DBP Eş Genel Başkanı Tuncel’den kadınlara: Özgürlük alanlarımızı savunmanın zamanıdır

img
ANKARA - DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, yerel seçimler öncesi kadınlara seslenerek, “Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir yaşamı yerelden kurmanın faşizme karşı direnişi ve özgürlük alanlarımızı savunmanın zamanıdır” dedi. 
 
Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, “4 Kasım Darbesi’ni” ve yaklaşan yerel seçimlere ilişkin tutuklu bulunduğu Kandıra Cezaevi’nden Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını cevapladı. Tuncel, özelikle kadınlara seslenerek, “Özgürlük alanlarımızı savunma zamanıdır” dedi. 
 
HDP Eş Genel Başkanları ve vekillerinin tutuklanmasını protestosu sırasında gözaltına alındınız ve 6 Kasım 2016 tarihinde tutuklandınız. Öncelikle bu süreci nasıl adlandırıyorsunuz ve buraya nasıl gelindi?
 
Rejimin yaşadığı yapısal krizin çözümü için iki yol vardı. Birincisi Türkiye’nin çok kültürlü, kimlikli inançlarının eşit özgür koşullarda güvence altına alan demokratik bir cumhuriyetin inşası, ikincisi ise tekçi, otoriter, faşizan bir yönelimle mevcut rejimi, ulus-devleti yeniden düzenlemek. Sayın Abdullah Öcalan, Türkiye’de yaşanan rejim krizinin başta Kürtler olmak üzere Türkiye’deki tüm etnik kimliklerin, inançların, kültürlerin özgürlüklerini güvence altına alacak demokratik bir sistemin kurulmasıyla aşılabileceğini aksi takdirde krizin daha da derinleşeceği, darbe dinamiğinin devreye girme ihtimalinin yüksek olduğuna dikkat çekmişti. Yaşanan süreç Sayın Öcalan’ın öngörülerini doğruladı ve diyalog ile müzakere süresinin başlamasın öncülük etti. Amed’de milyonların katıldığı 2013 Newroz’unda ‘yeni bir süreç için kapı aralanıyor’ derken o dönemde heyetle yaptığı görüşmelerde, hükümetin samimiyetsiz yaklaşımlarına dikkat çekiyordu. AKP bu süreçte gerçek anlamda demokratik, özgürlükçü ve barışçıl bir çözümü değil, kendi iktidarının ömrünü uzatacak, iktidarı için zaman kazandıracak pragmatist bir yaklaşımı vardı. O nedenle diyalog ve müzakere sürecinde atılması gereken birçok adımı atmadı, zamana yaydı ve sonunda süreç sonlandırıldı.
 
2010 yılında başlayan Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu da etkisi altına alan ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan halkların özgürlük, demokrasi ve adalet taleplerinin yükseldiği bir süreçte Türkiye’de de ‘Gezi direnişi’ ile başlayan ve tüm Türkiye’ye yayılan bir direniş süreci açığa çıktı. Türkiye halkları belki de ilk kez bu kadar kitlesel bir şekilde Kürt sorununa, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesine yüzünü döndü. Gezi’den Lice’ye ses verdi diyalog ve müzakere süreciyle birlikte Türkiye halkları konuşmaya, sorunları cesurca dile getirmeye ve farklılıklarla bir arada yaşamın nasıl olacağı, nasıl olması gerektiği sorusuna cevaplar aramaya başladı. O dönem yapılan anketlerde toplumun yüzde 70-80’i bu süreci desteklediği görülüyordu.
 
Erdoğan, MHP, Ergenekon ve kimi cemaatlerle yeni bir şer cephesi kurarak, yaşanan kriz ve kaosu fırsata çevirdi. Faşizan uygulamalarla 16 Nisan Referandumu, 24 Haziran seçimleri ile ikinci cumhuriyeti ilan etmiş oldu. İkinci Cumhuriyet’i de Kürtlerin inkarı, imhası ve kültürel olarak asimilasyonu üzerinden şekillenmektedir.
 
Toplumun bu sürece olan desteği iktidar tarafından nasıl okundu? 
 
