Kürkçü: ‘Uzlaşma’ Öcalan’ın ‘yol haritası’nın mantıksal uzantısıdır

img

İSTANBUL - PKK Lideri Abdullah Öcalan “toplumsal uzlaşma” söyleminin birlikte varolma kararlılığının ifadesi olduğunu belirten HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü, “‘Uzlaşma’ Öcalan’ın ‘yol haritası’nın mantıksal uzantısıdır” dedi.

PKK Lideri Abdullah Öcalan, 8 yıl aradan sonra iki kez, 2 Mayıs ve 22 Mayıs’ta avukatlarıyla görüştü. İlk görüşmeden sonra Asrın Hukuk Bürosu avukatları, Öcalan ve İmralı’daki diğer 3 tutuklunun göndermiş olduğu mektubu kamuoyuyla paylaştı. Öcalan’ın 7 maddelik deklarasyonu birçok çevre tarafından tartışıldı ve olumlu karşılandı. İkinci görüşmeden sonra avukatlar bu kez, Öcalan el yazılı ve imzalı “Eyleminiz amacına ulaşmıştır, sonlandırabilirsiniz” çağrısını kamuoyuna duyurdu. Öcalan’ın bu çağrısı üzerine Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven’in öncülüğünde başlatılan açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri son buldu. Her iki görüşmede de “toplumsal uzlaşı, demokratik siyaset, demokratik müzakere ve onurlu barış” konularına dikkat çeken Öcalan’ın mesajlarını Halkların Demokratik Partisi (HDP) Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü’ye sorduk. 
 
 PKK Lideri Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmeleri nasıl okuyup, değerlendiriyorsunuz; mesajını nasıl yorumluyorsunuz?
 
Öcalan’ın mesajlarını değerlendirirken iki nokta önemli. Birincisi, mesajlarını bir sansür eleğini aşarak dışarıya ulaştırabilmesi için gözetmek zorunda olduğu bir söylem kalıbı olduğunu akılda tutmakta fayda var. Yasa ve yönetmelikler ne derse desin, İmralı, bütün bu yasa ve yönetmeliklerin Öcalan aleyhine büküldüğü bir cezaevi; o yüzden vereceği mesajları, muhataplarına ulaşabilmesi için zaman ve mekanı gözeterek mümkün mertebe kısa tutmaya çalışıyor ve olabildiğince yumuşak bir üsluba büründürüyor. Muhataplarının mesajlarının özünü bu koruyucu kabuğun içinden çekip alabilecek kadar feraset sahibi olduklarına güveniyor. İkincisi bir “meydan okuma” olarak görülüp sansüre uğramaması için mesajlarını doğruca iktidar sahiplerine değil, müstakbel iktidar adaylarını da kapsayacak şekilde bütün topluma yöneltiyor. Önerilerinin hedefindeyse bunları gerçekleştirme yeteneği ya da niyeti olanların hepsi var; ya da önerilerin muhatabının kimler olamayacağını çözmek nesnel konumlarından ve siyasi programlarından hareketle bizlere düşüyor.
 
Abdullah Öcalan 2 Mayıs ve 22 Mayıs’ta avukatlarıyla yaptığı her iki görüşmede de içinden geçtiğimiz süreçte “derin bir toplumsal uzlaşmaya” ihtiyaç olduğunun altını çiziyor. Öcalan’ın söz ettiği “toplumsal uzlaşı” nedir, neden önemlidir?
 
Öcalan’ın 2013’ten bu yana özsavunma dışında şiddete dayanan bir siyaset tarzını gündeme getirmediğini anımsayacaktır. Bu çizgi “çözüm” ve “çatışmadan çıkış” bağlamında doğası gereği “uzlaşma” dışında bir tarz öneremez. Özetle, “uzlaşma” Öcalan’ın “yol haritası”nın mantıksal uzantısıdır.
 
