Şeker: Türkiye'nin Bakanlar Komitesi’ne yanıtı süreci manipüle çabasıdır 2021-09-28 09:53:15 DİYARBAKIR - İmralı Adası’nda özel bir politika uygulandığını, bunun üzerine harekete geçtiklerini belirten ÖHD Eş Genel Başkanı Bünyamin Şeker, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ne verdiği yanıtla süreci manipüle etmeye çalıştığını söyledi.  PKK Lideri Abdullah Öcalan, 22 yıldır tutulduğu İmralı Cezaevi’nde ağır tecrit koşulları altında tutuluyor. Aile ve avukatları yaptıkları tüm görüş başvuruları da yanıtsız bırakılıyor. Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD), Toplum Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV), İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Öcalan ile tutuklular Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” ile ilgili ihlal kararlarını acil gündemine alması için, 29 Temmuz’da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne (AKBK) başvuru yaptı.    ÖHD, İHD, TİHV, TOHAV, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) de 17 Eylül’de Öcalan ile İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş için Avrupa İşkenceyi İzleme ve Önleme Komitesi'ne (CPT) başvurdu.   ÖHD Eş Genel Başkanı Bünyamin Şeker ile AKBK ve CPT’ye yaptıkları başvurulara dair konuştuk.      ALGI YARATMA ÇABASI   Şeker, 1999 yılından bu yana İmralı Adası'nda Öcalan’ın, aile ve avukatlarıyla görüşmesinin önünde sürekli bir kısıtlama, yasak hali söz konusu olduğunu söyledi. Şeker, pandemi sürecinde Öcalan’ın ailesiyle yaptığı biri kesintili iki telefon görüşmesini anımsatarak, “Tabi ikincisi sadece 4 dakika süren bir telefon görüşmesiydi. Sayın Öcalan'ın temel eleştirilerinden bir tanesi, ‘ben avukatlarım ile görüşmek istiyorum, avukatlarının adaya gelmesi derhal sağlanmalıdır’ diye bir talebi oldu. Çünkü yıllar içerisinde devletin öne sürdüğü ‘Sayın Öcalan avukatlarla görüşmek istemiyor’ şeklinde bir iddiası vardı. Son telefon görüşmesinde bu iddiaların da yalan olduğu, algı yaratma çabası olarak göründü. Ancak o süreçten bu yana yine Sayın Öcalan'la herhangi bir şekilde avukatların görüşmesine izin verilmiyor. Hatta yapılan başvurulara artık cevap bile verilmiyor. Devletin refleksinin ne olduğu, resmi anlamda bir yasak, engel olduğunu gösteren bir cevap söz konusu değil” diye konuştu.   GÖRÜŞMEYE ENGEL KANUN YOK   Uluslararası hukuk mekanizması içerisinde, sözleşmelerde ve Türkiye'nin mevcut kanunlarında görüşmenin engellenmesine dönük bir maddenin söz konusu olmadığına işaret eden Şeker, şöyle konuştu: “Devlet bugün Sayın Öcalan'ın tecrit edilmesi için ya da tecrit koşullarının kalıcılaştırılması ve yasallaştırılması için dönem dönem infaz yasasında değişiklikler yapıyor. Sürekli ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan mahkumların ve politik tutsakların durumlarını ağırlaştıran ya da farklı düzenlemelerle aslında mevcut keyfi uygulamaları bir şekilde yasal mevzuat zırhına büründürmeye çalışıyor. Ancak hala yasal mevzuat içerisinde, disiplin ve hücre cezası dahil olmak üzere hiçbir şekilde avukat görüşünü yasaklayacak bir mevzuat söz konusu değil. Tamamen politik, siyasi bir yaklaşım olduğunu defalarca dile getirdik ama devletin yaklaşımı zaten bunu doğruluyor.”   YASAL MEVZUATLAR GEÇERSİZ    “Sayın Öcalan sıradan bir tutsak değil” diyen Şeker, “Hukuk normları içerisinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan insanlar dahi bu anlamda temel yasal haklarından nasıl faydalanacakları ya da temel yasal haklarının ne olduğu tek tek düzenlenmiş. Fakat Sayın Öcalan için bu yasal mevzuatlar geçerli değil. Ayrı bir ajanda, ayrı bir devlet politikası, devlet yaklaşımı söz konusu” dedi.    ÖCALAN’A ÖZEL POLİTİKA    Belli dönemlerde devletin Öcalan ile temasları, görüşmeleri söz konusu olduğunu söyleyen Şeker, Öcalan'ın Kürt, Türkiye ve Ortadoğu halkları için ne kadar önemli söylem ve çözüm önerilerinin olduğu, barış için neler yapabileceğini gösterdiğini kaydetti. Şeker, “Ortadoğu'da ve özellikle Suriye'de bir süreç yürütüyorlar. Suriye'deki savaş ve bir bütün Kürt coğrafyasında yürütülen savaş için de Sayın Öcalan’ın çözüm önerileri belliydi. Bu dönemde devletin uyguladığı mutlak tecrit, açıkçası bu çözüm önerilerini toplumdan gizlenmesi ya da toplumun duyması, görmesi, okumasının önüne geçmek için özel politika olarak uygulanıyor” şeklinde konuştu.    