Şeker: Tecrit son bulmadıkça toplum nefes alamayacak 2021-08-04 09:01:07 DİYARBAKIR - Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne yaptıkları başvuruyla "Türkiye'nin fotoğrafını" çizdiklerini belirten ÖHD Eşbaşkanı Bünyamin Şeker, "Tecrit toplumun yaşadığı sıkıntıların temel sebebidir. Tecrit son bulmadıkça toplum nefes alamayacak" dedi.   Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD), İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ile Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV), 22 yıldır İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan, Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan için 29 Temmuz'da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne başvurdu. Başvuruda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Öcalan ve diğer tutukluların koşullu salıverilme imkanı olmaksızın ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasına ilişkin ihlal kararları hatırlatılarak, "ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası"yla ilgili kararının acil gündeme alınması istendi.    Bakanlar Komitesi'ne başvuru yapan dernekler arasında yer alan Özgürlük için Hukukçular Derneği'nin (ÖHD) Eşbaşkanı Bünyamin Şeker'le, 7 yıl geçmesine rağmen ihlal kararına ilişkin neden herhangi bir düzenlemenin yapılmadığı, başvurularının içeriğini, İmralı'daki tecrit sistemini ve bundan sonraki sürece ilişkin yol haritalarını konuştuk.    AİHM'in ihlal kararının acil gündeme alınması için Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne başvuruda bulundunuz. Daha önce de benzer bireysel başvurular yapılmıştı. Son başvurunuzda talepler nedir?   Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne daha önce bu konuda avukatların bireysel başvuruları vardı. Ama kurumların ve sivil toplum örgütlerinin Sayın Öcalan hakkında verilen 2014 ihlal kararına dair bir başvurusu yoktu. Son dönemlerde Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarının Türkiye’de uygulanmaması üzerine de İnsan Hakları İzleme Örgütü ve çeşitli STÖ’lerin Bakanlar Komitesi’ne başvuruları vardı. AİHM’in, kişinin tahliye olma umudunu taşımasına dair 2014’te verdiği ilk karar Sayın Öcalan hakkında verilen karardır. Aradan geçen 7 yıla rağmen Türkiye’de buna yönelik bir düzenleme ve düzeltme olmadı. Bu konuda Bakanlar Komitesi'nin de kararın uygulanıp uygulanmadığı noktasında herhangi bir takibi söz konusu olmadı.       İnfaz yasası değişti ama AİHM'in kararını dikkate alan bir değişiklik yapılmadı. Başvuruyla Türkiye'nin fotoğrafını çizmek ve Konsey'e AİHM kararlarının ülkelerde uygulanıp uygulanmadığını takip etme görevini hatırlatalım istedik.    Sayın Öcalan’ın tutukluluğu 25 yılına yaklaşıyor. 23’üncü yılındayız. Bu "umut hakkı" meselesi AİHM'in bir kişinin maksimum 25 yıl cezaevinde kalması üzerine verilmiş bir karar. Türkiye’de birçok yasal düzenlemeler yapıldı. İnfaz kanununda değişiklikler yapıldı. Ama AİHM kararını dikkate alan bir değişiklik yapılmadı. İnfaz yasası geçtiğinde de tepkilerimiz ve başvurularımız oldu. Eşitlik hakkına aykırı düzenlemelerin yer aldığı ve bu konuda ciddi düzenlemelerin yapılması gerektiğine dair. Ancak mevcut haliyle kabul edildi. Bu, siyasi mahpusların kapsam dışında bırakılması üzerine bir yasaydı. Bu kapsamda biz de neler yapabileceğimizi hukuk örgütü olarak tartıştık. Bu kararın neden takip edilmediği