“Toplumsal uzlaşma” Öcalan’ın terminolojisinde birlikte yaşama, varolma kararlılığının ifadesidir. Öcalan “derin toplumsal uzlaşma” ihtiyacını ilk kez bu mesajında vurgulamıyor. Yaklaşık 20 yıldır “uzlaşma” kavramı Öcalan’ın kavram sözlüğünde baş yeri işgal ediyor. Bunun nedeni açık: Öcalan 20 yıldır Kuzey Kürtlerinin kendi geleceklerini, sınır değişikliklerine yol açacak bir toprak talebi ileri sürmeksizin özyönetim temelinde gerçekleştirmeleri hedefiyle mücadele sürdürüyordu. Mesajlarını bütünlük içinde okursak, Öcalan’ın tecritten çıkış sonrası ilk avukat görüşmesinde dışarıya gönderdiği ortak imzalı metindeki, “Bizlerin İmralı’daki duruşu, 2013 Newroz Bildirgesi’nde belirttiğimiz ifade tarzının daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığındadır” ifadesi, bugün de 20 yıldan bu yana aynı tutumu sürdürdüğü konusunda kuşkuya yer bırakmıyor. Bu yönelim zaman zaman kıyıcı çatışmalarla sınansa da, İmralı müzakere tutanaklarını dikkatle izleyen herkes, Öcalan’ın 2013’ten bu yana özsavunma dışında şiddete dayanan bir siyaset tarzını gündeme getirmediğini anımsayacaktır. Bu çizgi “çözüm” ve “çatışmadan çıkış” bağlamında doğası gereği “uzlaşma” dışında bir tarz öneremez. Özetle, “uzlaşma” Öcalan’ın “yol haritası”nın mantıksal uzantısıdır.
 
Ancak bu mantıksallık, tarihsel ve toplumsal bir zorunlukla da destekleniyor. Modern dönemde “uzlaşma” yalnızca devlet ile “isyancı”nın uzlaşmasından ibaret olamaz, bir toplumsal onay mekanizmasının işlemesi gerekir. O açıdan ise, 2015 sonrasında Türkiye’nin varolan bütün toplumsal ve kültürel fay hatları üzerinde derin bir yarılmaya uğradığı apaçık. Toplum, Kürtler ve Türkler, kadınlar ve erkekler, İslamcılar ve laikler/sekülerler, Avrasyacılar ve Avrupacılar, taşra ve büyük şehirler; AKP’liler ve diğerleri halinde bir dizi kutuplaşma ekseninde kopma noktasına geldi. Ne var ki, Erdoğan rejiminin can suyu olan böylesine yarılmış ve parçalanmış bir toplumun bırakalım “derin bir uzlaşı” gerçekleştirmeyi toplum olarak varlığını sürdürebileceği bile kuşkulu.
 
Bu olgular temelinde bakıldığında Öcalan’ın “toplumsal uzlaşma” çağrısını bu yarılmada hayat bulan iktidara değil, onun başının üzerinden bütün topluma yönelttiği apaçık. Olmayana ergi yoluyla okursak Öcalan Kürtleri ve onların politik temsilci ve sözcülerini dışlayan sömürgeci ve zorba rejimde çözümsüzlüğün şiddet üreterek devam edeceğine dair toplumu uyardığını ve toplumsal ve demokratik muhalefet güçlerine çözümün içerici bir siyasette aranması gerektiğine yönelik bir hatırlatmada bulunduğunu söyleyebiliriz.
 
Öcalan mesajında sorunların “demokratik müzakere yöntemi”yle çözülmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Öcalan’ın kastettiği demokratik müzakere neyi ifade ediyor ve bu müzakere günümüz Türkiye koşullarında nasıl mümkün olur?
 
Öcalan bence “demokratik müzakere yöntemi”yle 2013-2015 arasındaki sürecin darlığına ve tek yanlılığına gönderme yapıyor; çok daha derin ve yaygın bir toplumsal ve politik çözüm inisiyatifinin gerekliliğini işaret ediyor. O dönemde de Öcalan sürekli olarak TBMM’nin bütün varlığıyla çözüm sürecinin mekanı haline gelmesi, çözüm için sadece iktidar değil, muhalefet partilerinin de devrede olması gerekliliğini ifade ediyordu. Bir yandan TBMM’den geçecek yasalarla müzakere alanları, kurumları ve süreçleri oluşturulmasında ısrar ederken, öte yandan Barış Meclisi ve Demokratik İslam Kongresi gibi mekanizmalarla da aşağıdan toplumsal alandan sürece can verilmesi için her görüşmede uyarı üzerine uyarıda bulunuyordu. Halkların Demokratik Kongresi’ni (HDK) bu sivil alanların inşası doğrultusunda inisiyatif almaya teşvik ediyordu.
 
