Keskin: İhlallerde devlet kadar ‘muhalefet’ de sorumlu 2020-12-10 10:31:32 İSTANBUL - Türkiye'de artarak devam eden hak ihlallerinin Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklandığını belirten İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, muhalefetin de bu bakış açısıyla tüm ihlallere karşı birlikte ve cesaretle mücadele etmesi gerektiğini vurguladı.    Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komisyonu tarafından hazırlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin kabul edilişinin üzerinden 72 yıl geçti. Türkiye'nin de imzacısı olduğu bildirge nedeniyle her yıl 10-17 Aralık tarihleri İnsan Hakları Haftası olarak karşılanıyor. Ancak hak ihlallerinin gündemden düşmediği Türkiye'de bu hafta kutlanma değil mücadele tarihi olarak ele alınıyor.     İHD ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) Belgelendirme Birimi tarafından hazırlanan ve 2020 yılının ilk 11 ayını kapsayan raporda, kolluk güçlerinin yargısız infaz, dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle veya rastgele ateş açması sonucu 12 kişi yaşamını yitirdi, 10 kişi yaralandı. Öte taraftan bu çatışmalı süreçte en az 20 sivil olmak üzere 225 kişi yaşamını yitirdi, 79 kişi ise yaralandı. Bunun yanı sıra cezaevlerinde hastalık, intihar, şiddet, ihmal vb. çeşitli gerekçelerle en az 49 kişi yaşamını yitirdi.    Irkçı ve nefret içerikli saldırılar sonucu 10 kişi yaşamını yitirirken, 22 kişi yaralandı. Zorunlu ya da muvazzaf olarak askerlik görevini yaparken en az 20 kişi kaza, patlama ve/veya şüpheli bir şekilde yaşamını yitirirken, 20 kişi de yaralandı. Erkek şiddeti sonucunda en az 260 kadın öldürüldü. Raporda, işkence ve kötü muamele, düşünce ve ifade özgürlüğü, toplanma ve gösteri özgürlüğü, çocuk hakları, mülteci ve Kürt sorunu başlığı altında sayısız hak ihlali yer aldı.   İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, hafta kapsamında yaşanan hak ihlallerini değerlendirdi. Bildirgenin kabul edilişinin üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala bildirgenin çok gerisinde kalındığına işaret eden Keskin, bildirgenin çok açık bir biçimde herkesin eşit olduğu ve hiçbir konuda kimseye ayrımcılık yapılamayacağını ortaya koyduğunu ancak uygulanmadığını söyledi.    KAYNAĞI ‘KÜRT SORUNU’   Türkiye’deki hak ihlallerinin asıl kaynağının Kürt sorunu olduğu söyleyen Keskin, “Dört ayrı devletin sınırları içinde çözülmemiş bir etnik sorun var ortada. Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkını da bir yana koyarak, sorun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülebilir. Ancak buna dair daha önceki girişimler sonuçsuz bırakıldı. Bunlardan biri çözüm süreciydi. Süreci değiştiren de, sonra tamamen ters davranan da devlet ve devlet aklı oldu. Devletin şu anda Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan çözüm sürecinde ‘her türlü milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım, ezdim’ diyerek bu sorunun barışçıl bir şekilde çözüleceğini söylemişti. Öcalan’la görüşmeler yapmıştı. Ama aynı Erdoğan, şimdi o zamanlar birbirlerine hakaret ettikleri Devlet Bahçeli ile yan yana gelerek, söylediklerinin tam tersini uyguluyor” dedi.   'RESMİ İDEOLOJİ TARTIŞILMALI'   Türkiye Cumhuriyeti'nin soykırım üzerine kurulduğunu ve o günden bu yana İttihat ve Terakki zihniyetinin egemen olduğunu söyleyen Keskin, Kürt sorununa da güvenlikçi politikalarla yaklaşılması nedeniyle hak ihlallerinin arttığını vurguladı. Var olan tablonun batıda ise yani İstanbul, Ankara gibi şehirlerde ise milliyetçi bir bakış açısına neden olduğunu ve bunun da hak ihlallerinin artmasına neden olduğunu belirten Keskin, "Bu coğrafyada temel sorun ittihatçı, Türk, Suni temel ideolojisinin iktidarı ve muhalefeti bir arada tutma sorunudur. Türkiye’de solcuyum, demokratım diyenler de Kürt sorunu söz konusu olunca iktidardakiler gibi bakıyor. Bunun için son derece otoriter bir devlet var bizim karşımızda. Halk da artık devlete benziyor. Devlet, kendi ideolojisini toplumda o kadar içselleştiriyor ki sorunun çözülmemesine etki ediyor. Ancak, artık bu resmi ideolojinin tartışılmaya açılması lazım” diye konuştu.   KÜRTLER MÜCADELEYLE VARLAR   Kürtlerin bütün bunlara karşı verdikleri mücadele ile varlıklarını sürdürdüklerini ifade eden Keskin, “Ancak, bu coğrafyada Çerkesler, Çerkes olarak yaşamıyor. Lazlar, Rumlar, Yahudiler kimliklerini, kendilerini yok sayarak yaşıyorlar. Herkesin korktuğu bir sistemden bahsediyoruz. Bunun tek istisnası Kürtler. Bu nedenle Kürt sorunu bu kadar yüzeye çıkıyor. Çünkü sadece onlar hakları için mücadele ediyor. Diğer bütün kimlikler kabullenmişler, susmuşlar sinmişler. Ben kendimden örnek vereyim, babam Kürt annem Çerkes. Ne babam Kürt gibi ne annem Çerkes gibi yaşamış. İkisi de anadillerini bilmeden büyümüşler. Ben de böyle büyüyorum. Yani kısacası kimliksiz bir toplum oluşturuluyor.  