Günay: Telefon görüşmesi kaygıları gidermiyor, sağlık heyeti gitmeli

img

HABER MERKEZİ - PKK Lideri Abdullah Öcalan'la yapılan telefon görüşmesinin “tecrit” yöntemiyle gerçekleştirildiğini belirten HDP Sözcüsü Ebru Günay, “Bağımsız bir sağlık heyetinin giderek, pandemiye karşı gerekli tehdit alanlarını incelenmesi gerekiyor" dedi.

İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan, 21 yıl sonra ilk kez telefon görüşme hakkı kullandırıldı. Urfa Cumhuriyet Başsavcılığı’na çağrılan kardeşi Mehmet Öcalan ile telefon görüşmesi yapan Öcalan, Federe Kürdistan Bölgesi’ndeki gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulunarak, "Demokratik Kürt ulusal birliği" için önemli çağrılar yaptı. Öcalan, Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) de mesaj verdi. 
 
HDP Sözcüsü Ebru Günay ile uzun yıllar avukatlığını yaptığı Öcalan’a yönelik uygulanan tecridi, ilk kez telefon görüşme hakkının kullandırılmasını, bu görüşmede yapılan çağrılara ve verilen mesajlara ilişkin konuştuk. 
 
 PKK Lideri Öcalan üzerinde tecrit uygulaması sürüyor. Geçtiğimiz yıl açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri sonucu avukat görüşmeleri başladı, hükümet yetkilileri görüşmelerin önünde engel kalmadığına dair açıklamalar da yaptı. Ancak sonrasında tecrit yeniden ağırlaştırıldı. Hükümetin tecrit politikasındaki ısrarı nedir? 
 
AKP hükümeti tecrit politikasında bir değişiklik yapmıyor ve ısrar ediyor. 5 Nisan 2015’te gerçekleştirilen son görüşmeden sonra İmralı Adası’nda gerçekleşen bütün aile ve avukat görüşmeleri hep olağanüstü süreçlerde, toplumsal bir baskı sonucunda gerçekleştiriliyor. Aslında AKP hükümeti, İmralı’nın sesinin duyulmasını, barış ve demokrasi projelerinin toplumla bağının kurulmasını istemiyor. Son yapılan aile telefon görüşmesi de öncesinde yangın nedeniyle de yapılan görüşme, toplumsal kaygının yarattığı bir sonuçtu. Açlık grevlerindeki avukat görüşmeleri de açlık grevinin bir kazanımı olarak gerçekleşti. 
 
O dönem Adalet Bakanı, avukat görüşmesine dair ‘bir engel yok’ dedi. Ancak ondan sonra görüşmeleri kesti. Çünkü aslında engelleyici faktör, hükümetin Kürt sorununa yaklaşımıdır, İmralı ve Sayın Öcalan’a yaklaşımında bir sorun var. Buradan bir çözüm ve demokrasi projesinin gelişmesi istemedikleri için, savaş politikalarında ısrar ettikleri için tecritte ısrar ediyorlar ve derinleştirerek devam ettiriyorlar. 
 
 Türkiye’nin bu kadar kangrenleşmiş sorununda, Türkiye’nin kanayan bir yarasına çok açık yüreklilikle çözüm bulacağını söyleyen bir lider var, bu lideri tecrit ediyorsunuz ve aslında ‘ben savaşta ısrarcıyım, savaş politikalarına devam edeceğim’ diyorsunuz.
 
İmralı tecridinin Türkiye ve Ortadoğu’ya yansımaları nasıl oluyor, nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Sayın Öcalan artık sadece Türkiye’de Kürtler için sonuçlar yaratmıyor. Geliştirdiği demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü paragdimanın kendisi, sadece Türkiye’deki Kürtler için değil, Ortadoğu’daki bütün halklar, bütün inançlar, bütün demokratik ve muhalif yapılar için bir çözüm projesi ortaya koyuyor. Haliyle bu tecridin devam etmesinin, bölgede, Türkiye’de ve Ortadoğu’nun tamamında bir yansıması oluyor. Bir gerçeklik var; siz bu kadar barış çağrısında bulunun bir iradeye, bu kadar çözüm perspektifinde bulunan bir görüşe tecritle karşılık vermeniz demek, savaş politikalarında ısrar ettiğiniz anlamına gelir. Savaş politikalarına devam edeceğiniz anlamına gelir. 
 
