Türkiye’de 10’uncu yılları: Nefret, ayrımcılık, şantaj, taciz… 2021-05-13 09:15:48   ANKARA - Türkiye’ye zorunlu göç gerçekleştiren Suriyeli mülteciler, nefret saldırıları, ayrımcılık, tecavüz, eğitimden yoksunluk ve gözaltında işkence gibi birçok hak ihlaliyle 10 yılı geride bıraktı.    Suriye iç savaşıyla 2011 yılının Nisan ve Mayıs aylarında mültecilerin Türkiye’ye geçiş yapmasının üzerinden 10 yıl geçti. Mültecilerin bir bölümü Türkiye’de zor şartlar altında yaşamaya başlarken, birçoğu da Türkiye’yi Avrupa’ya geçişin yolu olarak kullandı. Bu tehlikeli yolculukta Ege ve Akdeniz mülteci mezarlığına dönüştü.    Mart 2021 itibarıyla Türkiye genelinde “geçici koruma” altına alınan Suriyeli mülteci sayısı 3 milyon 665 bini buldu. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, sadece 2020’de yakalanan düzensiz ve koruma altına alınmayan göçmen sayısı ise 420 bin oldu.     Suriyeli mültecilerin Türkiye’de zorunlu göç etmelerinin 10’uncu yılında derlediğimiz hak ihlallerini Suriye Mültecilerle Dayanışma Derneği Yöneticisi Muhammed Salih Ali ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Göç ve Mülteci Komisyonu Yürütme Kurulu Üyesi Müge Yamanyılmaz ile konuştuk.    NEFRET SALDIRILARI   İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) raporuna göre, 2020 yılında 4 mülteci nefret saldırıları sonucu yaşamını yitirdi. Bu saldırılarda yaralanan Suriyelilerin net sayısı bilinmezken, insan hakları aktivistlerine göre bu saldırıların nedenlerinin başında medyanın dili ve iktidarın mülteci politikası geliyor. Suriye Mültecilerle Dayanışma Derneği Yöneticisi Muhammed Salih Ali, mültecilere yönelik nefret saldırılarının en önemli nedenlerinden birinin, “mültecilik” ile ilgili bilgi eksikliği olduğunu söyledi. Suriye’den gelen göçün, keyfi ve turizm gibi sebepler doğrultusunda olmadığının bilincine varılması gerektiğini vurgulayan Ali, “İnsanlarda göç sanki keyfi sebeplerle yapılmış, Suriyeli mülteciler ülkede var olan bütün kaynakları ele geçirmiş gibi bir algı var. Bunun yanında sürekli olarak tekrarlanan sansasyonel gündemler var ‘Suriyeliler çalışmadan maaş alıyor, ev alıyor’ gibi. Doğruluk payı olmayan ama sürekli doğruymuş gibi kulaktan kulağa büyüyen söylemler nefret yaratıyor. Bu kadar zenginlik atfediliyorsa, sokakta ve kamplarda günü geçiremeyenler kim?” ifadelerini kullandı.   AYRIMCILIK   Ali, Suriyeli mültecilere yönelik nefret saldırılarının ardından ayrımcılığı getirdiğine dikkati çekerek, “Bugün sokakta biraz yüksek sesle konuştuğu için saldırıya uğrayan insanlar var. ‘Huzur bırakmadınız ülkede’ diyerek insanlara saldırılıyor. Türkiye’nin ve Türkiye halklarının ayrımcılık ve mültecilik konusunda hassasiyet göstermesi gerekir. Yaklaşık 60 yıl önce Türkiye’den Avrupa’ya gidenler mülteci olarak yaşamanın ve ayrımcılığa maruz kalmanın ne demek olduğunu en az Suriyeli mülteciler kadar biliyorlar. Mültecilik görmüş bir ülke ama mülteciyi kabul etmiyor.”   MÜLTECİ OLARAK GÖRMEMEK    1951 yılında imzacısı olduğu Cenevre Sözleşmesi’ne göre Türkiye mülteci statüsünü, “yalnızca Avrupa’da meydana gelen olaylar” sonucunda göç eden sığınmacılar için uygulayacağını beyan etti. Sözleşmeyle “mültecilik” statüsüne coğrafi kısıtlama getirdi. Bu kapsamda mültecilik statüsü verilmeyen Suriyeli mültecilerin kısıtlı haklardan faydalanabilmek için çıkarmak zorunda olduğu “geçici koruma kimlik kartını” alabilmek ise kolay değil. Aylar süren, bürokratik işlemler sonunda verilen bu kart çıkana kadar Suriyeliler sağlık gibi en temel haklardan faydalanamıyor.   