İstanbul seçimlerin kaderini belirleyecek: 31 Mart’ta salladık, 14 Mayıs’ta yıkacağız

İSTANBUL - HDK Eş Sözcüsü ve Yeşil Sol Parti Milletvekili adayı Cengiz Çiçek, İstanbul’da seçim sonuçlarının Türkiye ve Kurdistan’ın kaderini belirleyeceğini belirterek, “31 Mart’ta salladık, tökezlettik, 14 Mayıs’ta yıkacağız” dedi. 
 
Demokratik Cumhuriyet’in inşası ve Üçüncü Yol stratejisiyle seçim sahasına inen Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti), yaklaşık 10 milyon seçmeni olan İstanbul’da 2 milyon oy almayı hedefliyor. Yeşil Sol Parti, 2018 seçimlerinde bir milyon 195 bin olan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) seçim başarısını ikiye katlamak için 3 bölgede, 39 ilçede hummalı çalışmalar yürütüyor.
 
Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü ve Yeşil Sol Parti İstanbul 2. Bölge adayı Cengiz Çiçek, Avrupa’dan Anadolu’ya seçmenle buluşarak, ikinci yüzyılda Türkiye’nin demokratikleşmesi için Yeşil Sol Parti’nin başarısının önemini anlatıyor.
 
Dersim’de 1978 yılında dünyaya gelen Çiçek, ailesiyle birlikte 1985 yılında göç etmek zorunda kaldı. İlkokul, ortaokul ve lise dönemini emekçi bir çocuk olarak geçiren Çiçek, erken yaşlarda sınıf çelişkisiyle Türkiye’nin en batısındaki kentlerden biriyle tanıştı. Politik bilinci de bu yılların etkisiyle güçlenen Çiçek, hem çalışıp hem okuyan bir öğrenci olarak 1997 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandı. 
 
Üniversitede 1998 yılında içinde doğduğu Kürt halk sorunuyla tanışan Çiçek, sosyalist mücadeleye atıldı. Siyasi hayatının da başlangıcı olan bu yıllarda Çiçek, ilk olarak Halkın Demokratik Partisi (HADEP) Gençlik Kolları’nda mücadele etmeye başladı. Mezun olduktan sonra Kürtlerin özgürlük mücadelesini yürütenleri avukat olarak gönüllü olarak savunan Çiçek, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlığını yaptı, bu süreçte tutuklanarak 3 yıl cezaevinde kaldı. 
 
Tahliye olması sonrası Çiçek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul İl Eş Başkanlığı görevini üstlendi, daha sonra partinin Merkez Yürütme Kurulu’nda yer aldı. Çiçek, 1998 yılında başlayan siyasi mücadelesini, HDK Eş Sözcülüğü olarak sürdürüyor. Evli olan Çiçek’in, Eva ve Çiyager isimli çocuğu bulunuyor. 
 
14 Mayıs seçimlerinde Yeşil Sol Parti 2. Bölge milletvekili adayı olan Çiçek ile, seçimleri, ittifakların önemini, İstanbul’un seçimlere etkilerini konuştuk.
 
AKP’nin “Çöktürme Planı” ile başlattığı son 7 yıllık süreçte, HDP siyaset sahnesinden yok edilmek istendi. Nitekim kapatma davası sürüyor. “Halkımızı alternatifsiz bırakmayacağız” dediniz ve Yeşil Sol Parti ile yola devam ediyorsunuz. Seçimlere gelmeden, bu seçeneğin Kürt halkı ve Türkiye halklarının geleceği açısından önemi nedir?  
 
