Barış Grubu üyesi Kara: Devlet barış kararını bozdu 2020-10-18 10:51:19   DİYARBAKIR - PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla Türkiye’ye gelen Barış ve Demokratik Çözüm Grubu üyesi Ayşe Kara, Kürt ve Türk halkına barışı armağan etmek amacıyla geldiklerini, ancak devletin kararı bozduğunu söyledi.    PKK Lideri Abdullah Öcalan, “Demokratik Açılım” döneminde Kürt sorununun barışçıl çözümünü güçlendirmek amacıyla Kandil, Mahmur ve Avrupa'dan Barış ve Demokratik Çözüm Gruplarının gelmesi yönünde 3 kez çağrıda bulundu. Yapılan bu 3 çağrıya da Kandil, Mahmur ve Avrupa’dan olumlu yanıt verildi. Barış ve Demokratik Çözüm Gruplarının ilki olarak 1 Ekim 1999'da, ikincisi 29 Ekim 1999’da, üçüncüsü ise 19 Ekim 2009'da Türkiye'ye geldi.    Kandil ve Mahmur'dan gelen 4’ü çocuk 34 kişilik Barış ve Demokratik Çözüm Grubu, 19 Ekim 2009’da Şırnak’ın Silopi ilçesinde bulunan Habur Gümrük Kapısı’ndan giriş yaptı. Grupta yer alan birçok kişi tutuklanarak hapis cezası alırken, geriye kalanlar ise Kandil ve Mahmur’a dönmek zorunda kaldı. Öcalan'ın çağrısıyla gelen her 3 Barış ve Demokratik Çözüm Grubu’nda yer alanlar hapis cezalarına çarptırılırken, iki kişi de cezaevinde hayatını kaybetti.    BİRİNCİ BARIŞ GRUBU   Öcalan'ın 22 Eylül 1999'da “Demokratik cumhuriyete destek ve iyi niyet adımı” olarak bir grup PKK'linin Kandil'den Türkiye'ye gelmesi çağrısı yaptı. Bu çağrı üzerine 1 Ekim 1999'da Ali Sapan, Seydi Fırat, Mehmet Şirin Tunç, İsmet Baycan, Sohbet Şen, Yüksel Genç, Yaşar Temur ve Gülten Uçar'dan oluşan "Birinci Barış ve Demokratik Çözüm Grubu" Türkiye'ye geldi. Grubun tümü Türkiye'ye giriş yaptığı gibi gözaltına alınarak tutuklandı. Grubun tüm üyelerine hapis cezası verildi. Grubun üyesi İsmet Baycan, 24 Mayıs 2003'de Muş E Tipi Kapalı Cezaevi'nde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.    İKİNCİ BARIŞ GRUBU    İlk grubun ardından Öcalan, "Uzlaşma ortamının yaratılması için iyi niyet adımı olarak" ikinci barış grubunun gelmesini sağladı. Çağrıya yanıt vererek gelen Haydar Ergül, Ali Şükran Aktaş, Aygül Bidav, İmam Canpolat, Yusuf Kıyak, Aysel Doğan, Hacı Çelik ve Dilek Kurt, 29 Ekim 1999'da Avrupa'dan Türkiye'ye giriş yapmalarıyla gözaltına alınarak tutuklandı. Haklarında açılan davada, grubun bütün üyelerine 7 ila 15 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi.    10 YIL SONRA    Devletin Öcalan'ın çağrısıyla gelen gruplara yönelik tutumu, uzun süre bu yönde çağrı yapılmamasına neden oldu. Türkiye'de Kürt sorunun çözülmesi yönünde kamuoyunda oluşan beklenti ve sorunun çözümü yönünde hükümetin verdiği yumuşak mesajlar, Öcalan'ın sorunun barışçıl çözümünün önünü açma iradesini sürdürmesi, barış gruplarını bir kez daha gündeme getirdi. Aradan geçen 10 yıl sonra Öcalan, "Demokratik siyasette ciddi bir tıkanma yaşandığını” ifade ederek, sürecin önünün açılması için iki barış grubunun Türkiye'ye gelmesi önerisi yaptı.    