Leyla Güven: Tutukluların taleplerinin karşılanması toplumu rahatlatacak 2021-02-15 09:00:56 DİYARBAKIR - Açlık grevindeki tutukluların taleplerinin karşılanmasının bütün toplumu rahatlatacağı gibi ülkenin demokratikleşmesine de katkı sunacağını belirten DTK’nin tutuklu Eşbaşkanı Leyla Güven, cezaevlerinden tabutlar çıkmadan duyarlı tüm kesimleri aktif bir rol üstlenmeye davet etti. Cezaevlerindeki siyasi tutukluların pandemi koşullarında artan hak gaspları ile birlikte PKK Lideri Abdullah Öcalan’a üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle başlattığı süresiz-dönüşümlü açlık grevi eylemi  81’inci gününe ulaştı. Tutuklu aileleri, demokratik kitle örgütleri ve siyasetçilerden taleplerin kabul edilmesi yönünde yapılan çağrılara kulaklarını kapatan AKP iktidarı, bu konuda adım atmaktan henüz uzak.     İmralı tecridine karşı 2018 yılında tutuklu bulunduğu cezaevinde sonrasında binlerce tutuklunun dahil olduğu açlık grevi başlatan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven, tahliye edildikten sonra evinde sürdürdüğü eylemini avukatlarının görüşmesine imkan verilen Öcalan’ın çağrısı üzerine 200 gününde sonlandırmıştı.    Avukatlarının sadece 5 kez görüşebildiği Öcalan’a dönük tecrit yeniden devreye konulurken, hakkındaki davada 23 yıl hapis cezası verilen Güven ise, tutuklanarak Elazığ Kadın Kapalı Cezaevi’ne konuldu. Güven, İmralı tecridine karşı neden daha önce açlık grevine girdiğini ve bugün cezaevlerinde aynı taleple 81’inci güne ulaşan eylemi değerlendirdi.   DÖNEMİM ATMOSFERİ    Öncelikle Öcalan’ın çağrısıyla sonlandırdığı açlık grevine başladığı dönemin atmosferini hatırlatan Güven, Ocak 2018’de DTK Eşbaşkanı iken Efrîn operasyonuna karşı çıktığı için tutuklandığını belirterek, “O dönemdeki siyasi atmosferini kısaca hatırlasak, neden böyle bir eyleme başladığım daha iyi anlaşılacaktır” dedi.   Çözüm sürecinin sonlandırılmasıyla Öcalan’a yeniden tecrit uygulanmaya başladığını söyleyen Güven, o sürece nasıl gelindiğini ise şöyle dile getirdi: “7 Haziran seçimlerinde partimiz HDP, bütün engelleri aşarak 80 milletvekilli ile Meclise girince AKP tek başına iktidar olamamış ve adeta çılgına dönmüştü. Deyim yerindeyse; Kürde, muhalefete dair ne varsa önüne katmış, büyük bir öfkeyle yok etmeye çalışıyorlardı. Parti binalarımız basılıyor, yöneticilerimiz çeşitli bahanelerle tutuklanıyordu. STÖ ve STK’ler kayım ile tehdit ediliyor, kapılarına mühür vuruluyordu. Türkiye halkları, bu faşizan uygulamaları 12 Eylül darbe döneminde hatırlıyor. Biz bu hukuksuzluklara baş etmeye çalışırken, AKP yılların kadim dostu ‘gel bitsin bu hasret, ne isteniz de biz vermedik’ dediği Cemaat’le iktidarı paylaşamadığı için yolları ayrıştı. Çok öfkelenen ortaklar darbe girişiminde bulundular. Yüzlerce insan yaşamını yitirdi. Bu girişimi ‘Allah’ın bir lütfu’ olarak gören AKP, MHP’yi de yanına alarak sadece içerdeki Kürde değil, sınırlarının dışındaki Kürt kazanımlarına da saldırmaya başladı. Êfrin’i işgal operasyonu, belediyelere kayım, milletvekillilerini tutuklama gibi baskılar artarak devam ediyordu. Bizler bütün bu baskılar ve tasfiye politikalarına rağmen demokratik siyasete ısrar ediyor ve halkımızla beraber direniyorduk. Yaşanan bütün acılara rağmen bizler çözümün mümkün olduğunu söyleyip, bunun yol ve