Koçyiğit: Seçimden sonrasını da planlamalıyız
Hamzaoğlu: Son gülen biz olacağız

img
İSTANBUL - HDK Genel Meclis Toplantısı’nda konuşan Eşsözcü Gülistan Kılıç Koçyiğit, "Seçim kadar sonrasını merkeze alan bir programa ihtiyaç” olduğunu ifade etti. Eşsözcüsü Onur Hamzaoğlu ise, tutuklu bulunduğu cezaevinden gönderdiği mesajında seçimler için “Son gülen biz olacağız” dedi.
 
Halkların Demokratik Kongresi (HDK), 8’inci Dönem 3’üncü Genel Meclis Toplantısı’nı Beyoğlu’nda bulunan Genel Merkez binasında gerçekleştirdi. Toplantının yapıldığı salona üzerinde tutuklu bulunan HDK Eşsözcüsü Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun fotoğrafının bulunduğu “Eş Sözcümüz Onur Hamzaoğlu’na özgürlük” pankartı asıldığı görüldü.
 
Kongre bileşeni çok sayıda oluşum ve bireyin katıldığı toplantı, divan seçiminin ardından HDK Eşsözcüsü Gülistan Kılıç Koçyiğit;’in açılış konuşmasıyla başladı.
 
Koçyiğit, konuşmasına “Öncelikle zindanda tutsak olan Eşsözcümüz Onur Hamzaoğlu ve İstanbul İl Eşsözcümüz Gülçin Aykul şahsında zindanda olan bütün mücadele arkadaşlarımızı saygı ve sevgiyle selamlıyoruz. Onlar belki fiziken burada değiller ama biliyoruz ki bugün aramızdalar ve bütün süreci de yakından takip ediyorlar” diyerek başladı.
 
Devamında dünyanın bugün altüst durumda olduğunu ifade eden Koçyiğit, bu durumun bölgeye yansımasının ise çok can yakıcı olduğunu söyledi. İngiltere’de Rus ajanın öldürülmesinden sonra yeni bir soğuk savaşa dönemine girildiğini belirten Koçyiğit, “Ülkelerin hegemonya krizlerini aşmak için dünyada daha fazla hegemonya kurmaya çalıştıklarını da açık ve net bir şekilde görüyoruz. Suriye’de gerçekleşen kimyasal silah kullanıldığı iddiası üzerine gerçekleşen ABD İngiltere ve Fransa’nın yaptığı bombalamanın kendisi bu hegemonya krizinin bir dışa vurumudur. Aynı zamanda tabi ki Rusya’ya sınırlarını çizme, İran’a dolaylı olarak haddini bildirme ve bölgedeki ülkeler açısından da 'Biz buradayız. Ayağınızı denk alın' mesajı olarak da okunabilir” dedi.
 
‘TÜRKİYE KENDİSİNİ BATAKLIĞIN İÇİNE SÜRÜKLEDİ’
 
Koçyiğit, Türkiye’nin ise ABD-Rusya çelişkini kullanarak Efrin’e yönelik yaptığı operasyon ve ondan önce de Cerablus ve Bab’a girmesinin kendisi açısından pragmatik adımlar olduğunu kaydetti. Koçyiğit, sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’nin bu çelişkileri iyi kullandığını söyleyebiliriz. Fakat tarih, diplomasi ya da alandaki savaşın kendisi öyle bir yere getirdi ki, bugün Türkiye aslında kendi kendisini çok büyük bir bataklığın içerisine de sürüklemiş oldu. Bunu son saldırıyla beraber Rusya, İran ve Suriye hattı saldırıları kınarken, Rusya’yla beraber hareket eden Türkiye’nin saldırıyı destekleyen açıklamaları ABD ve koalisyon ülkelerinin yanında yer alan açıklamasının kendisi, aslında nasıl bir krizin içerisinde olduğunu gösteriyor. Gelecek dönemde bu iki kamptan birini seçmek zorunda kalacağını ama hangisini seçerse seçsin diğer kampın uygulayacağı yaptırımların bu ülkeye ve emekçilerine çok ciddi faturaları olacak. Oysaki Suriye savaşı başladığında da bu ülkenin demokratları ve devrimcileri, Suriye savaşına ateş taşımak yerine Suriye halklarının eşitlik ve özgürlüğünü merkeze alan bir hamle yağmış olsaydı, bugün bölgede barış iklimi farklı olurken bu sıkışmışlık da olmayacağını, Afrin halkı da bugün sürgün ve kamplarda çok kötü koşullarda yaşam savaşı vermeyeceğini söylemişlerdi.”
 