Türkiye’nin bu kadar kangrenleşmiş sorununda, Türkiye’nin kanayan bir yarasına çok açık yüreklilikle çözüm bulacağını söyleyen bir lider var, bu lideri tecrit ediyorsunuz ve aslında ‘ben savaşta ısrarcıyım, savaş politikalarına devam edeceğim’ diyorsunuz. Savaş politikaları sadece Türkiye’deki iç politikalar üzerinden kurulu değil, dış politikaya dönük de bir savaş politikası var. Hükümet son birkaç yıldır Meclis’ten sürekli savaş tezkeresi geçiren bir pozisyonda. 9 Ekim’deki Rojava’ya yönelik işgal girişimi bunun bir örneği ve bunun tecritle doğrudan bağlantısı var. Paradigmanın orada hayat bulması, karşılık bulmasına yönelik bir karşı saldırıydı. Maxmur’daki son saldırı ve bölgedeki gelişmeler, hepsi savaş politikalarının sonucu. Çünkü pandemi sürecinde de açık bir şekilde gördük, dünyanın gündemi pandemi, toplum sağlığı olmasına rağmen, hükümet hala savaşta ve katliamda ısrarcı bir yerden siyaset yürütmeye devam ediyor. Bu nedenle böylesi bir dönemde Maxmur’a yönelik saldırı, kabul edilebilir değil. Ama hükümet savaşa dayalı siyasal rant politikasında ısrar ediyor. 
 
 İmralı Adası’nda salgına karşı tedbirlerin ne aşamada olduğunu bilemiyoruz. 4 tutsak şu an İmralı Adası’nda ama onun dışında Ada’da bulunan personel var. Onların karayla bağlantısı ne durumda? Bu konuda tatminkâr bir bilgi henüz kamuoyuyla paylaşılmadı.
 
 Koronavirüs salgını dünyayı tehdit altına aldı. Salgın, İmralı Adası açısından nasıl bir tehdit?
 
Salgının kendisi, bütün cezaevleri için büyük bir tehdit, ciddi bir risk alanı. Çünkü dışarıda bile insanlar temizlik ve hijyen malzemesine bu kadar rahat ulaşamazken, virüs tehdidine karşı kendini koruyamazken, yayılma hızı düşünüldüğünde, cezaevlerinde bu durum daha büyük bir sorun. Özellikle hasta, yaşlı ve risk grubundaki mahpuslar için özellikle sorun. Ama şimdi İmralı Adası’nda daha özel bir durum ortaya çıkıyor. Sayın Öcalan 70 yaşını aşmış ve kronik üst solunum yolları problemleri var. Tıbbi veriler, üst solunum yollarında problem olan insanlar için virüsün daha büyük bir tehdit olduğunu söylüyor. İmralı Adası’nda salgına karşı tedbirlerin ne aşamada olduğunu bilemiyoruz. Hükümet bu konuda tatminkâr, kamuoyunu ikna edici açıklamalarda bulunmuyor. Aileler bu hafta bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Kuşkusuz önemli ama asıl önemli olan bağımsız bir sağlık heyetinin İmralı Adası’na giderek, gerekli incelemelerde bulunması, gerekli sağlık koşullarını denetlemesi, tıbbi tedbirleri yerinde görmesi gerekir. 
 
Evet, 4 tutsak şu an İmralı Adası’nda ama onun dışında Ada’da bulunan personel var. Onların karayla bağlantısı ne durumda? Gidip geldiklerinde dışarı ile etkileşim durumları ne durumda? Bu konuda tatminkâr bir bilgi henüz ne Adalet Bakanlığı ne de hükümet yetkililerince kamuoyuyla paylaşılmadı. Bu hala bizim için kaygı verici bir sorun olarak duruyor. Hükümetin bu konuda bir an önce herkesi tatmin eden açıklamalarda bulunmalı, Ada’daki salgın tedbirleri konusunda şeffaf bilgiler paylaşması gerekiyor. 
 
 Görüşmenin savcılıkta gerçekleştirilmesi, Ada’ya yönelik düşman hukukuyla ilgili bir durum. Bu tamamen tecrit yöntemiyle gerçekleşen bir usul. 
 
