik kısıtlamalar ve toplumda korku ikliminin yaratılmasına neden oldu. O dönemden bu yana çalışma hakkı, sendikal örgütlenme, TİS ve grev hakkında çok yönlü, taraflı tutum alındı. Bu süreci iktidarın gittikçe otoriterleşen, tek adam rejimine dönüşen ve açık faşizm dediğimiz bir hukuksuzluk süreci olarak ifade edebiliriz. OHAL süreci, süreklileşen yasaklar, gözaltılar, tutuklamalar ve işten çıkarmalar bizim cephede bir geri çekilme, durağanlık yarattı. Özellikle kamuda çalışmaya devam eden emekçilerde ‘yarın ben de işten çıkartılabilirim’ kaygısı yarattı.    İktidarın yandaş medya üzerinden muhalif kesimlere yönelik bir itibarsızlaştırma, marjinalize etme, algı operasyonları ve pandemi koşulları eklenince eylem etkinlik ve sendikal faaliyetler büyük bir baskı süreciyle karşı karşıya kaldı. Bu sadece kamu emekçileri açısından değil, sol, sosyalist, demokrat tüm muhalifler açısından bir geri çekilme ve bekle gör politikasını geliştirdi. Meşru ve fiili anlamda sokakları kullanamadığımız bir süreç olarak ifade edebiliriz.    KESK olarak tüm süreçlerde vesayetçi sisteme, darbe girişimine karşı tepkimizi gösteren bir emek örgütüyüz. 1 Eylül 2016’da başlayan KHK süreciyle birlikte konfederasyonumuz da hedef alındı. Özelikle kamuda AKP’nin liyakatsız kadroları tarafından düzenlemiş raporlar, fişlemeler, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması gibi birçok uygulama hayata geçirildi. Güvenlik güçleri ve valilikler, yöneticilerimize yönelik tutmuş olduğu hukuk dışı raporlar ve bilgiler üzerinden 4 bin 300’e yakın arkadaşımız ihraç edildi. Kamuda toplam 130 bin kişi ihraç edildi. Özel sektördeki dershaneleri ve okullar dahil ettiğimizde 150 bine yakın emekçi işten çıkarıldı. Bu ortamda kalan diğer emekçilerin faaliyet yürütmesi, özellikle sokağı kullanması istediğimiz düzeyde olmadı. Yeterli olmasa da hem sendikal hak ve özgürlüklerimize ilişkin hem ekonomik, sosyal taleplerimize ilişkin sokağı kullanma, yürüyüşler, toplantılar, gösteriler yapmaktan geri durmadık. O günlerden bugünlere gelen bir süreç yaşadığımızı ifade edebilirim.    Özetlediğiniz süreç hala devam ediyor...    2018’de OHAL sonlandırılmasına rağmen fiili anlamda bu süreci yaşıyoruz. OHAL’in sonlandırılmasıyla birlikte sonradan çıkarılan 375 sayılı KHK’nin 35’inci maddesi aracılığıyla hala arkadaşlarımızın hukuksuz bir şekilde kamu kurumlarının tuttuğu hukuksuz raporlar, fişlemeler, nedeniyle işten çıkartıldığını belirteyim.      İktidar bloğunda uzaklaşan ve gelecek seçimde oy vermeyeceklerini ifade edenler çoğalıyor. Siyasal, ekonomik kriz ve iktidarın yaratmış olduğu güvensizlik ortamından kaynaklı emekçiler arasında sorgulama ve kendini yeniden planlamaya gitme eğilimleri görülüyor.     Mevcut siyasal atmosferin iş yerlerine yansıması nasıl? Sendikal faaliyetlerinizin engellenmesi, üyelerinize yönelik gözdağı, korkutma gibi uygulamalarda eskiye oranla bir değişim var mı?    Kimi kurumlarda var. Ancak son bir yıldır yaşanan siyasal ve ekonomik krizin etkisiyle AKP-MHP iktidar bloğu, ötekileştirme, dincileştirme politikaları üzerinden kendi tabanını eskisi gibi konsolide edemiyor. Bürokratik kesimde de iktidardan uzaklaşma eğilimini gözlemliyoruz. Son bir yıldır yürütmüş olduğumuz örgütlenme faaliyetleri, eylem ve etkinliklerin geri dönüşü oluyor. İllerde yapmış olduğumuz çalışmalar, değerlendirmelerimiz kamu emekçilerinin yüzünü KESK’e döndüğünü görüyoruz. KESK’e bağlı sendikaların iş kollarında nicel bir artış yaşıyoruz. İktidara yönelik eleştiriler yüksek sesle ifade ediliyor, dillendiriliyor. İktidar bloğunda uzaklaşan ve gelecek seçimde oy vermeyeceklerini ifade edenler çoğalıyor. Siyasal, ekonomik kriz ve iktidarın yaratmış olduğu güvensizlik ortamından kaynaklı emekçiler arasında sorgulama ve kendini yeniden planlamaya gitme eğilimleri görülüyor.     