DBP Eş Genel Başkanı Arslan: Kürt sorununun çözümü tecridin kaldırılmasından geçer 2018-12-17 09:05:19 DİYARBAKIR - Bir süre önce cezaevinden çıkan DBP Eş Genel Başkanı Mehmet Arslan, Kürt sorununun çözümünün PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasından geçtiğini belirterek, "Kürt sorununun çözümsüzlüğü, toplumu siyasal ve toplumsal çöküşe götürüyor" dedi.  Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Efrin’e yönelik operasyonu hakkında yaptığı açıklamalar ve siyasi parti faaliyetleri kapsamında çeşitli tarihlerde katıldığı eylem ve etkinlikler nedeniyle 8 Şubat 2018’de Diyarbakır'da tutuklanan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Mehmet Arslan, hakkında Diyarbakır 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan davanın duruşmasında, “adli kontrol” ve “yurt dışı yasağı” şartıyla tahliye edilmesi üzerine 16 Kasım'da tutuklu bulunduğu Rize Kalkandere L Tipi Cezaevi'nden serbest bırakıldı.    Diyarbakır Adliyesi’ne sevk edildiği sırada ifadesi alınmadan tutuklanacağını öğrendiğini belirten Arslan, tutuklama kararından sonra cezaevine götürülürken yaşlı iki polisin, kendisiyle “özel sohbet” etmek istediklerini söyledi. Bu iki polisin, “Aslında biz seni tutuklayamayacaktık ama son zamanlarda biraz zorlayıcı oldun? Bundan kaynaklı seni tutukladık” dediğini vurgulayan Arslan, genç bir polisin de “Uğraşmayalım, kafasına sıkalım” diyerek kendisini tehdit ettiğini kaydetti. Diyarbakır D Tipi Cezaevi'nde 12 gün boyunca tek kişilik hücrede kaldığını dile getiren Arslan, daha sonra sevk edildiği Rize Kalkandere L Tipi Cezaevi'nde 16 kişilik özel bir ekip tarafından ağır bir işkenceye maruz kaldığını ifade etti. Arslan, AKP’nin Kürt siyasetine yönelik kin ve öfkesinin, sadece tutuklayıp cezaevine atmakla bitmediğine dikkat çekti. Arslan, tutuklanma gerekçelerine, cezaevinde yaşadıklarına ve açlık grevlerine ilişkin Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı.    Efrin operasyonu sırasında gözaltına alınıp tutuklanmanızın gerekçeleri nelerdi?   Yaklaşık 1 yıl önce yine bugünkü kadar Türkiye gündemi çok sıcaktı. AKP Hükümeti’nin Rojava Kürdistanı’na yönelik işgal girişimlerinin bir süreciydi. Bugünle kıyasladığımızda, aslında son bir yıl içerisinde gerek Kürt sorununa gerekse de Rojava devrimine ilişkin AKP Hükümeti’nin işgalci yaklaşımları, tehditleri ve saldırıları son bulmuş değil. 1 yıl önce Efrin’e yönelik gelişen saldırılar sürecinde, kamuoyuna yaptığımız açıklamalar ve Efrin’e yönelik gerçekleştirilen operasyona ilişkin geliştirdiğimiz eleştirilerden kaynaklı tutuklanma sürecimiz oldu. Bu tutuklama süreci ve sonrasında yaşananlarla ilgili aslında AKP’nin Kürt sorununa ve Kürt siyasetine yönelik genel yaklaşımını görmemiz açısında çok somut örneklerle dolu. Çünkü AKP 2015’ten beri Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış tecridi uyguladığı günden bu yana “Kürt sorununu nasıl tasfiye ederim” çabalarıyla yoğunlaştırılmış bir süreci Kürtlere dayatmaktadır.     AKP, Kürt sorununa bütünlüklü yaklaşıyor, nerde bir Kürt varsa Kürtlerin elde etmiş kazanımlarına, hak arayışlarına ve kendilerini yönetme taleplerine yönelik bir tehdit algısı var.   