Gazetecilik muktedirin değil güçsüzün sesidir 2020-09-20 09:15:15   Doç. Dr. Tezcan Durna*   Modern çağda gündelik hayatımızın sıradan bir ritüeli haline gelen gazeteler, aslında görmediğimiz, bilmediğimiz, duymadığımız olayların varlığından bizi haberdar eder. Bunlardan haberdar olmak bize ne kazandırır? Evimizde sessiz sedasız oturup, hayatımızı usulca sürdürürken, hakkımızda birilerinin ne kararlar aldığını, alınan bu kararların hayatlarımızın seyrini nasıl değiştirdiğini ya da değiştireceğini, kendini savunmaktan aciz birilerine güçlülerin ne haksızlıklar yaptığını öğrenmiş oluruz gazetenin verdiği haberler sayesinde. Gazete hep güçlülerin güçsüzlere neler ettiğini mi haber eder peki? Yani gazetede haber haline gelen olaylar her zaman güçsüzlere yapılan haksızlıklar mıdır? Elbette hayır...    İlk çıkışından bu yana pek çok değişiklik geçiren gazete, günümüzdeki şeklini alana kadar, bir yandan işçi sınıfının kapitalist sermayedarlar karşısındaki örgütlü mücadelesinin aracı olarak işlev görürken, diğer yandan bizzat kapitalist üretim ilişkilerinin meşruiyetini sağlayan kültürel bir mecra işlevi üstlenmiştir. Bu nedenle, gazete denilen iletişim aracı, toplumsal mücadelelerin de en önemli örgütlenme aracı olarak karşımıza çıkar. Yine tam da bu nedenle, gazeteyi ve elbette kökenini gazeteden alan gazetecilik mesleğini verili olarak olumlu bir işlevle bir arada düşünmemek gerekir. Gazete, hangi toplumsal sınıfın elindeyse, ona göre işlev kazanan bir silah gibidir. Bu nedenle gazetede yer alan haberler de, her durumda yoksulun, güçsüzün sesi çıkmayanların sesini duyurmaz. Hatta çoğu zaman gazetenin 19. Yüzyıl ortalarından itibaren kemikleşmiş örgütlenme yapısı nedeniyle haberler çoğu zaman muktedirin sesini duyurur. Muktedirin sesi duyuldukça, toplumdaki eşitsiz ilişkiler, adaletsizlikler güçsüzün gözünde normalleşmeye ve kabul edilir hale gelmeye başlar.    Türkiye’de de gazetecilik mesleğinin tarihi, toplumsal iktidar ilişkileri, resmi ideoloji ve siyasi çatışmalar tarihinden azade değildir. Bu nedenle gazeteci olmak, güçsüzün sesine kulak veren haber yazmak, Türkiye tarihinin hiçbir döneminde kolay olmamıştır. Türkiye tarihi, diğer pek çok ulus devlette olduğu gibi, bir etnik grubun homojen ulus yaratma arzusu doğrultusunda oluşmuştur. Diğer etnik unsurlar, bu arzu doğrultusunda tarihsel akış sürecinde bu homojen bütünlüğün ya dışına atılmış ya sürülmüş ya da baskılanmıştır. Bu baskılama sürecinde gazetenin Benedict Anderson’un deyimiyle  “hayali cemaat yaratma” işlevinden önemli ölçüde yararlanılmıştır. Modern ulusların büyük bir hayali cemaat olarak tek bir dil içinde hayal edilmesini muktedirin sesine kulak veren bir gazetecilik pratiği hayata geçirmiştir. Ancak, elbette gazetecilik aynı zamanda bu hayali cemaatin içinde baskılanan diğer unsurların var oluşunu ve bir arada olma iradesini de gerçekleştiren işlev de görür.    Bu anlamda Kürt siyasi hareketinin var oluşunu ve örgütlenmesini de gazete mümkün kılmıştır. Özellikle 90’lı yıllarda Özgür Gündem ile çıkış sağlayan, “özgür basın” geleneği, sadece gazetecilik faaliyetinin bir simgesi değil, aynı zamanda sesi duyulmayanların, mağdurların, madunların sesini bütün topluma duyurma mücadelesinin de simgesi olmuştur. Bu nedenle Özgür Basın geleneği, sadece bir etnik kimliğin hak mücadelesine değil, aynı zamanda toplumun bütün ezilmişlerinin hak mücadelesine de yer açmıştır. Aynı mücadelenin simgesi olan ve aynı misyonu üstlenen Mezopotamya Ajansı da, muktedirin değil, güçsüzün sesi olmaya devam ediyor. Gelecekte alternatif bir basın tarihi yazılırsa, Mezopotamya Ajansı bu tarih içindeki anlamlı yerini alacaktır. Mezopotamya Ajansı’nın ilerleyen yıllarda Anadolu halklarının kardeşliğini pekiştirecek, barışçı bir dil yaratacak, militarizm ve şiddet karşıtı daha nice haber yapacağına olan güven ve inancım sonsuzdur. Muktedirin şiddeti ile başa çıkmanın en iyi yolu barış, hak, hukuk ve adalet talebinde ısrar etmekten geçer. Barış ve halkların kardeşliğinde ısrar eden bir habercilikte ısrar etmesi dileğimle Mezopotamya Ajansı’na başarılar dilerim.    * Barış Akademisyeni