Son zamanlarda güzellemeler yapılan ÖSO’nun Kuvay-ı Milliye ile eşitlenmesi çabasına değinen Koçyiğit, “ÖSO’nun Afrin’e girmesiyle görüntüleri bütün kamuoyuna yansıdı. Şu anda İdlib, Cerablus’ta ikamet eden çetelerin aynısı Afrin’e taşınmakta. Hem Guta hem de Duma’dan çıkartılan bütün çeteci örgütler Afrin’e getirilmekte ve bir çete yuvası haline dönüştürülmeye çalışılmakta. Afrine dönmeye çalışan Afrinliler de, ÖSO çeteleri eliyle engellenmekte ve önlerine set çekilmekte” diye konuştu.  
 
‘HER TÜRLÜ OLUMSUZLUKTAN CUMHURBAŞKANI SORUMLU’
 
Koçyğit, ardından 24 Haziran’da yapılacak baskın seçimlerin üzerinde durdu. Koçyiğit, seçimler için şu değerlendirmelerde bulundu: 
 
“AKP-MHP ittifakı bir ay daha fazla ülkeyi yönetecek bir pozisyonda değildir. Kurdukları bütün ittifak çatırdama üzerinedir. İttifakın temel mayasını oluşturan Kürt karşıtlığı propagandası da aslında sona gelmiştir. Kendisini savaşla donatan AKP-MHP’nin bu ülkeye vaat edebileceği bir gelecek yok. Ondan dolayı 24 Haziran’da erken seçim kararı aldılar. 
 
Seçimin bu kadar erken yapılıyor olmasından hepimizin kuşku duyması lazım. Kapalı kapılar arkasından neler konuşulduğunu ve nasıl bir hazırlık yapıldığını bilmiyoruz. En asgari usul kuralları bile çiğnenmiştir.  Seçim kararı alınmadan çıkartılan birçok yasal düzenleme seçim güvenliğine gölge düşürecek mahiyette. Eğer gerçek anlamda bu seçimden emin olsalardı. Kazanacaklarını bilselerdi OHAL’i kaldırır, bütün usul koşullarını yerine getirip, öyle bir seçim tarihi belirlerlerdi ki o zaman daha adil ve demokratik seçimden bahsedebilirdik. En asgari demokratik ilkenin olmadığı bir yerde eylemlerimiz engellenirken bu noktada gidip, bir propaganda çalışması yürütmek,  topluma ulaşmak ve toplumu örgütlemenin ne kadar zor olduğunu biliyoruz. 
 
Saray’ın ‘O partiyi sandığa gömün’ diye HDP’yi hedef göstermesi bile nasıl büyük bir tehdit olduğunun ve bu iki aylık süreçte yeni bir 7 Haziran’la 1 Kasım süreci arasında olup olmadığımızı da düşünmek zorundayız. Seçim takvimi ilan edildikten sonra olacak ve olabilecek her türlü olumsuzluktan bire bir Cumhurbaşkanının sorumlu olduğunu söylemeliyiz.
 