Toplumsal değişim talebi adalet, özgürlük, barış talepleri iktidarı korkuttu. Kendi altındaki zeminin kaydığını barış ve özgürlük talebinin toplumsallaşması, geniş kitlelerce dile getirilmesini kendi iktidarlarının sonu olarak gördüler ve 2014 MGK’sında kendilerince bu gidişata yeni bir yön vermek için ‘çöktürme planını’ devreye koyma ve diyalog ile müzakere sürecini bitirme kararı aldılar. Bu toplantı sonrası masa devrildi, Dolmabahçe Mutabakatı yok sayıldı. Suruç, Amed, Antep, Ankara katliamları yaşandı. İmralı’da Sayın Öcalan üzerinde uygulanan 19 yıllık tecrit mutlak tecride dönüştürüldü. Demokrasi, özgürlük, adalet ve barış talep etmek suç sayıldı. Kürt halkının kazanımlarına yönelik büyük bir saldırı gerçekleşti. Halk iradesi gasp edilerek, inkar, imha ve asimilasyon politikaları güncellenerek, devreye konuldu. Kürtlere, sosyalistlere, demokrasi ve özgürlük güçlerine saldıran, baskı altına alan iktidar cephesi 12 yıl süren çıkar ittifakları başarısız 15 Temmuz darbe girişimi ile bozuldu. 
 
Erdoğan, MHP, Ergenekon ve kimi cemaatlerle yeni bir şer cephesi kurarak, yaşanan kriz ve kaosu fırsata çevirdi. Faşizan uygulamalarla 16 Nisan Referandumu, 24 Haziran seçimleri ile ikinci cumhuriyeti ilan etmiş oldu. İkinci Cumhuriyet’i de Kürtlerin inkarı, imhası ve kültürel olarak asimilasyonu üzerinden şekillenmektedir. Hem içerde hem de dışarda Kürtlere karşı düşmanlık siyasetini devreye koydu. Efrin’in işgali, Güney Kürdistan referandumunun yok sayılması HDP/DBP kriminalize ederek, siyasi soykırım operasyonları ile bastırılmaya çalışılması, HDP’ye oy veren milyonların bile tehdit edilmesi bu yeni durumu çok açık şekilde göstermektedir.
 
Bugün Türkiye’nin içine girdiği ekonomik kriz böyle gelinmiş oldu. Mevcut iktidarın yeni krizi aşma gücü ve yeteneği yoktur. Bu süreç demokrasi ve özgürlük güçleri açısından yeni olanakları da açığa çıkarmıştır. Yapılması gereken faşizme karşı en geniş demokrasi ve özgürlük cephesini geliştirmek, halklarımızın ortaya koyduğu özgürlük, adalet ve barış talebini örgütlemektir.
 
HDP’li vekillerin tutuklanması öncesi DBP’li belediye başkanları görevden alındı kimisi tutuklandı ve yerlerine kayyum atandı. Gelinen aşama itibariyle kayyum politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Halk iradesinin gasp edilerek,  belediyeler kayyum atanması Kürt halkına karşı yürütülen siyasi ve kültürel soykırımın sonucudur. Kürt halkı, kadını, genci ile ‘çöktürme planı’na karşı büyük bir direniş sergilemiş ve varlığını koruma ile özgürlüğünü sağlama konusundaki iradesini ve kararlı varlığını her fırsatta ortaya koydu. Kürt halkı artık dilinin, kimliğinin, kültürünün, inancının güvence altına alınmasını, doğasını, kültürel mirasını korumak için her türlü demokratik direnişi geliştirmektedir. 16 Nisan referandumu ve 24 Haziran seçim sonuçlarına da bu bağlamda bakmak gerekir.
 