üzerine Komite'ye bir rapor yazma üzerinde yoğunlaştık. Türkiye’nin infaz yasası ve AİHM’in "umut hakkı" ihlali kararına ilişkin Komite'ye rapor sunalım dedik. Türkiye'nin fotoğrafını çizelim dedik. Buna ilişkin, görevi AİHM kararlarının ülkelerde uygulanıp uygulanmadığını takip etmek olan Komite'ye görevini hatırlatalım dedik. Bu çerçevede bir başvuru yaptık. Bu durumun Türkiye’de tartışılması, Komite’nin de gerekli adımları atarak Türkiye’ye gerekli adımları attırmasına yönelik tavsiyeler içeren bir başvuru yaptık. Özelikle 2014'ten sonra çok yoğun bir şekilde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları verildi. Bu cezaların verildiğini hatırlatmak istedik.     Başvuruda Türk hukukunda karşılık bulmayan 4 ilkeye de yer veriliyor. Nedir bu ilkeler?   Totalde vurgulamak istediğimiz şey şu; Evet, AİHM, Türkiye’ye yönelik ya da devletlere yönelik ihlal kararları veriyor. Bazı tespitlerden bulunuyor iç hukuk yollarının düzenlemesine dönük. AİHM, devletlerin taraf olduğu İnsan Hakları Sözleşmesi'nin iç hukuka taşınmasına yönelik belirlemeler yapıyor. Şimdi Türkiye’deki düzenlemelere baktığımızda sürekli istisnalarla düzenlemeler yapılıyor. Evet, iyileştirmeye yönelik “reform” adı altında bazı düzenlemeler yapıyor. Ancak asıl isteneni sürekli arka planda bırakıyor ve es geçiyor. Biz bunun fotoğrafını çizmeye çalıştık. Doğrudur; Türkiye, Bakanlar Komitesi ve AİHM'e sunduğu raporlarda reform paketleriyle yasal değişiklikler yaptığını dile getiriyor. Ama bu değişikliklerin içeriğine dair biz de kendi cephemizden bir rapor sunma ihtiyacı hissettik. Türkiye'nin bu ilkeleri aslında göz ardı ettiğini, bunların kanunlarda işletilmediğini, infaz yasası içerisinde özelikle ihlal kararı verilen konulara dair herhangi bir düzenlemenin yapılmadığını, kişinin cezaevinde kaldığı süreyi değerlendirecek bir mekanizmanın olmadığı gibi...     Türkiye'deki düzenlemelere baktığımızda sürekli istisnalarla düzenlemeler yapılıyor. "Reform" adı alında bazı düzenlemeler yapıyor ama asıl isteneni sürekli arka planda bırakıyor ve es geçiyor.    En son infaz yasasıyla birlikte Gözlem Kurulu yönetmeliği de çıkarıldı. 6 ayda bir kişinin iyi halli olup olmadığını dair kararlar çıkmaya başladı. Evet, amaç belki AİHM ihlal kararının sonucunu hayata geçirmekti. Ama uygulamaya baktığımızda son derece taraflı bir kurul oluşturuldu. Tamamı ceza infaz personellerinden teşekkül eden, hiçbir yol haritası olmayan, tamamıyla kendine göre değerlendirme yapan kurul ortaya çıktı. Özellikle siyasi mahpuslar üzerinden kişinin iyi halli olup olmadığı ve koşullu salıverilme hakkı kazanıp kazanmadığına bakılıyor; "Bağımsız mısın değil misin, taraflı mısın değil misin, pişman mısın?" Bu tür değerlendirmeler gündeme alındı. Biz de düzenlemelerin pratik karşılığının ne olduğunu, aslında bir fotoğrafını 4 ilke çerçevesinde çizmiş olduk.    “Öcalan 2” olarak da bilinen AİHM kararı 2014 tarihine ait. 7 yıl sonra böylesi bir başvuruyu yaptınız. Nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?    Avrupa Konseyi Komitesi'nin 3 ayda bir toplantıları oluyor. Haftalık da değerlendirmeleri oluyor. Kendi yol haritalarını belirliyorlar. Bir sonraki toplantıda hangi başlıkları tartışacaklarını belirliyorlar. Bir sonraki toplantı yanlış değilsem Eylül ayında olacak. Biz de bu Eylül ayından yapılacak toplantıda, bir sonraki toplantının gündemleri belirlenirken, özellikle Sayın Öcalan grubu olarak bilenenler hakkında verilen kararların da bir şekilde gündeme alınması için başvuru yaptık. 