Bürokrasideki çözülme iktidar destekli rakibiniz olan Memur-Sen üyeleri arasında da yaşanıyor mu, nasıl bir gözleminiz var?    Memur-Sen sarı sendikacılıktan da ileri bir parti sendikası haline gelmiş durumda. Özellikle AKP’nin iktidara geldiği 19-20 yıl önce kamuda toplam 40 bin üyesi varken bugün bir milyona yakın üyesi var. Direk iktidarın kamu kurumlarına atamış olduğu bürokratlar aracılığıyla örgütleniyor. Güvencesiz olan sözleşmeli kamu çalışanları işe başladığı anda bu konfederasyona bağlı sendikalara üye olmaya zorlanıyor. Emekçiler, iş ile atılma arasında tercih yapmaya zorlanıyor. Hem AKP yandaşı Memur-Sen hem de MHP’ye yakın Kamu-Sen’in kamuda oluşturduğu baskı sürecinin sonuna gelindi. Yaşanan ekonomik kriz doğal olarak onların tabanlarında da çok yoğun rahatsızlıklar yarattı. Özellikle Ağustos ayında yapılan yüzde 5 ila 7 oranındaki düşük TİS süreci de tabanda rahatsızlığı belirginleştirdi. Son bir ayda TL’de yaşanan değer kaybı ve enflasyon ciddi rahatsızlık sebebidir. İş yerlerinde yapmış olduğumuz toplantılarda, örgütlenme faaliyetlerinde bunu açıkça ifade eden, sendikalardan istifa ederek bizim örgütlü olduğumuz iş kollarındaki sendikalara üye olduğunu ifade edebilirim. Bu baskı iklimi azaldığında, iktidarın kamudaki otoritesi zayıflayacak. Kopuşun daha fazla olacak. Zaten AKP’deki kopuşlar da bunu gösteriyor. Bu kopuş AKP’yi yüzde 25’lere düşürmüş durumda.     O halde bu tabanda yeniden bir konumlama ve hazırlık süreci olarak okumak mı gerekiyor?    Evet, çünkü onlara üye olanlar, pamuk ipliğine bağlı. İdeolojik olarak AKP’nin Türk-İslam sentezini eleştiren, AKP-MHP iktidar bloğunun politikalarını eleştiren ancak sendikal anlamda kendisini zorunlu olarak orada gören yüzbinlerle ifade edebileceğimiz kesimler var. Doğal olarak iktidardaki bir değişimle birlikte, bu alanda büyük bir kopuş ve ayrılma olacak. Türkiye’deki sendikal hareketlerin örgütlenme süreçlerine baktığımız zaman da sürekli devlet eliyle örgütlenme, oradan doğru beslenme geleneksel anlamda hem işçi, hem kamu sendikalarında çok yaygın yaşanan bir durum.   Bölgesel mitinglerinize dönmek istiyorum. Katılım ve ruh açısından nasıl değerlendirdiniz?     Bu mitingler, 2022 Merkezi Yönetim Bütçesi’ne ilişkin bir aydır yürüttüğümüz faaliyetlerin sonucuydu. Bütçe kanunu ayın 17’sinde kabul edildi. Ülke kaynakları daha çok güvenlikçi, savaş politikalarına transfer edildi. Emekten, halktan yana, kamusal yatırımları ve dolaysıyla istihdamı arttıran, toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikalara yeterince kaynak ayrılmadı. En önemlisi de bütçe hakkının yok sayılmasıdır. Hem emek-meslek örgütlerinin hem de demokratik kitle örgütlerinin, muhalefet partilerinin bütçeye ilişkin görüş ve düşüncelerinin alınmaması bütçe hakkının gaspıdır. Hesap vermeyen, şeffaf yönetilmeyen bütçe yöntemine ilişkin eleştirilerimiz var. Emekçiler açısından özellikle daha fazla yoksulluğun, özelleştirme, güvencesiz çalışma politikalarının dayatıldığı bir bütçe