Öncelikle AKP-MHP iktidarını doğru tanımlamak gerekiyor, son yıllarda Kurdistan ve Türkiye halkları üzerinde baskı politikalarını, faşizan politikalarını, diktatörlüğü fazlasıyla büyüttü. Toplumu nefes alamaz bir durumda tuttu ama biz AKP-MHP iktidarını özel olarak Türkiye ulus devletinin yüz yıllık tarihsel sürecinde özel bir yere konumlandırıyoruz. Aslında bu cumhuriyet kurulurken, bu devlet inşa edilirken, bütün farklı kimlikleri, bütün ötekilerin inkarı üzerine kuruldu. Ve aslında bu inkarcı, tekçi sistemin homojen ulus hedefiyle kendisini var etmeye çalışan, varlık gerekçesini ve homojen ulus inşasında bulan, sermaye odaklı egemenlik alanından doğru politika üretmeye çalışan, bu yüz yıllık kötülük, sermaye düzenine AKP yeni bir halka ekledi. AKP bu yeni halkayı eklerken hem kendi iktidarını ayakta tutmaya çalıştı hem de bu tekçi sistem içerisindeki bürokratik ilişkilerde, sivil ve askeri bürokraside kendi iktidar alanını büyütmeye çalıştı. Yüz yıllık tekçi cumhuriyette, devlet içerisinde kendi rızasını da üretmeye çalıştı.
 
 Bu tekçi sistemi var etmiş olan AKP-MHP iktidarından güncel olarak hesap sormak ve bu devletçi politikalar karşısında, egemenlikçi politikalar karşısında, halkların gerçek demokratik ve özgürlük seçeneğini sunmak.
 
AKP şunun çok iyi farkında: Kürtleri ne kadar baskılarsa, Kürt siyasetini, Kürt halkının özgürlük mücadelesini, statü mücadelesini ne kadar tasfiye edersen, devlet içerisinde de çok ciddi bir alan açılacak. Biz AKP-MHP iktidarlı yılları böyle özetliyoruz. Bunun karşısında Emek ve Özgürlük İttifakı ve bugün Yeşil Sol Parti adıyla yürüttüğümüz sürecin iki temel bir parametresi var. Bir yüzyıllık tekçi sistemden hesap sormak ve bu homojen inşasına dayalı farklı kimlikleri, halkları, inançları, kadınları, gençleri tamamen ötekileştirmeye odaklı, sistemin dışına atmaya odalı bu sermaye öncelikli düzenden tarihsel bir hesap sormak istiyoruz. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tarihsel kuruluş amaçlarından, hedeflerinden biri de yüz yıllık bu tekçi sistemden hesap sormak. İkincisi bu tekçi sistemin içerisinde kendisini daha fazla büyütmüş, üretmiş, daha fazla halklar aleyhine tehdit unsuru oluşturmuş AKP-MHP iktidarından güncel olarak hesap sormak, güncel olarak ikili bir hesap sormak. Yüz yıllık sistemden, tarihten hesap sormak zorundayız. İkincisi bu tekçi sistemi var etmiş olan AKP-MHP iktidarından güncel olarak hesap sormak ve bu devletçi politikalar karşısında, egemenlikçi politikalar karşısında, halkların gerçek demokratik ve özgürlük seçeneğini sunmak. 
 
Kürt sorunu başta olmak üzere ülkenin ciddi sorunları var, çok krizler derinleşiyor. İktidarı toplumda, siyasette, her alanda bir kutuplaştırma da yarattı. İttifakların bu noktada önemi, amaçları neler? Demokratikleşme iddianız var, buna nasıl bir katkı sunar? 
 
Bu sistem kendisini ayrılıklar üzerinden, parçalanmalar üzerinden, karşıtlıklar üzerinden var eden bir sistem. Klasik böl, parçala, yönet politikası bugün Türkiye’de son derece iktidar odakları tarafından bir politik argüman, bir politik hedef olarak, bir siyasi hedef olarak orta yerde durmakta. Emek ve  Özgürlük İttifakı, yine Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’nın temel amaçlarından biri şu; bir sistemin ve devletçi politikaların topluma dönük, politik çevrelere dönük, toplumsal kimliklere dönük, ayrıştırıcı, parçalayıcı ve güçten düşürücü, güçten düşürdükçe köleleştirici baskı altında tutulan bu sistemin, aslında bizim bir şekilde birlik fikriyatıyla hareket etmemiz gerekiyor.
 