23 yılına girmiş bir tutsaklıktan bahsediyoruz. 7 yıl geçmesine rağmen tartışma yürütülmediği üzerinden, buna yönelik Türkiye'de gerekli adımların atılmasına yönelik ve belki kendi programlarına alınması için başvuru yapma ihtiyacı hissettik.     Türkiye neden AİHM'in bu kararını uygulamıyor?    Politik bir mesele. Karar hukukla açıklanabilecek bir mesele değil. O yüzden değerlendirme yaparken hukukla izah edebileceğimiz bir durum olmamakta. Çünkü AİHM bu kararı verdi. Karar 2014 yıldna Öcalan şahsında verildi. Sonrasında da farklı kararlar çıktı. Komite benzer durumlarda grup belirliyor. Öcalan ve diğerleri grubu demedi. Gurban (Emin Gurban) ve diğerleri grubu dedi. Daha güncel olan, yeni çıkan Gurban’la adlandırmaya başladı. Konseyin de siyasi saiklerle hareket ettiğini görmüş oluyoruz. Türkiye de aynı mantıkla hareket ediyor. Tamamıyla siyasi saik söz konusu. Hükümetin dönemsel politikaları ve seçim kaygılarıyla ya da devlet bekası kaygıları üzerinden hareket ediliyor. Bu çerçevededen kaynaklı yasal düzenlemeler söz konusu olmadı.       Komite'nin de siyasi saiklerle hareket ettiğini görüyoruz. Türkiye de aynı mantıkla hareket ediyor. Hukuktan ziyade, birliğin içerisinde yer alan devletleri birliğin dışına çıkaracak yaptırımlardan uzak duruluyor.    Kavala ve Demirtaş kararlarında da aynı şeyleri yaptı. Anayasa’nın 90 Maddesi'nin son fıkrası AİHM kararlarının bağlayıcı olduğunu, hatta hak ve özgürlükler konusunda yasal mevzuatın en tepesinde yer aldığı yazıyor. Yani bir hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda "kendi kanunların çelişirse sen sözleşmenin maddelerini esas almak zorundasın" der. Şimdi Sözleşme Türkiye için bağlayıcı. Ancak Türkiye’de keyfiyetçi bir yaklaşım var. Burada kararların uygulanıp uygulanmadığını takip etme görevi olan Komite’nin devreye girmesi gerekiyor. Komite, devletlerin temsilcilerinden oluşan bir organizasyon. Orada da aynı siyasi saikler geçerli oluyor. Hukuktan ziyade politik yaklaşım belirleme ve buna göre birliğin içerisinde yer alan ülkeleri birliğin esaslarına yaklaştırma üzerine bir organizasyon. Şimdi mümkün olduğu mertebe devletleri bu birliğin dışına çıkaracak yaptırımlardan uzak kalıyor. O yüzden aslında çok böyle ağır yaptırımlar söz konusu olmuyor.    Ama yaptırımların ülke prestijine dair değerlendirmeler söz konusu oluyor. Devletlerin kendi prestijini, insan hakları karnesini ve ilerlemesini esas alması durumunda bu yaptırımlar anlamlı. Ancak Türkiye gibi ülkelerde, siyasetin faşizm uygulamaları uygular bir noktaya geldiği ve insan haklarının bir kenara bırakıldığı bir süreçte bu yaptırımların ne kadar etkili olduğunu birlikte göreceğiz. Ama sinyaller, farklı farklı yaptırımların uygulanması gerektiğini gösteriyor. Birazcık dünya siyaseti içerisinde kendi prestijini düşünüyorsa, bunları değerlendirmesi gerekiyor.    Bu yönlü uygulanmayan başka karar ya da kararlar var mı?    Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) değerlendirmeleri sonrası Sayın Öcalan için yapılan başvurular var. AİHM önünde bekleyen kararlar var. Özellikle işkence yasağına ilişkin. Avukat görüşmelerinin yaptırılmaması, disiplin cezalarına ilişkin herhangi bir bildirimde bulunmaması ve evrağın paylaştırılmaması üzerine yapılan birçok başvuru var. Bu konuda halen belli kararların verilmediğini görüyoruz. Ağırdan alma durumu söz konusu. Ancak bazı durumlar aciliyet arz ediyor. Aile ve avukat görüşlerinin yaptırılmaması, avukatların disiplin cezalarına yönelik etkin bir faaliyet yürütmesi aciliyet arz ediyor.     Öcalan’a yönelik tecride karşı son başvurunuz öncesinde de kimi girişimleriniz olmuştu. Derneğiniz öncülüğünde “Bu suça ortak olmayacağız” kapsamında imza kampanyası yapılmıştı. Önümüzdeki süreçte benzer bir çalışmanız olacak mı?        Tecrit, İmralı üzerinden toplumun tamamına yayıldı. Hem meselenin hukuki hem de toplumsal boyutunu ele alıyoruz. Tecrit son bulmadıkça toplumun nefes alma durumu söz konusu olmayacak. Bir şeyler yapmak gerekir.    27 Mart’ta Genel Kurulumuzu yaptık. Temel gündemlerimizden biri tecritti. Tecrit, İmralı üzerinden toplumun tamamına yayıldı. İnsan haklarının askıya alındığı bir süreçten geçiyoruz. Doğasının talan edildiği, kadının katledildiği, herhangi bir şekilde kendi sesini ortaya koyabilme imkanı tanınmayan, bazı kentlerde gösteri ve yürüyüş hakkının bin 600 günü aşkın bir süredir kısıtlandığı bir dönemde genel kurul yaptık. Temel gündemlerden biri de tecritti. Bir yol haritası belirlemiştik. Temel tartışmalarımız vardı. Adımlarını atıyoruz. Hala planladığımız ve gerçekleştirdikçe kamuoyuyla paylaşacağımız planlarımız var.    Biz meselenin hukuki kısmıyla ilgileniyoruz. Çalışmalarımızı yürütürken bu durumun toplumsal boyutunu da ele alıyoruz. İmralı tecrit sistemi son bulmadıkça ve bu haliyle devam ettikçe toplumun da bir nefes alma durumu söz konusu olmayacaktır. O yüzden bu meseleyi önemsiyoruz. Toplumsal barış için meseleyi önemsiyoruz. Muhatap belli. Dolmabahçe Mutabakatı sürecine karar bu süreç belli bir aşamaya getirilmişti. Ancak o masa devrildi. Muhatap alma durumu gelişmedi ve izole etme durumu oldu. 2015 sonrası 7 görüşme yapıldı. Bu temelde baktığımızda bu durumu kendimize dert etmemiz gerekiyor. Toplum ve birey olarak, kurum olarak dert etmediğimiz sürece bu süreç devam edecektir. Bir şeyler yapmak gerekir. Biz de elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Barışın sağlanması, toplumun kendi haklarına kavuşması, eşit bir yaşam için elimizden geleni yapıyoruz. Bu meselenin çözülmesine dönük programlarımız olacak.    Türkiye ve bölge kentlerinde yaşanan hak ihlalleri ve sorunların tümünün temelinde tecridin olduğunu söylüyorsunuz...      Parçalı düşünürsek sorunun tespitinde eksik kalırız ve tedaviyi yanlış uygularız. İmralı tecrit sistemi toplumun yaşadığı sıkıntıların temel sebebidir.    Kesinlikle. Parçalı düşünmemek lazım. Parçalı düşündüğümüzde sorunun tespitini yapmakta eksik kalırız. Biz hukuk mücadelesi yürütüyorsak, bu hak mücadelesinin kesintiye uğradığı kaynağı bulup, onun üzerinden yoğunlaşmamız lazım. Tespiti doğru koymazsak tedaviyi de yanlış uygulamış oluruz. Tespiti de bellidir. İmralı tecrit sistemi toplumun yaşadığı sıkıntıların temel sebebidir. Bunu söylerken afaki bir şey söylemiyoruz. Tecrit sitemi Türkiye'nin kendi kanunlarını uygulamadığı, taraf olduğu sözleşmeleri uygulamadığı anlamına geliyor. Bir işkence sistemi olarak uyguluyor. Bunun adını doğru koymazsak tedaviyi yanlış yaparız. Tespit buysa bunun sonlanması için kendi üzerimize düşen adımları atmak gerekiyor. Biz de böyle düşünüyoruz ve tespiti böyle koyuyoruz.      