'O' fotoğrafın ardındakiler 2020-12-31 09:04:01 DİYARBAKIR - Kucağında oğlu Agit’in kemiklerinin bulunduğu bir kargo kutusuyla hafızalara kazınan 52 yaşındaki Halise Aksoy, O ve ağabeyini takip ederek, dağın yolunu tutan kızı Şinda’yı “uyandıran” devlet baskısını anlattı. Son yıllarda insanın göz bebeklerinde asılı kalan kimi benzerleri gibi geçtiğimiz 10 Nisan günü önümüze düşen bir fotoğraf karesi, herkese “vicdan nedir?” sorusunu sordurdu. O fotoğraf karesi, Dersim’de 23 Mayıs 2017 tarihinde yaşamını yitiren HPG’li Agit İpek’in annesi Halise Aksoy’un, oğlunun bir kargo kutusu içerisinde gönderilen kemiklerini kucağında tuttuğu ana aitti.    Yaşanan bir çatışmada yaşamını yitiren Agit’in cenazesi, otopsi için götürüldüğü İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan (ATK) aradan geçen zaman içerinde kemikleri kalmış olarak Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilir. Savcılığın 2 Mart’ta PTT’ye vererek İpek ailesinin ikamet ettiği Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği kemikler, 10 Nisan günü anne Aksoy’a teslim edilir.    OĞLU İLE SON FOTOĞRAFINI ÇEKTİ    Yaşamı her daim zorlukla içerisinde geçse de, acıların en büyüğünün “oğul yitirmek” olduğunu söyleyen 52 yaşındaki annenin, “fotoğraf çekmesini sevmezdi” dediği oğlu ile son fotoğrafı bu olur.   Kendisiyle görüşmek üzere kapısını çaldığımız Aksoy’u, başında sarı, kırmızı, yeşil oyalı yazması ile buluyoruz.  Mardin’in Artuklu ilçesi Tizyan (Elmabahçe) köyünde dünyaya gelen Aksoy, 9 nüfuslu bir ailede büyür. Babasını erken kaybeden Aksoy, 11 yaşına geldiğinde kendisinden 15 yaş büyük dayısının oğlu ile evlendirilir ve dördü kız, dördü erkek olmak üzere 8 çocuk sahibi olur.   Ailesini “yurtsever bir aile” olarak tanıtan Aksoy, “Köyümüzde sürekli bayrak asılırdı. Asılan bayraklardan rahatsız olan köylüler oluyordu. Bir şeyler oluyordu ama ne olduğunu anlamamıştık henüz. İlk çocuğum olunca, aynı dönemde büyük ağabeyimin de bir oğlu oldu. Adını Welat koymak istedi” dedi.  Kendi ülkelerinde yaşamalarına rağmen çocuklarına “ülke” adını koymak Aksoy’a her ne kadar garip gelse de bu ismi çok sever ve yeni doğan oğluna da bu adı vermek ister. Ancak aynı ailede iki Welat olmasın diye Wedat adını verir oğluna.    KÖYLERİNE GELEN GENÇLERİ TANIDI    1980’li yıllarda, Kürt özgürlük hareketinde yer alan gençler yaşadıkları köye gelip gitmeye başladı. Aksoy, o yıllara dair anısını şu sözlerle anlattı: “1980’li yıllarda köye Kürt özgürlük mücadelesinde yer alan gençler gelmeye başladı. Köyde sürekli bir hareketlilik vardı. Ben korkmaya başlamıştım. Tam olarak neyin mücadelesini verdiklerini bilmiyordum. Onlara karşı düşmanca yaklaşan köylülerin söylediklerinin etkisinde kalıyordum bazen. Evimin camlarına demir korkuluk yapmak istedim. Ağabeyim bana; ‘Onlardan sana zarar gelmez, tam aksine onlar seni korur’ dedi. Artık, her şeyin farkındaydık. 1990’lı yıllarda ise örgüte katılanlar oldu. Artık gençlerin ne için mücadele verdiklerini biliyordum.”     Köylerine gelen gençlerin kendisine, “Bir gün tüm Kürtler özgür olacak” dediklerini, bu sevinç ve umutla yaşayıp, çocuklarını da a bu inançla büyüttüğünü söyleyen Aksoy, “Çocuklarım büyüyünce hepimiz özgür olacağız sanıyordum” diyerek, yıllarca verdiği mücadelenin nasıl başladığını dile getirdi.   Bir yandan eşinden şiddet görüp, bir yandan da yoksulluk ile boğuşan Aksoy, maddi imkansızlıklar nedeniyle annesinin evinde yaşamaya başlar. O yılları “Eşim bir vardı bir yoktu, annem ve kardeşlerim bana ve çocuklarıma baktı. Kardeşlerimin eşleri de politik nedenlerden cezaevindeydi. Bir evde birden fazla aile yaşıyorduk. Bazen tok, bazen aç yattık. Elimde kalan bir altınım vardı. Bozup bir ev yaptım. Sadece duvarlarını ördüğümüz eve yerleştik” sözleriyle anlatırken yeniden hatırlatan Aksoy, devlet baskısı ile tanışır.    