Akın: Muhalefet iktidar olmak istiyorsa Kürt meselesinde cesur olmalı 2021-01-28 09:03:56 HABER MERKEZİ - Türkiye’nin 90’lı yılları aratan koşullara sürüklenmesinde AKP kadar muhalefetin de sorumlu olduğunu belirten akademisyen Ferda Fahrioğlu Akın, iktidar olmak isteyen bir muhalefetin Kürt meselesine  dair cesur adımlar atması gerektiğini ifade etti. İktidarını milliyetçi-ulusalcı güçlerle kurduğu ittifakla sürdürebilen AKP’nin “yoktur” demekte ısrar ettiği Kürt sorunu, bu algıyı oluşturmak için başvurulan politikalarının doğurduğu sonuçlarla bugün hala ülkenin en büyük problemi. Kürt sorunu çeperinde sarılmış bulunulan baskı ve şiddet siyasetiyle hak ve özgürlüklerin her geçen gün biraz daha tırpanlandığı koşullarda nefes almak apolitik bir yurttaş için bile olabildiğince zorlaşmış durumda.    Hemen her konuda en küçük bir hak talebine verilen yanıt polis copu, gösterilen itirazın karşılığı ise cezaevleri olabiliyor.   Ekonomi, savaşa harcanan kaynaklarla dibe vurmuşken öne sürülen “bir merminin fiyatı ne kadar biliyor musunuz” gerekçesiyle, Kürdün canı ile birlikte her bir yurttaşın bugünü ve yarınından çalınıyor fütursuzca.     İktidarın izlediği Kürt politikasını, ortaya çıkardığı sonuçlar ile birlikte Kürtlerin kimlik ısrarı, muhalefetin Kürde yaklaşımı, iktidar değişikliği ihtiyacı ve imkanlarını Barış Bildirisi’ne imza attığı için Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki görevinden Kanun hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen Dr. Ferda Fahrioğlu Akın ile konuştuk.   Türkiye'deki en önemli sorunlardan biri Kürt meselesi.  Kürt kimliği, Türk-ulus devlet inşasıyla birlikte yok sayıldı, buna karşı isyanlar gelişti. Devletin, Kürt kimliğine dair “yok sayma” üzerinden kurguladığı yaklaşımının sonlandırılan “çözüm süreci” akabinde bugünkü yansıması nasıl?   Çözüm süreci 2013-2015 yılları arasında gelişti ve bu sürecin sonlandırılmasının üzerinden 5 yıl geçti. Ama bu 5 yılda yaşananlar, aslında 90’lı yıllarda yaşananları bizlere arattırdı. O derece kötüye gitti. Hâlbuki AKP iktidara geldiğinde Kürt meselesiyle ilgili olgun tavırlar sergiliyordu ve insanlar bu konuda umutluydu. Politikalara dönük tavır ‘yetmez ama en azından bir şeyler yapmaya çalışıyor’ şeklindeydi. Yani göstermelikte olsa TRT 6’n açılması, okullarda Kürtçe derslerin seçmeli verilmesi, üniversitelerde bölümlerin açılması bunların hepsi çok yetersiz adımlardı ama en azından olumlu karşılanan adımlardı. Çözüm sürecinin bize yaşattığı en büyük olay, insanlar çatışmasızlığı gördü. Literatürde ‘negatif barış’ dediğimiz bir süreç, çatışmasızlık süreci. Yani aslında toplumsal bir barıştan söz edilemeyen ama en azından silahların sustuğu bir dönem. Akil İnsanlar o dönem tek tek bölgelere dağıldılar ve toplumda sürece dair büyük bir destek var. Sonrasında AKP kendi istediğini alamayınca, yani siyasi çıkarlarını çözüm sürecinde yürütemeyeceği fark edince 2015’ten sonra politikaları 180 derece döndü, ona göre adımlar atılmaya başlandı ve her şey çok kötüye gitti.    