‘OHAL’E KARŞI DİRENEN SÖZCÜLERİMİZİ MECLİSE GÖNDERECEĞİZ’
 
Ülkede OHAL var ama Kürdistan da sıkıyönetim var. Birçok bölgede ‘Özel Güvenlik Bölgesi’ ilan edildiğini biliyoruz. Böyle bir iklimde siz Kürdistan’da sandıkları nasıl kuracaksınız. Sandık güvenliğini nasıl sağlayacaksınız, merkezlere taşıdığınız sandıklara halkın ulaşmasını nasıl sağlayacaksınız? 
 
Bu soruları bir yurttaş olarak daha yüksek sesle haykırmak ve bütün oyun ve senaryoları da şimdiden teşhir etmek zorundayız. Bu seçime asılacağız. Sadece seçimi gündeme almak yetersiz olur. Seçimden sonrayı merkeze alan bir demokratik programa ihtiyacımız var. Önümüzde 1 Mayıs var. Cengiz Holdingler, bu milletin anasına küfredenler bir de meclise gidecekler. HDK olarak OHAL’e karşı direnmiş bütün toplumsal alanlardaki sözcülerimizi meclise göndererek onların arkasında mücadele etmeyi bir görev olarak bilmek zorundayız.  
 
Bu yıl da Taksim Meydanını yasaklar. Kente karşı suç olan Maltepe meydanını önerdiler. Bütün bu yasakçı zihniyete karşı Newrozdan aldığımız güç ve moralle 1 Mayıs alanlarını doldurmak zorundayız.”
 
Koçyiğit’in konuşmasının noktalamasının ardından ise Sincan Cezaevi’nde bulunan HDK Eş Sözcüsü Onur Hamzaoğlu’nun gönderdiği mektup okundu. Hamzaoğlu’nun mektubunda şunları kaydetti: 
 
“Günaydın, Rojbaş, Sabah AI Khair, Pari Luys, Kalimera
 
Dünyayı anlama ve değiştirme iddiası olan yoldaşlarım, sevgili canlar ve değerli divan heyeti hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bir önceki toplantımızda söz verdiğim pek çok şeyi deneyimleyerek öğrenebildim. Öğrendiklerimin arasında artık uzun selamlamaları gönderebilmek de yer alıyor.
 
Burada her şeyin kuralı olduğu söyleniyor. Ancak kuralları okuyabileceğiniz herhangi bir metin de yok. Yaşayarak, deneyimleyerek öğrenebilme tek ‘seçenek’ olarak bırakılmış durumda. Hepinize ilginiz ve gönderdiğiniz selamlarınız için de teşekkür ederim. Tümünü aldım. Ben de bir kez daha hepinizi topluca selamlıyorum.
 
ZİNDANDA ÖZGÜRLÜĞÜ YAŞAMAYA ÇABA GÖSTERİYORUM
 
Hapishanede uyanılan her bir sabah, bir önceki günden bağımsız/kopuk yeni bir günün başlangıcı olarak kurgulanmış. İnsanı kendine yabancılaştırma, atomize etme riski taşıyor. Ben de 9 Şubat öncesindeki hemen tüm işlerime devam etmeye, yeni günde önceki günlerde başlamış olduklarımı sürdürmeye çalışıyorum. Böylece, duvarsız, demir parmaklıksız yerlerde özgür olmayı tercih etmeyenlere inat, zindanda da ‘özgürlüğü’ yaşamaya çaba gösteriyorum. Bununla birlikte, bu çalışmalarım için kaynak temin eden dostlarım oldukça yoruluyor. Kendilerine bir kez de sizlerin huzurunda ‘sağ olsunlar’ diyorum.
 