çıktı. Yine kamu özel ortak projelerle (şehir hastaneleri, köprüler, tüneller) yandaş sermayeye çok yoğun kaynak transferlerinin olduğu bir bütçe. O nedenle çok yoğun bir çalışmamız oldu. 20 gündür de derinleşen ekonomik kriz, dolarda ki artışın olması, her gün temel tüketim malzemelerine, elektriğe, doğalgaza, motorine gelen zamları da düşündüğümüzde yüzde 100’e varan hayat pahalılığı var. Aşırı yoksullaşma var. Mitinglerin teması olarak seçmiş olduğumuz ‘Geçinemiyoruz’ şiarı sadece kamu emekçilerinin değil asgari ücrete mahkum edilen milyonlarca işçinin de talebiydi.        OHAL süreci ve pandemi döneminde sokağı yeterince kullanamamamız, iktidarın korku ve baskı iklimi politikalarını aşması açısından da hem bizim kendi kitlemize hem de toplumsal diğer kesimlere de moral motivasyon, heyecan ve cesaret getirdiğini ifade edebilirim.   Toplumun geniş kesimlerinin taleplerini seslendiniz...    Pandemi döneminde küçük esnafın krize girmesi, borçlanmadan kaynaklı yaşadıkları sorun, çiftçilerin mazot, gübre alamaması, tohumunu ekememesi, üniversite öğrencilerinin barınma sorunu, kadın emeğine yönelik sömürü politikası, esnek çalışma, evden ve uzaktan çalışma dayatmaları ve kadına yönelik şiddet gibi çok geniş toplumsal kesimleri ilgilendiren bir temayla yaptık mitinglerimizi.    İzmir, Diyarbakır, İstanbul ve Ankara’da yapmış olduğumuz mitinglerdeki hem coşku hem bu toplumsal kesimlerin, emek meslek örgütlerinin de katmış olduğu renk ve zenginlik önemliydi. Aslında bir aydır siyasi partilerin genel merkezleri, emek ve meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri ve inanç örgütlerinin genel merkezleriyle toplantılar yaptık. Yaşanan siyasal kriz, yargı üzerindeki baskı, bizim çalışma yaşamımızdan kaynaklı sorunlar, OHAL sürecinde yaşanan antidemokratik uygulamalar, çalışma hakkı, ifade özgürlüğü, cezaevlerindeki sorunlar gibi birçok temel haklarımıza yönelik sorunlar, uygulamalar var. Ortak mücadele hattının ortaya çıkarılması için çok yoğun görüşmelerimiz oldu. Temel asgari müştereklerimiz belliydi. Yoksulluğa, işsizliğe karşı ve antidemokratik uygulamalara karşı ortak mücadelenin geliştirilmesi temelliydi. Bu açıdan da miting hem OHAL süreci, hem pandemi döneminde sokağı yeterince kullanamamamız, iktidarın korku ve baskı iklimi politikalarını aşması açısından da hem bizim kendi kitlemize hem de toplumsal diğer kesimlere de moral motivasyon, heyecan ve cesaret getirdiğini ifade edebilirim. Alanlarda kitlesel katılımlar, moral, motivasyonlarla bunu gördük. Bizim açımızdan da uzun süredir aramış olduğumuz motivasyonu ve heyecanı yeniden açığa çıkarması önemliydi. Bu önümüzdeki dönem yürüteceğimiz hem örgütlenme, hem mücadele programına çok yoğun katkısı olacağını düşünüyoruz.    Bahsettiğiniz moral ve motivasyonun farklı emek örgütlerine, işçi sendikalarına bundan sonraki süreçte yansıması nasıl olur?    Sonuçta onların üyeleri de ekonomik anlamda bizimle aynı sorunları yaşıyorlar. Sokağı kullanmamaları, iktidar politikalarına karşı eleştirel tutum almamalarından kaynaklı tabanlarında bir tepki var. Her ne kadar politik olarak, siyasi olarak ve sendikal mücadele anlayışı olarak farklı olsak da temel sorunlarda bir araya gelinebilir olduğunu gördük. TTB, TMMOB ve DİSK ile uzun süreden beri birlikte mücadele yürütüyoruz. Yine Türk-İş, Hak-İş, Kamu-Sen’i de çağırarak ortak bir şey oluşturmaya çalıştık. Ancak biliyorsunuz