Kayyum siyaseti işgal siyasetinin bir parçasıdır. Belediye binaları zorla gasp edilmiş ve işgal edilmiştir. Belediyeler faşist ulus devletin güç gösterisinin mekânına dönmüştür. Kürt halkının, Mezopotamya halklarının tarihi ve kültürel mirası yeni kurulan kentlerle yok edilmiştir. Kürt halkının insani, vicdani, dini tüm değerleri saldırı altındadır. Ölülere bile işkence edilmekte, mezarlara saldırılmaktadır. Tüm bu yaşananlara birlikte baktığınızda büyük resim daha net görülecektir. Hedef Kürt halkının tüm kazanımları o nedenle kayyım, siyasi, ekonomik, kültürel, ekolojik kıyım ve kadın kıyımı demektir.
 
 Dünya kadın hareketinin deneyimlerini kendi deneyimleri ile birleştiren Kürt kadınları, Rojava başta olmak üzere bulundukları her alanda kadın devrimini geliştirmeye, devrim ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olmaya çalışıyorlar. O nedenle de erkek egemen sistemin temsilcilerinin hedefi haline geliyor
 
Kürt siyasetine yönelik baskı politikalarında özelikle kadınlar hedef alınmakta. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin binlerce yıllık geçmişi var. Kadınlar en az beş bin yıllık patriarkal düzene yüzlerce yıllık kapitalist düzene karşı direnmekte, varoluş ve özgürlük mücadelesi yaratmaktadır. Dünya kadın hareketinin deneyimlerini kendi deneyimleri ile birleştiren Kürt kadınları, Rojava başta olmak üzere bulundukları her alanda kadın devrimini geliştirmeye, devrim ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olmaya çalışıyorlar. O nedenle de erkek egemen sistemin temsilcilerinin hedefi haline geliyor. Cinsiyetçi, milliyetçi, dinci, faşist AKP- MHP iktidarının da ilk hedefinin kadınlar olması anlaşılırdır. Kadınların öncülük ettiği mücadele eninde sonunda kazanacaktır. Kadınlara yönelik saldırı kadın özgürlük çizgimize, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmamıza yönelik ideolojik saldırıdır.
 
AKP’nin yürüttüğü savaş politikası, ekonomik ve siyasi krizin kadınların ve çocukların yaşamını da olumsuz etkilemektedir. Sadece Türkiye’de yaşayan göçmenlerin durumuna bakmak bile durumun vahametini ortaya koyacaktır. Kadınlara ve çocuklara sağlıklı ve güvenilir bir yaşam alanı bırakılmamıştır. AKP- MHP faşist erkek iktidarı kadınların örgütlü mücadelesinden korkmakta ve kadınları hedef almaktadır. Öncelikle Kürt kadınlarının özgürlük çizgisi ve mücadelesindeki öncülüğünü engellemek istemektedir ve o nedenle Kürt kadınları daha çok hedef haline gelmiş durumdadır. Siyasi soykırım operasyonlarında kadınların gözaltına alınması, tutuklanması, kadın kurumlarının kapatılması, eşbaşkanlık sisteminin hedeflenmesi AKP’nin kadın düşmanı politikalarının sonucudur. 
 
Ancak tüm bu baskı ve zulmü politikalarının sonuç vermesi mümkün değil. Kürt kadınları bulundukları her alanda özgürlüğü örgütlemeye devam ediyor. Kadınların binlerce yıllık öfkesini örgütleyerek, milyonlarca kadının yüreklerine ektikleri özgürlük tohumları yeşeriyor. Kadınlar her gün sabırla, dirençle, umudu örüyorlar. İşte bu umut biz kadınları mutlaka güzel günlere ulaştıracaktır.
 
 2007’de cezaevinde seçilen ilk vekil olarak Türkiye tarihe geçtiniz. Eş Genel Başkan iken yeniden tutuklandınız. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
 