Havalandırmanın üzeri bile tellerle, demirlerle örtülü. Şairin dediği gibi, ‘gökyüzünü içime çekemiyorum’. Ancak, serçeleri ikna ettim, 20 Mart Dünya Serçeler Günü'nden beri, ben sabah yürüyüşümü yaparken onlar da tel örgüyü geçip içeriye giriyor ve karınlarını doyuruyor. Öyle ki, içeride yuva yapma faaliyetine bile başladılar. Özgür yaşama isteğime olan katkıları nedeniyle serçelere borçlandım.
Yürütme Kurulumuz başta olmak üzere, Ocak ayındaki sohbetlerimizde 11 Şubat, 8 Mart, 21 Mart ve 1 Mayıs tarihli etkinliklerimiz öncesinde, başarıyı engelleme hedefli, kitlesel gözaltı ve tutuklamalar olabileceği ile ilgili öngörülerimizi paylaşmıştık. Yanılmamışız. Tutuklu ve gözaltındaki arkadaşlarımızı da sizlerin huzurunda selamlıyorum. Ayrıca kendilerine de özel olarak ulaştırılabilirse mutlu olurum.
 
HER ZAMANKİNDEN DAHA FAZLA ISRARCI OLMALIYIZ
 
‘Yeniden Başlangıç’ hedefiyle hazırlanıp gerçekleştirdiğimiz ve hedefimize ulaştığımızı düşündüğüm, 8. Genel Kurulumuzda almış olduğumuz kararlarımızı sizler gibi önemsiyorum. Bu kararlarımızı sekizinci dönem 1. Genel Meclis toplantımızda planlamaya dönüştürmüş ve bir takvim oluşturabilmiştik. Genel olarak, merkezi faaliyetlerimizle kurumsallaşmayı, yerellerdeki faaliyetlerimizle de örgütlenmeyi hedeflemiştik. Planlamamızı hayata geçirebilmek ve hedeflerimize ulaşabilmemiz için, çok çok özel durumlar dışında kendi program ve takvimimizin önceliğini korumalı ve gerçekleştirmek için her zamankinden daha ısrarlı olmalıyız. Gelecek genel meclis toplantı tarihimizi bugünden belirleyip, yarından o güne kadar hangi işlerimizi yapacağımızın kararını bir defa daha, ayrıntılandırarak, almalıyız. Genel meclis toplantılarımız, Yüz Yüze müzakere ettiğimiz, ortaklaştığımız, Genel Kurul kararlarımızla oluşturduğumuz ana planlamaya uygun alt başlıklarımızı belirlediğimiz zenginlikte gerçekleşmeye devam edebilmeli. O nedenle, hem Yürütme kurulu hem de genel meclis toplantılarımıza tek tek katılımımız da katılımımızın sürekliliği de toplantılarımızdan görevler alarak ayrılmamız da önemli hale geliyor. Bu özelliğimizi geliştirerek devam ettireceğimizden kuşku duymuyorum.
 
‘KOLLEKTİF KARAR ALIRSAK BAŞARIYORUZ’
 
Tüzüğümüzdeki HDK'nin zihinlerimizde tazelenmesi ve ortaklaşarak zenginleşmemiz amacıyla bir grup arkadaşımız tarafından hazırlanmış olan ‘Birlikte Okuma’ başlıklı eğitim programımızın başarısını ve gelen talepleri öğrendikçe mutlu oluyor, gurur duyuyorum. Kararlı ve ısrarlı olduğumuz, heyecan duyduğumuz tüm çalışmalarımızda başarılı olduk. Bundan sonra da gelişerek devam edebilmesi hepimize bağlı. Kolektif olarak karar verirsek başarıyoruz.
 
‘KARARLI ADIMLARLA YÜRÜMELİYİZ’
 
Kapitalizmin içinde bulunduğu süreç, bunun Ortadoğu ve Türkiye’ye yansımalarıyla Türkiye’nin kendine özgün koşullarını doğurduğu, sorunların kalıcı çözümü için HDK’nin kuruluş gerekçeleri bu gün de anahtar olma özeliği taşıyor. Sorumluluğumuzun gereğini yapmamız için yarın çok geç olabilir. Akıl ve yüreğimizin yol göstericiliğinde kol kola, kararlı adımlarla yürüyebilmeliyiz. Hiçbirimiz diğerimizin kolundan çıkmadan geri kalmadan. 
 
