Şakar: Hedef dün özgür Kürt’tü, bugün Kürt varlığı

img

İSTANBUL - PKK Lideri Abdullah Öcalan 9 Ekim 1998'de Suriye'den çıkarıldığında "Özgür Kürt istemiyoruz" mesajı verildiğini belirten avukatı Mahmut Şakar, 21 yıl sonra aynı gün girişilen operasyonun ise doğrudan “Kürdün varlığı”nı hedef aldığını ifade etti.

İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi’nde bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları Nevroz Uysal ve Rezan Sarıca, uzun süre devam eden açlık grevleri sonucu 8 yıl aradan sonra 2 Mayıs, 22 Mayıs, 12 Haziran, 18 Haziran ve 7 Ağustos tarihlerinde müvekkilleriyle görüşebildi. Yapılan ilk görüşmede Öcalan, Kuzey ve Doğu Suriye’deki duruma dikkat çekti. Olası savaşın önüne geçmek için sonraki görüşmelerde de Kürt-Türk ilişkilerinin tarihsel kökenine ve birlikteliklerine değindi. Ancak tüm uyarılarına rağmen Türkiye, Öcalan’ın 1998’de Suriye’de çıkarılma tarihi olan 9 Ekim’de Kuzey ve Doğu Suriye’ye operasyon başlattı. 
 
Öcalan'ın avukatı Mahmut Şakar, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yönelik müdahalesine, ulaşılmak istenen amaca, uluslararası komployla ilişkisine ve Öcalan’ın operasyon öncesi uyarılarına ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı. 
 
Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik operasyonu sormadan önce Öcalan’ın 9 Ekim 1998’de uluslararası bir komplo ile Suriye'den çıkarılmasındaki temel amaç neydi?
 
Sayın Öcalan, Ortadoğu üzerinde yeni bir paylaşım savaşının arifesinde, küresel güçlerin Kürt dinamiğini etkisizleştirmek amacıyla gerçekleştirdikleri bir komplo sonucu Suriye’yi terk etmek zorunda kalmıştır. Kürtler geniş bir coğrafyaya yayılmış, dört etkili ülkenin sınırları içinde yaşayan, tüm devletlerin kaderlerini etkileme olanağını sahip bir dinamik. Kendilerine ait kalıcı bir statüleri olmasa da, tarihsel direniş gelenekleri, örgütlülükleri ve politik kapasiteleri önemli bir aktör olarak dikkate alınmayı gerektiriyor. Öcalan ise, bu büyük dinamiğin dokusu içinde demokratik çizgiyi yaratmış, Kürt toplumunun en ezilmiş, siyaset ve toplum dışına itilmiş kesimlerine dayalı özgürlük siyaseti inşa etmiş, toplumun öz gücünü açığa çıkarmış bir yeni siyasetin kurucusu olarak bu büyük dinamiğin ana merkezi haline gelmiştir. Bu nedenle, klasik hegemonik siyaset dışında, halkçı ve demokratik siyasetin temsili, küresel güçler açısından bir tehdit olarak algılanmış ve hedef haline getirilmiştir. 
 
Bugün ‘Üçüncü Yol’ olarak tarif edilen, küresel ve bölgesel güçler dışında halkları esas alan siyaset tarzını temsil ettiği için Öcalan, küresel bir haydutluk eylemiyle Ortadoğu’dan çıkarılarak Türkiye’ye teslim edilmiştir. 
 
21 yıl sonra Türkiye, yine 9 Ekim’de Kuzey ve Doğu Suriye topraklarına yönelik bir operasyona girişti. Bu tarihin seçilmiş olması tesadüf mü?
 
Bunu bir tesadüf olmadığını anlamak için 9 Ekim komplosu sonrası gelişmelere bakmak lazım. Sayın Öcalan, komplo sonrası İmralı ada hapishanesinde bir iradi ve düşünsel direniş sergilemiştir. Kürt halkının tarihi açısından stratejik anlamı olan ve komplocuları belirlediği kaderi değiştiren bir tutumun sahibi olmuştur. Komplonun tahrip gücünü sınırlandırmış, Kürt halkının tüm direniş dinamiklerini sağlama almış ve paradigmasal değişimle ona yeni ve yenilmeyecek bir yeni yaşam ve politik hat çizmiştir. Rojava devrimi, 2011 sonrası koşullar içerisinde bu hattın bir sonucu ve ürünü olarak açığa çıkmıştır. 
 