İkincisi ise daha özel bir şey var: Kürt sorunu yüz yıllık cumhuriyetin temel sorunlarından biri, en köklü sorunlarından biri. Eğer Cumhuriyetin demokratikleştirilmemesi gerçekliğinden bahsediyorsak ve demokratik bir sistemden uzaklaşmaktan bahsediyorsak, demokratik bir düzenden sapmaktan bahsediyorsak; Kürt sorunu bu anlamda çok önemli bir odak haline geldi. Kürt sorunu sadece Kürtlerin sorunu değil, aynı zamanda Türkiye’deki emekçilerin, kadınların, yoksulların, köylülerin sorunu, gençlerin sorunu. Çünkü Kürt sorunundaki çözümsüzlük, aynı zamanda Türkiye halklarına, Türkiye emekçilerine yoksulluk olarak, zulüm olarak, baskı olarak geri dönmekte. Savaş içerisinde kendisini var eden iktidar karşısında Türkiye emekçilerinin, Türkiye halklarının da Kürdistan halklarının yanında olması gerekiyor. 
 
Özellikle Emek ve Özgürlük İttifakı, yine Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’nın oluşturulmasındaki temel amaç o. Kürt sorunu gibi kadim, köklü sorunları ve bu Cumhuriyet’in demokratikleşmesini engelleyen temel sorunları birlik fikriyatı etrafında çözmek. Birlik fikriyatı nedir diye sorarsanız cevabımız şudur; içe dönük bir ev ödevidir, sadece iktidar odaklarına dönük, devlete devletçi odaklara dönük, dışa dönük bir mücadele değil. Aynı zamanda birleştikçe, çoğaldıkça, birlik fikriyatı etrafında toplumsal mücadelemizi örgütledikçe daha fazla başarıya ulaşacağımızı biliyoruz. 
 
Bu maya tutar mı? 
 
 Birlik ve ittifak siyaseti büyüdükçe, toplumsallaştıkça, toplumsal kabul gördükçe, ciddi bir demokrasi ve özgürlük mücadelesini kendisini daha fazla büyütecek.
 
Yaşadığımız 10-11 yıllık deneyim bu başarının ispatlandığı dönemler oldu. Bugün itibariyle üzerimizde yargı ve siyasal kumpasların bu kadar çok yükselmesinin temeli de aslında özetle o. Maya tuttu, bu birlik fikriyatı, çoklu mücadele, ittifak siyaseti, toplumsal mücadele tuttu, büyüyor ve halklar karşısında, ezilen kimlikler karşısında bir seçenek oldu. Ezilenler için bir demokrasi ve özgürlük seçeneği sundu. Buradan hareketle baktığımızda, yeni dönemde seçimler başta olmak üzere ikinci yüz yıla giderken, bu birlik fikriyatını yaşamın her alanına daha fazla yaymak, emekçilerin ittifakı haline getirmek, kadınların ittifak haline getirmek, gençlerin ittifak haline getirmek, ekolojik mücadele yönetenlerin, doğa savunucuların ittifakı haline getirmek, halkların, inançların ittifakı haline getirmek zorundayız. En temel ikinci yüz yıl hedefimiz şu; içerde birlik oldukça, ittifak oldukça, bu ittifakı toplumsal kimlikler, sınıflar, kadınlar, gençler ittifakı haline getirdikçe hem yaşamlarımızı demokratikleştireceğiz içe dönük hem de bu demokratik kültür dışa dönük çok ciddi bir güven oluşturacak, demokrasi ve özgürlük seçeneği haline gelecek. 
 