CPT’ye de yeni başvuru yapacağınız belirtiliyor. Hangi aşamada?    Sadece CPT değil, belli kuruluşlara dönük belli hazırlıklarımız var. Olgunlaştıkça ve belli bir aşamaya geldikçe bilgisini paylaşıyoruz. Önceden yapmadığımız bir çalışmanın programını belli etmek doğru olmaz. Ama hazırlıklar var uluslalar arası kuruluşlara başvuru noktasında. Çünkü biz Türkiye sisteminin fotoğrafını ortaya koymak zorundayız. Bu sorumluluğu kendi üzerimizde hissediyoruz.      İmralı sistemi ve Öcalan üzerindeki uygulamalardan bahsedecek olursak; bırakın avukat ve aile görüşmelerini, herhangi bir telefon görüşmesine dahi izin verilmiyor. İmralı'da nasıl bir sistem işliyor?       İmralı'daki tecrit sistemi hukukla anlatılamaz. Hukukta bunu anlatabilecek bir kavram söz konusu değil. Bu hukuksuzluktan öte bir durum. Tamamıyla kişiye özel belirlenmiş politikaların hayata geçirilmesidir.    İmralı'daki sistem 23’üncü yılında. Tecrit politikaları dönem dönem ya esnetildi ya da sertleştirildi. Bütün mahpusların sahip oldukları haklar aslında Sayın Öcalan için de geçerli. Avukat ve aile görüşleri dışında şimdiye kadar herhangi bir hakkını kullanmıyordu. Telefon, mektup, üçüncü görüş hakkı ya da görüşlerinin sistematik olarak yapılması... Yasa, ağırlaştırılmış ceza almış bir bireyin 15 günde bir görüş hakkının olduğunu, sadece ailesi değil 3’üncü görüşçüyle de görüş hakkının olduğunu düzenlemiş. İmralı'da bunların hiçbiri uygulanmadı. Baktığımızda sadece avukatların geliş gidişleri. 2008 sonrasında bu görüşler de kesildi. Avukat görüşleri ve aile görüşmeleri de yasaklandı. Pandemiyle birlikte ikinci sefer telefon görüşmesi yapıldı. En son savcılık odasında ailesiyle telefonla görüştürüldü. Bu hukukla anlatılamaz. Hukuk mekanizmaları içerisinde bunu anlatabilecek bir kavram söz konusu değil. Bu hukuksuzluktan da öte bir durum. Bu tamamıyla bir kişiye özel belirlenmiş politikaların hayata geçirilmesidir. Bu kişiye özeldir. Telefon görüşmeleri ve avukat yasakları keyfi ve hukuk dışı uygulamalardır.    Bir birey disiplin cezası alsa bile avukat görüşme hakkı kısıtlanamaz. Biz bu ülkede hukuk öğrendik, burada okuduk. Hiçbir yerde böyle bir düzenleme yok. Bu tamamıyla hükümet politikalarıyla alakalı. Sayın Öcalan'ın çözüm önerilerinin ve barış söylemlerinin, kendisini anlatabilme imkanını vermeme üzerine kurulu bir sistemden bahsediyoruz. Hukuken izah edebileceğimiz bir mekanizma söz konusu değil.    8 Kasım 208'de başlatılan ve 200 gün süren açlık grevleri döneminde Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, avukat görüşü önünde engel olmadığını belirtti. Ancak buna rağmen görüşmeler engelleniyor ve son dönemlerde bunlara farklı gerekçeler gösteriliyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?    Tabi, bunlar (Öcalan hakkındaki disiplin cezaları) da yeni çıkmaya başladı. Şimdiye kadar böyle bir gerekçe yoktu. Politikaları teşhir oluyor ve toplum bunu görüyor. Kendini meşru zemine oturtmaya çalışıyor. Bunu yaparken de hukuku kullanıyor. Yani hukuku da bir lastik gibi çekebiliyor. Bir uygulama yapıyor ve uygulamayı yaptıktan sonra bunu yönetmelikle kendi istediği noktaya çekmiş oluyor. Abdulhamit Gül, açlık grevleri döneminde çıktı "avukatlar görüşebilir" dedi. O günden bugüne ne değişti? Bir şey değişmedi. Konjonktüre göre hareket ettiklerini söylüyorlar. Pratikleri de bunu doğruluyor. İdam cezasının kaldırılmasının ardından AKP hükümetteydi. AKP, idam cezalarının kaldırılmasını şöyle açıklıyordu: "Siz bir kişiyi idam ederseniz bir kez öldürürsünüz. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verirseniz her gün öldürürsünüz." Temel politikasını açıklıyor. Zihniyetini burada ortaya koyuyor. Bunu hukuken açıklamak mümkün değil.     Bu politika başarılı oldu mu?    Devlet kendince böyle bir politika uyguluyor. Ama Sayın Öcalan, fikirleri, düşünceleri ve duruşuyla devlete uygulamak istediği şeyi vermedi. 2014 sürecinde bunu net gördük. Devlet bu politikayı uygulamak istiyor. Öcalan'ın da duruşu ortada.     Bu uygulamaların başka bir örneği var mı?    Dünya toprakları üzerinde devletlerin hukuklarının işlemediği farklı noktalar var. Guantanamo Kampı gibi. Hiçbir devletin, hukuk sisteminin işlemediği özel bir uygulama. Esir kampı olarak değerlendirebileceğimiz bir yer. Hatta okyanuslar ve denizler ortasında inşa edilen özerk alanlar var. Buralarda tutulanların aslında esir konumunda. Türkiye'deki sistem de bu. Sayın Öcalan'ı esir tuttu. Onu teslim alma, pasivize etme, düşüncelerinin dünya ve topluma ulaştırmama üzerine bir sistem.    Türkiye, AİHM'in ihlal kararı sonrası yasa değişikliğine giderek, idam cezalarını ağırlaştırılmış müebbete çevirmişti. Sonraki süreçte tutuklulara dair gündeme gelen her düzenlemede de "Öcalan'ın durumunu etkiler mi" tartışmaları ortaya çıktı ve düzenlemeler buna göre yapıldı. Türkiye'de hukuk sistemi Öcalan'ın durumuna göre düzenleniyor diyebilir miyiz?     Ceza hukuk sistemi Öcalan'ın koşullarına göre düzenleniyor. Nasıl Öcalan'ın önünü keseriz, nasıl faydalanmaz, daha fazla içeride tutarız üzerine inşa ediliyor. İşte kişiye özel hukuk sistematiği   Aslında idam cezası Türkiye yasalarından çıkartılmıştı. 1983-84 sonrası fiili olarak uygulanmayan bir cezaydı. İdam cezası yerine müebbet veriliyordu. 1999 (Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edildiği tarih) sonrası ihlal kararı Türkiye'yi bir yasal değişikliğe gitmeye zorladı. İdam yasaklandı. Bunun yerine bütün idam cezası gerektiren suçlara ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası getirildi. Ama bununla yetinmedi. Sayın Öcalan’ın tahliye ihtimalini ortadan kaldırmak için ağırlaştırılmış müebbet ceza alan kişilerin -TMK’de yapılan düzenlemeyle- ömür boyu hapiste kalacağı koşulu ve salıverilme hakkı olmayacağı yönünde düzenlemeler getirildi. Kendince tedbir aldı. Evet, hukuk sistemi, ceza hukuk sistemi bir şekilde Öcalan’ın koşullarına göre düzenlendi.    2014’teki ihlal kararından sonra Hizbullah üyelerinin yararlandığı bir ihlal kararı da çıktı. Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde askeri üyelerin olması ve gözaltında avukat olmaması noktasında ihlal kararı verildi. Yeniden yargılamaların önü açıldı. 90’larda verilen kararların yeniden görülmesi durumu söz konusu oldu. Bunun Sayın Öcalan'ı etkilememesi için yasal değişiklik getirildi. "Şu tarihten sonra şu tarihten önce" meselesi söz konusu oldu. Baktığımızda Türkiye'nin bütün yasalarını, hukukunu ve ceza mantığını "nasıl Sayın Öcalan’ın önünü keseriz, nasıl faydalanmaz, nasıl daha fazla içeride tutarız" üzerine inşa ediyor. İşte kişiye özel hukuk sistematiği.    MA / Gökhan Altay - Mehmet Erol