‘EKONOMİK DÜZEN ÇÖZÜLÜYOR’
 
Kapitalizmin, 2007 yaz aylarında görünür hale gelen, merkez kapitalist ve emperyalist ülkelerde başlayan yapısal/birikim rejimi krizi günümüzde de devam ediyor. Yetmişli yıllardaki krizden farklı olarak bunu yönetemiyorlar ve bu kriz beraberinde büyük bir finansal krizi de yarattı. Öyle ki, Şubat 2018 verileri merkez kapitalist ülke ekonomilerinin uzun durgunluğunu aşamadığını, hatta yeniden zayıfladığını, bağımlı/çevre kapitalist ülkelerin borçlarının da kritik boyutlara ulaştığını gösteriyor. Özetle, kapitalizm, günümüzde kendi krizini yönetemediği bir aşamaya gelmiş kabul ediliyor. ABD hegemonyasında kurulmuş olan ekonomik düzen çözülüyor. ABD, 5.6 trilyon dolara ulaşmış dış borcu, 800 milyar dolarlık bütçe açığı ve 500 milyar doları aşan ithalat fazlasıyla (dış ticaret açığı ile) yaşamakta olduğu varlık krizini aşabilmenin yolunu ticaret savaşlarında görüyor. Mart ayında demir ve alüminyum ithalatına getirilen ek vergilerin ardından, AB ve Çin ile restleşmeler başladı bile. Bunun üzerine IMF Başkanı C. Lagarde, ‘Makroekonomik etki, sadece ABD için değil, ABD'nin atacağı adımlara karşlık verecek herkes için ciddi olur. Bir ticaret savaşı herkes için kaybet-kaybet durumu ortaya çıkaracak. Herkes kaybedecek.’ Açıklamasını yapmak zorunda kaldı. Bu ülkeler, krizden daha az etkilenebilmek amacıyla; istihdamı korumak için işsizliğin öteki ülkelere kaydırılmasına ve ekonomiyi canlı tutabilmek için de silahlanmayı hızlandırmaya çaba gösteriyorlar. Yaşananlar ışığında, kapitalizmde, ticaret savaşlarına yol açan dinamiklerle, sıcak savaşlara yol açan dinamiklerin önemli ölçüde örtüştüğünü söyleyebiliriz.
 
RUSYA VE ABD AFRİN’E GÖZ YUMDU
 
Yedi yılı aşan Suriye iç savaşında çatışmanın olmadığı, halkların kendi kendini yönettiği Afrin'de yaşananlara Rusya ve ABD göz yumdu. Bu durumda bile Ortadoğu'nun kapitalizmin krizi, savaş yoluyla aşacağı bir coğrafya olarak öne çıktığının işareti diye görüldüğünde Suriye halklarının birbirleriyle işbirliği için temasının sağlanması amacıyla özel ve yoğun çaba gösterilmesini zorunlu kılıyor. Bu görev, dünyadaki tüm barış yanlılarına düşüyor.
 
HER YERDE ŞİDDET YÜKSELTİLİYOR
 
Bu gelişmelere bağlı olarak dünyanın hemen her yerinde şiddet yükseliyor. Kapitalizm, yönetebilmek adına görünür tuttuğu uygarlık yüzü olan insan haklarından bile vazgeçmek zorunda kaldı. Her ne kadar, bizler, mahkemelerde hala gerekçelendirerek kullanmaya devam ediyor olsak da Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi, 69. yılında onun yazılmasının önünü açan gerçek sahipleri tarafından ‘yok hükmünde’ kabul ediliyor. Uygulanmıyor.
 