Aslında korkulan bu, bizler açısından seçimlerin önemi de o, aynı zamanda ikinci yüz yıla giderken temel hedeflerimizden biri de bu. Birlik ve ittifak siyaseti büyüdükçe, toplumsallaştıkça, toplumsal kabul gördükçe, ciddi bir demokrasi ve özgürlük mücadelesini kendisini daha fazla büyütecek. Aslında bu yüzyıllık tekçi sisteme tarihsel bir müdahale olacak. Bugün itibariyle özellikle seçimler babında yürüttüğümüz mücadelenin en temel kıymeti, en büyük anlamı şu; biz bu tarihsel sapmaya, toplumsal hakikati inkar eden, kimlikleri, farklılıkları inkar eden sermaye öncelikli düzene bir tarihsel müdahalede bulunuyoruz. Sapma rejimi olarak değerlendirdiğimiz AKP-MHP iktidarına tarihsel bir müdahalede bulunuyoruz ve hayatlarımız kendi elimizle, geleceğimizi kendi ellerimize almak istiyoruz. 
 
Bu ittifakın, birlik ruhunun parlamentodaki temsiliyeti de önemsiyorsunuz. Burada sağlanacak çoğunluğun toplum açısından getirisi ne olur?
 
İkinci Meclis’ten bugüne parlamentodaki temsiliyet dağılımlarına baktığımızda, sistemin oluşturmaya çalıştığı parlamenter zemin daha çok halkların, ezilenlerin, kadınların, gençlerin temsiliyetinden ziyade değildi. Tam tersi devletin çıkarlarını önceleyen, ulusal ve ulusal çıkarlarını önceleyen, toplum dışı, topluma düşman, topluma yabancılaşmış, doğaya düşman, kadına düşman, gençliğe düşman, Kürt’e düşman, Alevi’ye düşman, emekçiye düşman bir parlamento gerçekliğinden bahsediyoruz. Halkların Demokratik Partisi ve sonrasında örmeye çalıştığımız Yeşil Sol Parti’nin temsilcilerinin parlamentoya girmesinin kendisi, halkın, emekçilerin, ezilenlerin kendisinin parlamentoya dahil olmasıdır. Başta yasama faaliyetleri olmak üzere halkların, sokaktaki insanın doğrudan temsilcileri eliyle bu sürece mücadele etmesi demektir. Parlamentonun daha fazla halka yakın durması, toplumsal sorunlara yakın durması ve bu yönüyle de kendi geleceğini parlamentoya ifade edecek, temsilini bulacak bir süreci örgütlemeye çalışıyoruz.
 
Seçim meydanları hareketli, sizin cephenizden en büyük başarıyı yakaladığınızın 7 Haziran hatırlatması yapılıyor. Siz de sahadasınız, seçmenle buluşuyorsunuz, nasıl bir hava esiyor?
 
 7 Haziran sürecine benzer bir sürecin, toplumsal öfkenin birikmesinin, toplumsal isyanının büyümesinin en temel nedeni de AKP’nin bu politikalarıdır. Artık toplum başka bir yol arıyor.
 
7 Haziran sürecinin coşkusunun, gerçekten büyüsünün en temel faktörlerinden biri şuydu; Kürt sorununda bir normalleşme süreciydi. Sonuçlarından bağımsız düşünüyoruz. Kürt sorunun daha toplumsal zeminde, sadece belli siyasal elitler içerisinde değil, toplum içerisinde ve halk içerisinde daha fazla anlaşıldığı, daha fazla normalleştiği, daha fazla hoşgörünün hakim kılındığı bir dönemde 7 Haziran sürecini yaşadık ve bu siyasal iklimin yumuşaması, toplumsal diyaloğun, siyasal diyaloğun çıtasının yükselmesi, aynı zamanda 7 Haziran havasını yaratan temel etkenlerden biriydi. Bugün tersi bir şey yaşıyoruz. Tersi olan durum nedir bugün? Özellikle 7 Haziran’dan sonra AKP-MHP faşizminin halklar üzerinde, toplumsal muhalefet üzerinde, Kürtler üzerinde, Aleviler üzerinde, kadınlar üzerinde çok ciddi baskı süreci yaşıyoruz. Gerçekten kuşatma süreci yaşıyoruz, tasfiye süreci yaşıyoruz, siyasal soykırım süreci yaşıyoruz. Daha dün Kobanê kumpas davasında arkadaşlarımıza ağırlaştırılmış ağırlaştırılmış müebbet cezası istendi. Siyasal soykırım dediğimiz bu. Bu arkadaşlarımızın hepsi 7 Haziran’da çok ciddi rol alan arkadaşlarımız, çok ciddi görevler üstlenen arkadaşlarımız. 
 