Türkiye’de uzun süreden beri bu dörtlünün dışındaki kesimleri yan yana getirecek bir süreç olmadı. Belki bu bizim yeterince bir diplomasi yürütemememizden kaynaklı da olabilir. Ama genel anlamda diğer sendikaların, iktidar yanlısı politikaları ve iktidara karşı bir mücadele programı yürütmede geri durmalarından kaynaklı olduğunu ifade edebiliriz. Birçok ilde işçilerin grevleri var. Bakırköy Belediyesi işçileri uzun süredir eylem yapıyor. Yine KHK’lerle ihraç edilen arkadaşlarımızın her hafta alanda yürütmüş oldukları eylem var. DİSK’in asgari ücretle ilgili 15-20 gündür yürütmüş olduğu bir faaliyet vardı. Onların da talepleri karşılanmış değil. Yine TTB’nin sağlık emekçilerinin, sağlık haklarının iyileştirilmesi için yapmış oldukları ortak eylemler oldu. O açıdan önümüzdeki dönem bunları bir potada birleştirmek gerekiyor.     Tabii demokrasi güçlerine de sorumluluk düşüyor...   Bunu kartopu gibi büyütmek gerekiyor. Örneğin bizim hafta sonu yaptığımız mitinglere, kurumlar çeşitli düzeyde destek verdiler. Ancak bu daha kitlesel olabilirdi. Emek örgütleri olarak 4 kentte toplamda belki yüzbinleri sokağa çıkaracak potansiyele sahibiz. Herkesin aynı duyarlılıkla sürece asılması, sorumluluk alması gerekiyor. Elini taşın altına koyması gerekiyor.     Muhalefetin daha cesaretli adımlar atması gerekiyor. Biz taleplerimizi sokakta, işyerlerinde ifade edemezsek, asıl bu iktidarın işine gelecektir. O açıdan da bu tür söylemleri muhalefet partilerinin kullanmaması, daha da ötesinde toplumu cesaretlendirecek adımlar atması gerekiyor.   Kimi muhalif partiler, bu süreçte sokağa çıkmanın iktidarın ekmeğine yağ sürmek olduğunu ve sokaktan uzak kalınması yönünde telkinlerde bulunuyor. Bu tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?    İktidar ömrünü uzatma adına, krizi öteleme, kaos ve çatışmadan besleniyor. Suriye’ye yeniden bir operasyon vb. konuları tartışıyor. OHAL ilan etme tartışmaları var. Ancak buna karşı muhalefetin daha cesaretli adımlar atması gerekiyor. Biz taleplerimizi sokakta, işyerlerinde ifade edemezsek, asıl bu iktidarın işine gelecektir. O açıdan da bu tür söylemleri muhalefet partilerinin kullanmaması, daha da ötesinde toplumu cesaretlendirecek adımlar atması gerekiyor. Yani hem Meclis’teki muhalif partilerin, hem Meclis dışındaki sol sosyalist güçlerin daha cesaretli, daha atılgan, toplumsal muhalefeti birleştirmeye yönelik adımlar atması gerekiyor. Demokratik hakların kullanılmasını teşvik etmeleri bizim açımızdan da iyi olacaktır.       Mitinglerinizin temel sloganını “Geçinemiyoruz” olarak belirlediniz. Kamu emekçileri özelikle son dolar kurundaki yükselişi de hesaba kattığınızda maaşlarda ne kadarlık bir kayıp yaşadı?     15 Ocak’tan 15 Aralık’a kadar almış olduğumuz ücret en son dolardaki artış ve krizle birlikte değerlendirdiğimizde 300 doları aşan bir kayıpla karşı karşıyayız. Yani reel anlamda aldığımız ücretlerin eridiğini, özellikle yoksulluk sınırının çok çok altına düştüğünü ifade edebilirim. Bugün yoksulluk sınırı 11 bin TL’yi aşmışken, kamu emekçisinin aldığı ücret 5 bin TL civarında.  