Ali, mültecilerin geçici süre ile kalacakları düşüncesiyle ülkeye alındıklarını ve ‘gidecekler’ düşüncesinin 10 yıldır sürdüğünü ifade etti. “Türkiye’de hala tam korumalı iltica yasası yürürlükte değil” diyen Ali, Türkiye’nin şartlı iltica olarak sadece Avrupa’dan gelen göçmenleri kabul ettiğini kaydetti.    Türkiye’nin Ortadoğu halklarını göçmen mülteci olarak değil, geçici misafir olarak gördüğünü belirten Ali, “Geçici koruma kimlikleri mültecileri korumaya yetmiyor. Sağlık ve barınma gibi en temel ihtiyaçlar bile geçici olarak veriliyor. Çoğu mülteciye geçici koruma kimlikleri bile verilmiyor. Haliyle böyle olunca insanlarda ‘ben ne zamana kadar buradayım?’ düşüncesiyle bir istikrarsızlık oluşuyor” ifadelerinde bulundu.    İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE   İHD’nin 2020 yılına ait raporuna göre 1 yıl içerisinde 18 mülteci gözaltında işkence ve kötü muameleye maruz bırakılırken, 6 mülteci ise güvenlik güçlerinin işkence ve kötü muamelesi sonucu yaşamını yitirdi. Bu rakamlar sadece İHD’ye başvurular ve medya taramasından elde edilirken, gerçek rakamların daha fazla olduğu düşünülüyor.    Geçici koruma kapsamına alınan Suriyelilerin de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı olduğunu anımsatan Ali, “Suriyelilerin gözaltına alınmasında da vatandaşlara uygulanan aynı usul geçerli olmalıyken, uygulamada buna uyulmamakta. Mültecilerin gözaltı merkezlerinde sırf statüleri yüzünden işkence ve kötü muameleye maruz bırakıldığına defalarca kez şahit olduk. Sebebi ne olursa olsun, bir ihlal ve suç teşkil eden durum olsa dahi işkence ve kötü muamele milletlerarası hukuka aykırıdır. Gözaltı merkezlerinde kötü muameleye maruz kalan mülteciler kendilerini güvende hissetmedikleri için suç duyurusunda da bulunamıyorlar” şeklinde konuştu.   KAYIP ÇOCUKLAR   İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi’nin 2021 verilerine göre, Türkiye’de yaşamını sürdüren Suriyelilerin arasında 10-18 yaş aralığındaki kişi sayısı 660 bin. Bu çocukların yaklaşık üçte biri, çeşitli işlerde çalıştırılıyor. Öte yandan verilere göre, Türkiye'de 300 bin çocuğun refakatsiz olduğu, bu sayının 30 bininin İstanbul’da yaşadığı belirtiliyor.    Suriye’den gelen göçle beraber çocuk işçiliğin daha fazla görünür olduğunu belirten Ali, işletmelerin küçük yaşta çocukları işçi olarak çalıştırmasına imkân veren yasal mevzuattaki belirsizliklerin çocuk işçiliğinin sürekli hale gelmesine yol açtığını söyledi. Ali ayrıca, çocuklar için korunaksız ve güvensiz olan ortamların kayıplara yol açtığını ifade ederek, “Özellikle kimsesi olmayan refakatsiz çocuklara güvenli ortamlar sağlanmalı” diye belirtti.   UCUZ İŞÇİLİK    İşçi Sağlığı ve İşçi Güvenliği’nin (İSİG), 2020 yılına ait raporuna göre, 110 mülteci göçmen işçi yaşamını yitirdi. Yaşamını yitirenlerin 48’i Suriyeli işçi. HDK Göç ve Mülteci Komisyonu Yürütme Kurulu Üyesi Müge Yamanyılmaz, mültecilere verilen geçici statülerin güvenceli ve kayıtlı çalışmayı imkânsız kıldığını belirtti. Göçmen ve mültecilerin patronların sömürüsüne maruz kaldığını ifade eden Yamanyılmaz, “Göçmen ve mültecilerin işyerinde ağır koşullara mahkûm edilmesi, tacize, tecavüze açık hale getirilmesi, çalıştıkları sektörlerde işçi sağlığı ve iş güvenliği koşullarının sağlanmaması bundan kaynaklanıyor. Sınır politikaları da daha az ücretle, daha kötü koşullarda çalışmaya razı olan savaş, yoksulluk ve erkek şiddetine maruz bırakılmış kişi ve toplulukların korunmasız bir şekilde ekonomiye dâhil edilmesine neden oluyor” diye belirtti.     