Böyle bir dönemde dünya genelinde yabancı düşmanlığı, ırkçılık, milliyetçilik, dincilik işçi sınıfının öfkesini yöneltilmesinin araçlarına dönüştürüldü. Örneğin Avrupa ülkelerinde bile merkez partiler zayıflıyor, göçmen düşmanlığı ve neoliberalizm karşıtlığı üzerinde aşırı sağcı partiler popülerleşiyor, oy oranları dikkate değer ölçülerde artıyor. Son 10-15 yıl içinde Finlandiya'da yüzde 
 
1'den, yüzde 9'a, Fransa'da yüzde 4'den yüzde 21 'e, İsveç'te binde 34'den binde 129'a, İngiltere'de yüzde 2'den yüzde 13'e ve İtalya'da yüzde 4’ten yüzde 27'e yükseldi. Bu tablo toplum ‘kutuplaştırılarak’ sağlanabiliyor.
 
‘TOPLUM KUTUPLAŞTIRILDI ÇATIŞMA DERİNLEŞTİRİLDİ’
 
Türkiye'de de son 7-8 yıldır toplum kutuplaştırıldı ve çatışma derinleştirildi. Bu sorunu çözmeden başka şeylere adım atabilmemiz oldukça güç görünüyor. O nedenle, toplumu uzlaştıracak, ortaklaştırabilecek en üst amacın ne(ler) olabileceğinin belirlenmesine ve ortaya çıkarılmasına gereksinimimiz var. HDK'nin logosuna da yansıyan her türden zenginliğin bize böyle bir sorumluluğu ve gücü verdiğini, bu sorunun çözümü için aday olmamızı gerektiren birçok olumlu özelliği içimizde barındırdığımızı düşünüyorum. Bu konuyu çalışmak, yakın dönemdeki öncelikli işlerimizden bir tanesi olarak belirlenip, planlanabilir. Özellikle sosyal psikoloji ve toplumsal psikiyatri alanları olmak üzere akademisyenler, halkların ve inanç gruplarının temsilcileri, LGBTI bireyler, kadınlar, gençler, işçi ve emekçiler, esnaf, işsizler, siyasetçiler vb. bir araya getirilip, ısrarla devam ettirilen çalışma toplantıları düzenleyebiliriz. Her türlü zorluğuna karşın başarabilmemizin toplumsal kazancının büyüklüğünü önemsiyorum. Bu konuyu çalışmayı değerli buluyorum.
 
‘DIŞ BORÇ 450 MİLYAR DOLARI AŞTI’
 
Türkiye, kapitalist ekonominin küreselleşmesi döneminde gerçekleştirilen ve iki binli yıllarla birlikte daha da netleşen bir biçimde; taşeronlaştırılmış, yüksek enerji kullanımı ve doğayı, insan sağlığını tahrip eden emisyonu yüksek bir sanayi yapılanmasının yanı sıra, ucuz iş gücü deposu rolü ile birlikte dış borçlanmaya ve ithalata dayalı bir büyüme (gelişme değil) sürecini yaşadı. Dış borcu, bu yılın başında milli gelirin yarısından da fazlaya ulaştı, 450 milyar doları aştı. Bu borcun 235 milyar dolarının 2018 yılı içinde ödenmesi gerekiyor. Gelir dağılımının yıllar içinde bozulup, yoksulun daha yoksul, zenginin daha zengin olması bir yana, kişi başına düşen milli gelir 2017 yılında, 2013 yılına göre Yüzde 17 oranında azalarak, 12 bin 480 dolardan, 10 bin 597 dolara düştü. Nisan ayının ilk 10 gününde Türk lirası yüzde 5'den daha fazla devalüe oldu, değer kaybetti. Neredeyse tek üretim alanının inşaat sektörü olduğu, yabancı sermaye girişine yüzde yüz bağımlı hale getirilen bir ekonomi ortaya çıkartıldı. Bir yandan yandaşlara kent rantı yaratmak amacıyla, son bir ay içinde 14 şeker fabrikasının büyük bölümü kapatılmak üzere satılıp-özelleştirilirken, halk kanser yapıcı etkisi bilinen nişasta bazlı şeker içerikli gıdaları tüketmeye mahkûm ediliyor. Öte yandan taşeron işçilere yönelik aldatmaca görünür hale geldi. İşçilerin alacakları patronlara peşkeş çekildi, hakları da işleri de ellerinden alındı. Tüm bunları yaşayan işçilerin, emekçilerin, küçük esnafın, köylünün, işsizin tepkisini yönlendirebilmek için kutuplaştırma ve çatışma ortamının varlığı, dünyadaki diğer benzerleri gibi büyük önem kazanıyor. Resmi açıklamalara göre Emniyet Genel Müdürlüğü envanterinde bulunan 107 binden fazla silahın kayıp olması, iç işleri Bakanlığı'nın sivillerin yıllık mermi satın alma haklarını 5 kat artırarak 200'den 1000'e çıkarması ve Bursa'da muhtarlara silah talimi yaptırılması haberleri ile 500 bine yakın sayıda kişinin adli kontrolünün bulunması kaygılarımızı daha da artırıyor.
 
