Azad Barış: Şengal'de yerel münafıklar iş başında 2021-08-02 09:18:12 İSTANBUL - Sosyolog Azad Barış, Êzidîlere yönelik "ferman mekanizmasının" hala devam ettiğine işaret ederek, "Herkes Êzidîlerin katliamdan geçirme lüksü kalmadığını anladı. Ancak yereldeki bazı 'münafıklar' hala işbaşında" dedi.    Irak'ın Musul kentini Haziran 2014’te ele geçiren DAİŞ, aynı yılın Ağustos ayında Êzidîlerin yaşadığı Şengal kentine yöneldi. 3 Ağustos gecesi Şengal Dağı’nın güneyinde yer alan köyleri hedef alan DAİŞ üyeleri, pêşmerge güçlerinin çekilmesi sonrası kent merkezine yöneldi ve Êzidîler tarafından "73'üncü ferman" olarak adlandırılan bir katliam gerçekleştirdi. Binlerce Êzidîyi katleden DAİŞ, binlerce kadın ve çocuğu ise esir aldı. DAİŞ'in saldırılarından kurtulmaya başararak Şengal Dağı’na sığınan yüz binlerce insanın güvenliği ise, dağa ulaşan 12 kişiden oluşan HPG’li gerilla birliği tarafından sağlandı. Günlerce süren çatışmaların ardından DAİŞ saldırıları püskürtülürken, bu süreçte birçok insan açlık ve susuzluktan dolayı hayatını kaybetti. Diğer kişiler ise YPG güçlerinin Rojava bölgesinden dağın kuzeyine açtığı bir güvenlik koridoru sayesinde kurtarıldı.   Êzidî sosyolog Azad Barış, 7'nci yılına giren ferman ve sonrasında yaşananlara dair sorularımızı yanıtladı.     Mezopotamya histografisi içinde önemli bir yere sahip olan Êzidîler neden hep ferman ve ilhaklarla yüz yüze kalıyor?   Kavga, kargaşa, ölüm ve kandan yorgun düşmüş bir coğrafyanın en çok darp edilmiş, itilmiş ve kırıma uğramış bir topluluktur Êzidîler. Onlarla ilgili konuşurken bütün bu acı ve ıstırapları hissederek konuşmak lazım.   Acıdan da daha acı bir meselenin izahatına dair tarihsel bir hatırlatma yaparak başlamak isterim. Söylemek istediğim; Şu üzerinde yaşadığımız Anadolu ve Mezopotamya coğrafyaların sanıldığı kadar yaratımın beşikleri olmadığı intizardır. Hatta yıkımların en cehennem yerleridir bize sorarsanız. Yani öyle sanıldığı gibi halkların mozaiği ve kültürün beşiği falan değil, salt aynı zamanda yıkımların, katliamların, fermanların, felaketlerin, tertelelerin, kan ve “ecelsiz” ölümlerin yeridir. Burayı sürekli çoğalan kavimlerin mezarlığı olarak görmesek de anıların kavşağı ve kaderlerin melezliği olarak görmemiz lazım. Bir kere bunu net bir şekilde ifade etmek gerekir. Eğer iyilik üzerinden inşa edilen metaforlarda ortak olabiliyorsak, yaşanan bunca kötülüklerin olgu ve olaylarını da içselleştirerek yarınlara bakmalıyız. Başka türlü hakikatle yüzleşmek mümkün olmayacaktır. Ancak bunu yapabilirsek bin yıllardır eğritilmiş hakikatin metaforlardan sarih olgulara dönüştürmeye kapı aralayabiliriz. Yani öyle idealizasyon ve romantizminin beyhudeliğine kanarak, tarih öncesinden bugüne kadar süren bu emsalsiz kötülüklerle baş edemeyiz. Dolayısıyla hepimizin eseri olan bu kötülükle yüzleşmeden, onu konuşmadan hakikatin kapısını çalabileceğimizi düşünmüyorum.   Kavga, kargaşa, ölüm ve kandan yorgun düşmüş bir coğrafyanın en çok darp edilmiş, itilmiş ve kırıma uğramış bir topluluğudur Êzidîler. Onlarla ilgili konuşurken bütün bu acı ve ıstırapları hissederek konuşmak lazım. O nedenle insanın ruhu yorgun düşüyor ve idrak yetisini yitiriyor, aklın sınırları ansızın genişliyor. Buradaki sınır genişliği metaforu insanın akıllı melikelerini kaybetmesi bağlamındadır, yani çıldırması, deliye dönmesidir. Çünkü her söz tarih öncesi birer ağıt kadar ağırdır. Bakınız Şengal katliamına dair hafızamızda kalan en belirgin şey bir kadının ağıtıydı. Irak parlamentosu Milletvekili Viyan Dehil’in ağıtıyla yayıldı fermanın dalgaları dünyaya. Yani bir otoktonun, nativin, “o toprağın hakiki bir yerlinin acıya tok sesiyle” irkilebildik. Çünkü o ses çağları aşan kederlerin sahici bir feryadıydı.  