Yani Öcalan, Rojava devrimi ile yeniden Ortadoğu’ya dönüş mü yaptı?
 
Belki fiziken değil, ama düşüncesiyle, projesiyle Öcalan Ortadoğu’ya çok daha etkili bir dönüş yapmıştır. Bir partinin genel sekreteri olarak çıktığı Ortadoğu’ya, halkların demokratik önderliği olarak dönüş yapmıştır.
 
Belki fiziken değil, ama düşüncesiyle, projesiyle Öcalan Ortadoğu’ya çok daha etkili bir dönüş yapmıştır. Bir partinin genel sekreteri olarak çıktığı Ortadoğu’ya, halkların demokratik önderliği olarak dönüş yapmıştır. Üçüncü Yolu da demokratik halk siyasetini de çok daha derinlikli ve kalıcı formüle ederek küresel bir ilginin odağı haline gelen pratiğin de yaratıcısı olmuştur. İşte 9 Ekim 2019 günü Türk devleti ve çetelerinin saldırısı, halkların ortak yaşam projesine, onun kurucu fikrine ve temsiline yönelik olarak başlatılmıştır. Bu nedenle simgesel olarak aynı günde başlatılması esasında ana hedeflerinin de aynı olmasıyla bağlantılıdır. 
 
Uluslararası komplo, 21 yıl sonra Suriye’ye yönelik müdahale ile güncellenmek mi isteniyor oluyor bu?
 
9 Ekim komplosuyla küresel güçler, dikensiz bir Ortadoğu bahçesi yaratmayı amaçlarken, Türk devleti de Kürt dinamiğini tamamen parçalamayı, diri tüm odaklarını imha etmeyi amaçlıyordu. Bu açıdan bakıldığında 9 Ekim uluslararası komplosu, Kürt halkının soykırımına kapıyı aralamış, soykırımı komplonun olası sonuçlarından biri haline getirmiştir diyebiliriz. 
 
Zaten Öcalan ile yaptığımız ilk görüşmede bu tehdide dikkat çekmiş ve bunu önlemek istediğini ifade etmiştir bize. Bu tutumunu daha sonra da sürdürmüş, savunmalarından birinin başlığını ‘Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtler’ olarak belirlemiştir. Aradan geçen zaman soykırım tehdidinin ortadan kalkmadığının mesajını böylece vermiştir. 
 
 Türk devletinin belli kalıplar içinde tuttuğuna inandığı Kürt dinamiği, Rojava ile birlikte uluslararası siyasetin tam da merkezine yerleşir hale gelmiştir. Bu nedenle 1999 yılında ötelenen imhacı ve soykırımcı politika, esasında Rojava devriminin renginin ve kalıcılığının belirginleştiği 2014 yılından itibaren ‘çökertme planı’ adıyla yeniden gündeme getirilmiştir.
 
Rojava devrimiyle Kürt halkı küresel bir zeminde tanımmış, Türk devletinin nerdeyse 40 yıldır ısrarla vurguladığı terör söyleminin dışında meşru ve yaygın bir desteğe sahip olmuştur. Türk devletinin belli kalıplar içinde tuttuğuna inandığı Kürt dinamiği, Rojava ile birlikte uluslararası siyasetin tam da merkezine yerleşir hale gelmiştir. Bu nedenle 1999 yılında ötelenen imhacı ve soykırımcı politika, esasında Rojava devriminin renginin ve kalıcılığının belirginleştiği 2014 yılından itibaren ‘çökertme planı’ adıyla yeniden gündeme getirilmiştir. Ve bugüne kadar olan her şey de bu plan dahilinde gerçekleşmektedir. 2015-2016 Cizre, Şırnak, Nusaybin, Sur başta olmak üzere kuzeyin önemli bir kısmı, sonra Efrin ve bugün de Gire Spî ve Serêkaniyê aynı siyasetin parçasıdırlar.  
 
*Yapılan bu operasyonla Kürtlere verilmek istenen mesaj nedir o halde? 
 
Aslında mesaj çok açıktır ve uzun süredir de her fırsatta dile getirilmektedir. Öyle gizli saklı bir şekilde de yapılmıyor bu işler. Erdoğan, BM Genel Kurulu’ndan tüm devlet temsilcilerinin gözlerine sokarak, elinde tuttuğu haritayla, en anlamayacak olanın da anlayacağı bir şekilde soykırım planını anlatmıştır. Daha nasıl açık mesaj verilebilir ki? 
 