90’ları aratan zamanlardan geçtik, geçiyoruz. Bundan sonrasına dair bir umut var mı?.. Son zamanlarda AKP yeniden bir çözüm süreci mi yürütmeye çalışıyor algısı hakim. Yeni parti kurdurmalar, yeni görüşmeler, farklı aktörlerle yürütülebilir mi diye. Açıkçası bunu çözüm sürecini olarak görmemek lazım, o bir denemeydi. Şöyle söyleyeyim çözüm süreçlerini başarılı götüren ülkelere baktığımızda aslında pek çok başarısız süreçten sonra başarılı bir sürece geçebildiklerini görüyoruz. Çözüm süreci, topluma karşı şeffaf olmamakla birlikte yürütülen ilk örneklerden bir tanesi olması açısından önemli. Yani bizim elimizde öyle bir örnek var en azından. Nasıl yürütüldüğünü biliyoruz ve bundan çıkarılacak bir sürü ders var. Bundan sonrası için oradan çıkarılacak derslerle hareket edilebilir. Yeni bir yol haritası buna göre oluşturulabilir.   90’lı yılları arattırdığını ifade ettiğiniz şiddet politikası bir bütünen Türkiye’de şimdiden ne gibi sonuçlar ortaya çıkarmış ya da ne tür etkiler yaratmış durumda?     Milliyetçi duygularla hareket etmeyen Kürtler bile AKP’nin bu süreci kendi çıkarları için kullandığının ve çözüm amaçlı bakmadığının farkındalar. Şiddet politikalarına baktığımızda 2015-2017 yılları arasında adı konulmayan bir iç savaş yaşandı bu ülkede. O acıların unutulması kolay olmayacaktır.   AKP’ye yönelik bir umut politikası vardı insanlarda. Bölgede de AKP’ye oy veren, güvenen bir taban vardı. Fakat artık insanlar AKP ile olmayacağını gördüler. Milliyetçi duygularla hareket etmeyen Kürtler bile AKP’nin bu süreci kendi çıkarları için kullandığının ve çözüm amaçlı bakmadığının farkındalar. Şiddet politikalarına baktığımızda 2015-2017 yılları arasında adı konulmayan bir iç savaş yaşandı bu ülkede. O acıların unutulması kolay olmayacaktır.    Yakın zamanda bile baktığımızda Kürtler literatürde “şeytanlaştırma” dediğimiz insanlıktan çıkarılma sürecine götürülmeye çalışıyor. Öyle ki bugün HDP yasal bir siyasi parti olmasına rağmen hala bu yapılmaya çalışılıyor. Bunun üzerinden tüm Kürtlere saldırılar söz konusu. Yakın zamanda kemiklerin kaldırımlara gömüldüğü görüntüleri gördük biz. Şuan öyle bir süreçten geçiyoruz ki evet belki insanlar geçmişteki gibi sokaklara çıkıp, tepkilerini gösteremiyorlar. Çünkü bir iç savaş süreci yaşandı ve insanlar o şekilde çok daha fazla yara aldıklarını fark ettiler. Ama insanların bugün sessiz, tepkisiz durması, sosyal medyada bile tepki gösteremiyor olmaları aslında tepkisiz oldukları anlamına gelmez ya da farkında olmadıkları anlamına gelmiyor. Tam tersine Kürt toplumu bilinçli bir toplum. En yereldekiler bile politikayı o kadar yakından takip ediyorlar ki insanlar, sadece bekle ve gör pozisyonundalar şuan.    Kaldı ki pandemiden kaynaklı insanlar istese bile sokağa çıkamıyorlar bugün. Sokak eylemleri eskisi gibi değil. Onu geçtim polis güçleri en ufak demokratik eyleme bile çok sert şekilde yanıt veriyorlar. Tam da bekle gör diyen insanlar bir seçim sürecini bekliyor. İnsanlar ellerinde kalan demokratik yöntemlerden biri olduğu için seçimleri bekliyor. Şuan AKP’ye yönelik inanç ve destek Kürt toplumu içerisinde çok fazla düşmüş durumda. Bunun yansımasını da seçimlerde mutlaka göreceğiz. Şiddete tanık olanlar bunu unutmadı.     