SONUÇ AKP-MHP İTTİFAKINI KORKUTTU
 
OHAL'in varlığında, hukuksuz ve antidemokratik koşullarda gayrimeşru olarak gerçekleştirilmesine karşın, 16 Nisan 2017 referandumunda ortaya çıkan sonuç; AKP-MHP ittifakını korkuttu. Otuz iki büyük şehirden, aralarında İstanbul, Ankara, Adana ve Antalya'nın da bulunduğu 18'inde kaybedip, 12'sinde de bir önceki seçime göre gerilediler. Birisi hükümet olamayacak, diğeri de meclise giremeyecek olmanın korkusuyla kutuplaşma ve çatışmayı her geçen gün daha da yükseltip, korku ortamının yaratıldığı bugünlere gelindi. Zaten güvenilirliği ve demokratikliği her dönem için tartışmalı olan seçim sistemi, Mart 2018'den yeniden düzenlenerek, tümüyle iktidarın çıkarına uygun hale getirildi. Korktuklarını görelim ve ona göre tutum alalım. Çünkü korkan insan korkutur. Bu ittifak ve iktidar son yılların en zayıf dönemini yaşıyor.
 
HDK KIVILCIM OLABİLİR
 
Bu koşullar altında, 2’inci Enternasyonal'in 1891 yılında yapılan 2’nci Kongresi'nde İşçi Sınıfının Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü olarak, her yıl kutlanmasını kararlaştırdığı 1 Mayıs'a çok kısa bir süre kaldı. Hazırlıkların ülke genelinde büyük bir coşku ve enerji ile sürmekte olduğu, işçi ve emekçilerin yanı sıra, iktidardan muzdarip neredeyse birçok kesimin de kendiliğinden katılabileceği bir gün olacak 1 Mayıs 2018. Buna karşın, bizlerin 2 Mayıs 2018'i daha fazla önemsememiz ve 1 Mayıs'ta ortak kürsüyü paylaşacak olanların, ertesi günden itibaren de birlikte mücadeleyi örgütleyip, büyütecek adımlar alabilmesini sağlamamız gerekiyor. HDK, bunun katalizörü, kıvılcımı olabilir.
 
Yoldaşlarım. Sevgili canlar. AKP-MHP ittifakı hala ‘demokrasinin tümüyle askıya alınmadığı görüntüsüne’  kendi meşruiyeti için gereksinim duyuyor. Vazgeçebilmiş değil. Aksine, muhalefeti hedef tahtasına oturtabileceği bir blok haline getirme, buna zorlama çabası içinde olduklarını izlemekteyiz. OHAL koşullarına rağmen, kaybettikleri halk desteği ve oylar, ‘alternatifsiz oldukları imajını’ geliştirmesini ve kabul edilmesini sağlamasını gerekli kılıyor. Bunun için de en büyük argümanı olan ‘muhalefetin beceriksiz ve yetersiz’ olduğunu topluma kabul ettirebilmek için çok büyük çaba harcıyor. 
 
