Can: Yeni vesayet sistemi tekledi, devamı gelecek 2020-11-27 09:22:17 ANKARA - Gazeteci Kemal Can, Ankara’da peş peşe gelen istifa ve siyasi gelişmeleri “yeni vesayet düzeni”nin teklemesi olarak değerlendirip, devamının geleceğini söyledi.  AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kabinesinde yer alan damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifası sonrası başlayan tartışmalar ve hızla gündeme getirilen “reform” açıklamaları Bülent Arınç’ı istifaya götürdü. Gazeteci-yazar Kemal Can, Ankara’da yaşanan gelişmeleri, iktidar ve ortağı MHP arasındaki gidişatı ve peş peşe gelen istifalara ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın sorularını yanıtladı.     Önce Berat Albayrak, ardından Bülent Arınç’ın istifası geldi. Nasıl yorumluyorsunuz?   Her iki vaka, iki vakayı birden içine alan, aslında yeni başlamayan ve henüz tamamlanmamış süreç, iktidarın yönetememe krizini daha da görünür hale getiren bir durum. Güç gösterileriyle, muhalefete ve dış politikaya dönük agresif ataklarla perdelenmeye çalışılan siyasi sıkışma da artık kendisini daha belirgin biçimde hissettiriyor. Başkanlık sistemi diye dayatılan model, ortaya koyduğu iddiaların karşılıklarını veremediği gibi bizzat kendisi sorun üretmeye başlayan bir pratiğe dönüştü. Diğer taraftan bu modelin yaslandığı siyasi tasavvurun aldığı toplumsal destekteki çözülme, hesaplanandan daha hızlı etki göstermeye başladı. Siyasete ihtiyaç duymadan veya daha az siyasi araca müracaat ederek devam etmeyi hesaplayan ‘yeni vesayet’ düzeni teklemeye başladı. Kurum ve kavramları imha yeteneğine paralel bir kurucu süreç oluşturamadı. Bu bozulmanın sadece dışarıya karşı değil, iktidarın içine doğru da bazı sonuçları ortaya çıkmaya başladı. Bunun devamının geleceğini beklemek çok yanlış olmaz.    Her iki istifa arasında nasıl bir fark ya da nasıl bir bağ var? Kurgu diyenler, tesadüf diyenler var. Siz nasıl görüyorsunuz?    Albayrak’ın istifası, ‘siyasetin’ ve AKP içinden gelen siyasi tazyikin sonucuydu. Arınç’ın istifası ise ‘vesayetin’ ve MHP’nin temsil ettiği sınırların ürünü olarak ortaya çıktı.   Öncelikle aynı karmaşanın içinde olsa bile, ikisinin gerekçeleri ve yaslandığı dinamikler birbirinden farklı. Kabaca şöyle ayırabiliriz: Albayrak’ın istifası, ‘siyasetin’ ve AKP içinden gelen siyasi tazyikin sonucuydu. Arınç’ın istifası ise ‘vesayetin’ ve MHP’nin temsil ettiği sınırların ürünü olarak ortaya çıktı. İktidar bloğunu ekonomi, dış politika gibi dış etkiler ile ittifakın dengesiz yapısından gelen iç gerilimler giderek sıkıştırıyor. Bunların çoğu artık fazla saklanamıyor ve dışarıya taşıyor. Ayrıca iktidarın iç çekişmelerinin tarafları güçlerini göstermek, karşı tarafı zorlamak veya Erdoğan’ı sıkıştırmak için bu çatışmaları daha göz önünde yapıyorlar. Bu nedenle yakın gelecekte de aynı kalibrede olmasa bile, istifalar, görevden almalar görebiliriz. Diğer taraftan Berat Albayrak’ın istifası, 2018 seçiminden itibaren uygulamaya konulan ve merkezine Erdoğan’ın damadının oturtulduğu iktidar savunması stratejisinin başarısızlığının göstergesi. Bu strateji, siyasetsizlik ve siyasetsizleştirme üzerine kuruluydu. Arınç’ın istifasına yol açan süreç ise yeniden bir enstrüman olarak devreye alınması düşünülen siyasi aktörler için çizilen sınırları gösterdi.   