Kürt halkının eşitlik, özgürlük mücadelesi, demokratik muhalefet çizgisi 1990’lı yıllardan bu güne baskı-zor siyaseti, faali meçhul cinayetler, gözaltı tutuklamalarla baskı altında tutulma, sindirilme politikaları bir devlet politikası olarak bugüne kadar sürdürülmüştür. Hukuk, demokratik muhalefete, sistem karşıtlarına, sosyalistlere baskının bir aracı olarak kullanılmaktadır. İstiklal Mahkemelerinde, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde (DGM), Ağır Ceza Mahkemelerine kadar uzanan hukuk tarihinin verdiği davalarda bu siyasetin somut sonuçları görülecektir. O neden Kürt siyasi hareketine, demokratik muhalefete yönelik gözaltı, tutuklama, yargılama siyasi saiklerle yapılmaktadır. ‘Tarafsız’, ‘bağımsız’ bir hukuk mekanizması ne yazık ki yok. Muktedirlerin düzenini korumaya göre düzenlenmiş bir düzenin parçası da hukuktur. Kürt kadın siyasetçi olarak on yılda bir tutuklanmamda şaşıracak bir durum yok sanırım ki bu sadece benim için geçerli değil. Belki de en az zindan deneyimi olan kişi benim.
 
Cezaevine girince mücadele duruyor mu, ne oluyor. Biraz içerideki durumunuzu aktarır mısınız? 
 
Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi yaşamın her alanında yükseliyor. Zindanlarda olan kadınlar olarak bizde kendi koşullarımız da halklarımızın, kadınların özgürlük mücadelesine omuz vermeyi sürdürüyoruz. Dışarıda olduğu gibi burada da örgütlü bir yaşamın parçasıyız. Kadınlar olarak Türkiye’de yaşanan siyasi, ekonomik krizden tutalım, kadın mücadelesine, Kürt halkının özgürlük mücadelesinden ekolojik mücadeleye kadar her alanda tartışmalar yürütüyor. Olanaklarımız koşulunda eylemini de geliştirmeye çalışıyoruz. Kadın dayanışmasının en güzel örneklerini deneyimliyoruz bu zorlu mekanlarda.
 
 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde Kürt halkının siyasi iradesine sahip çıkacağını, onlarda görüyor ve tehditlerle ön almaya çalışıyorlar. ‘Kayyım’ tehdidi esasta Kürtlerin sandığa gitmesini engellemek, umudunu kırmak, ‘ne yaparsanız yapın sonuç değişmeyecek’ algısı yaratmaya çalışıyorlar
 
 Yeni rejimin taşları döşenirken, yerel seçimlere gidiliyor. Erdoğan’ın “yeniden kayyum atarız” açıklamaları var. Neler söylemek istersiniz?
 
Hem 16 Nisan referandumu hem de 24 Haziran genel seçim sonuçları toplumun neredeyse yarısının mevcut gidişattan rahatsız olduğu gerçeğini çok net ortaya koymuştur. Eşitsiz ve özgür olmayan koşullarda gerçekleşen bu iki seçim, siyasal ve toplumsal olarak göç, bir itirazın olduğunu göstermiştir. Bundan dolayı mevcut iktidar zayıflığının farkındadır. Devletin tüm baskı araçları ile kendini güçlü göstermeye çalışsa da gerçek olan en zayıf dönemini yaşadığıdır. Stefan Zweig’in dediği gibi ‘Yalanların bacakları kısadır, yolda kalır ve zamanı aşamazlar.’ O nedenle kendine gerçek anlamda rakip gördüğü Kürt siyasi hareketini, Kürt halkının dostlarını hedef almaktadır. HDP’yi kriminalize etme, DBP ve HDP’ye yönelik siyasi soykırım operasyonları, HDP’ye oy veren milyonların tehdit edilmesi, savaş politikalarının uygulanması bu gerçeği ifade etmektedir.
 
31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde Kürt halkının siyasi iradesine sahip çıkacağını, onlarda görüyor ve tehditlerle ön almaya çalışıyorlar. ‘Kayyım’ tehdidi esasta Kürtlerin sandığa gitmesini engellemek, umudunu kırmak, ‘ne yaparsanız yapın sonuç değişmeyecek’ algısı yaratmaya çalışıyorlar. Bizler bu gerçeği görerek, yerel seçim de halkımızı sandığa taşıma ve halkımızın iradesine sahip çıkma sorumluluğu ile karşı karşıyayız. Bu yerel seçim sadece belediye eşbaşkanlıklarının, meclis üyelerinin seçimi değil, faşizme karşı duruşun, kendi kaderimizi kendi ellerimizle belirleme iradesinin seçimi olacak. Bu da Kürt halkının özgürlük yürüyüşüne katkı sunacaktır.
 