AK BAŞVURUSU   İmralı’dan cezaevlerine ve toplum üzerinde uygulanan bir tecrittin olduğunu dile getiren Şeker, ÖHD, TOHAV, İHD VE TİHV olarak tecrittin derinleştirmesine karşı harekete geçtiklerini söyledi. AK Bakanlar Komitesine yaptıkları başvuruda gönderilen raporun cevaplandığını aktaran Şeker, “30 Kasım, 2 Aralık toplantısında Avrupa Birliği’nin Bakanlar Komitesi’nin bu noktada toplantısı olacak. O toplantıda da bu grupta değerlendirmeye alınacak. Büyük ihtimalle Türkiye'ye uyarı anlamında bir karar çıkma ihtimali var. Farklı kararların da çıkma ihtimali var. Çünkü Kavala ve Demirtaş kararlarına ilişkin açıkçası tutumunu gitgide sertleştiren bir Bakanlar Komitesi görünüyor. Birbirinden aslında hukuki anlamda bağımsız değil. Bakanlar Komitesi’nin bunu gündeme alınması bile bu aşamada devlet için bir uyarı anlamına geliyor. Devletin bir an önce gerekli süreçleri işletilmesi gerekiyor” diye konuştu.    MANİPÜLE ÇABASI   AKBK’nin istemi üzerine Türkiye’nin verdiği savunmada İmralı’da hak ihlali olmadığını ileri sürmesine dair Şeker, “Neredeyse iki sayfa sadece tecrit meselesi üzerinde yoğunlaşmış. Sonucunda ise sanki biz kurumlar olarak oturmuşuz, devlet aleyhine rapor yazmışız gibi spekülatif bilgiler diye de not edilmiş. Yanıtta, CPT raporuna da atıfta bulunmuş. İmralı Adası’nda ya da Sayın Öcalan’ın koşullarında ‘işkence uygulamaları yoktur, gerekli düzenlemeler yapılmıştır, farklı bir uygulama söz konusu değildir, işte CPT şu tarihlerde yaptığı tespitlerde orada bir hak ihlalinin olmadığını’ dile getirilmiş. CPT’nin raporları üzerinden meşrulaştırmaya çalışan, tamamıyla Sayın Öcalan’ın şahsına yoğunlaşmış bir cevap gönderilmiş. Tamamıyla bağlamından kopuk, mevzuyu Sayın Öcalan’ın şahsına getirerek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası meselesini ve infaz düzenlemesini ya da infaz uygulamasını gölgede bırakmaya çalışan bir yaklaşım olduğunu düşünüyoruz. Devletin bilinçli bir şekilde bu başvuruyu, bu süreci manipüle etme çabası olarak değerlendirebiliriz” diye konuştu.   MEKTUP CPT’YE ULAŞTI   Şeker, hak ve hukuk örgütleriyle CPT’ye yapılan başvuruya dair, şunları kaydetti: “Orada da CPT’nin özellikle 2020’de açıklanan raporunda avukat ve aile görüş yapması için devletin gerekli koşulların sağlanmasına yönelik tavsiye kararı söz konusu. Yani bir tavsiyede bulunuyor raporda ama geldiğimiz noktada hala gereği yapılmıyor. Nihayetinde devletten aylık rapor istemişsiniz, şimdi bu temelde gereğini siz yapmamışsınız. Raporun üzerinden bir yıldan fazla süre geçti ve avukat görüşleri yine yapılmıyor. Bu temelde bir an önce siz de kendi raporlarınızın ve kararlarımızın takipçisi olun diye bir mektup gönderdik. Tabi orası, yaptırım kararı alınabilecek mekanizma değil. Ancak onu harekete geçirmek, Türkiye'ye ilişkin ya da kendi raporlarına ilişkin süreç işletmesi için bir görevini hatırlatıyoruz. Mektubumuz CPT’ye ulaştı. Sonuçları ne olacak, nasıl bir değerlendirme yapacaklar bekliyoruz.”   ‘OLUMLU DÖNÜŞ BEKLİYORUZ’   Görüşlerin sağlanabilmesi için öncelikle 775 avukatın imzasıyla yayınladıkları deklarasyonla devlete yaptıkları çağrıyı hatırlatan Şeker, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ülkede bu kadar avukatla deklarasyon yayınlandı ama devlet cevapsız kaldı. Oradan alınan sonuca göre CPT başvurusu da yapma ihtiyacı doğdu. Bütün bunları birlikte ele almak gerekiyor. Bunlar bir birini besleyen, destekleyen süreçler. Yani sadece CPT’nin başvurularından sonuç alabilmemiz çok olası görülmese de ancak 775 avukatın yapmış olduğu bir deklarasyon söz konusu, bir Bakanlar Komitesi’nin 30 Kasım ve 2 Aralık’ta süreci kendi gündemine alma durumu söz konusu, tek başına bu bile bir uyarıdır. Nihayetinde yine Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları ki bunlar köklü sivil toplum kuruluşları yani ÖHD, İHD, TİHV, ÇHD, CİSST ve TOHAV bu anlamda CPT’nin harekete geçmesi için bizce yeteri referans. Kısa sürede CPT’nin de bu rapora olumlu bir dönüş yapmasını bekliyoruz. En azından cevapsız kalacağını düşünmüyoruz.”   MA / Ayşe Sürme