Bülent Arınç ve Cemil Çiçek’in dillendirilen “reform” söylentileri ile İhsan Arslan’ın çözüm sürecine dair yaptığı açıklamaları göz önünde bulundurduğumuzda nasıl değerlendiriyorsunuz?   Bence iktidarın iç ve dış gerilimleri konusunda bazı çökme alanları oluştuğunu veya açık pozisyonlar doğduğunu düşünen çevre ve grupların, riskli çıkışlar denemiş olmaları ihtimali de küçük değil. Bu çıkışlarla paralel olarak karşı atakların, hatta sadece söz düzeyinde kalmayan hamlelerin olması tamamlanmamış bir mücadele görüntüsü veriyor. Erdoğan’ın hemen her aşamada hayli bekleyerek reaksiyon vermesi de çeşitli pozisyonların güç ve etkilerini tartarak, hareket etme ihtiyacıyla ilgili olabilir. Ortada ne büyük bir sürpriz var ne de tamamen kurgulanmış bir oyun.   Bu açıklamalar Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bağımsız mı?   Ben bu gelişmelerin nasıl bir arka planı olduğunu bilmiyorum, ortaya çıkan görüntüde kesin bir fikir vermiyor. Bu çıkışların Erdoğan’ın bilgisine ne kadar açık oldukları hala tartışmalı. Elbette bu çıkışların rastlantısal olmayacak biçimde üst üste gelmesi gibi bir durum var. Ayrıca bu açıklamalara iktidar kontrolündeki medyada yer verilebilmiş olması da önemli bir gösterge. Ayrıca Erdoğan’ın daha önce böyle yoklamalar yaptığı olaylara tanık olundu. Ancak yine de bu çıkışların, doğrudan Erdoğan’ın talimatı, işareti veya onayıyla ile yapıldıklarını göstermeye bütün bunlar yetmez.    Erdoğan’ın “reform” ve Avrupa Birliği’ne yönelik olumlu sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?    Erdoğan’ın reform ve AB’ye göz kırpan açıklamaları, yani ‘eksen’ tavrı, artık kavramsal olarak iyice içi boşaltılmış meseleler. Çünkü reform denilince, herkesin aynı şeyi anladığı, ‘eksen’ denilince herkesin aynı şeyi kastettiği bir durumu hayli geride bıraktık. Zaten Erdoğan’ın ‘reform’ sözünden hemen sonra, ‘reform denilen şey nedir’ sorusunun cevabını Bahçeli başka türlü, Arınç başka türlü vererek, sözün kendiliğinden taşıdığı bir anlamı olmadığını gösterdiler. ‘Yerimiz Avrupa’da’ sözünün de aynı şekilde anlaşıldığını, bu sözün hemen öncesinde ve sonrasında yaşananlarla gördük. Son açıklamalar ve Erdoğan pozisyonunu netleştirdikten sonra ortaya çıkan tablo, reformun Cumhur İttifakı ile özdeş bir içerik kazanmış yönetim modelinin takviye edilmesi ve eksiklerinin telafisi olarak görünüyor. Yani anlaşılan, iktidar kendisine reform yapacak. ‘Yerimiz Avrupa’ meselesinin ise mülteci ve diasporayı tetikleme tehditleriyle sonuç alınamaması karşısında, AB’yi yeniden ‘havuç-sopa’ siyasetine geri çağırmak gibi görünüyor. Ancak o tarafta da olası sopa büyümüş havuç küçülmüş durumda.   Organize suç örgütü başı Alaattin Çakıcı’nın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik tehdit eden mektubu, Bahçeli’nin sahiplenmesi ve Erdoğan’ın sessizliği ne anlama geliyor?   