Türkiye demokrasi mücadelesi açısından da yerel seçimlerin çok önemli bir yeri var, faşisti geriletmek için önemlidir. Kürdistan’da ulusal birlik, Batıda demokratik birlik perspektifi esas alınırsa güçlü bir sonuç çıkacağına inanıyorum. Sosyal demokrasinin dünya genelinde yaşadığı yapısal sorunlar ve geri gidiş Türkiye’de de yaşanmaktadır. Sosyal demokrasi bugün yaşanan siyasi, ekonomik gelişmelerin sorumlusudur aynı zamanda yerel seçimlerde özgürlükçü sol siyasetin pekişmesine de vesile olabilir. Aslonanın ileri gitmek için daha cesur adımları örme kararlılığı, kendine güvendir.
 
Bu anlamıyla kadınlara bir mesajınız var mı? 
 
Yerel siyasette kadının adı yok denecek kadar azdır. DBP’nin eşbaşkanlık sistemi, kota uygulaması dışında kadınlara yerel demokrasi kanalları kapalıdır. İstatistikler bu gerçeği doğrulamaktadır. Yerel siyaset oysa kadınların yaşamını daha çok etkilemektedir. Kent yönetiminin eril cinsiyetçi yapısı ancak kadınların karar alma ve uygulama mekanizmalarına katılmaları ile değiştirilip, dönüştürülecektir. O nedenle, eşbaşkanlık, eşit temsiliyet kadınlar için özgün- özerk örgütleme perspektifi demokratik bir kent yönetimi açısından olmazsa olmazdır. Erkek egemen sistemin temsilcileri kadınları bu alanın dışında tutmak için her türlü yalana başvurmaktadır. Kadınlar olarak bu gerçeği görmek ve yerel demokrasiye katılmak özlemini duyduğumuz yeni yaşamı kurmak açısından da önemli. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir yaşamı yerelden kurmanın faşizme karşı direnişi, özgürlük alanlarımızı savunmanın zamanıdır şimdi.
 
Sizin açınızdan sakıncası yoksa, cezaevindeki yaşamınıza dair bir anekdot paylaşır mısınız?
 
Bu mekânlarda insan hafızasına yer eden birçok şey yaşanıyor. Bazen insanı güldürüyor, bazen hüzünlendiriyor. Bir anekdot paylaşır mısınız, deyince hangisini paylaşayım doğrusu şaşırdım. 
 
Tam zamanını hatırlamıyorum ben içerdeyim, Aysel (Tuğluk) ve Figen (Yüksekdağ) hevaller havalandırmada. Birden Aysel hevalden bir çığlık ‘Ben herhalde baskın oluyor’ diye düşündüm, dışarı koşarken, Figen başkanda içeri koştu, çekpası aldı. Baskın yapanın fare olduğunu öğrendim. Figen Başkan, ‘çekilin önümden ben şimdi onun hesabını görürüm:)’ Bu arada Aysel Heval köşeye sıkışmış, ‘Beni fare ile yalnız bıraktınız’ diye sitem ediyordu. Neyse ki fare bu kargaşada rögardan süzülüp, Figen başkanın sopasından kendini kurtardı. Bizde uzun bir süre bu halimize güldük. Sanırım bir hafta kadar sonraydı Burcu ve Gülten hevaller ‘rögar komşumuz’ bu burada öğrendiğimiz bir literatür. Burcu’yla kapitalist modernite üzerine ‘rögardan’ hararetli bir tartışma yürütüyoruz. Burcu’dan bir ‘fareeee’ diye bir çığlık geldi. Tartışmalardan gına gelen fare ‘edi bese’ diyerek, kapitalizm, ekonomik kriz tartışmalarına noktayı koydu. O günden bu güne farenin akıbeti hakkında bir haber almış değiliz.
 
Kandıra zindandan, tüm halkımıza, kadınlara, yoldaşlara, dostlara selam ve sevgilerle…”
 
MA / Berivan Altan