Roboskili Ho Şi Minh 2021-01-01 09:56:21 HABER MERKEZİ - Daha sözcükler çıkmadan insanların ağzından Ho Şi Minh, gülüyor, gülerek vereceği yanıtı hazırlıyor. Gülerek anlatıyor. Gülerek tarif ediyor. Gülerek dokunuyor. Dinledikçe derinliğini anlıyorum, hissediyorum ve daha fazla kulak kabartıyorum... Gezici gazeteciler için iyi bir rehber yapacağı işin yüzde 50’sini garantilemiş olur. Sadece işini değil, zaman ve mekan açısından bazen hayat kurtarıcıdır da. Rehberlerimiz bazen ücretli bazen de ücretsiz yani gönüllü insanlardan olur. Hasbelkader Karadeniz’den Ege’ye, Akdeniz’den İç Anadolu’ya kadar birçok köy, kasaba, şehir dolaştım. Son gezimi daha önce de gittiğim Şırnak’ın Uludere ilçesi Roboski köyü oldu. 28 Aralık 2011’de yaşanan Roboski Katliamı’nın yıldönümü öncesi patron kovmadan, iş kovalayalım dedik. Meslek hayatımda ilk kez bir rehberimi yazmak istedim. Roboski’de aslında biraz tesadüf sonucu karşıma çıkan rehberim Haşim Encu, gönüllü olarak verdiği katkı bir ömür unutulmaz iz bıraktı bende.    Asıl adı Haşim, köylülerin Kürtçe telaffuzunu beceremediğim için (bu utancımı da buraya bırakmış olayım) ona “Ho Şi Minh” dedim. O da bu isimden hoşlandı. İsmin bir devrimci lidere ait olup olmadığını bilmeden, her seslenişimde keyif aldı. Anlatımlara göre, Ho Şi Minh, küçükken sel sularına kapılmaktan sonra beynine giden bazı damarlarını kaybetmiş. Sonrasında bizler kadar yaşamını rahatlıkla idame etmediğine karar veren köylüler, “saftirik” muamelesi yapmışlar. Devlet de “askerlikten çürük” kağıdını sıkıştırmış eline, al sana hayat... Şimdi 26 yaşlarında olduğunu söyleyen Ho Şi Minh, tüm köylüler tarafından söz konusu dezavantajlı durumundan dolayı sevilir. Açamayacağı kapı, selam verip almayacağı insan yoktur. Kimisi “saftirik” gördüğünden, kimisi acıdığından, kimisi de sevdiğinden, hep güler yüzle selamlar Ho Şi Minh’yi!    Önyargım ve genel algıya kapılarak, önce Ho Şi Minh’yi hafife aldım. Gelin, utanç duygusunu yüzüme vuran Roboskili Ho Şi Minh’yi biraz tanıyalım...    Daha sözcükler çıkmadan insanların ağzından Ho Şi Minh, gülüyor, gülerek vereceği yanıtı hazırlıyor. Gülerek anlatıyor. Gülerek tarif ediyor. Gülerek dokunuyor. Dinledikçe derinliğini anlıyorum, hissediyorum ve daha fazla kulak kabartıyorum. Ho Şi Minh’in mutluluk göstergesi uzunca zamandır anlamıyla yapmayı unuttuğum gülmeyi hatırlatırcasına gülüyor.    Bir evin kapısındayız, zile basıyor Ho Şi Minh! Sonra iki adım geriye çekiliyor, izin istiyor, müsait olup olmadıklarını soruyor, sonra beni tanıtıyor ve buyur ediyor. Kapıdan içeri girdiğimde Ho Şi Minh’nin çoraplarını çıkarıp peşimden gelmesine önce anlam veremedim. Benim de mi çıkarmam gerekiyor, diye düşünmedim değil. Sonra kulağıma fısıldadı: “Abê çorabımı değiştirmeyi unutmuşum, ev kirlenmesin.” Ho Şi Minh, kulağıma fısıldadıkça, topraktan, insandan ne kadar uzak kaldığımı düşündüm.    Kış ortası beyaz ayakkabısıyla önümde yürüyen Ho Şi Minh, dağı, taşı, koyun, kuzu, keçi, doğayı anlatıyor en ince ayrıntısına kadar. Bildiklerim olsa da Ho Şi Minh’yi can kulağıyla dinlemek zorundayım, çünkü her defasında yeni bir şey öğreniyorum ondan. Tıraşlı, yelekli takım elbisesiyle işini büyük bir ciddiyet ve titizlikle yaptığını gösterircesine, bilgeliğiyle hayranlık uyandırıyor bende.    Benden önce Jinnews’ten gazeteci arkadaşlara yardımcı olmama sebebini bir pişmanlık haliyle anlatan Ho Şi Minh, maalesef geleneksel kadın erkek tanımlarına boyun eğdiğini bilemeden anlatıyor.    Gezimizin ilk günü ruhum duymadan takip edildiğimizi Ho Şi Minh’den duyduğumda çok şaşırmıştım. Telaşa düşmeden işimizi yürütmemiz için uyarma gereği duymayan Ho Şi Minh, gazeteciliğin tehlikeli bir meslek olduğunu çoktan bilince çıkarmış bir rehber: “Merak etme abê, sorarlarsa gazeteci olduğunuzu söylemem, misafirimiz derim.” Ho Şi Minh’den gözyaşlarımı gizledim, yarattığı tebessüm ve hayata yüklediği anlam karşısında.    Bana yük taşıtmamak için gün boyu tripotu taşımaktan hoşlandığını söyleyecek kadar ince düşünceli Ho Şi Minh, “Abê beni unutma yeter” diyor. Ho Şi Minh, iki günde eşsiz bir yol arkadaşı oldu bana.    İlk suyu bana uzatır, ilk çayı bana ikram eder, ilk yemeği benim önüme koyar. Sanki ben Ho Şi Minh’ye teslim edilmiş küçük bir çocuğum. Ho Şi Minh, gözlerimin içine bakarken gülüyor. Neydi Ho Şi Minh’yi bu kadar keyiflendiren, bilmiyorum ama o bana iki gün boyunca büyük bir ayna oldu.    Ho Şi Minh, utandırdı, güldürdü, hüzünlendirdi, ağlattı, dokundu, hissettirdi. Ho Şi Minh, bilge, nazik, kibar, zarif, zarafet dolu davranışlarıyla içime baltayla girip, lime lime doğradı. Sözler, sözcükler, kelimeler dünyamın karanlıklarına ve bu mesleğin yarattığı duygu körlüğüne ok gibi saplanıp durdu.    Sevgiyi, sevmeyi, saymayı, bilmeyi, oturmayı, kalmayı hayatıma dair tüm unuttuklarımı, mekanikleşmiş ruhumu, önyargılarımı parça parça edip önüme koydu, Ho Şi Minh!    “Beni unutma” diyen Ho Şi Minh, vefanın ağırlığını, kıymetini hatırlattı.    Ho Şi Minh’ye bu yazıyı tek başına bulup okuma şansı tanımayan hayat utansın. Belki birileri ona okursa “Sedat abê beni unutmamış” diyecektir. Belki de hiçbir anlam veremeyecek, yine o tertemiz, saf, kirlenmemiş kalbinden gelen bir gülücük bırakacaktır.    Hürmetle, saygıyla, özlemle Ho Şi Minh...   MA / Sedat Yılmaz