Kendisini fütursuzca gösteren şiddet gösterisinin yanı sıra izlenen siyasi, kültürel, ekonomik, sosyal politikalar Kürtleri kimlik taleplerinden vazgeçirebildi mi?   Tam tersine siz bir şeyi ne kadar çok bastırırsanız o kadar ters teper. En basitinden köy isimlerinin değiştirilmesi, Kürtçe isimlere tahammül edilmemesi insanları Kürtçeden Kürt dilinden uzaklaştırmıyor. Tam tersine sahiplenilmesini sağlıyor. Şunu düşünüyorum 90’larda Diyarbakır’da aileler çocuklarını dışarıda, hayatta Kürtçe konuşmaya teşvik etmezlerdi. Ama bugün şunu görüyorum eğitimli olan insanlar çocuklarına daha fazla dili öğretme çabalıyor. Evet bunu devlet destekli yapamıyor, öyle bir eğitim sistemi yok belki ama aileler bu konuda daha çok bilinçlendi. Hatta anne babasından kendi anadilini öğrenmemiş insanlar bile dili öğrenip, kendi çocuklarına öğretme çabasında. Baskı ile sonuç alınabilseydi, insanlar dillerinden, kültürlerinden uzaklaştırılabilseydi tek parti döneminde, Dersim katliamı vs. diğer baskı ve şiddet dönemlerinde bunun başarılmış olması lazımdı. Fakat tam tersine bu yönlü baskılar karşısında insanların kimliklerine daha fazla sarılması, sahiplenmesi söz konusu.   Tekrarını izlediğimiz kötü bir vodvili andırır biçimde Kürt siyasetçiler hakkında KCK operasyonlarına benzer şekilde Kobanê yada DTK soruşturmaları gibi bir toplu cezalandırma yolu izleniyor bugün yine. Amaç ne?   10 binlerce Kürt siyasetçi hakkında soruşturmalar açıldı, tutuklandılar, hapishanede olan liderler var. Bastırılmak istenseler de Kürt siyasetinde şöyle bir durum var. Bir siyasetçi tutuklandığında yerine hemen bir başkası geçebiliyor. Çünkü kişi bazlı yürümüyor bu politika.   Şu an o kadar meşru bir Kürt siyaseti var ki. İki gün önce en beğendiğiniz siyasi lider kimdir sorusuna Tayyip Erdoğan’dan sonra Selahattin Demirtaş yanıtı veriliyor. Diğer siyasi liderler Demirtaş’tan sonra geliyor. Şunu düşünün bu insan kaç yıldır hapishanede, toplumdan uzaklaştırılmaya çalışılıyor, buna rağmen bu kadar desteklenebiliyor. Hapsedilmeleri Kürt liderler ya da siyasi aktörleri toplumdan uzaklaştırmıyor, tam tersine daha fazla sahipleniliyor. Çünkü şunun farkındalar; bu insanlar meşru siyasetçiydiler. Bu insanlar çözüm sürecinde arabulucu olarak kullanıldı. Hatta onları korumak için bir yasa çıkarıldı. Ama ne oldu, AKP kendi çıkardığı yasağı OHAL sürecinde lağvetti. O süreçte aktif rol almış pek çok siyasetçi tutuklu ve yargılanıyor. 10 binlerce Kürt siyasetçi hakkında soruşturmalar açıldı, tutuklandılar, hapishanede olan liderler var. Bastırılmak istenseler de Kürt siyasetinde şöyle bir durum var. Bir siyasetçi tutuklandığında yerine hemen bir başkası geçebiliyor. Çünkü kişi bazlı yürümüyor bu politika. Dolayısıyla Selahattin Demirtaş ya da diğer siyasetçilerin yerine başkaları çalışıyor ama bu cezaevlerindeki siyasilerin rollerini azaltmıyor. Dolayısıyla evet AKP bastırmaya çalışıyor. Hele ki Selahattin Demirtaş olayı başlı başına bir olay. AİHM karar verdi, derhal serbest bırakılmasını istedi, Avrupa Parlamentosu bu kararı tekrarladı. Türkiye ise olabildiğince diretmeye çalışıyor. Çünkü şunun farkında Demirtaş dışarı çıktığında Erdoğan’ın karşısında ciddi bir figür olarak yer alacaktır. Bunu bastırmaya çalışıyorlar.   