AKP, oluşan çözüm momentumunu oya tahvil edeceği zehabıyla süreci ne yazık ki, TBMM’den kaçırmakla meşguldü. CHP ve MHP ise çözüm sürecini bir “AKP oyunu” olarak görüyordu. Ama özellikle CHP “oyunu” bozmak ve çözüm sorumluluğunu üstlenmek için parmağını bile kıpırdatmıyor, tersine HDP’yi demokratik kamptan uzak tutmak, tecrit etmek için gayret gösteriyordu. Öte yandan devlet dışı zeminler olarak inşa edilmek istenen Barış Meclisi ve Demokratik İslam Kongresi de ne yazık ki kitlesel bir karakter kazanamadı. “Müzakere” ne sivil toplumda ne TBMM’de yürüdü. Daha da korkuncu, sonradan açığa çıkacağı gibi İmralı’da “müzakere” süre giderken, AKP, Cemaat ile girdiği güç çatışması bağlamında değişen ittifakları içinde Ergenekon unsurlarıyla Kürt halkına karşı “çöktürme harekatı” konusunda mutabakata varmıştı ve taktik planlarını geliştiriyordu.
 
Bu olgular ışığında bakınca Öcalan, “demokratik müzakere yöntemi”ni gündeme getirerek, muhalefet kanımca dinamiklerine sesleniyor. AKP dönemi sona ererken muhalefeti Kürt meselesinde çözümsüzlüğü ortadan kaldıracak bir çıkış için şimdiden inisiyatif almaya teşvik etmek istiyor. Çözümün sadece AKP ile oynanacak bir “oyun” değil, toplumdaki bütün hak ve menfaat sahiplerinin yer alması gereken, hiçbir gücün dayatmasıyla değil, temel insani ve siyasi gerekliliklerin ortaklaşa kabulüyle sonuca ulaşacak bir çıkış olduğunu kavratmaya çaba gösteriyor.
 
Yine Öcalan Türkiye’nin ve bölgenin içinde bulunduğu sorunların “fiziki şiddet” araçlarıyla değil, “yumuşak güç”le (akıl, politik ve kültürel güçle) çözülebileceğine vurgu yapıyor. “Yumuşak güç” derken neyi kastediyor? Biraz açabilir misiniz?
 
Öcalan, “yumuşak güç” kavramına başvurarak, bir alternatif dış siyasetin mümkün olduğunu hatırlatıyor. AKP’nin dış siyasetinin bir çözümsüzlük kaynağı olduğuna göndermede bulunuyor ve dış politika çizgisi değişmedikçe çözümsüzlük ve savaşın süre gideceğine dikkat çekiyor.
 
Öcalan’ın “yumuşak gücü” gündeme getirmesi, AKP’nin süregiden hegemonyacı, saldırgan, istilacı, sömürgeci, kural tanımaz ve öngörülemez uluslararası ilişkiler anlayışının Türkiye’yi özellikle dört parça Kürdistan bağlamında bir çıkmazdan ötekine sürüklemekte oluşuna bir gönderme olarak okunmalı. 90’lar sonunda önce akademik çevrelerde dolaşıma giren 2000’lerin başlarından bu yana daha yaygın olarak diplomasi ve uluslararası ilişkilerde kullanılagelen “yumuşak güç” kavramı bir ülkenin öteki ülkelerle ilişkisinin zor ve dayatmadan çok ikna ve cazibeye dayandırılması gerekliliğini ifade ediyor. Ekonomik nüfuz ve temsil edilen kültürel ve politik değerlerin çekiciliğinin başrolü oynadığı bu güç icrası tarzını terimi icat eden Joseph Nye şöyle özetliyor: “Öteki ülkelere benim istediğimi yapacaksınız diye buyruklar veren bir ülke sert güç ya da komuta gücüdür, buna mukabil kendi istediğinin öteki ülkelerce de istenir olmasını başarabiliyorsa o zaman yumuşak güç olur.”
 