AKP-MHP iktidarı bugün 7 Haziran’dan bu yönüyle intikam almak istiyor ve bir 7 Haziran’ın tekrardan gerçekleşmesini istemiyor. O toplumsal buluşmanın, o toplumsal büyünün, özgürlük ve demokrasi iddiasının toplumsallaşma düzeyinden artık korkuyor. Ama bugün 7 Haziran’a benzer bir süreç var evet, bu süreci en fazla tetikleyen temel faktörlerden biri de şu; başta HDP olmak üzere, Kürt siyaseti olmak üzere, sosyalist hareketler olmak üzere AKP-MHP iktidarının toplumsal muhalefet diye tanımladığımız güçler üzerindeki temel baskısı, aynı zamanda topluma dönük, kadına dönük, gençliğe dönük, emekçiye dönük, Alevilere dönük, doğaya dönük bu baskı ve zulüm düzenini, talan düzenini, soygun düzenini artık halklar kabul etmiyor. Bugün iktidar ve toplum arasındaki çelişkiler daha fazla derinleşiyor, yoksulluk insanları teslim almaya çalışıyor, açlık sınırında insanlar yaşıyor, insanlar bu tablo karşısında bir yol arıyor, var olup olmamakla karşı karşıya. 
 
Bugün 7 Haziran sürecine benzer toplumsal dinamiği yaratan da AKP’nin bu ekonomi politikalarıdır, kültür politikalarıdır, kadın politikalarıdır, gençlik politikalarıdır, sermaye öncelikli politikalardır. Özellikle 7 Haziran sürecine benzer bir sürecin, toplumsal öfkenin birikmesinin, toplumsal isyanının büyümesinin en temel nedeni de AKP’nin bu politikalarıdır. Artık toplum başka bir yol arıyor, halk başka bir yol arıyor. İnsanlar artık şunun çok iyi farkında; ekmek davası özgürlük davasıyla iç içe girmiştir. Kürtlerin statü mücadelesi, kadınların özgürlük mücadelesiyle iç içe girmiştir. Başka yolumuz yok! Çekilebildiğimiz kadar çekildik ama bundan sonra özellikle 14 Mayıs seçimleri süreciyle birlikte toplumun hamle yapma dönemidir, bu gidişata bir dur deme dönemidir ve bugün sahada bütün gözlemlerimiz, toplum artık AKP-MHP iktidarından kurtulmak istiyor.
 
14 Mayıs’ta bu başarının sağlanacağından umutlu musunuz? 
 
Artık tek başına kurtulamayacağız. Ya hep beraber ya hiçbirimiz. 14 Mayıs’ın bizler için en temel önemi o. Ya faşizmin karanlığına teslim olacağız ya tek adam diktatörlüğüne teslim olacağız ya da tek adam diktatörlüğünü yıkacağız ve yeni bir ülke inşa edeceğiz. Alın terimizle, ferasetimizle, biriktirdiklerimizle yeni bir ülke inşa etmek zorundayız. Adil, yaşanabilir bir düzen, refah içinde bir düzen, herkesin herkesi tanıdığı, hoşgörüyle yaklaştığı, bir hoşgörü düzeni, bir diyalog düzeni, kendini yeniden tanıma düzeni yaratmak zorundayız. Bu iktidar bizi birbirimize yabancılaştırmak istiyor. Gerçekten ‘en büyük bölücü kim?’ diye soracak olursanız, bu iktidarın politikalarının kendisidir. Toplumu ayrıştırıyor, toplumu suni gündemler ortamında kamplaştırmaya çalışıyor. Toplum bugün işte boğazdayız, savaş gemisi toplumun umurunda değil, marketteki alım gücü toplumun, insanların umurunda. 
 