yöntemlerini gösteriyorduk. Kürt sorununun güvenlikçi politikalarla değil, demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözüm mümkündür diyorduk. Kalıcı ve onurlu bir barışın sağlanması için hem kendi örgütü hem de Kürt halkı üzerinde ciddi bir etkisi olan Sayın Öcalan’ı işaret ediyorduk. Bu konuda yakın tarihte yaşanan ‘çözüm süreci’ somut bir göstergedir. Ancak bilindiği üzere AKP süreci tek taraflı bitirdi, Dolmabahçe Mutabakatını tanımadığını beyan etti. 22 yıldır ağırlaştırarak sürdürülen tecrit uygulamasını tekrar devreye koydu.”   'EKSİKLİKLERİN ÖZELEŞTİRİSİ'   Güven, tüm bu koşullarda kendisinin de eksikliklerinin özeleştirisi olarak cezaevinde açlık grevi eylemi başlattığını ifade etti. AKP’nin ülkedeki hukuk yasalarını ile uluslararası kurumlarının uygulamalarını hiçe sayılarak hareket ettiğini söyleyen Güven, ‘tecrit insanlık suçudur, bu hukuksuzluğa son verin’ diyerek kalıcı bir barış ve çözümden yana olan bütün muhaliflerin ise AKP-MHP tarafında bertaraf edildiğini kaydetti.    Akademisyenler, gazeteciler, sendikacılar, kadınlar, işçiler, emekçiler, gençler vb. herkesin bir şekliyle bu faşizan politikalardan nasibini aldığını vurgulayan Güven, “Dışarda baskı politikaları uygulanırken ben artık tutukluydum, hapishane koşularında yapabileceklerim sınırlıydı. Dışarda her ne kadar siyaseten tecridi ortadan kaldırmak için çaba göstermiş olsak da bunu başaramadığımız tüm gerçekliğiyle karşımızda duruyordu. Yürüttüğüm eksik pratiğin bir öz eleştirisi olarak bir eylem yoğunlaşması yaşadım. Bulunduğum Amed zindanında kalanlar, 12 Eylül döneminin faşizan uygulamalarına karşı geliştirdikleri direnişle tarihsel rollerini oynadılar. Bende bulunduğum Amed zindanındaki direnişi rehber edinerek bu eylemi başlattım. Büyük bir moral ve coşku ile başladığım eylem, kısa sürede dünyanın en uzun eylemine dönüştü 7 arkadaşımız zindanlarda, 1 arkadaşımız Avrupa’da bu eylemde ölümsüzleştiler. 30 arkadaşımız eylemlerini ölüm orucuna çevirdiler. Binlerce tutsak tecridin ortadan kaldırılması için yaşamlarını ortaya koydu” diye belitti.   TECRİDE DEVAM EDİLDİ   Açlık grevleri eylemlerinin Öcalan’ın çağrısıyla sonlandırıldığını kaydeden Güven, 82 milyonun gözü önünde hem Adalet Bakanı hem de birçok yetkilinin ‘yasak kalktı, avukatları, ailesi de görüşebilir’ demesine rağmen tecride kaldığı yerden devam edildiğini ifade etti.   KOMPLODAN BAĞIMSIZ DEĞİL   Güven, “Bizler bu durumun özel bir politika olduğunu, uluslararası komplo güçlerinden bağımsız olmadığını hep söyledik. Eğer Kürt sorununda samimi ve kalıcı bir çözüm istenseydi, bu çoktan gerçekleşirdi. 22’inci kez 15 Şubat’ı geçiriyoruz. Sayın Öcalan’ı Türkiye’ye iade edenler ne amaçladılar? Ne kadar başarılı oldular? Türkiye’nin bundan yararı neydi? gibi birçok soru sorulabilir. Türkiye’yi yönetenler bunun muhasebesini yaptıklarında bu komplonun Türkiye’nin iç barışını, huzurunu, kardeşliğini birlikte yaşam arzusunu baltalamak hedefiyle yapıldığını rahatlıkla görebilirler” dedi.   Oysa Öcalan’ın defalarca ‘başkalarının çözümüne ihtiyacımız yok, ortada bin yılık kardeşlik var, sorunlarımızı kendi öz dinamiklerimiz ve iradelerimizle çözebiliriz’ dediğine dikkat çeken Güven, şunları ekledi: “Tüm bunlara rağmen bu tecrit niye devam ediyor? Sorunlar neden derinleştiriliyor?  