EĞİTİM HAKKI    Eylül 2014’te, Suriyeli çocukların devlet okullarına gitmesine olanak veren önemli bir düzenleme kabul edilmiş olsa da çocukların eğitim hakkına erişiminin önünde pek çok engel söz konusu. Bu engellerden öne çıkanlar, kayıt dışı olmaları, araç gereç bulmakta zorlanmaları ve dil bilmemeleri. Mili Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre Suriyeli nüfusun 1 milyon 82 bin 172’si eğitim çağında. Ancak eğitim çağındaki nüfustan 684 bin 919’u okula gidebiliyor.   Yamanyılmaz, çocuk emek sömürüsünün büyük bir sorun olduğunu vurgulayarak, bu sorunun çocukların eğitim hakkına erişiminin ihlaliyle birlikte büyüdüğünü belirtti. Pandemi döneminde başlayan uzaktan eğitimle beraber mülteci çocukların eğitim alanında yaşadığı sorunların büyüdüğünü söyleyen Yamanyılmaz, “Dil engeli ve ayrımcılık nedeniyle eğitimle aralarında mesafelerin olduğu bu çocuklar, pandemi dönemi ile beraber başlayan uzaktan eğitimle bir kez daha eğitimden uzağa düşüyor ve sömürüye açık hale getiriliyor. Bu durum daha fazla erkek çocuklarının çalışmak zorunda kalmasına ve daha fazla sayıda kız çocuğunun evlendirilmesine (çoğu zaman ikinci, üçüncü eş olarak) neden oluyor” ifadelerini kullandı.   MEDYADA NEFRET DİLİ   Hrant Dink Vakfı'nın 2009'dan beri sürdürdüğü Medyada Nefret Söylemi İzlenmesi projesi kapsamında hazırlanan rapora göre, haklarında en fazla nefret diliyle haber yazılan kesim Suriyeli mülteciler. Vakfın hazırladığı 2019 yılı raporuna göre, Suriyeliler hakkında bir senede 760 nefret söylemi üretildi.   Medyanın, mültecilere yönelik nefret söylemini üreterek bunu sürekli kıldığını ve yer yer nefret suçlarına dönüştüğünü ifade eden Yamanyılmaz, “En son Sözcü Gazetesi’nde yer alan ayrımcı ve nefret üreten haber sonucunda Ankara’da Somalililere ırkçı bir saldırı olduğunu gördük. Yine geçtiğimiz yıl, Suriyelilere yönelik ırkçı saldırıların yoğunlaştığına tanık olduk. 2020'de güvenlik güçleri tarafından ve ırkçı saldırılarda öldürülen 13 mülteci geçti kayıtlara, bunlar sadece bizim bildiklerimiz. Mültecilerden medyada ‘misafir’ olarak bahsediliyor, bu da ev sahibi-misafir ikilemi yaratarak mültecilerin hiçbir zaman yurttaşlarla eşit olmayacağı algısını içten içe işliyor” diye konuştu.     TACİZ, TECAVÜZ, ŞİDDET   Yamanyılmaz, göçmen kadınların üzerindeki ihlal ve sömürünün en yoğun işlendiği alanın emek alanı olduğuna dikkat çekerek, “Ev içi hizmetler düşük statüsü olan işler, işgücü piyasasının feminize olmuş bir sektörü, en sömürücü biçimi. Evde yatılı çalışma ise iş, ücret güvencesinden yoksun ve çalışma saatleri belirsiz ve çok uzun. Çalışma izni bürokratik sebeplerle ve maliyet nedeniyle işveren için tercih edilir bir şey değil. Çalıştıkları evlerde kadınların pasaportlarına el konulur, bu da sömürü, taciz, tecavüz gibi risklere karşı onları savunmasız bırakır” dedi.   SİYASİ ŞANTAJ     Özellikle Avrupa ile Türkiye arasındaki ilişkilerde mültecilerin siyasi koz olarak kullanıldığını belirten Yamanyılmaz, “Mülteciler devletlerin vicdanına bırakılamaz ve pazarlık aracı haline getirilemez; iltica insan hakkıdır, koşulsuz tanınmalıdır. Mültecileri piyasa aracı, bir ‘para kaynağı’ olarak gören AKP-MHP faşist rejimi, mültecilere savaş açmaktan, onları rehin olarak kullanmaktan, ırkçılıktan ve sömürüden vazgeçmelidir” şeklinde konuştu.   MA / Berna Kişin