Öcalan, “yumuşak güç” kavramına başvurarak, bir alternatif dış siyasetin mümkün olduğunu hatırlatıyor. AKP’nin sürekli olarak, Irak ve Suriye’de pazu gösteren, halen Kıbrıs’ın kuzeyini işgal altında tutan, Afrin ve Cerablus’u istila eden Fırat’ın doğusundaki Kürt topraklarını istila tehdidini sürdüren dış siyasetinin bir çözümsüzlük kaynağı olduğuna göndermede bulunuyor ve dış politika çizgisi değişmedikçe çözümsüzlük ve savaşın süre gideceğine dikkat çekiyor.
 
 Öcalan’ın mesajında Kuzey Suriye’ye yönelik önemli mesajları vardı. Öcalan’ın Kuzey Suriye’ye hatta Ortadoğu’ya ilişkin söylemlerini nasıl okumak gerekir? Öte yandan “Türkiye hassasiyetlerine duyarlı olunmalıdır” sözüyle neyi kastediyor?
 
Öcalan, Kuzey Suriye’de özellikle Afrin ve Cerablus’un istilasının ardından Rojava Kürdistan’ın politik ve coğrafi bütünlüğünün kırılmış olmasının çok büyük bir handikap olduğunun ayırdında. SDG’ye (Suriye Demokratik Güçleri) çok kırılgan bir zemin üzerinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatıyor ve sahip oldukları güç ve ittifak düzeylerini aşan politik ve askeri girişimlerden uzak durmaları için uyarıyor. Buna mukabil, ABD, Rusya ve Suriye-İran’ın yeniden kurulacak Suriye’de hak ve çıkarlarını tanıyan bir Anayasal rejim çerçevesinde Kürtleri içermeleri halinde SDG’nin kurucu bir rol oynaması için sorumluluk üstlenebileceğine dair bir işaret veriyor.
 
Öcalan mesajında, “İmralı Duruşu”na vurgu yapıyor ve 2013 Newroz Bildirgesi’nde belirtilen ifade tarzının daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığında olduğunun altını çiziyor. “İmralı Duruşu” derken, neyi kastediyor?
 
Öcalan’ın “İmralı Duruşu” dediği, “ortak ülke”yi yeniden kurma ve bunun için sorumluluk üstlenme kararlılığıdır. 2013-15 döneminde bu konuda kararlı olanın ve “çatışma çözme” önlemleri konusunda üzerine düşeni yapanın sadece Öcalan olduğu, bugün “müzakere döneminde” devlet eliyle hazırlanan tuzak ve komploların bilgisi ortaya döküldükçe özellikle çok daha açıkça görünüyor. Öcalan tutsaklık altında, dezavantajlı bir konumda müzakere sürdürürken bile hem halkının haklarını yüksekte tutmak hem de “ortak ülke”deki muhataplarının haklarını ve çıkarlarını üçüncü güçlere karşı korumak için gerektiğinde pek çok fedakarlıkta bulunmuş ama hiçbir antidemokratik uzlaşmaya da rıza göstermemişti. Öcalan yeniden bir müzakere zemini oluştuğunda bunun kendisi için standart tutum olacağını vurguluyor. Bu Türkiye’yi yönetmeye talip bütün güçlere verilen bir mesajdır.
 
 Öcalan’ın 2013 Newroz Bildirgesi’nin üzerinden 6 çatışmalı yıl geçmesine rağmen hala aynı çizgede olduğunu ifade etmesini nasıl okumak gerekiyor? Yine Öcalan’ın mesajında ifade ettiği “onurlu bir barış” ve “demokratik siyaset” çözümü nasıl sağlanır? Burada taraflara düşen sorumluluklar nelerdir?
 