İstanbul seçimlerine gelecek olursak, Türkiye’nin tamamını etkileyen bir kent. Deyim yerindeyse seçimlerin kaderini belirliyor. Siz de bu kentten adaysınız, nasıl bir sonuç bekliyorsunuz? 
 
 İstanbul’da elde edeceğimiz seçim sonuçları, Türkiye’nin her yerini fazlasıyla etkileyecek. Bu bir matematik hesabı değil, aynı zamanda bir siyasal hesap, bir toplumsal hesap, emek ve özgürlük hesabı.
 
İstanbul hem yerel seçimlerde hem genel seçimlerde ülkenin, Kurdistan’ın kaderini belirleyen en önemli merkez, en önemli kent. İstanbul dediğinizde, İstanbul bir Kürt şehri, bir Alevi şehri, İstanbul’da Karadenizliler çok, İstanbul bölge olarak bir Karadeniz, bir İç Anadolu bölgesi, İstanbul Ege bölgesi, İstanbul Akdeniz bölgesi, İstanbul bir bütün olarak Türkiye ve Kurdistan’ın kendisi, İstanbul emekçi kenti, İstanbul kadın kenti, İstanbul gençlik kenti, İstanbul üretim kenti. Buradan baktığımızda İstanbul’da elde edeceğimiz seçim sonuçları, Türkiye’nin her yerini fazlasıyla etkileyecek. Bu bir matematik hesabı değil, aynı zamanda bir siyasal hesap, bir toplumsal hesap, emek ve özgürlük hesabı. Buradan baktığımızda İstanbul’daki seçimler, AKP-MHP iktidarından kurtulma adına çok önemli, çok kıymetli ve çok hayati. İstanbul’da bir oyumuz boşa gitmemeli, Emek ve Özgürlük İttifakı ve onun çatısı altında seçime giren Yeşil Sol Parti’ye bütün emekçilerin, bütün kadınların, bütün kimliklerin, bütün inançların oy vermesi gerekiyor. Çünkü gerçek kurtuluş programı, gerçek demokrasi programı, gerçek eşitlik programı, adalet programı bizde var. Toplumun çıkarlarını bu program kolluyor, o yüzden Yeşil Sol Parti’ye verilen her oy, AKP-MHP iktidarından koparılmış birer milletvekili olacak. 
 
Toplumu gerçekten temsil etme kaygısı olan, toplumla birlikte siyaset kurmak isteyen, halkla birlikte özgürleştirmek isteyen insanlar daha fazla parlamentoya girecek. İstanbul bu anlamda önemli. Bizim seçim sloganlarımızdan biri de o. Artı bir oya bile artık tahammülümüz yok. Yeşil Sol Parti’de oyların buluşması, büyümesi, birikmesi aynı zamanda halkın, emekçinin, kimliklerin, inançların kendisini daha fazla parlamento da temsil etmesi demek. Kimse şu rehavete kapılmasın; bunlar nasıl olsa gitti gidiyor değil, daha söyleyecek sözümüz var, yürüyecek yollarımız var. Özellikle 14 Mayıs’a giderken ‘bunlar zaten gidiyor’ rehavetine kapılmayacağız. Bunların gidişini kesinleştirmek için, bunları sandığa gömmek için mahalle mahalle, köy köy, sokak sokak, ev ev dolaşacağız. Her evimizi, her evi, her fabrikayı bir çalışma evine, örgütlenme evine dönüştüreceğiz. Garantiye alacağız işimizi, bu ciddiyetle Yeşil Sol Parti her mahallede, her sokakta, her köyde, her fabrikada olacak. 
 
 Bunu bu seçimlerde daha fazla sahiplenmek zorundayız. 31 Mart’ta salladık, tökezlettik, 14 Mayıs’ta yıkacağız. Bu öz güvenle hareket etmek zorundayız.
 