Öcalan avukatlarıyla yaptığı görüşmede, "Önerim; daha önce gelen barış grupları benzeri, Avrupa'dan ve yine içerisinde Mahmur’dan halkımızın da bulunduğu Güney’den olmak üzere iki grubun; Kürtlerin bu ülkede nasıl yaşayacaklarını, birlikte yaşayabilmenin zorunlu prensiplerini ortaya koymak, Kürtlerin demokratik hak ve özgürlüklerine ilişkin temel isteklerini tartışmak üzere Türkiye'ye gelmesidir. Bu gruplar başta TBMM olmak üzere Türkiye'deki tüm çevrelere giderek, iki halkın birlikte yürümesi için olmazsa olmaz niteliğindeki temel talepleri dile getirmelidirler. Türkiye'nin tüm aydınlarını, demokratik sivil toplum örgütlerini, siyasi partileri, barıştan yana tüm kesimleri de demokratik siyasetin ve müzakerenin başarıya ulaşması için katkı sunmaya davet ediyorum" önerisinde bulundu.   KANDİL VE MAHMUR GRUPLARI    Öcalan'ın çağrısı üzerine 19 Ekim 2009’da Kandil ve Mahmur’dan 4'ü çocuk 34 kişiden oluşan Barış Grubu, Silopi'deki Habur Sınır Kapısı'ndan Türkiye'ye giriş yaptı. Grupları, Habur’dan Diyarbakır’a kadar büyük halk kitleleri karşıladı. Grubun yoğun ilgi görmesi üzerine ulusalcı ve milliyetçi çevrelerden karşıt açıklamalar gelmeye başladı. Bunun üzerine hükümetin geri adım atmasıyla, Avrupa Barış Grubu'nun gelişi iptal edildi. Türkiye'ye giriş yaptıktan sonra ifadeleri alınarak serbest bırakılan barış grubu üyelerinin 30'u hakkında, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 6 Nisan 2010'da toplam 490 yıl hapis istemiyle iddianame hazırlandı.     Gruptaki 17 kişi hakkında açılan davanın ilk duruşması, 17 Haziran 2010 görüldü. Davanın ilk duruşmasında Ayşe Kara, Abdullah Yaman, Caziye Kabul, Zehra Tunç, Sosin Yaman, Lütfü Taş, Elif Uludağ, Mustafa Ayhan, Nurettin Turgut ve Hüseyin İpek tutuklandı.    Barış Grubu Sözcüsü Mehmet Şerif Gençdal ise bir süre sonra tahliye edildi.    BARIŞ İÇİN GELDİ CEZAEVİNDE ÖLDÜ   Hükümetin tutumu nedeniyle davaların açılması üzerine Mahmur ve Kandil'den gelen 17 barış grubu üyesi Mahmur'a dönme kararı aldı. Grup içerisinde yer alan Mustafa Ayhan, Hüseyin İpek, Nurettin Turgut, Elif Uludağ ve Lütfü Taş ise cezaevinde kaldı.    Barış grubu üyesi Lütfü Taş, 4 yıl kaldığı Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi'nde 31 Aralık 2014’te geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.   Mahmur'dan gelen grup içerisinde yer alan ve Türkiye'ye geldikten sonra 3 yıl cezaevinde kalan Ayşe Kara, gelişlerinin 11'inci yıldönümünde Barış ve Demokratik Çözüm Gruplarının geliş amacı ve sonrasında yaşananları Mezopotamya Ajansı’na (MA) anlattı.    ‘BARIŞ ÇAĞRISI UMUT IŞIĞI OLDU’   Öcalan’ın barış çağrısı öncesinde ağır kayıplara neden olan çatışmaların yaşandığını, yine siyasetin ciddi anlamda tıkandığını belirten Kara, her dönem olduğu gibi yine barış ortamının oluşması, siyasi tıkanıklığın giderilmesi için Öcalan’ın adım attığını ve yaptığı barış çağrının herkes tarafından “umut ışığı” olarak yorumlandığını söyledi. Çağrı sonrası 34 kişinin öz iradesiyle bu sürece katıldığını dile getiren Kara, yola koyulmak için bir hafta hazırlık yaptıklarını dile getirdi. Kara, “PKK halk için bu kararı aldı. Mahmur halkıda karar aldı ve bizler çağrı üzerine Kuzey Kürdistan’a geldik. Yüzlerce, hatta binlerce öneriyle geldiğimizi söyleyebilirim. Yola çıktığımızda arkadaşlarımız bize ‘bu çağrının bir parçası olun, milyonlarca insanın hayali olun ya da Kandil’den gidiyorsunuz buradaki binlerce arkadaşın hayali olun’ dediler. Yapılan çağrı ve alınan kararlar çok değerli ve yerinde kararlardı” dedi.    