Öcalan, “Bizim için onurlu bir barış ve demokratik siyaset çözümü esastır” derken birinci seçeneğin önünü demokratik siyasetle açmak için hala bir imkanın var olduğunu düşünmeye devam ettiğini söylüyor.
 
Öcalan’ın çözüm önerisinde merkezi kavram “demokratik özerklik”. Onun yaklaşımına göre demokratik özerklik çözümü iki yolla uygulanabilir: “Birinci yol ulus-devletlerle uzlaşmayı esas alır. Başlıca koşulları egemen ulus-devletin her türlü inkâr ve imha politikasından vazgeçmesi, ezilen ulusun da kendi öz ulus-devletçiğini kurma fikrini terk etmesidir. Her iki ulus bu yönlü devletçi eğilimlerden vazgeçmedikçe demokratik özerklik projesinin hayata geçirilmesi zordur.”
 
Demokratik özerkliğin ikinci çözüm yolu, Öcalan’ın ifadesiyle: “Ulus-devletlerle uzlaşmaya dayalı olmayan, kendi projesini tek taraflı pratikleştirme yoludur. Geniş anlamda demokratik özerkliğin boyutlarını hayata geçirerek, Kürtlerin demokratik ulus olma hakkını gerçekleştirir. Şüphesiz bu durumda bu tek taraflı demokratik ulus olma yolunu kabul etmeyecek olan egemen ulus-devletlerle çatışmalar yoğunlaşacaktır.”
 
Öcalan, “Bizim için onurlu bir barış ve demokratik siyaset çözümü esastır” derken birinci seçeneğin önünü demokratik siyasetle açmak için hala bir imkanın var olduğunu düşünmeye devam ettiğini söylüyor. Bu esasen HDP’nin takip ettiği siyasete verilen bir onaydır: Onurlu bir barış ve demokratik siyaset yolunun açılması için faşizmin kurumsallaşmasına karşı durup dinlenmeden mücadele; Türkiye’nin batısında yapısal bir dönüşüm hedefleyen güçlerle demokratik cumhuriyet ve demokratik özerklik ilkesiyle demokratik bir ittifak; şiddetsiz ve ofansif bir siyasetle ileri atılmak; öte yandan Kürdistan’ın bütün demokratik ve toplumsal güçlerinin özgürlük hareketiyle anlamlı bir ortaklık kurmasına yardımcı olmak.
 
Yine Öcalan altını çizerek görüşmenin bir “çözüm süreci” olmadığını ifade ediyor. Siz de bu şekilde düşünüyor musunuz? Bunu biraz açabilir misiniz?
 
Bir çözüm süreci için her şeyden önce “çözüm iradesi”nin karşılıklı olarak teşekkül etmiş olması gerekir. Bizim örneğimizde rejim esasen oluşum halindeki “çözüm iradesi”ni şiddet yoluyla çökerterek ve Kürtlere fiilî sömürge statüsü dayatarak çözümün başlıca öznel imkanını ortadan kaldırmaya yönelmekle kalmadı, devlet ve parti kadrolarında “çözümcü” kadrolara ve uzmanlara yönelik bir temizliğe de girişti. Çözüm süreci döneminin önde gelen hemen bütün siyasetçileri, uzmanları, bilim insanları, diplomatları, askerleri 15 Temmuz sonrası büyük temizlik dalgası içinde eğer hapishaneleri boylamadılarsa devlet ve siyaset çöplüğüne gönderildiler. Özgür düşünce, bilim ve araştırma alanları, barış haberciliği de sivil toplumdaki faşist işgale kurban edildi. 
 
Bu koşullar altında iktidarda bir çözüm niyeti olmadığı gibi, “çözüm”ün ne demek olduğundan haberdar kadrolar da ortada yok. Ama en önemlisi AKP artık bir çözüm dinamiği ve muhatabı değil. Öcalan bütün bunları herkesten daha dolaysız görüp değerlendirebileceği bir konumda. Bugünün meselesi, çözüm değil, çözüm önündeki engeli, faşist kurumsallaşmayı ortadan kaldırmak.
 
MA / Ferhat Çelik