Kürt sorunu yoktur denilse de HDP dışı aktörler oluşturma gayretleri ile kimi siyasi temaslar söz konusu. HDP’nin dışta tutulduğu bir Kürt politikasının başarı şansı var mı?    İktidar; kendi alanında, kendi desteklediği, sözünden çıkmayan oluşumlar yaratmaya çalışılıyor ve Kürt oylarını o tarafa yöneltmeye çalışıyor.   Başarı şansı olduğunu hiç düşünmüyorum. Hür Dava Partisi yeni bir parti değil zaten. Öncesinde yer altında aktif olan bir oluşumdu sonrasında bir siyasi parti olarak devam etti. AKP artık Kürt oylarını alamayacağının farkında. Bu nedenle Kürt toplumunu HDP dışında hangi tarafa kanalize edebilirim diye düşünüyor.    Dolayısıyla Hür Dava Partisi ya da başka partiler kurdurma yoluna gidebilir. Onlar üzerinden çözüm süreci benzeri görüşmeler yapabilir. HDP’yi gayri meşru sayıp, diğerlerini meşru göstermeye çalışıyor. Diğer sivil toplum örgütleri için de aynı şekilde. İktidar; kendi alanında, kendi desteklediği, sözünden çıkmayan oluşumlar yaratmaya çalışılıyor ve Kürt oylarını o tarafa yöneltmeye çalışıyor. Bu adımlarla küçük çaplı değişimler olabilir ama bunların büyük destek alacağını düşünmüyorum.    Kürt siyasi hareketine baktığımızda bu HDP’den bağımsız bir hareket. Ya da o bilincin bir parti üzerinden gitmediğini biliyoruz. Yarın HDP kapatılıp, başka bir parti gelse bile yine bu destek devam edecektir. Onu geçtim şuan HDP sadece Kürt toplumundan destek almıyor. Türkiye toplumunun ciddi bir kesiminden de destek alıyor. Meşruiyeti hiçbir şekilde sorgulanmayan bir parti. AKP kendi çeperinde böylesi adımları olacaktır ama bunun boşa çıkacağını göreceğiz.     40 yıllık süreç zarfında Kürt sorununda güvenlikçi politikaları esas alan iktidarların, sorunun çarpan etkisiyle bir süre sonra çözülmeye başladığına tanıklık ettik. AKP iktidarı açısından bugün durum ne?    Yarın konjonktür değiştiğinde MHP kadrolarının hapiste olduğu, Kürt siyasetçilerin dışarıda olduğu bir tablo görebiliriz. Burada önemli olan Kürt toplumunun vereceği cevap.   AKP ilk başa geldiğinde Türkiye’nin en büyük meselelerinden biri olarak Kürt meselesinin farkındaydı. Bunun üzerinden yumuşak politikalar yürütüp, bir dönem de destek aldı. Fakat şunu biliyoruz ki AKP yerel seçimde Cemaat ile karşı karşıya geldiğinde ve Cemaat desteğini kestiğinde özellikle büyük şehirlerde Kürt toplumu AKP’ye destek verdi. Çünkü AKP, Cemaate karşı kaybederse çözüm süreci bitecekti. Bundan dolayı destek aldığı dönemler de oldu. Ama AKP’nin 2015 yılındaki “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı sonrası yürüttüğü politikalar bir iç savaşa dönüştü. Bu süreç hafızalarda o kadar taze ki… Dolayısıyla AKP’nin bu konudaki rolü bitmiş oldu. Evet belki AKP bir sonraki seçimde gitmeyebilir, o kadar net konuşamayız. Toplumdaki kutuplaşma bizi o konuda yanıltabiliyor. Fakat yarın AKP gitmese bile Kürt toplumunun AKP’ye dair bir inancı kaldığını düşünmüyorum. Şu olabilir, AKP çok pragmatik bir parti. Bugün evet dediğine yarın çok rahat hayır diyebiliyor, politikalarında 180 derece dönüş yapabiliyor. Yarın konjonktür değiştiğinde MHP kadrolarının hapiste olduğu, Kürt siyasetçilerin dışarıda olduğu bir tablo görebiliriz. Burada önemli olan Kürt toplumunun vereceği cevap. Bunu yapması kendi siyasi çıkarını sürdürmek için olacaktır. Siyasette çok katı olmamak gerekir. Kürt siyasi partileri açısından da aynı. AKP hiçbir şekilde görüşülmeyecek bir parti olarak görülüyor ama yarın farklı bir noktada olunabilir.    