Herkes eksik yaşıyor. Herkese kendi kimliği dışında kimlik dayatıyor. Bunun değişmesini istemedikleri için de güvenlikçi politika uyguluyor” diye belirtti.   HER ŞEY SAVAŞA   Devletin bu politikalarla beslendiğini ve varlığını ancak bu şekilde sürdüğünü ifade eden Keskin, “Burada, eğer Ermeni soykırımı tartışılmaya başlanırsa, el konulan mallar da tartışılmaya başlanacak. Ayrıca Rumların da mağduriyetleri tartışılmaya başlanacak. Bu olmadığı için Türkiye’de şu anda ekonomik sorunlar da en üst düzeye çıktı. Türkiye eğitime sağlığa harcayacağı parayı savaşa harcıyor. Bir işçinin sofrasındaki ekmek savaşa harcanmak için çalınıyor. İnsanların bunun farkına varması gerekiyor. Çünkü bu savaşçı ve güvenlikçi politikalarla ne sağlık ne eğitim sistemi tutulabilir” ifadelerini kullandı.   'ÖCALAN BARIŞTA ISRAR EDİYOR'   Bu politikalara rağmen Kürtlerin barışta ısrarcı olduğunu dile getiren Keskin, Öcalan’ın bu konudaki rolüne dikkati çekti. Bu rol nedeniyle Öcalan’ın tecrit altında tutulduğunu ve bunun tüm topluma yayıldığını ifade eden Keskin şöyle devam etti: “Öcalan, Kürtlerin büyük bölümünün önder olarak kabul ettiği bir siyasetçi, sıradan bir mahpus değil. Şu anda tecrit altında tutuluyor. Devlet aklı zamanında barıştan ve çözümden söz ediyordu. Herkes gidip Öcalan’la görüşüyordu. Ancak daha sonra süreç bozuldu. Çünkü AKP derin devletle büyük bir uzlaşmaya gitti. 90’ların devlet aklı tekrar kendisini gösterdi. Biz 90’larda çok büyük hak ihlalleri yaşadık. Şu andaki devlet aklı da 90’lardaki devlet aklıdır. Geçtiğimiz günlerde dört kişinin birlikte çektiği fotoğraf çok önemliydi. O fotoğrafa birlikte 'iktidar biziz' dediler.”   MUHALEFETİN SESİSLİĞİ   Hak ihlallerini uygulayan faillerin cezasızlıkla korunduğunu hatırlatan Keskin, “Bu her zaman böyle oldu. Ermeni, Dersim soykırımı, Şeyh Sait olayında yaşananlar ve sonra yaşanan bütün bu cinayetler bunu gösteriyor. 90’larda yaşanan gözaltında kaybetmeler, kontrgerilla cinayetleri hepsinin üstü örtülmüş” diye kaydetti.   Söz konusu Kürtler olunca muhalefetin ses çıkarmadığı aktaran Keskin, “Muhalefet kendi içindeki çifte standarttı bırakmak zorunda. Kürtlere yönelim olduğunda CHP’liler ayağa kalkarlarsa en azından bir çözüm yoluna girebilir. CHP, Kürtlerden oy istemeye gelince istiyor ancak ayın şekilde Kürtlere en büyük ırkçılığı yapanlar adına bir park açabiliyor. Bunu yapmayacak. Nihal Atsız adına park açıp da sen Kürtlerle bir araya gelemezsin. Kendine muhalefetim diyen herkesin kendini sorgulaması gerekiyor” diye konuştu. Keskin, muhalefetin diline, dinine ve ırkına bakmadan Tekirdağ’dan Van’a atılan tokadı yüzünde hissetmesi gerektiğini ifade ederek, “Muhalefet bunu yapabilmeli. Öcalan’a uygulanan insanüstü tecride karşı CHP, insan olduğu için karşı çıkmalı. Çifte standarttı artık bırakmalı” diye vurguladı.   Keskin, devlet güçleri tarafından cinsel işkenceye uğrayan kadınların günden güne artığını altını çizdi. 1997’ten bu yana devlet güçleri tarafından cinsel işkenceye maruz kalan 758 kadının kendilerine başvurduğu bilgisini paylaşan Keskin, sözlerini şöyle sürdürdü:  “Bu kadınların çok büyük bir bölümü Kürt kadınları. Bu bir devlet politikası. 90’larda çok yoğun uygulandı ve maalesef hala uygulanıyor. Biz bundan dolayı kadına yönelik şiddet politiktir diyoruz. Devlet dilinin sertleşmesiyle kadına yönelik şiddet  paraleldir. Mesela çözüm sürecinde bu şiddette azalma olmuştu. Fakat devlet dili sertleştiği anda bu artıyor. Bunun dışında zaten fail devlet güçlerinden biriyse cezalandırılmayacağını biliyor. 758 kadın başvurdu, 2 korucu dışında ceza alan tek bir devlet gücü olmadı.”   SÖZLEŞMELERE UYMUYOR   Türkiye'nin altına imza attığı sözleşmeler anlamında denetlenmediğine dikkati çeken Keskin sözlerini şöyle tamamladı: "İmralı'da tecrit sistemi uygulanıyor, kadına yönelik şiddet çok yoğun, işkence meşru görülüyor, cezasızlık politikaları var. Türkiye bu sözleşmelerin hiçbir maddesini yerine getirmiyor. Bu büyük bir sorun. Devletler arası ilişkiler çıkar ilişkilerine dayandığı için bu mekanizmalar da yeterince işletilmiyor. Ancak tüm bunlara karşı cesaret bizi koruyacak. O nedenle cesaretle haklarımızı savunmaya devam etmemiz gerekiyor.”   MA / Mehmet Aslan