Eğer biz aklıselim bir politika ile başta ekonomik kriz olmak üzere bütün sorunlarının ana kaynağı olan Kürt sorunu çözmesek dünyanın her yerinden egemenler oryantalist bakış açılarıyla kendi faydaları doğrultusunda kendi egemen zihniyetlerini hâkim kalmak isteyecekler. Bu durum tarih boyunca defalarca tekrarlanmıştı.”   'YENİ KONSEPT ZORUNLU'   Leyla Güven, içerisinde bulunulan politik atmosferde yeni bir konsept geliştirilmesinin zorunlu olduğunun da altını çizdi. Ocak 2019’da bir eylem mevsiminde tahliye edildiğini, şimdi yeniden bir eylem mevsiminde tutuklandığını dile getiren Güven, “Hep söylüyoruz, halkımız özgür olmadığı sürece, cezaevleri var olduğu müddetçe, buralar bizim ikinci adresimiz olmaya devam edecektir. Halkımızın 7’den 70’e her türlü hukuksuzluğa maruz bırakıldığı bir süreçte, onların temsilcileri olarak bizlerin tutuklanması ceza almamamız çok sıra dışı bir durum değil. Sonuç itibariyle bizler halkımızın bize verdiği sorumluluğun bilincindeyiz. Bundan dolayı gelecek olan ceza da baş göz önünde. Başta fedakâr halkımız olmak üzere bütün duyarlı kesimleri, çevreleri, devam eden açlık grevleri eylemlerine karşı duyarlı olmaya çağırıyorum. Eylemcilerin taleplerini çok nettir. Bu taleplerin karşılanması sadece Kürt halkı için değil, bütün toplumu rahatlatacak ve ülkenin demokratikleşmesine katkı sunacaktır” ifadelerini kullandı.   'HALK İRADESİNE SAHİP ÇIKTI'   Kürt sorununun çözümünde yaşanan tıkanıklık üzerinde de duran Güven, “Kürt sorunu gibi devasa bir sorunun çözümü için herkesin kendi özgünlüğünde ve gücü oranında çaba sarf etmesi gerekiyor. Şu bir gerçek ki dışarda güçlü bir eylem hattı oluşturulursa, doğru öncülük yapılabilse, fedakar halkımız demokratik eylem ve etkinlikler çerçevesinde üzerine düşeni yapacaktır” dedi.    Güven, devamında şunları ekledi: “Unutmayalım ki 90’larda, 2000’lerde JİTEM gibi hukuk dışı organizasyonlara ve faili meçhullere, cinayetlere rağmen bu halk iradesine sahip çıkmıştır. Bizim dışarıda yeterince çözüm geliştirmediğimiz birçok konuda kısıtlı imkânlara rağmen tutsak arkadaşlarımız çözümün önünü açmak için yoğun çaba sarf ediyorlar. 200 günlük eylemde ciddi sağlık sorunları yaşayan arkadaşlarımız hala sağlıklarına kavuşamadan yeniden bir eylem başlattılar. Pandemiden kaynaklı cezaevleri en riskli alanlardır. Hem halkımızın hem de duyarlı çevrelerin, insan hakları kuruluşların, tutsakların taleplerini bir an önce karşılanması için aktif bir rol üstlenmelidirler. Aksi hepimizin defalarca yüreğimizi acıtan cezaevlerinde tabutları çıkmasıdır.”   ‘EDÎ BESE DİYORUZ’   Kamuoyunun can kayıpları yaşanmadan taleplerin kabul edilerek açlık grevlerinin sonlandırılması beklentisinde olduğunu dile getiren Güven, “Hepimiz bu toprakların acılara doyduğunu belirtiyoruz ve ‘Edî bese’ diyoruz. Bu konuda yetkililerin tutsaklarının taleplerini bir an önce kabul etmeleri ve bu grevin hiçbir can kaybı yaşanmadan sona erdirilmesi hem tutsak ailelerin hem de bütün kamuoyunun beklentisidir. Xarpêt (Elazığ) zindanından dünyanın dört bir yanına dağılmış olan halkımıza ve dostlarımıza selam, sevgi ve saygılarımı gönderiyor, ayrıca tutuklandığım günden bu yana cezaevlerinden ve dünyanın her yerinden dayanışma amaçlı gönderilen mektup ve fakslar için teşekkürlerimi iletiyorum” dedi.