Muhalefet cephesine baktığımızda Kürt sorunu konusunda alınan pozisyon nasıl yansıyor? Muhalefetteki partiler Kürt sorunu konusunda gerçek bir yüzleşme içerisinde diyebiliyor muyuz?   Muhalefetin bugün durumu kötünün iyisi. Bugün bu noktaya gelmemizin sebeplerinden biri de muhalefetin Kürt meselesine dair attığı adımlar. Kürt siyasetçilerin bugün hapiste olmasının en önemli sorumlularından biri CHP’nin dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet oyu vermiş olması. O zamanki yanlış politikalardan kaynaklı bugün hala pek çok sorun yaşanıyor.    Muhalefetin tutumuna yine iç ve dış politika açısından bakmak lazım. Dış politikada AKP yanlış bir adım atığında muhalefet karşısında duramıyor. Aksine her türlü desteği veriyor. Muhalefet iç politikada ise eskiye oranla daha cesur durabiliyorlarsa da açık açık HDP ile ittifak yapabileceğini söyleyemiyor. Çünkü AKP ve MHP’nin onları da terörize edebileceğinin farkındalar ve buna karşı cesur hamleler geliştiremiyorlar. O yüzden eskisinden daha iyiler ama bu yetersiz.    Şöyle bir algı da var. Muhalefet hiçbir şey yapmasa bile pandemidir, ekonomik krizdir, yaşanan süreçlerdir bunlarla AKP’nin gideceği sanılıyor ama bunun hiçbir garantisi yok. Muhalefet gerçekten iktidar olmak istiyorsa, CHP iktidar olmak istiyorsa açık şekilde İyi Parti ile nasıl ittifak kuruyorsa, HDP ile de ittifak kurabileceğini göstermek zorunda. Yani hala kalkıp, AKP tabanının hassasiyetlerini gözeterek politika üretmek yerine birazda geriye kalanların hassasiyetini gözetmeli. Şunun farkında olmaları lazım. AKP tabanından biri kalkıp CHP’ye oy veremeyecektir. Ama CHP politikalarında hala AKP tabanı hassasiyeti ile hareket ediyor. Ve açık açık cesur adımlar atamıyor. Ama bu adımları atamazsa, HDP ile ittifak kuramadığı sürece başarılı olamayacaktır. Bu da çok net.   CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geçen yıl yaz aylarında “Kürt sorununu demokratik standartlar içerisinde, Türkiye'nin bağımsızlığı çerçevesinde çözeceğime söz veriyorum” demiş ve kapsamlı bir rapor hazırlayacaklarını açıklamıştı. Bugün ne durumda bilinmese de bu rapor nasıl bir içeriğe sahip olursa cesaretli olur?   Sadece CHP de değil, yeni kurulan diğer partilere, Davutoğlu ve Babacan ile onların partilerinin söylemlerine baktığımızda bile Kürt meselesini sahiplendiklerini görüyoruz. Kürt meselesinin çözüme dair söylem ve retorikleri var. Niçin? Çünkü şunun farkındalar. Eğer iktidar olmak istiyorsanız Türkiye’de bulunan temel meselelerden biri olan Kürt meseles ile ilgili sizin bir politikanızın olması gerekir. Buna dair bir ajandanız olması ve sizin Kürt toplumunu buna ikna etmeniz lazım. Dolayısıyla CHP’nin hazırlayacağı rapor çok bir şey ifade etmiyor. Geçmişte