Eğer o ses olmasaydı 21’inci yüz yılın utancı olan 73’üncü Ferman da diğer fermanlar gibi sadece bir sayı olarak hafızanın tespih ipine eklenip gidecekti.    Son fermanı diğerlerinden ayıran temel mesele neydi?    İlk defa bir ferman, fermana uğrayanlar tarafından toplumsallaştırabilindi belki. Yani sadece toplumsal hafızaya kaydetmekle kalınmadı. Aynı zamanda bir çıkarsama yapılarak karşılandı. Zaten sonraki süreçler öz-savnuma girişimi ve Êzdîxan gibi fikirlerin ortaya çıkmasıyla bunu kanıtlar niteliktedir. Söz konusu süreç birçok bakımda yetersiz ve donanımsız olabilir ama en azından bir kimlik uyanışı, kendi üzerine düşünme momenti ve toparlanma süreci bağlamında önemliydi ve diğerlerinden farklı olarak işledi. Dolayısıyla bir idrak, anlama ve kavrama süreci olarak karşılandı 73’üncü Ferman. Yani diğerleri gibi göksel güçlerin ikrar ve takdirine bırakılmadı, üzerine düşünüldü, etraflıca yorumlandı ve hala sorgulanıyor. 73’üncü Şengal Fermanı olarak tarihe geçen bu büyük felaketin diğer fermanlarla arasındaki belirgin fark, oluş sebepleri dahil olmak üzere bütün detaylar üzerinden düşünülmüş olmasıdır. Belki de Êzidîler tarihlerinde ilk kez kendi üzerlerine düşünmeye başladılar bu son fermanın neticesinden. Başka bir ifadeyle bu son “ferman üretici” oldu diyebiliriz.    “Trajediler öğreticidir” sözünde olduğu gibi...    Hakikaten de öyle oldu. Esas fark budur. Nitekim bu tür süreçler eskiden başka türlü işlerdi ve o nedenle etkin özne bağlamında bir aktöre dönüşemiyordu Êzidî toplumu. Haliyle sonraki fermanları da engelleme konusunda organize olamıyordu. Dolayısıyla 73’üncü Ferman Êzidîlere yer yer “çivisi çıkmış” olarak tasvir ettiğimiz “modern dünyanın” dehşete açılan kapısını açtı. Çünkü Êzidîlerin içinde oldukları dünya bizim yaşadığımız dünyadan çok çok farklıydı.    Irak ve Federe Kürdistan hükümetleri 73’üncü Ferman konusunda neler yaptı? Ayrıca 9 Ekim 2020’de imzaladıkları Şengal Anlaşması ne anlama geliyor?   Üzerinde 7 yıl geçmiş olmasına rağmen fermanın mekanizması hala devam ediyor. Hem Güney hem de merkezi hükümet Êzidîlerin söz sahibi olmaması için elinden geleni ardına koymuyor.     Ne Irak ne de Güney hükümeti ferman travması yaşayan Êzidîlerle alakalı iyileştirici herhangi bir şey yapmadı diyebiliriz. Üzerinde koca 7 yıl geçmiş olmasına rağmen fermanın mekanizması hala devam ediyor. Êzidîlerin söz sahibi olmaması için hem merkezi hem PDK tarafından domine edilen Güney hükümeti elinden geleni ardına koymuyor. Şengal'in özerkliğinin feshi için Türkiye gibi ülkelerle hem açık hem de gizli ajandalar üzerine çalışılıyor. O nedenle Şengal aralıksız bir şekilde hedef haline getiriyor ve zaman zaman bombalanıyor. Diğer taraftan Şengal hem stratejik hem de sosyolojik ve askeri dönüşüm dinamikleri itibariyle Ortadoğu’nun son 10 yılında önemli stratejik düzlemlerin değiştiği yerdir.   Örneğin Êzidîlerin kendi öz-savunma birimlerini oluşturmaları ve Kürt siyasal birliği için özyönetim tasavvur etmeleri. Bu durum elbette bölgedeki statükodan yana olan bütün güçleri rahatsız edecek kadar önemli bir yeniliktir. IŞİD saldırılarından sonra ortaya çıkan ve kendi varlığını korumak üzerinden gelişen özyönetim deneyimi, Rojava deneyimleriyle beraber bölgeye model olma ihtimali olan bir gelişme karakterine büründü. Bu gelişmenin bir sonucu olarak, oradaki yapıyı dağıtmak, IŞİD öncesi süreci tekrar inşa etmek amacıyla Şengal Anlaşması yapıldı. Burada Şengal’in Rojava devriminin bir uzantısı, parçası olduğu gerçeğini gözden kaçırmamak gerekir. Dolayısıyla Şengal’e yönelik bu istila girişimini oradan anlamak gerek diye düşünüyorum.    