Peki, 21 yıl sonra ilk kez telefon hakkının kullandırılması ve bunun adliyede gerçekleştirilmesi hukuki olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
21 yıllık İmralı süreci boyunca Sayın Öcalan ilk defa telefon hakkını kullandı. Onu da salgın gibi olağanüstü bir koşulda gerçekleştirdi. İmralı Adası’nda en hukuki talepler, en hukuki haklar maalesef olağanüstü koşullarda kullandırılıyor. Başka bütün cezaevlerinde ağırlaştırılmış müebbet tutukluları, aileleriyle telefon görüşürler, bu rutin, olağan ve yasal bir haktır. Ama bu hak Sayın Öcalan’a hiçbir zaman kullandırılmadı. İlk defa salgın sürecinde kullandırıldı. 
 
Görüşmenin savcılıkta gerçekleştirilmesi, Ada’ya özgü uygulanan hukukla ilgili bir durum. Ada’ya yönelik düşman hukukuyla ilgili bir durum. Sonuçta her mahpus ailesiyle telefonla görüşürken, birinci derece yakınının bilgisini belgeyle birlikte idareye verir, bu telefonu doğrudan arar. Aile veya yakını neredeyse, o esnada görüşme gerçekleştirir. Hiçbir yerde savcıya gidilmez. Savcılık makamı üzerinden bir telefon görüşmesi gerçekleşmez. Bu tamamen tecrit yöntemiyle gerçekleşen bir usul. Uygulanma biçiminde de hukuksuz bir hal var, hukuka aykırılık var. 
 
 Telefon görüşmesi kamuoyundaki kaygıları giderdi mi?
 
Bu hakkın kullandırılmış olması önemli ama esas olan bağımsız bir sağlık heyetinin giderek, pandemiye karşı gerekli tehdit alanlarını incelenmesi gerekiyor. Aile ve avukat görüşmelerinin de gerçekleşmesi asıl kaygıları giderek olan yöntemdir. 
 
 Kürtlerin birliği ve beraberliği, bu konudaki Ortadoğu’daki barış durumuna dair Sayın Öcalan’ın ilk çağrısı değil. Umarım son çağrısı olur, bir karşılık bulur.
 
 Öcalan yaptığı telefon görüşmesinde Federe Kürdistan Bölgesi’ndeki gelişmelere dikkat çekti, Kürtlerin barış ve birliğinin sağlanmasına vurgu yaptı...
 
Kürtlerin birliği ve beraberliği, bu konudaki Ortadoğu’daki barış durumuna dair Sayın Öcalan’ın ilk çağrısı değil. Umarım son çağrısı olur, bir karşılık bulur. Sayın Öcalan ilk günden itibaren şunu ifade etti: Kürt sorununun çözümüyle beraber Kürt ulusal birliğinin sağlanması, Kürt güçlerinin, partilerinin bir arada Kürt halkının ulusal çıkarları için mücadele yürütmesi üzerinden sürekli çağrıları ve bu konudaki girişimleri oldu. Bu anlamıyla çağrısı önemli. Aslında her görüşmede, Sayın Öcalan politik hattı itibariyle, İmralı Adası’ndaki tüm olumsuzluklara rağmen pozisyonundan taviz vermediğini ve bu hattan kamuoyuna seslendiğini görüyoruz. Kürt ulusal birliği Sayın Öcalan’ın defalarca dile getirdiği bir konu. Bu çağrısını yeniliyor olması, bu konudaki hattının da hala korunuyor olduğunu gösteriyor. Sonuçta Kürtlerin kendi içerisindeki durumu önemli ama toplamda bir Kürt ulusal birliği de Kürtler açısından önemli ve anlamlıdır. Kürtlere yeniden güç kazandıracak şey, ulusal birliğidir. Bu topraklarda barışa ve kardeşliğe vesile olacaktır. Sayın Öcalan’ın bunu defaatle dile getirmesi, bu anlamıyla önemli. 
 
Rojava’ya yönelik “Küçük olsun, benim olsun” eleştirisinde bulundu. Nasıl okumalı? 
 