KORUCULUK DAYATILINCA YOLA DÜŞTÜ    Ailesindeki erkeklere korucu olmaları yönünde baskı uygulanır. Koruculuğu kabul etmesi için her türlü baskıyı gören Aksoy’a askerler her fırsatta, ‘Zaten kocan da yok defol buradan’ der. Terk etmek istemediği köylerine hemen her gece baskın yapan askerler, bazen ışıklarını söndürdüğü için, bazen de söndürmediği için Aksoy’a şiddet uygular. Aksoy, bu baskılar sonucu çocuklarını da yanına alarak 1993' yılında Diyarbakır’a taşınır, köydeki evi ise askerlerce yakılır.    Burada terzilik yaparak çocuklarını büyüten Aksoy, bu kez eşinin baskıları sonucu 1996’da İstanbul’a göç etmek zorunda kalır. Geçimlerini sağlamak için tekstil atölyelerinde çalışmaya başlayan çocukları ayrımcılığın ne demek olduğunu bu metropolde daha iyi anlar.   ‘TÜM ZAMANIM UCUZ EKMEK KUYRUĞUNDA GEÇTİ’   “İstanbul’da tüm zamanım ucuz ekmek kuyruğunda geçti” diyen Aksoy’un çocukları, halka reva görülen bu yoksulluğa başkaldırır. Çocuklarının hak mücadelesi verirken sürekli polislerle başlarının belada olduğunu dile getiren anne, cenazesi yıllar sonra kendisine kargo ile gönderilen Agit’in PKK’ye katılış sürecini şöyle anlattı: “Agit, İstanbul’da yaşarken adı ile alay ediyorlardı. Ona adının anlamını söyledim. ‘Yiğitsin sen’ dedim. Agit tekstilde ütücülük yapıyordu. Evimiz sürekli gözetim altındaydı. Oğlumu bir gün gözaltına aldılar. Çocuk şubeye götürmüşler. O kadar dövmüşlerdi ki tanıyamadım. Sonra serbest bıraktılar. Bırakırken ‘Bir daha elimize düşerse kafasını keseriz’ dediler.”    ‘OĞLUMU ONLAR UYANDIRDI’   Sürekli polislerce rahatsız edilen Aksoy ve çocukları, çareyi adres değiştirmekte bulur. İstanbul’un başka semtine taşınan aile burada da rahat bırakılmaz. Agit, bu yeni adreste de gözaltına alınır, İşkence görür. 2010 yılında henüz 15 yaşındayken evden çıkar, bir daha da geri dönmez. Aksoy, “Bana ‘oğlunu dağa gönderdin’ dediler. Oğlumu onlar uyandırdı. Baskıya dayanamadı. Onurlu bir yol seçti” dedi.    Agit’in gidişinin ardından baskıların artması üzerine 2010'da yanına çocuklarını da alan anne Mardin’in Kızıltepe ilçesindeki ağabeyinin yanına gitse de, üç ay sonra olarak Diyarbakır’a gelip yerleşir.   AĞABEYİNİN YOLUNU İZLEDİ   Aksoy, çocukları ile birlikte kendisine ait bu evde yaşamaya başlar. En küçük kızı olan Şinda’da çocuk yaşına rağmen Kürtlere yapılan zulme tanıklık eder ve ağabeyi gibi bir süre sonra örgüte katılım yapar. Aksoy, asla haksızlığa gelmediğini söylediği kızını şu sözlerle anlattı: “Tekstilde işe başlamıştı. Bir gün eline parasını verip eve göndermişler. İşten kovulmuş. İşyerinde ucuza dikilen eteklerin pahalıya satılmasına karşı çıkmış diye kovmuşlar onu. Haksızlığa gelemezdi. Bir süre sonra Azadiya Welat Gazetesi’nde çalışmaya başladı.”    Diyarbakır’da yaşamaya başladığı süre zarfında çocukları için evinin sayısız kez basıldığını belirten Aksoy, 16 yaşındaki kızı Şinda’nın haftada birkaç kez gözaltına alındığını söyledi. Kızı Şinda’nın sürekli polis baskınları ile uykudan sıçradığını ve bir gün “Agit’i rüyamda gördüm” diyerek evden çıkıp, bir daha da geri dönmediğini söyleyen anne, “2014 yılıydı, kızım bir daha gelmeyeceğini söyledi. Evden çıktı. Peşinden gittim, sokağı döndü gözden kayboldu. Kızımdan bir daha haber alamadım” diye belirtti.   Aksoy, kızı Şinda’yı şu sözlerle anlattı: “Evin en küçüğüydü. Hepimizin gözdesi olduğu için şımarık büyüdü. Bir gün beni bırakıp gideceği aklıma gelmezdi. Devlet Agit gibi Şinda’yı da uyandırdı” diyerek kızı ile birçok anısını anlattı.    