Çakıcı’nın mektubu değil, Bahçeli’nin yaptığı açıklama önemliydi. Bahçeli sadece Çakıcı’yı sahiplenmedi, ona söz söylenmesini de yasakladı. Erdoğan dahil, iktidar cephesinin usulen de olsa kınamasını bile durdurdu.    Alaattin Çakıcı’nın mektubu değil, Bahçeli’nin yaptığı açıklama önemliydi. Bahçeli sadece Çakıcı’yı sahiplenmedi, ona söz söylenmesini de yasakladı. ‘Onun önemini bilen bilir, bilmeyen kendi bilir’ diyerek çıtayı yukarı çekti. Bu noktada Erdoğan dahil, iktidar cephesinin usulen de olsa kınamasını bile durdurdu. Bu görüntü ve sonrasında Cumhur İttifakı geleceği tartışmaları ayyuka çıkmışken, Erdoğan’ın ‘ne yapacaksak Cumhur İttifakı ile yapacağız’ demesi, oluşturulan yeni sivil ‘vesayet’ düzeninin fikri patronunu gösteriyor. Erdoğan iktidarını memleketin bekasıyla ilişkilendirebilmesini Cumhur İttifakına borçlu. Ancak bunu yaratan ittifakın sayısal gücü değil, yarattığı yeni vesayet düzeni. Erdoğan, yargıdan güvenlik bürokrasisine kadar, hemen her alanda kendi kişisel gücünü bu sayede kabul ettirebildi. Elbette bunun ödenmesi gereken bir bedeli olduğunu da başından itibaren biliyordu. Bu yüzden MHP’ye bağımlılığı başkanlık sisteminin gerektirdiği 50+1 zorunluluğundan ibaret değil. İddia edilenin aksine iktidarı desteklemekten başka bir seçeneği olmayan Bahçeli’den daha çok, giderek daha az seçeneğe sıkışabilecek Erdoğan resmi öne çıkıyor. Bu durumun tekrar tekrar ve artık giderek daha fazla örnekle gösterilmesi ihtiyacı, dışa karşı güçlü bir kabuk kurmasına rağmen iktidar içinde gerilimi yükseltiyor. Siyasetin iktidar cephesi giderek daha dengesiz hale geliyor.   Tüm bu gelişmeler Cumhur İttifakı’nın geleceğini nasıl etkiler?     Cumhur İttifakı’nı iki siyasi partinin aritmetik ortaklığı veya açık olmayan koalisyonu, iki liderin birbirine verdikleri destek sayesinde ayakta kalabildikleri bir çıkar birliği olarak tarif etmenin yetersiz olduğu, artık yeterince anlaşıldı sanırım. Cumhur İttifakı, çok önemli iç ve dış politik yörüngeyi çizen bir çerçevenin, başkanlık sistemi biçimde inşa edilmeye çalışılan özel bir siyasi mimarinin kurucu parçası ve sadece siyasi aktörlerden ibaret değil. Ekonomik ve politik tercihlerin istikrarlı devamı için üretilmiş bir proje. Bugün gelinen noktada ihtiyaç duyulan siyasi desteği de garanti etmesi beklenen bu projenin sıkıntıya girdiği anlaşılıyor. Ancak henüz bu sıkıntıların dağılma iradesi biçiminde kendisini göstermesinin biraz uzağında olunduğunu düşünüyorum. En azından Bahçeli ve Erdoğan’ın temsil ettikleri alanlarda bu projeyi sürdürme için çabalamaya devam edecekleri anlaşılıyor. Ancak şimdilik böyle... Ne Cumhur İttifakı’nın yıkılamayacak kadar sağlam olduğunu düşünmek ne de artık ömrünü tamamlamış olduğunu iddia etmek doğru olur.    Bahçeli’nin özelikle Kılıçdaroğlu ve partisine yönelik ağır sözlerini nasıl okumak gerekiyor?    