Bu eleştirileri Sayın Öcalan’ın siyaset tarzı ve bulunduğu politik hat üzerinden değerlendirmek gerekiyor. Sayın Öcalan bu konuda çok geniş çevrelere hitap eden, kurduğu dil, üslup ve geliştirdiği projeler itibariyle, toplumsal bütün yapıları kendi içerisinde barındıran bir felsefeyle hareket ediyor. Ortadoğu’ya önerisini yaptığı konfederal sistem, aslında böyle bir sistem. Düşünce ve görüşleri pratikte karşılık bulamaması, buna dair eleştirilerde bulunması, bu coğrafyayı ne kadar tanıdığının göstergesi. “Küçük olsun, benim olsun” eleştirisi bu durumla ilgili. Sayın Öcalan’ın teorisini yaptığı, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmayla, demokratik ulus ve konfederal sistem, aslında çok kapsayıcı, bütün halkları, inançları bir araya getiren, demokratik ulus tanımını yeniden inşa eden, bir araya getiren bir noktada. O teoriyi hayata geçirmeye en çok yaklaşan alanlardan biri, dünyaya örnek olması itibariyle Rojava oldu. O pratikleşme hali bile Sayın Öcalan’ın felsefik öngörüsünü ve gücünü hayata geçirmekti. Bu konuda eleştirileri var, gelinen düzeyi yeterli görmüyor ve doğal olarak eleştirilerde bulunuyor. 
 
 Kürt ulusal birliği için HDP’nin bir çalışması veya Federe Kürdistan Bölgesi’nde yaşanan gelişmelerle ilgili girişimleri var mı? 
 
Bu konu HDP’nin de gündemi. Yakın zamanda eşbaşkanlarımızın Güneyli güçlere hitaben kaleme aldığı açık mektuplar gönderildi. Akabinde Kürt kadın milletvekillerinin, Güney’deki kadın kurumlarına ve parlamentodaki kadınlara çağrısı vardı. Bunlar aslında diplomatik girişimler ve çalışmalar. Çalışmalar devam edecek. HDP, konunun diplomatik yönünü örmek, Kürtler arası barış ve kardeşliği inşa etmek, buna dair üzerine düşeni yerine getirmeye devam edecek. 
 
Bizimde belli düzeylerde kendi içimizde tartıştığımız bir noktaya, Sayın Öcalan tekrardan çok öngörülü bir şekilde dikkat çekiyor. Bir realite var; yeterli düzeyde güçlü değilsiniz, faşizm sizi ezebilir ya da yok edebilir. Biz zaten tüm saldırılara rağmen ayakları üzerinde duran ve bu hükümete çok ciddi muhalefet bir parti durumundayız.
 
Öcalan’ın HDP’ye de mesajı vardı. “HDP kendisini büyütmesi gerekiyor. Büyük işler yapmaları, geniş bir perspektifle hareket ederek, örgütlülüğünü büyütmeleri ve güç olmaları gerekiyor. Aksi halde karşı taraf onları yok edecek” dedi.
 
Yakın zamanda partimizin kongresini gerçekleştirdik. Kongreye giderken, kapsamlı tartışmalar yürüttük, bölge konferansları gerçekleştirdik, kadın, gençlik ve örgütlenme konferansları ile genel yapımızın bir araya geldiği konferanslar gerçekleştirdik. Aslında belli düzeyde kendi toplantılarımızda tartıştığımız, buna yönelik yeni dönemde tedbirler almamız gerektiğini, bizimde kendi içimizde eleştirisini yaptığımız konular. Evet, HDP kuşkusuz Türkiye’nin önemli muhalefet partilerinden biri ve çok geniş çevrelere, kesimlere, toplumsal birçok yapıya hitap edip, farklı inanç gruplarını kendi içerisinde barındırıyor olsa bile, faşizme karşı mücadele ederken, faşizme kaybettirmeye çalışırken, daha güçlü, daha örgütlü olmak gerekiyor. 
 
Aslında bizimde belli düzeylerde kendi içimizde tartıştığımız bir noktaya, Sayın Öcalan tekrardan çok öngörülü bir şekilde dikkat çekiyor. Bir realite var; yeterli düzeyde güçlü değilsiniz, faşizm sizi ezebilir ya da yok edebilir. Ama biz zaten tüm saldırılara, tüm yönelimlere, gözaltı ve tutuklamalara rağmen ayakları üzerinde duran ve bu hükümete çok ciddi muhalefet bir parti durumundayız. Ama toplumun ihtiyaçlarını karşılamakta kuşkusuz bizimde yetersizliklerimiz var. Kendi kongre ve konferanslarımızda tartıştıklarımız da vardı. Bu tespit, bunlarla örtüşen, bütünleşen bir noktada. Bu aynı zamanda Sayın Öcalan’ın çok dikkatli bir şekilde, çok kısıtla imkanlarda da olsa, Ortadoğu ve Türkiye gündemini yakından takip ettiğini, buna dair hala fikirlerinin ve düşüncelerinin olduğunun da göstergesidir. 
 
MA / Özgür Paksoy