İKİ KARDEŞİN BULUŞMASI GERÇEKLEŞMEZ    Aksoy’un en çok üzüldüğü ise, Agit ile Şinda’nın gittikleri yerlerde birbirlerini görememiş olmaları. Yaşadığı evin arkasında küçük bir bahçesi olan Aksoy’un, burada oğlu Agit ile birlikte aldıkları tavukları ve kızı Şinda ile birlikte ektikleri nar ve dut ağaçları var.     EKTİĞİ AĞAÇLARIN YEŞERDİĞİNİ GÖREMEDEN GİTTİ    “Agit, bu bahçedeki nar ağaçlarından habersiz gitti. Kızım ise ektiği nar ağacından bir tane koparamadan gitti” diyen Aksoy, gözü gibi baktığı bahçesinin yazın yeşillendiğini, her yeşillendiğinde çocuklarını yad ettiğini kaydetti.    2015 yılında ev baskınlarının tekrar arttığını söyleyen Aksoy, “Kapımı kırıyorlardı. Artık her hafta kapı kilini değiştiriyordum. Kırmasınlar diye bazen kapıya doğru koşuyordum. Açacağımı söylememe  rağmen kırıyorlardı. Artık baskınlardan bıkmıştık. Bir günde kırma yetkileri yoktu, kapıyı açmadım, kırın dedim. Saatlerce bekleyip tutanak tutup gittiler” bu baskıları sözleriyle dile getirdi.   3 YIL BOYUNCA AGİT’İ ARADI   2017 yılında televizyondan oğlu Agit İpek’i yaşamını yitirdiği haberini alan Aksoy, oğlunun cenazesini alabilmek için önce Dersim’e, sonra Malatya’ya, oradan İstanbul’a, oradan tekrar Dersim’e gider. 3 yıl boyunca kurum kurum oğlunun cenazesi için gezen Aksoy’un oğlunun cenazesi PTT kargo ile bir kutu içinde teslim edilir.    ‘KENDİMİ AFFEDEMİYORUM’   Aksoy, 10 Nisan günü yaşadıklarını ise şu sözlerle ifade etti: “Geçen yıl bizi aradılar, 'Cenazeniz elimizde' dediler. Kemikler için DNA örneği istediler. Sonra tekrar aradılar 'dosyanız var' dediler. 'Dosyada gizlilik var' deyip söylemediler. En son aradıklarında 'Emanetiniz var, adliyede, gidin alın' dediler, ne olduğunu söylemediler.”    Oradaki yetkililerin kendisine, ‘Agit İpek’in kemikleri gelmiş’ diyerek, bir kutuyu işaret ettiklerini aktaran Aksoy, “Öldüğümü düşündüm. Öfkelendim. Onlara katil olduklarını söylemek istedim ama yanımda gelen gencin başını belaya sokmamak için sustum. Baktım tüm tanıdıklarım adliyeye gelecek, Agit’in kemiklerini de vermezler diye kartonu aldım çıktım” dedi. Oğlunun, başına ne gelirse gelsin annesine asla ağlamaması yönündeki telkinlerini hatırlayan Aksoy’un, sonrasında kendisine dair en büyük kızgınlığı ise oradan sessiz sedasız çıkması olur.   ‘GECELERİ UYUYAMIYORUM’   İnançlı bir kadın olarak oğlunu defnederken dini vecibelerini yerine getirmesine dahi izin verilmediği için her gece kabus gördüğünü kaydeden Aksoy, “Kucağıma aldığım kutu onun cenazesi idi. Ben oğlumun cenazesine son kez bakamadım. Kemikleri görmedim. Defnetmemek için ellerinden geleni yaptılar. İmamın gelmesine izin vermediler. O kirli torba ile oğlumu göndüm. Bazen rüyama giriyor, ‘Anne diyor ben bu mezara girmek istemiyorum.’ Ben uyuyamıyorum, her gece bu rüyaları görüyorum” diye belirttii.   ‘DİRENMEK ZORUNDAYIZ’   En son geçtiğimiz hafta “ihbar var” gerekçesiyle evi basılan ve darp edilerek gözaltına alınan Aksoy, yıllarca yaşadığı yoksulluk karşısında direndiği gibi, devlet baskısına da boyun eğmeyeceğini şöyle dile getirdi: “Çok acı çektim, hala da çekiyorum. Ama artık korkmuyorum. Onca yoksulluk yaşadım kimseye el açmadım bundan sonra da açmam.”    Aksoy’un, yönelttiğimiz ‘Bunca acıya rağmen hala nasıl ayaktasın?’ sorusuna yanıtı ise, “Yüreğim yanıyor. Çocuklarım şerefi ile gitti ama yemek yerken, yürürken, televizyon izlerken, çocuklarım gözümün önünden gitmiyor. Bize karşı yürütülen düşmanlığa karşı direnmek zorundayız” oldu    MA / Arjin Dilek Öncel - Fahrettin Kılıç