yine CHP’nin ve diğer partilerin de hazırladıkları raporlar var. Bu raporda da mutlaka belli politikalar olacaktır neler yapılması gerektiğine dair. Fakat bundan ziyade şunu unutmamak lazım. Çözüm sürecindeki CHP’yi hatırlıyoruz. Olumlu adımları bile terörize eden, ‘siz teröristlerle aynı masada oturuyorsunuz, biz buna karşıyız’ diyen, Akil İnsanların gidip insanları ikna etmesine karşı çıkan bir CHP vardı. Çözüm sürecini desteklemeyen bir CHP vardı. Dolayısıyla bu adımları çok fazla samimi görmüyorum. İktidara taliplerse Kürt meselesine dair bir ajandaları olmak zorunda. Bu çekincen duruşlarıyla bir şey yapabileceklerini düşünmüyorum. İnandırıcı olabilmesi için çok daha cesur ve net adımlar atılmalı.    Hem CHP hem diğer yeni partiler açısından somut bir adıma dönüşmeyen vaatlerin karşılığı olur mu?   Vaatler her zaman için insanlarda umut uyandırır tabi ama bu biraz da kimin, hangi siyasi partinin söylediğine de bağlı.    En azından Davutoğlu ve Babacan’ı kıyasladığımızda arasında ciddi bir fark olduğunu görüyoruz. Çünkü Davutoğlu iç savaş yaşanan dönemde Başbakanlık görevi yürüten bir insandı. Dolayısıyla insanların Davutoğlu’na dair umut ve inançlarının çok daha düşük olduğunu anketlerden de göremiyoruz. O açıdan Babacan’ı biraz daha inandırıcılığı olan bir isim olarak görüyoruz. Onların oylarına talip olduğu kesime baktığımızda daha muhafazakâr bir kesim olduğunu görüyoruz. Her şeyden şöyle bakmak lazım. Yeni kurulan partilerin Kürt meselesine dair bir ajandaları olmadan bir şey yapamayacak olduklarının farkında olmaları güzel bir şey. Hangi siyasi parti, siyaset yapmak istiyorsa, ki İyi Parti’nin de bu konuda dönüşüm geçirdiğini görüyoruz. MHP’den kopmuş olan bir parti kalkıp Kürt meselesi ile ilgili sert söylemler üretemiyor eskisi gibi, artık bunun farkındalar.    Cezaevlerinde devam eden bir açlık grevi var. Eylemciler İmralı’da tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasını talep ediyor. Tutukluların işaret ettiği Öcalan, Kürt sorunu özelinde Türkiye’de siyasetin demokratik bir dönüşüm geçirmesi noktasında nasıl bir role sahip?    (Öcalan) çözüm sürecinde devletin görüştüğü temel aktörlerden bir tanesiydi. Şuan Öcalan’ın dışta tutulması, yarın olası bir çözüm sürecinde yine temel aktör olarak görüşmek zorunda kalacakları gerçeğini değiştirmiyor.   Şu açıdan bakmak lazım. Öcalan, 1999’da tutuklandı. Oslo görüşmelerine kadar olan süreçte Öcalan’ın dönem dönem sesinin hiçbir şekilde kamuoyuna ulaşılmasının sağlanamadığı pek çok dönem oldu. Ama çözüm sürecinde devletin görüştüğü temel aktörlerden bir tanesiydi. Şuan Öcalan’ın dışta tutulması, yarın olası bir çözüm sürecinde yine temel aktör olarak görüşmek zorunda kalacakları gerçeğini değiştirmiyor.    Şuan istediğiniz kadar Öcalan’ı görmezden gelebilirsiniz, yok sayabilirsiniz. Ama masanın bir tarafında görüşülmek zorunda olunan PKK ise, onun yanında Öcalan’ı muhatap almak zorundasınız. Bütün siyasi partiler bunun farkında. İleride bir çözüm süreci olduğunda bunu sivil toplum örgütleriyle gerçekleştiremezsiniz. Karşıda bunun bir örgüt ayağı var, örgütün lideri olarak işaret ettiği isim ile sorunu çözmek zorundasınız. Görüşmeler mutlaka yine o şekilde olacaktır.   