Yani yoksulluk sınırının altında bir ücretle yaşamlarını sürdürmek zorunda kalıyoruz. Aşırı bir yoksullaşma var. Yine asgari ücretliler açısından da yeni yapılan zam yoksullaşmayı ortadan kaldırmıyor. Asgari ücrete yüzde 50 oranında zam yapıldı ancak Ocak’taki asgari ücret 384 dolara denk gelirken, bugün açısından baktığımızda, dolar 18 TL (söyleşinin yapıldığı pazartesi günü) olmuş, 4 bin 250 TL asgari ücret 270 dolara düştü. Artıştan ziyade kayıp var. Yine en önemli sorunlarımızdan birisi kamudaki hizmetlerin piyasalaştırılması, tasfiye edilmesi, özelleştirilmesidir. Bunun sonunda iş güvencemize yönelik saldırılar var. Zaten OHAL ve KHK’lerle iş güvencemize yönelik saldırılar arttı. O açıdan da güvenceli bir çalışmanın, istihdam modelinin kalıcı hale getirilmesini savunuyoruz. Bugün kamuda baktığımızda 100 bine yakın ücretli öğretmen asgari ücretin çok çok altında (2 bin TL’ye) çalışır durumda. Yine sağlıkta 90 bine yakın sözleşmeli, PTT’de, farklı kurumlarda değişik sözleşme biçimleriyle çok parçalı bir istihdam modeliyle karşı karşıyayız. Güvencesiz bir istihdam modeli, bir sabah işverenin iki dudağı arasında olan bir çalışma sistemiyle karşı karşıyayız. O açıdan da en önemli taleplerimizden birisi de kamu çalışanları arasında ayrımcılığı derinleştiren politikalara son verilmesi. Çalışma saatlerinin 35 saate düşürülmesi bu dönem açısından temel taleplerimiz arasında. Toplu İş Sözleşmesi (TİS) sürecinde de ifade ettik; vergi sisteminin demokratikleştirilmesi gerekiyor. Hem kamu emekçileri hem işçiler ağır vergi yüküyle karşı karşıya. O açıdan adil bir vergi sisteminin hayata geçirilmesi gerekiyor. Servet vergisi getirilerek, herkesten gelirine göre vergi alınması gerekiyor. Pandemi döneminde işsizliğe mahkum edilen hem emekçiler, hem esnaflar açısından da bir temel gelir güvencesinin hayata geçirilmesi gerekiyor. Bütçenin toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı olması gerekiyor. Ülkenin kaynakları güvenlikçi, savaş politikalarına değil daha çok demokrasi ve barışın inşa edilmesine yönelik kullanılması, kamu hizmetlerinin ulaşılabilir, eşit ve anadilinde yürütülmesi temel taleplerimiz arasında. Sosyal güvenlik ve emeklilik sistemi güçlendirilmeli. İLO sözleşmeleri çerçevesinde de sendikal örgütlenme, toplu sözleşme ve grev hakkımızın önündeki engellerin kaldırılabilmesi için de demokratik bir toplu sözleşme yasasının geciktirilmeden hayata geçirilmesi gerekiyor. Tüm bunlar temel taleplerimizdir. 6 aydır bu taleplerle birlikte yürüyüşler, çok yaygın basın açıklamaları, bölge toplantıları ve en son yaptığımız mitinglerle güncelleştirdik.     İktidar itirazlarınıza, taleplerinize nasıl tepki veriyor veya duymazlıktan mı geliyor?   Malum iktidar hem bizim hem toplumun bu taleplerini görmezden gelen, duymamaya çalışan ve kendi bildiğini okuyan, ülkeyi daha fazla krize sürükleyen politikaları tercih ediyor. Mitinglerde de ifade ettik; acilen bir erken seçimle demokratik bir Türkiye’nin yaratılması için tüm muhalefetin ortak bir tutum içerisine girmesi gerekiyor.   AKP-MHP ittifakının yerine gelecek olanın söylemiş olduğumuz taleplerle ilgili tutumlarının ne olacağını bilmemiz gerekiyor. Bir tutum belgesi oluşturmaları gerekiyor. Hem ekonomi politikaları açısından hem Türkiye’nin demokrasi ve hukuk sorunları açısından net ifadelerin olması gerekiyor   Seçim çağrısı yapıyorsunuz. Muhalefetin de iktidar değişimi sonrasına bir takım çalışmaları var. “Güçlendirilmiş parlamenter sistemi” üzerinden toplantılar yapılıyor. Tabii en dinamik yapılardan biri olan HDP’yi dışlayıcı bir tutum da var. Bu anlamıyla sizinle bir ilişki, görüş alışverişi var mı, siz nasıl değerlendiriyorsunuz, AKP sonrası hazırlıkları?     