Uluslararası sözleşmeler ihlal ediliyor 2021-12-15 09:01:02 ANKARA - Hasta tutuklulara dair Türkiye’nin uluslararası sözleşmelere aykırı davrandığını belirten avukat Senem Doğanoğlu, Türkiye’nin yasalarda yapılan küçük değişikliklerle zaman kazanmak istediğini söyledi.  Türkiye cezaevlerinde, “kalabalık koğuşlar, tek kişilik hücrede tutulma, hastane sevklerinin geç yapılması ya da hiç yapılmaması, yeterli doktor ve sağlık personelinin olmaması, havalandırma hakkından yararlandırılamama, hijyenik olmayan odalar, insanın hem sağlığını hem de psikolojisinin olumsuz yönde etkileyen tek kişilik bölmeli nakil araçlarla sevkler, ısıtılmayan ve nemli odalar, yetersiz beslenme ve temiz suya erişememe” gibi nedenlerden dolayı tutuklular zamanla çeşitli hastalıklara yakalanıyor. Cezaevlerinde 604’ü ağır olmaz üzere bin 605 hasta tutuklu buluyor. Hasta tutukluların yaşamları, savcılık, Adli Tıp Kurumu (ATK) ve hastane raporları arasında yok oluyor. İnsan hakleri örgütlerinin verilerine göre, son 10 yılda 682 tutuklu cezaevinde yaşamını yitirdi.    Uluslararası sözleşmelerde hasta tutukluların durumuna dikkat çekiliyor, fakat Türkiye'de bu sözleşmeler karşılık bulmuyor.     MANDELA KURALLARI   Temel İlkeler- Mandela Kuralları (Kural 24-27), Tıbbi Etik İlkeler (md. 1), Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Avrupa Cezaevi Kuralları hakkında (2006) 2 No’lu Tavsiye Kararı (md. 40.3) gereği cezaevindeki tutuklu ve hükümlüler, yasal statülerine bakılmaksızın, aynı kalite ve standartta, ülke genelinde mevcut, kapatılmamış olan kişilere sağlanan tıbbi bakıma eşit erişim hakkına sahip.   AVRUPA CEZAEVİ KURALLARI   Avrupa Cezaevi Kuralları, cezaevindeki sağlık hizmetleri, genel toplumsal sağlık sistemiyle yakın ilişki içinde örgütlenmeli ve uyum içinde olmasını gerektiğinin altını çiziyor. Bu göre, tutuklular yasal durumları nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulmaksızın, ülkedeki sağlık hizmetlerinden yararlanma imkânına sahip olmalı, tedaviye ihtiyacı olan hasta tutukların cezaevinde bu tedavinin gerçekleştirilemediği hallerde bu amaca özgülenmiş kurumlara ya da sivil hastanelere nakledilmeli.   LİZBON BİLDİRGESİ   1981 yılında Dünya Tabipler Birliği tarafından yayınlanana Lizbon Bildirgesi'ne göre; hasta, hekimini özgürce seçme, bir dış baskı altında kalmadan özgürce çalışabilen bir hekim tarafından bakılma, yeterli ölçüde bilgilendirildikten sonra tedaviyi kabul ya da ret etme, kendisiyle ilgili tüm tıbbi ve kişisel bilgilerin gizliliğine gereken saygıyı göstermesini hekiminden bekleme ve onurlu bir biçimde ölme, dini temsilci de dahil olmak üzere, ruhsal ve manevi yönden teselli edilmeyi isteme ya da reddetme hakkına sahip.   Avukat Senem Doğanoğlu, Türkiye’deki hasta tutukluların durumu ile uluslararası sözleşme ve hukukun ihlallerine dair değerlendirmelerde bulundu. Doğanoğlu, Türkiye’nin uluslararası sözleşmelere aykırı davrandığını söyledi.    ‘DÜZENLEMELERE TABİDİR’   Türkiye’deki sağlık sisteminin cezaevlerinde bir baskı aracı haline dönüştürüldüğünü söyleyen Doğanoğlu, “Sağlık hakkı konusunda hiçbir ayrım gözetmeksizin, uygun nitelikli, erişilebilir sağlık hizmetini devlet sunmak zorunda. Özellikle 1980’lerde hasta mahpuslara özgü çok yoğun çalışmalar başladı. Birleşmiş Milletlerin, Avrupa Konseyi’nin bir üyesi olarak Türkiye, aslında tüm bu yapıların düzenlemelerine tabi olmak durumunda. Bir ülkede temel insan haklarına erişimin ne şekilde karşılanıp karşılanmadığı Birleşmiş Milletler’de diplomatik ve politik bir meseledir” dedi.   DEVLET SORUMLULUĞUNDADIR   Cezaevindeki tutuklulara dair belgelerin en önemlisinin 1955 tarihli ve 2015 yılında Mandela Kuralları olarak revize edilen belge olduğunu söyleyen Doğanoğlu, “Bir kişi cezaevine alındığı zamandan itibaren cezaevine giriş, cezaevinde kalış, gündelik yaşam, sağlıklı yaşamın devam ettirilmesi ve sağlık hizmetlerine erişim, rutin, koruyucu, tedavi edici sağlık hizmetleri niteliğinde olan bütün haklarını düzenleyen kurallar vardır. En yeni olan ve dünya ülkelerini bağlayan asgari standartlar bu şekildedir ve 1995 tarihine dayanmaktadır. 80’lerin başında, daha özgül düzenlemeler yapıldı. Avrupa Cezaevi Kuralları çıktı. Bunlara ilişkin de Avrupa Konseyi’nin standartları çıktı. Cezaevinde sağlık hizmetlerinin nasıl yürütülmesi gerektiğine dair Avrupa Konseyi tavsiye kararları vermektedir. Avrupa Konseyi üye ülkelerine duyurur ve Türkiye de bunlardan biridir” dedi.   Doğanoğlu, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) anayasası olarak adlandırılan düzenlemeler ve Dünya Tabipler Birliği’nin hazırladığı Lizbon Bildirgesi’nin, dünya hekimlerin ve Türkiye'nin dahil olduğu ülkelerinin üzerinde hem fikir olduğu standartları belirdiğini söyledi.    ÖNCELİK GÜVENLİK TEDBİRLERİ    Türkiye cezaevlerinde tutukluların sağlık konusunda kayıt altına alınmadığına işaret eden Doğanoğlu, şöyle konuştu: “CPT’nin, en son 2019 tarihli cezaevlerinde sağlığa erişim konusunda kurallar kılavuzu çıktı. CPT’nin cezaevleri, karakollar, emniyet müdürlükleri, geri gönderme merkezleri gibi alıkonma yerlerine ziyaretleri var. Rutinin dışına çıkan çok fazla başvurunun olduğu zaman gerçekleşen ziyaretler de var. 2019 yılında cezaevlerine ilişkin yayınladığı raporda, sağlık hizmetlerine erişim noktasında ilk kabul anından itibaren -tutuklu olsun hükümlü olsun- kişinin sağlık konusunda baştan sona hiçbir şekilde kayıt altına alınmadığı yer alıyor. Sağlığa erişim noktasında personel yetersizliğinin de altını çizdi. Raporun büyük bölümünde, Dışişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığının hiçbir şekilde koordinesinin olmadığını ve güvenlik tedbirlerinin sağlık hizmetlerinden önce tutulduğunun altını çizdi.”     ‘AYRIM YAPILIYOR’   Doğanoğlu, cezaevlerinde tutuklu ayrımının yapılmaması gerektiğinin uluslararası raporlarda yer aldığını ifade ederek, “Cinsiyet, kimlik, engel durumu, etnik köken gibi bütün kategoriler açısından hükümlü veya tutuklu olmak üzere hiçbir ayrım uygulanmadan her an erişilebilir nitelikli bir sağlık hizmeti sunma zorunluluğu var” dedi. Birleşmiş Milletler’in başka ülkelerin başvurularında bu durumu ortaya koyduğunu söyleyen Doğanoğlu, “CPT de serbest bırakılma durumunda alınacak bütün kararların tıbbi nitelikte olması zorunludur der. Türkiye özelinde baktığımız zaman tıbbi bir karar sürecinin kendi zorlukları var. Onlar aşıldı. Tam teşekküllü hastane ATK’ye kadar rapor alındı. Salıverilmeye yönelik karar alındı. Bu sefer de savcılık ‘toplumun güvenliğinin tehlikeye düşürmemesi’ gibi bir karar hakkına sahip. Yakın tehlike maddesi koydular. Birçok mahpus hiçbir aşamada hakları tanınmadı. Yüzde 98 engeli olan tutuklular tehlike olarak görülüp tahliye edilmedi. Çıktıklarında yapılacak bir kutlama ihtimali bile tehdit olarak görülüyor. Toplum güvenliğini tehlike altına alabileceği gerekçesiyle uzun süre sağlığa erişim hakkı engelleniyor, veda hakkı devlet eliyle aslında ortadan kaldırılmış oluyor” şeklinde konuştu.   GÜLAY ÇETİN KARARI   Hasta tutukluların tedavi sürelerinin çok uzun tutulduğunu ve bu konuda Türkiye’den AİHM’e çok fazla başvuru olduğunu söyleyen Doğanoğlu, şöyle konuştu: “AHİM, bir kişi cezaevinde hastalanıyor veya hastalığı artık cezaevinde tek başına yaşamını idame ettirmesini ortadan kaldırıyor mu konusunda 3 şeye bakıyor. Kişinin mevcut durumunun tıbbi olarak değerlendirilmesini istiyor. Tıbbi duruma uygun nitelikli derhal kabul edilebilir bir tedavi sağlanabiliyor mu?  Hastanın tahliye edilmesinden çok tedavi süreci uygun bir şekilde yapılabiliyor mu?  Üçüncü olarak da kişinin hayattaki görünümü nedir, neleri ihlal ediliyor? Gülay Çetin kararı bu anlamda çok önemli bir karardır. Kadın tutuklu ve ilerlemiş kanser hastalığı var. Birçok kez hastaneye gidip geliyor, durumu gittikçe kötüleşti ve en sonda yaşamını yitiriyor. Temel sorun olarak AİHM, Türkiye’nin, mevzuatında tutuklular arasında ayrım yaptığını söyledi.”   ZAMAN KAZANMAK   Doğanoğlu, Türkiye’nin yasalarda ufak değişiklikler yaparak zaman kazanmaya çalıştığını belirterek, “Anayasanın önünde de tedbiren çok bir şey yok. AHİM kararları karşısında ‘mevzuatına açık ve somut tehlikeyi koydum, bakın ben kararlara uydum’ demek için insanların hayatından çalınıyor. Son dönemde TMK kapsamında politik alanda yapılacak düzenlemelerle zaman kazandırıcı bir strateji var. İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırıp başka yasaları güçlendiriyorlar gibi bir mekanizma var karşımızda. Tekin Yıldız, sağlık durumu nedeniyle tahliye edilmiş, ölüm orucu sürecinde korsakoff hastalığına yakalanan bir tutuklu. AHİM, ATK raporuna binaen tahliye edilen ve sonra tıbbi durumunda bir değişiklik olmadan geri çağrılan, tekrar cezaevine girme tehdidi altında olmasının hiçbir makul açıklamaya sahip olmadığını söyledi. Sağlık durumunda değişiklik ‘yeniden bir cezaevine nasıl koyarım’ şeklinde. Yasalarda ufak tefek değişiklikler yapılıyor ama yaptıklarının zaman kazanmak dışında bir karşılığı yok” şeklinde ifade etti.    MA / Delal Akyüz