Cezaevlerinde devam eden açlık grevlerine gelince. Bildiğiniz üzere 2013 yılında yine cezaevlerinde açlık grevi başlamıştı ve 68’inci gününde AKP yönetimi Öcalan’ı devreye koyup açlık grevlerini durdu. Ama baktığımızda iktidarın 2015 sonrası açlık grevlerine bu şekilde refleks göstermediğini gördük. Devletin bu yönlü politikası değişti. İnsanların hapishanelerde ölmesi, işkence görmesi onlar açısından bir anlam ifade etmiyor. Şuan ‘güç sadece bende dolayısıyla her şeyi yapabilirim’ şeklinde bir tutumu var. Bu tutuma karşı farklı eylem biçimleri neler olabilir diye düşünmek lazım. Açlık grevleri, eylemciler açısından da çok zor eylemler. Bu eylemler bugün dönüşümlü devam ediyor ama yakın zamanda bu eylemlerden ölen insanlara şahit olduk. Toplum eskiden açlık grevleri ile daha fazlı baskı kurabiliyorken, bugün maalesef o kadar açık şiddet olmasına rağmen bu baskı unsuru kurulamıyor.    Bir makalenizde “Türklerin güvenlik, Kürtlerin de kimlik ihtiyaçları çatışmaya kaynaklık etmektedir” diyorsunuz. Yerleşik güvenlik kaygısı ile Kürtlerin kimlik ihtiyacını aynı zeminde buluşturmanın asgari müşterekleri neler olabilir bugün?   O makalede Türkiye’nin attığı tüm adımları güvenlik kaygısı üzerinden temellendirdiğini söylemeye çalıştım. Sanki güvenliğe yönelik sürekli bir tehdit var. Dolayısıyla tüm gayri insani yaklaşımları, yaptıkları hak ihlallerini bunun üzerinden temellendirme çabası var. Siz Kürt meselesini böyle temellendirdiğinizde ,sanki ülke bölünecekmiş gibi, parçalanacakmış gibi gösterdiğinizde yasal olmayan tüm adımları meşrulaştırmaya çalışırsınız. Yani ‘benim ülkem bölünüyor, dolayısıyla her türlü şiddet unsurunu kullanabilirim, başvurabilirim’ deniliyor.    Tek partiden bugüne bütün yönetimler bunu bu şekilde yaptı, ki AKP’nin yaptığı da bundan farklı değil. Bu durumun artık biraz daha farkına varılması gerektiğini düşünüyorum. Evet o kaygı topluma sürekli enjekte edilmeye çalışılıyor. Sevr Sendromu o kadar beslenmeye çalışılıyor ki en küçük şeyde Kürtler toplumu bölmek, parçalamak istiyor şeklinde gösteriliyor. Sürekli böyle ayrılıkçı düşünceleri varmış gibi. Oysa ki bugün PKK’nin bağımsız bir devletten ziyade demokratik özerklik talep ettiği daha farklı bir noktaya geldiğini biliyoruz. Açık söylemlerinin de bu şekilde olduğunu biliyoruz. Kürt tarafına baktığımızda, en apolitik olan insanların dahi istediği şey kendi dilini konuşabilmek, kendi dilinde eğitim görebilmek. Yani bunun için politik olmaya gerek yok. Türkiye’deki temel meselelerden biri demokratikleşme sorunudur, denir. Tek başına bu olduğunu düşünmüyorum. Bir ülkedeki ikinci en büyük nüfus, kendi dilinde konuşamıyorsa, eğitim alamıyorsa, Kürtçe eğitimi geçtim seçmeli dersleri bile alamıyorsa ve bunu yapamıyorsan, sürekli güvenlik kaygısı üzerinden gayrimeşru bir ihtiyaç olarak gösterirsen orada bir sorun vardır.    Bu yüzden bir güvenlik sorunu olduğunu düşünmüyorum tam tersi devletin bir ‘güvenlikleştirme sorunu’ var. Yapılan her şey bunun üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılıyor.   MA / Ömer Çelik