Irak ve Kürdistan Bölgesi yönetiminin temel rahatsızlığı Şengal'in özerk olması mı?     Evet. KDP, her ne kadar muazzam bir direniş mirası üzerinden var olmuş gibi algılansa da, bugün geldiği nokta itibariyle bu statükonun korunmasından yana olan güçlerle aynı anlaşma ve arayışlarının bir parçası olma noktasına gelmiştir. Merkezi hükümeti, Türkiye’nin etkisini alıp Şengal’e taşımanın anlaşılır birçok yanı olabilir. Ama Êzidîlere rağmen orada muzaffer olma şansı yoktur. Êzidîlerin kendi meseleleri hususunda özne olmadıkları herhangi bir girişimin sonuç alma ihtimali bile yoktur artık. Çünkü ferman, jenosit onları kökten dönüştürdü ve sorgulama yetilerini pekiştirdi. İyiyle kötüyü ayırt edecek kadar yetkinleşti ve buradan aldığı güçle muazzam bir özgüven elde etti. Yani bir yandan fermanla yüzleşme diğer yandan öz-gücüne dayalı bir öz-savunma aparatı kurma konusunda irade sahibi oldu.    O nedenle KDP bir yandan Kerkük’ten Irak rejiminin çıkmasını isterken diğer yandan merkezi hükümeti Şengal’e davet etmesi ne anlama geldiğini biliyor ve bütün iman ve irfanıyla karşı çıkıyor. O nedenle Şengal’in jeopolitik ve jeostratejik konumu, İsrail de dahil olmak üzere bölgedeki bütün ülkelerin güvenlik politikalarını, ittifak arayışlarını etkilemektedir. Bu olgusal tespit dünden bugüne oluşan bir hakikate de kabul eden nicelikten daha nitelikli bir tarihsele dayanmaktadır. Bunun bir sonucu olarak İsrail ile İran yaşadığı tarihsel gerilimin de bir yansıması olarak Şengal’de KDP ve Türkiye hattına yakın güçlerin egemenlik tesis etmesi ihtimal dahilinde görmek gerekir. Bu da Şengal’in bölgesel güçler tarafından masa başlarında stratejik bir konu olarak durduğunun göstergesi.   Her fırsatta Şengal’i bombalayan Türkiye'nin rahatsızlığı nedir?    Türkiye, Şengal’de bir iradenin ortaya çıkmasını kendi istikbali açısından tehlikeli olarak görüyor. Tarihsel ötekileştirme anlayışının bir sonucu ve devamı olarak Şengal’de Êzidîlerin bir irade olmasını istememektedir.   Türkiye'nin Şengal başta olmak üzere, Güney, Rojava ve Bakur politikasında tarihsel bir süreklilik var. Bu sürekliliğin bir parçası ve devamı olarak Şengal’de bir iradenin ortaya çıkmasını, kendi istikbali açısından tehlikeli olarak görmekte ve bunu ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Aslında Türkiye’nin bu politikası çok ayan beyan bir şekilde yapılmaktadır. Türkiye bunu saklama gereği duymadığı gibi, alenen açıklamaktadır. Tarihsel ötekileştirme anlayışının bir sonucu ve devamı olarak Şengal’de Êzidîlerin bir irade olmasını istememektedir. Amed’de, Van’da, Efrîn’de istemediği gibi. Öte taraftan Türkiye Şengal’in Rojava'yla ilişkisi ve onun Başûr’daki kapısı olduğunu bilmektedir. Başûr için mevcut anlayışın karşısında en güçlü model Şengal’de ortaya çıkan modeldir. Bu modelin yayılmasını önlemenin yolu olarak onu yok etmeyi politik muhasebe olarak öncelemektedir.    Şengal Anlaşması'nda büyük pay sahibi olan Türkiye’yle işbirliği içerisinde olan KDP, Êzidxan bölgesinde ne yapmayı planlıyor?    Evet, 9 Ekim’de imzalanan Şengal Anlaşması'nı bir koordinasyon dahilinde yapıldığı ve bugün bu koordinasyonun sürdürülmesi çabasını da görmekteyiz. Özellikle Hulusi Akar ve Hakan Fidan’ın Bağdat ve Hewlêr ziyaretini ve Kazımi’nin Ankara temaslarını hatırda tutalım. Aslında burada şunu belirtmekte beis görmüyorum. Bugün eğer Türkiye birçok farklı sorunla, ekonomik çöküntü, pandemi, açlık ve uluslararası ve bölgesel karışıklığın tam göbeğinde yer almasaydı, Şengal dahil olmak birçok noktayı karıştırmak için daha fazla girişimde bulunacaktı. Ama bu sürecin bittiğini söylemek mümkün değildir. Bu süreç devam ediyor. Bu ilişkilenmenin bir sonucu olarak bugün sahada ciddi bir hareketlilik olmasa da gergin bir atmosferin hakim olduğunu, sivil direnişlerin devam ettiğini belirtebiliriz. Burada özellikle özyönetime dair güçlü irade beyanının bu sürecin böyle şekillenmesinde etkili olduğunu söylemek lazım.     