Bundan önce iktidarları gördük, yaşadık, belki iktidarın ömrü uzun sürdü ama tekçilikte ısrar eden, diktatörlükte ısrar eden bütün iktidarlar tarihin çöp sepetine gitti. O çöplükteki yerini aldılar. O yüzden biz bunu başardık, geçmişte başardık, İstanbul seçimlerinde bu iktidarı salladık. Büyük şehirlerde düşürdük. Bu HDP’nin, Kürt halkının, sosyalist mücadeleye gönül verenlerin başarısıdır. Bu başarı bizim öz başarımızdır. Bunu bu seçimlerde daha fazla sahiplenmek zorundayız. 31 Mart’ta salladık, tökezlettik, 14 Mayıs’ta yıkacağız. Bu öz güvenle hareket etmek zorundayız. O yüzden seçim sürecini hem bir seçim çalışması olarak değerlendirmek hem de İstanbul başta olmak üzere Türkiye emekçilerinin, yoksullarının bu sistemden mustarip olan farklılıkların öz örgütlenme süreci olarak göreceğiz, politikanın toplumsallaşması süreci olarak göreceğiz. Seçim sürecinde kitlelerin hareketliliği, politikaya ilgisi daha fazla artıyor. 
 
Seçmene bir çağrınız var mı? 
 
Bütün partili dostlarımıza, yoldaşlarımıza, müttefik güçlerimize bu çağrıyı yapıyoruz; Seçim süreci hem bir seçim çalışması, AKP-MHP iktidarını sandığa gömme hedefiyle yürütülmeli. Aynı zamanda politikayı büyütme hedefiyle yürütülmeli. Öz örgütlenmeyi büyütme hedefiyle yürütülmeli. Yerinden öz iradesiyle çalışmalar bu minvalde yürütülmeli ama bunu yaparken de seçim sonrasını da düşünerek bunların her türlü hile, hurdayı yapacağını da düşünerek, karşımızda yüzyılın en büyük soyguncusu var. Bunlar her şeyi çaldı elimizden, oyumuzu da çalabilirler. Bu reel bir okuma, korkuyu yayma değil, kendimize güveniyoruz. Bunların hırsızlıklarına, sandıkların üstüne yatarak gerekirse geçit vermeyeceğiz. Sadece oy vererek yurttaşlık ödevimizi görmeyeceğiz. Sandıklarımıza, geleceğimize sahip çıkacağız. Oy sayımında bulunacağız, müşahit arkadaşlarımız başta olmak üzere herkes verdiği oya sahip çıkacak. Son derece, soğuk kanlı, bilinçli bir şekilde oylarımıza sahip çıkacağız. Bu yönüyle ele aldığımızda, aslında 14 Mayıs seçimleri aynı zamanda halkın kendi öz örgütlülüğünü ve seçim sonuçlarına sahip çıkma süreci olarak değerlendirmeli. Biz bunları yıkacağız, bunlar gidecek, gitmek zorunda. Başka hayat yok, başka gidecek yerimiz yok. 
 
Bunları götürmek, bizim için artık bir onur görevidir. Toplumsal ahlak, eşitlik, özgürlük, devrimcilik, yurtseverlik görevidir. O yüzden bunlar gitmez demeyin, bunlar gidecek. Başka seçenek yok, başka seçeneklere tahammül de yok. Bunlar gitmemek için direnecekler, biz de bunları göndermek için, sandığa gömmek için daha fazla çaba göstereceğiz. Bunun için daha fazla birlik olacağız. 15 Mayıs sabahı, kentlerimizin yeşillendiği, sol seçeneğe kavuştuğu, Kürtlerin özgürlük mücadelesinin daha fazla seçenek haline geldiği, emekçilerin daha huzurlu olduğu, insanların hayata, geleceğe, bahara daha fazla güvenle baktığı bir sabah olacak. Baharın güneşi üzerimize doğacak, bunun öz güveni, neşesiyle, bunun mutluluğuyla bugüne yüklenelim. 14 Mayıs’a kadar sloganımız şu: Yoruldukça dinleneceğiz, yorulmak nedir bilmeyeceğiz. Her anı, her saniyeyi değerlendireceğiz. Ta ki AKP-MHP faşizmini bitirene kadar. 
 
MA / Özgür Paksoy