İşte, yukarıda bahsettiğim 2 Mayıs 2018 hedefi bu süreç için önem taşıyor. Gezi-Haziran isyanında, 7 Haziran 2015 seçiminde ve 16 Nisan referandumunda olduğu gibi, herkesin kendi kimliğiyle, ortaklaşılmış hedef için çalışmasının, mücadele etmesinin hayata geçirilmesini sağlayabilmeliyiz. 
 
Seçimlerin temel hükümleri ve seçmen kütükleri hakkındaki yasayı okuduğumuzda ilk gördüğüm, referandumda 'usulsüzlük’ olarak tanımlanan her bir başlığın kural haline getirilmiş olması. Ancak, ikinci gördüğüm ise bu yasanın sahiplerindeki korku, kaybetme korkusu. Onun içindir ki bütün bunlar yaşanıyor. Yasanın sahiplerinin bu korku halini herkesin görmesini sağlamalıyız. Bunun için de ilk adımımız, yasanın kamuoyunda paylaşımıyla birlikte, özellikle muhalefet seçmeninde yaratmak istedikleri; ‘madem seçim güvenliği kalktı, hileyle her şey eskisi gibi devam edecek. Sandığa gitmeme, oy kullanmama gerek yok' düşüncesinin oluşmasını ve yaygınlaşmasını engellemek olmalıdır. Muhalefet, yeni düzenlemeye göre, seçimin her bir aşaması için alınması gereken önlemlerin neler olduğunu ortaya koyabilmeli ve bunu eş zamanlı olarak kamuoyu ile paylaşabilmeli, seçmeni de bu sürece katabilmelidir. Referandumdaki hatalarımızın giderileceği, eksiklerimizin tamamlanacağı, doğru yaptıklarımızın geliştirileceği umudunu zaman kaybetmeden, bugünlerden itibaren paylaşabilmeliyiz. Kendi emeğimizle. Kendi irademizle, tüm muhalefet kolektif olarak çalıştığında, yasanın sahiplerinin sandıktan çıkamayacağı, bizlerdeki korku ve kaygının umutsuzluğa ve atalete dönüşmemesini sağlayarak ilerlemeliyiz. Seçimlerle ilgili başka tercihlerin başarısının bunun yanında çok daha zor olduğunu görmeliyiz.
 
Seçim güvenliğinin sağlanabileceği düşüncesini kamuoyunda geliştirdikten sonradır ki ilkeler, ortak yönetime aday olma vb. başlıklar gündemdeki yerine oturtulmalıdır. Unutmayalım, bizden korkmasalar bu kadar şaibeli bir yasayı çıkartmazlardı. Onlara korktuklarım yaşamalarına bu yasanın bile engel olamayacağım yaşatmak ellerimizde. Bu fırsatı kaçırmamalıyız, Bunlarla birlikte, iki aşamalı seçim sisteminin uygulandığı ülkelerdeki seçmen davranışının nasıl gerçekleştiğini, özellikte sosyokültürel olarak bize benzer ülkelerdeki tutumları analiz etmeyi, bilimsel bilgi sahibi olmayı da ihmal etmemeliyiz.
 
Ülkemizde, Ortadoğu'da ve dünyada özgür ve eşitlikçi bir toplumsal yaşantı kurana değin mücadelemiz sürecek. Bunun için gerekli umuda, dolayısıyla kararlılığa sahibiz. Son gülen ‘biz’ olacağız.
 
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygı ve sevgi selamlıyor, tek tek kucaklıyorum. Ne güzel ki sizlerle bitlikte yürüyorum.  Karl Marks'ın 200’üncü yaş tüm emekçilere, ezilenlere kutlu olsun. "