DAİŞ saldırısı sırasında KDP eliyle kurulan kamplardaki ailelerin Şengal’e geri gönderilerek, orada bir siyasi yapı oluşturulmaya çalışıldığı ifade ediliyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?   Türkiye, KDP üzerinden Şengal'de dolaylı bir hakimiyet kurmaya çalışıyor. Şengal’i güçlü bir şekilde savunursak Şengal kazanacaktır, halklar kazanacaktır.   KDP ve Türkiye’nin hem Şengal’e hem de Şengalli Êzidîlere yönelik bir politik programı elbette var. Burada Türkiye’nin özellikle KDP üzerinden Şengal’de dolaylı bir hakimiyet kurmaya çalıştığını biliyoruz. Şengal içinde bir kargaşa yaratılmak istendiği ta başından beri bilip gördüğümüz bir şey. Hatta bu sürecin Şengal’in IŞİD saldırısının ilk gerçekleştiği dönemlerle ilişkisi de pekala var. Bugün ortaya çıkan tabloya baktığımızda elbette amaçlarına ulaşamadıklarını görüyoruz. Ama bu saldırıların boyutu, Şengal’i daha kapsamlı ve güçlü bir şekilde savunmamız gerektiğini de göstermektedir. Eğer bunu başarıp, büyütebilirsek elbette Şengal kazanacaktır, halklar kazanacaktır.     Şengal’de son durum nedir?    Kürt ve Kürdistan’a karşı birçok olay ve olgunun yanı sıra Barzani hanedanlığı, Şengal özgünlüğünde yüzlerindeki maskeyi tamamıyla düşürdü. Bir yandan Irak’ı bir yandan Türkiye’yi Êzidîlerin üzerine saldırmaları ahlaki olarak tam bir çürümüşlük abidesidir bizim gözümüzde. Şengal’i yabancı güçlere peşkeş çekmek ahlaksızlığı da aşan bir falladır. Kadim Kürt kültür ve toplumsal ahlak yapısına tamamen ters bir şeydir. Bu tamamıyla bir çöküştür. Diğer taraftan ise buna karşı yeni değerler var eden ve o doğrultuda mücadele eden bir Kürt ve Kürdistan gerçeği ortaya çıktı. O sayede Êzidîler o büyük felaketin karşısında direnebildiler. O felaket, “ilahi” bir kudrete dönüştü direnişin sayesinde. O tufani gazap Êzidîleri öz-savunma fikriyatına sürükledi.   O kutsal topraklarda her gün avuçlarını güneşe açıp, herkese aynı nazarda dua eden Êzidîlerin artık yalnız olmadıklarını anladılar. Şengal’in “şiirini” yeniden dinleyip “pirlerin mekanında” yeniden bir araya geldiler. Tam da o andan itibaren artık etkin özne olarak, kendi geleceklerini belirleyebilen oyun kurucu konumuna geldiler. Oyun kurucu konuma gelindiğini, yereldeki gücü gözle görülebilecek olgunluğa ulaştığını, örgütsel olarak tek vücut haline dönüştüğünü dünyaya da gösterdiler. Bunu görmeyen herkes günün sonunda o kutsal dağdan yanlış hesapla geri dönecektir. Herkes Êzidîlerin katliamdan geçirme lüksü kalmadığını anladı. Ama yereldeki bazı “münafıklar” hala işbaşındalar. Bazı saldırılara uğrasa da Şengal’e bir katliam dayatma, Êzidîleri çıkartma artık kimsenin haddine değildir. Yapamayacaklar, yapamazlar da. Bunun elbette uluslararası birkaç denklemi de bulunuyor. Êzidîleri kendilerini savunabilecek özne haline dönüştüklerini de herkesin görmesi ve kabul etmesi en önemli gelişmedir. Bu kabul, önemli. Çünkü Êzidîlerin sahadaki gücü her şeyden önemlidir. Uluslararası anlaşmalara ve küresel hukuk normlarına uygun olarak, kendilerini savunacak öz savunma gücünü pratize ettiler. Dolayısıyla hiç kimse artık eskiden olduğu gibi isteği an ve mekanda Êzidîlere tehdit olamaz. Çünkü artık kendi örgütlü aparatları var.   MA / Ferhat Çelik