'TESLİMİYET ALGISI YARATMAYA ÇALIŞTILAR'   Mahmur’dan yola çıktıkları andan itibaren halkın kendilerinden ayrılmadığını, Zaxo’ya, Habur’a kadar kendilerine eşlik ettiklerini ifade eden Kara, sürecin başından itibaren devletin gelen grupları teslim oldukları yönünde algı yaratmaya çalıştığını da sözlerine ekledi. Kara, “O dönemde devlet böyle bir politika yürütmeye çalışıyordu. Devletin gizli oyunu ortaya çıkmıştı. Devlet yetkilileri attığımız bu barış adımlarını bozmaya yönelik bir tutum takınmaya başladı. Biz bir gün Habur'da kaldık, aslında gözaltında tutulduk denebilir. Habur’da 8 tane başsavcı ve 84 tane de avukat gelmişti. Herkesin ifadesi alındı, yapmak istedikleri, göstermeye çalıştıkları şey, teslim olduğumuza yönelik bir algı oluşturmalarıydı. Devlet süreci bu şekilde yürütmeye çalışıyordu. Ama geçekler ortaya çıktı, biz teslim olmaya gelmedik. Biz yapılan çağrı adına, memlekete barış gelsin diye geldik. Eğer teslimiyet olsaydı, Mahmur’da sürgün hayatı yaşayan 12 bin Kuzey Kürdistanlı olmazdı. Zaten ifadelerimizde de gerçek ortaya çıkmıştı. Bizler teslim olmaya değil, gelişecek olan barışın bir parçası olmak için kendi isteğimizle gelmiştik. Sayın Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeler neticesinde bizler Habur’dan geçtik" diye konuştu.    BU SEFER KAPIDAN GEÇEN CENAZELER DEĞİLDİ!   Habur’dan geçtikten sonra geldikleri Diyarbakır’a kadar her yerde insan seliyle karşılandıklarını hatırlatan Kara, o günleri milat olarak tanımladı. Kara, “Ben her zaman söyledim, yine söyleyeceğim; eğer o sınır kapısından geçip geldiğimiz zaman diliminde Kürt halkının o müthiş rengi ve milyonlarca insanın ruhu tekrar ortaya çıkarsa, Öcalan'ın özgürlüğü önündeki bütün engeller kaldırılır ve Sayın Öcalan özgürlüğüne kavuşur. Çünkü Kürtler için çok anlamlı, çok büyük ve kutsal bir gündü. O güne kadar hep gerillaların cenazeleri geçerdi o sınır kapısından, ama ilk defa gerillalar kıyafetleriyle o kapıdan geçiş yapıyordu. Bu Kürtler için çok büyük bir adımdı. O gün çocuğu olsun olmasın, komşusu olsun olmasın, herkes bizlere sahip çıktı, herkes oradaydı. Cizre’ye girdiğimizde kalabalıktan dolayı 5 saat çıkamadık. Nusaybin’e vardığımızda saat gece 03.00’tü ve Nusaybin halkı hala meydanlarda bizleri bekliyordu, Kürdistan’ın hangi kentine girdiysek, böyle karışlandık. Köylerde, ilçelerde, kentlerde evlerin içerisinde, hapishanelerde Türkiye’nin her tarafından umuda dair en ufak bir hissiyatı olan herkes bu gruba odaklanmıştı" şeklinde konuştu.   ‘BARIŞI ARMAĞAN ETMEK İSTİYORDUK’   Diyarbakır'da karşılaştıkları manzara ve bunun karşısında yaşadıklarını dile getiren Kara, o anı “Diyarbakır’a girdiğimiz günü hiç unutmam, çünkü bizler için çok önemliydi. Diyarbakır’a girdiğimiz zaman o duyguyu yaşadım. Çünkü hem ailemden hem arkadaşlarım Diyarbakır’ı, Sur’u görmek istiyorlardı. Diyarbakır’ın bizler için bir manevi değeri manevi güzelliği bulunuyordu. Diyarbakır’a geldiğimizde, bir miting yapıldı. O mitingin tanıklarından biriyim. Düşünün ki o insanlar bir deniz ve siz denizin sesini duyamıyorsunuz. Diyebilirim ki bir milyon insan toplanmıştı ve biz geldiğimizde kimseden tek çıt çıkmadı. Hayatımda böyle bir şey görmemiş ve tanıklık etmemiştim. Şunu da biliyorum; Sayın Abdullah Öcalan’ın özgür olacağı günden dışında hiç bir zaman böyle bir şey yaşanmayacak. Bizler çok umutluyduk, amacımız böyle bir umutla, barışı ve özgürlüğü Kürt halkına vermekti. Yine Kürt ve Türk halkına böyle kalıcı bir barışı armağan etmek istiyorduk. Ama devlet kararı bozdu, çünkü devletin kendi içinde farklı istekleri olan kimseler vardı" sözleriyle anlattı.   ‘HER ŞEYİ GÖZE ALMIŞTIK’    Türkiye’ye ulaştıktan sonra ilk altı ay birçok ilde mitingler, halk toplantıları gibi etkinlikler yaptıklarını belirten Kara, yaptıkları bu etkinliklerle halka süreci anlattıklarını, çağrının nedenlerini ve tarafların taleplerini anlattıklarını söyledi. Türkiye’ye vardıkları günden sonra tüm siyasi partilerin, hatta devlet içerisinde bazı odakların bu yaşananlara karşı provakasyonlar geliştirdiğine dikkat çeken Kara, gelen grubun içerisinde hem kendisinin hem de arkadaşlarının olabilecek her tehlikeyi göze aldıklarını kaydetti. Kara, şunları söyledi: "Karar bozulduğunda bazı arkadaşlarımız gittiler, bizi de bir yıl geçtikten sonra tutukladılar. Biz gelirken zaten bunları göz önüne alarak geldik; tutuklanabilir, öldürülebilirdik ama önderliğimizin yaptığı çağrıyı kulak arkası yapamazdık. Bizden bir isteği oldu ve biz buna uyacak, halkımıza armağan edecektik. Biz Maxmur’dan gelenler, bunu arkadaşlarımıza, ailemize söyledik, bu durumu onlarla paylaştık. Her şeyi göze aldık, karar bizim kararımızdı ve biz gelmek istedik. Daha sonra tutuklandık ama bazı arkadaşlarımız gittiler. Biz Maxmur’dan gelenler 3 yıl cezaevinde kaldık."   ‘TUTUKLAMALARLA SENARYO TAMAMLANDI’   Gözaltına alınmalarının ve tutuklanmalarının hiçbir dayanağının olmadığını ifade eden Kara, kendilerine yapılan müdahalenin “devletin oyunu” olduğunu ve bu oyunla da sürecin tamamen kapatılmak istendiğini söyledi. Kara, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bizleri gözaltına aldıklarında, bize ‘sizi kim buraya gönderdi, kimin yetkisiyle ve çağrısıyla geldiniz’ gibi sorular sordular. Bizde ‘biz devlet ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla geldik’ dedik. Bu söylediklerimizi mahkemelerde de dile getirdik. Orada avukatlarımız bize tutuklanacağımızı da söylemişti. Biz her şeye rağmen mahkemeye gittik. Çünkü çağrı için hamlemizi yapmak istiyorduk. Tabi devlet bizi tutuklayarak senaryosunu tamamlamak istiyordu. Tutuklandık, 3 yıl cezaevinde kaldık. Daha sonrasında ise ellerinde bizi suçlayacak herhangi bir delil olmamasından dolayı bıraktılar. Cezalar verildi fakat sonrasında cezaları İstinaf Mahkemeleri bozdu. Kısacası dava kapatıldı."     PKK Lideri Öcalan’ın yaptığı barış çağrılarını anımsatan Kara, yaşadıkları süreçten asla pişman olmadıklarını vurgulayarak, “Böyle bir süreç tekrar yaşansaydı, yine gelirdim. Ölüm ihtimali de olsa, yine gelirdim" diye kaydetti.   MA / Ergin Çağlar - Mehmet Erol