 Kürtlerin kendi kendini yönetmesi Türkiye açısından tehdit mi?
 
Mesele Kürtlerin kendi kendini yönetmesi de değil bence. Her iki 9 Ekim arasındaki fark belki buradan izah edilebilir. 9 Ekim komplosuyla ‘Özgür Kürt istemiyoruz’ dediler ve Kürtlerin en dinamik kesimini hedef aldılar. Öcalan’ın deyimiyle ‘başı koparıp, gövdeyi kurda kuşa yedirmek’ istediler. Politik ve demokratik çizginin tasfiyesi ana hedefti. 21 yıl sonra Türk devleti doğrudan Kürt kimliğini, kürdün yalın halini, varlığını hedef almıştır. Artık kendine bağlı Kürt de istememektedir, ihtiyacı kalmamıştır. Gözünü kan bürümüştür, soykırıma kilitlenmiştir. 
 
8 yıl aradan sonra iki avukatı ile görüşen Öcalan, kaleme aldığı 7 maddelik deklarasyonda Kuzey ve Doğu Suriye’ye işaret edip, toplumsal uzlaşı ve tarihsel Türk-Kürt ilişkilerine atıf yapmıştı. Bugünden bakınca öngördüğü bu savaşın önüne mi geçmeye çalıştı? 
 
 Öcalan’ın tüm görüşmelerde, Rojava’nın, Türk-Kürt ilişkilerinin olması, barışçıl çözümün yaratacağı büyük umudu vurgulaması bence işgali bir olasılık olmaktan, 2014’ten beri girilen yoldan devleti çıkartmak istemesinden kaynaklanmaktadır.
 
Sayın Öcalan, kendisiyle yeniden görüşülebildiği andan itibaren tıpkı 1999 refleksi gibi, olası bir şiddet dalgasını engellemek istemiştir. Bir taraftan öz savunmanın güçlendirilmesine dikkati çekerken, diğer taraftan tüm dinamiklerle Rusya ve Suriye dahil görüşmelerin gerçekleştirilmesini, anayasal uzlaşmanın sağlanmasına vurgu yapmıştır. Türkiye ile ilişkilere de bu konu üzerinden vurgu yaparak, elden geldiğince onu da etkilemeyi amaçlamıştır. Yapılan tüm görüşmelerde Rojava’nın, Türk-Kürt ilişkilerinin olması, barışçıl çözümün yaratacağı büyük umudu vurgulaması bence işgali bir olasılık olmaktan, 2014’ten beri girilen yoldan devleti çıkartmak istemesinden kaynaklanmaktadır. Zaten Öcalan’ın misyonu da savaşı bir tercih olmaktan çıkarıp, barışçıl çözümün önünü açmak olmuştur. 7 Ağustos’tan sonra görüşme yapılmaması da kanımca devletin girdiği yolla bağlantılıdır.  
 
Başlatılan savaş, Öcalan’ın vurguladığı Türk-Kürt ilişkilerine nasıl bir zarar vermiş oldu? 
 
Öcalan, Türkiye’nin doludizgin savaşa gittiği bir dönemde, Kürt meselesinin olanak verilirse bir haftada çözebileceğini söylemiştir. Savaşın tek ve mutlak bir gerçek olmadığını, başka bir yolun olduğunu sürekli vurgulamıştır. Bu nedenle sıkça devlet aklına gönderme yapmıştır.  Çünkü Rojava işgalinin sadece orasıyla sınırlı kalmayacağını çok daha geniş bir alanda kırılma yaratacağını, bugüne kadar diyalogla, müzakereyle, ortak yaşam fikri ve pratiğiyle oluşmuş bir birikimi tamamen ortadan kaldıracağını görmüştür. Devlet içinde varsa eğer az çok aklıselim bir kanat veya dinamik, bunları belki harekete geçirmeyi amaçlamıştır. Yoksa çılgın bir sürece doğru gidildiğinin farkındadır. 
 
Maalesef Erdoğan ve ardındaki Ergenekoncu güçler, kendileri dışındaki herkesi kendilerine yedekleyerek uzun vadede çılgınca bir girişim olacağı açık bir işgali desteklemişlerdir. Halklar için zor günleri çağıran bir süreç başlatılmış, adeta barajın kapağı açılmıştır. Bundan sonrasını da artık direniş belirleyecektir. 
 
Türkiye’yi bu yola sevk eden dış güç yada güçler kim sizce?
 