Bu anlamda da bir muğlaklık var ve ciddi tutum göremiyoruz. Türk-İslam sentezi olan AKP-MHP’nin sermayeden yana neoliberal politikaların en katı savunucuları oldukları ortada. Bugüne kadar Kemal Derviş’in hazırladığı ekonomik politikalarla uzun süre ülkeyi yönettiler. Tek adam rejimi ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine yönelik bizim de eleştirilerimiz var. Türkiye’de hem Cumhur İttifakı hem Millet İttifakı ve onun dışında kalan 3’üncü yol olarak da ifade edilen tartışmalar var. Yeni bir sol alanın yaratılmasına yönelik tartışmalar da var. Doğal olarak Türk- İslam sentezi oluşturan ittifakının kaybetmesinden sonra Türkiye’nin nereye evrileceği konusunda bir kafa karışıklığı var. Örneğin İyi Parti’nin, SP’sinin, DEVA ve Gelecek Partisi’nin yani en sağcı ve muhafazakar partiler Millet İttifakı içerisindedir. Bunlar, yarın iktidara geldiğinde temel parametreleri ne olacak? İlkesel anlamda Türkiye’nin temel birikmiş sorunları açısından neler yapacaklar? Örneğin bizim açımızdan ifade edecek olursak; demokratik bir toplu sözleşmesi, grev hakkı, örgütlenme özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü ve özelleştirme politikaları hakkında ne düşünüyorlar? Bunların önündeki engellere son verecekler mi? Kamu-özel işbirliği projeleriyle oluşturulan şehir hastaneleri, köprüler ve tünelleri kamulaştıracaklar mı? Türkiye’nin farklı sorunları var. Alevi yurttaşlarımızın zorunlu din dersinin kaldırılmasına ilişkin talepleri var. SP ve İyi Parti buna ne diyecek? Türkiye’de Kürt sorunu uzun süreden beri çözümsüz. Bu politikalardan kaynaklı demokratik çözümüne ilişkin taleplerimiz var. Yeni bir demokratik anayasa talebi var. Yeni parlamenter sistem dediğimiz sistemin temel ilkesi yeni bir toplumsal sözleşme olmalı. 6-7 partinin bir araya gelerek yürütmüş olduğu tartışmaları, henüz emek-meslek örgütleriyle yürütmediklerini ifade edebiliriz. Muhalefetin önünü görebilmesi için veya AKP-MHP ittifakının yerine gelecek olanın söylemiş olduğumuz taleplerle ilgili tutumlarının ne olacağını bilmemiz gerekiyor. Bir tutum belgesi oluşturmaları gerekiyor. Hem ekonomi politikaları açısından hem Türkiye’nin demokrasi ve hukuk sorunları açısından net ifadelerin olması gerekiyor. İnsanların da bunun üzerinden tutum alması gerektiğini söylüyoruz.    KESK’in bundan sonraki planlaması nedir?   Yaptığımız mitinglerden sonra OHAL süreciyle ilgili Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ve uluslararası alanda bir dizi çalışmalar yürüteceğiz. Uluslararası sendikalarla öteden beri yürütmüş olduğumuz bazı çalışmalara ağırlık vereceğiz. Ancak 2022 yılında bu krizin devam etmesi, baskı ikliminin de artacağını gösteriyor. Çünkü kriz arttıkça iktidar, baskı politikalarını daha da derinleştirecek. O açıdan yoğun bir örgütlenme ve mücadele programına hazırlanıyoruz. Bunu diğer emek -meslek örgütleri ve demokrasi güçleriyle ortaklaştıracağız. İktidara muhalif olan tüm kesimlerle ortak eylem, etkinlik, güç birliği çalışmaları içerisinde olacağız. Mücadelemizi daha fazla işyerleri ve sokak ağırlıklı yürüteceğiz.   MEHMET BOZGEYİK KİMDİR?    Antep’de dünyaya gelen Mehmet Bozgeyik, öğretmenlik mesleği sürecince emek mücadelesi içerisinde yer aldı. 1992 yılında Eğit-Sen Şube Yöneticiliği ve 3 dönem Eğitim Sen Antep Şube Başkanlığı görevlerinde bulundu. İki dönemdir Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Eşbaşkanlığı’nı yürütüyor.    MA / Sedat Yılmaz