İktidarın muhalefet alanını kontrol etme, mümkünse yönetme ve hem diken üstünde tutma çabaları yeni değil. Bu konuda referandum sürecinde ve 2018 seçimine kadar bütün muhalefeti tek bir şer ittifakı olarak resmetme yaklaşımı daha baskındı. Ancak son iki yıldır ve özellikle yerel seçim sürecinden sonra, muhalefet aktörlerinin her biri için tek tek ve farklı stratejiler uygulamaya konuldu. Bunların bazıları muhalefet ittifakını bozmaya, birlikte davranmaktan alıkoymaya dönük olduğu doğru ama sadece bundan ibaret değil sanırım. Bir süredir muhalefete dönük saldırgan stratejide, CHP’nin daha da öne çıkartıldığını görüyoruz. HDP’ye dönük saldırıların zaten artık rutin haline geldiğini biliyoruz. Aslında bu strateji muhalefet tarafında iktidarın istediği kadar bozucu etki yaratmış değil ama muhalefet bloğunda da ‘sağ’ partilerin lehine bir denge oluşmaya başlıyor. Buna CHP içindeki ‘sağa yaslanma’ tavrını da ekleyebiliriz. Kılıçdaroğlu’na ve HDP’ye -ayrıca sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları da buna eklenebilir- yönelik taarruz muhalefet cephesinde de sağ refleksleri kışkırtmaya yarıyor. Bu yüzden iktidar bloğundan kopan seçmen, blok değiştirmeyip gri alanda kalıyor veya muhalefet içinde sadece İyi Parti oy artırıyor gibi bir sonuç görülüyor. Ancak bu ‘reform’ yoklaması denkleme Deva ve Gelecek partilerini de sokabilir.    Gelişmeler sizin “yeni vesayet sistemi” dediğiniz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni sıklıkla tartışmaya açıyor. Yeniden parlamenter sisteme dönüş mümkün mü?    Parlamenter sistem baskısı, iktidarı geriletmenin aracı olarak kaldığı, toplumsal desteği çok güçlü bir keskin talebe dönüşmediği takdirde, çok konuşulan ama savsaklanan bir gündem maddesi olarak kalacak.   Sistem tartışmalarının iktidar tarafını zorlamaya başlaması, muhalefetin olmasa bile gerçeklerin siyasi etkisinin hissedilmesi bir süredir gündemde. Muhalefetin iktidarı sıkıştırmak için güçlendirilmiş parlamenter sistem baskısını artırması mümkün ve bunun siyasi gündemde etkisi olduğu da görülüyor. Fakat bunun ‘demokratik talepler bütünü’ olarak ortaya konulamaması ve muhalefetin kompleksiz bir ortak tavır göstermekten uzakta durması –hatta ortak anayasa çalışması iddiasına savunma kurma gayreti- iktidar açısından meseleyi hala bir pazarlık alanında tutuyor. Parlamenter sistem baskısı, iktidarı geriletmenin aracı olarak kaldığı, toplumsal desteği çok güçlü bir keskin talebe dönüşmediği takdirde, çok konuşulan ama savsaklanan bir gündem maddesi olarak kalacak. Bir süre sonra ‘reform’ gibi içi boş bir kavrama dönüşebilir. İktidarın kendisini hala avantajlı hissettiği bu pazarlık zemininde, gerçek bir normalleşmenin önünü açmayacak palyatif bir paket zaman kazanmalarına hizmet de edebilir. Bu çerçevede yaşananların iktidar açısından bir erken seçim olasılığını artırmadığını da düşünüyorum.   CHP ve İYİ Parti Genel Başkanları birlikte basın toplantısı düzenleyerek “erken seçim” talep etti. Keza HDP yönetimi de daha önce benzeri çağrılarda bulundu. Mevcut koşullar buna uygun mu?   Şimdiki tablo ve atılan adımlar, erken seçim veya seçim baskısını artırmaya dönük olmaktan çok, bu tehlikeyi uzaklaştırmaya yönelik gibi. Ancak bu olasılığın birden öne çıkması ihtimalini sıfırlamıyor. Muhalefetin erken seçim talebi ise kuvvetli bir baskıdan çok, hala tavsiye sınırında.   MA/ Diren Yurtsever