9 Ekim ile başlayan süreçte Türk işgal girişimini tetikleyen, teşvik eden gücün Rusya olduğunu düşünüyorum. Rusya, İran ve Suriye, uzun bir zamandır Suriye’deki yıkımın baş sorumlusu olan Türkiye’yi, Kürtlere karşı bir saldırı aparatı olarak kullanmaktadırlar. Türkiye’nin Suriye’deki hedefini Kürtleri tasfiye ile sınırlamasını ve burada adım adım yol almasını esas alan bir planı uygulamışlardır. Suriye’nin yıkıma uğramamış alanlarını da Türk devletine yıktırarak, adeta mezarlığa çevrilmiş bir Suriye ile bu savaşı sonlandırmak istemektedirler. 
 
Ya ABD... 
 
ABD’nin de esas olarak Türkiye’yi yeniden kendi oyun planına katmayı amaçladığı, Türkiye eliyle Suriye üzerindeki hesabını devam ettirmek istediği açıktır. Amerikan kamuoyunda da tartışıldığı üzere gayri ahlaki bir tarzla, bu saldırının önünü açmıştır.  
ABD ve Rusya’nın Türkiye ile imzaladıkları anlaşmalar da bu sürecin bir parçasıdırlar. Kuzey ve Doğu Suriye halklarının iradesi hesaba katılmadan, kaderlerini belirleyen bir kirli siyaseti uygulamışlardır. Saldırının durmuş olması önemlidir elbette ama halkımız üzerinde Türk tehdidini sürdürecek bir yolun açık ve diri tutulduğu da ortadadır. Bunun kabul edilebilir olmadığını düşünüyorum. 
 
Operasyona uluslararası çapta gösterilen tepkileri nasıl okuyorsunuz? 
 
Uzun bir zamandır Kürtler söz konusu olduğunda iki ayrı dünya ortaya çıkmaktadır. Hakların dünyası ve devletlerin/hükümetlerin dünyası. Halkların vicdanı ve toplumsal dinamikleri Kürt halkının direnişinin yanında yer almıştır.
 
İşgale karşı yürütülen görkemli direniş, küresel çapta bu işgale ses çıkaran milyonlarca insanın sokak eylemleri, devletler, hükümetler ve uluslararası organizasyonlar düzeyinde gösterilen reaksiyonlar, bu sürecin bir diğer önemli cephesini oluşturmuştur. Bu direniş cephesi, Kürtlerin ortak bir dili konuşması, Türk devletinin niyetlerinin ve pratiğinin insanlığın vicdanında mahkum edilmesi bu sürecin kazanımlarından bazılarıdır.
 
İşgal ve soykırım dinamiğiyle direniş dinamiği arasında mücadele devam edecektir. Uzun bir zamandır Kürtler söz konusu olduğunda iki ayrı dünya ortaya çıkmaktadır. Hakların dünyası ve devletlerin/hükümetlerin dünyası. Halkların vicdanı ve toplumsal dinamikleri Kürt halkının direnişinin yanında yer almıştır. Bu kez, devletler ve hükümetler de çok rahat olmamıştır. Etkili bir tutum almasalar da, açıkça Türk devletinin yanında da olmamışlardır. Belki bu kesimleri daha açık bir tutum almaya zorlayan bir çizgi izlemek ya da güçlendirmek olumlu olacaktır. 
 
Kürt halkına dönük tehdit hala devam ediyor mu?
 
Evet, halklarımızın varlığı üzerinde ciddi bir tehdit devam ediyor. Buna karşı direniş olanakları da fazlasıyla bulunmaktadır. 21 yıl sonra yeniden alevlenen bu komployu aşmak, onu boşa çıkarmak ve buradan halklar adına daha büyük kazanımlarla çıkmak da mümkündür. Arkamızda geçmiş 21 yılın tecrübesi, direnişi, Öcalan paradigması ve buna göre yeniden şekil almış devrimci halk gerçekliğimiz, Rojava devrimi ve bu devrime gönül veren enternasyonalist damar vardır. Türkiye’nin küresel güçleri yanına alarak halkımıza karşı yürüttüğü bu saldırıya karşı artık tüm dünya bir mücadele ve yanıt verme alanıdır. Barbarlığa karşı direniş, tüm insanlığın sorunu haline gelmiştir. Onur direnişi, insanlığın onur ve adalet direnişi olacaktır. 
 
MA / Sadiye Eser