Özellikle Sayın Öcalan’a uygulanan tecritten bugüne kadar yaklaşık 4 yıllık bir zaman geçti. Bu süre zarfında Türkiye çok normal koşullardan olağanüstü savaş koşullarına geldiğini, siyasal, ekonomik ve sistemsel bir kriz yaşadığını görebiliriz. Bu sorunların ve krizlerin yaşanmasının nedeni de, AKP’nin Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözme çabasından ziyade bastırarak, sindirerek önüne koymuş olduğu bir program içerisinde Kürtlerin inkarı ve demokratik siyasetten tasfiyesine yönelik saldırıyla gelişti. Bu süreçte hem Türkiye hem de diğer Kürdistan parçalarına yönelik saldırıları bir birinden bağımsız görmüyoruz. AKP, Kürt sorununa bütünlüklü yaklaşıyor, nerde bir Kürt varsa Kürtlerin elde etmiş kazanımlarına, hak arayışlarına ve kendilerini yönetme taleplerine yönelik bir tehdit algısı var.    Biz o dönemler Efrin’e geliştirilmek istenen operasyonların ve saldırıların engellenmesi ve bu politikalarından vazgeçmesi için AKP’yi yapmış olduğumuz açıklamalarla uyarmaya çalışıyorduk. Çünkü Kürtleri karşıtlaştırarak, düşmanlaştırarak Türkiye iktidarlarının kazanacak hiçbir şeylerin olmadığını, Kürtleri düşmanlaştırarak değil Kürtler ile demokratik bir paydada bulaşarak sorunların diyalog yöntemiyle, Kürtlerin muhataplarını karşılarına alıp çözüm yöntemlerini geliştirmekle ancak bir çözüm gelişebileceğini ifade etmeye çalışıyorduk. Çünkü Türkiye’nin kuruluş tarihinden günümüze kadar dönüp baktığımızda, aslında Kürt sorununa kaynağını alan temel problemler, halen Cumhuriyet’in kuruluş döneminde olduğu gibi bugün de duruyor.    Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar Şeyh Sait, Dersim, Zilan en son Sur, Cizre, Nusaybin ve Efrin’e yönelik saldırı ve katliamda onbinlerce, yüzbinlerce insan yaşamını yitirdi. Kürtlerin kentleri yerle bir edildi. Kürtler her ne kadar katliam ve soykırımlardan geçirilmiş olsalar da Kürtler kimliklerinden ve siyasi taleplerinden vazgeçmediklerini açığa çıkan süreç gösterdi. Eğer Şeyh Sait, Dersim katliamlarından ve öz direniş süreçlerinden sonra Kürtler kendi siyasal tercihlerinde bulunabiliyorsa, AKP’nin baskı politikalarına karşı durabiliyorsa, bu sorunun öldürmekle, katletmekle çözülemeyeceğini aslında tüm dünyaya gösterilmiştir. Ama ne yazık ki AKP Hükümeti, halen Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki ret ve inkar politikalarıyla Kürtleri karşısına alarak, yok edebileceğini düşünüyor.    Biz o dönem Efrin operasyonları için AKP’nin geliştirmek istediği bu işgalin aslında sorunu çözmeyeceğine, aksine sorunu daha büyüteceğini söyledik. Türkiye halklarına çıkarı olan şeyin Kürtlerle savaşmak ve çatışmak değil, ancak ve ancak Ortadoğu’da Kürtler ile yan yana gelerek bir güç olabileceğini, sorunların demokratik temelde çözülebileceğini ifade ediyorduk. Ne yazık ki bizim bu ifadelerimiz iktidar tarafından duyulmaktan ziyade susturulmaya ve bastırılmaya çalışıldı. Baskı konularak bizi engellemeye çalıştı. Akabinde, AKP’nin siyasallaşmış yargı organlarının kararlarıyla tutuklanarak cezaevine konulduk.    Diyarbakır Adliyesi’ne sevk edildiğinizde nelerle karşılaştınız?    Tutuklandıktan sonra beni cezaevine götürecek ekip, emniyette gördüğüm ekip değildi. Adliyede tutuklanma kararı çıkmadan önce emniyetten getirip beni adliyenin arka kapısından içeri aldılar. Orada kapıda görev tutan bir polis memuruna ‘Burası akşam saat 17.00’de kapanıyor. Biz şahsı buradan çıkaracağız. Burasının açık kalması gerekir’ talimatı verdi. Yani daha ifade vermeden benim tutuklanacağımı oradaki görevliye söyledi. Bu durumu savcılık aşamasında savcıya da söyledim. Bu durum karşısında savcı, cevap vermedi ama zorlandı.     Tutuklama kararından sonra cezaevine nasıl götürüldünüz?   Araçta genç bir polis ‘Bir tane sıkalım atalım, ne uğraşıyorsunuz bunlarla’ gibisinden bir söz kullandı. Yaşlı polis ise ‘Bakın Mehmet bey bu gençleri görüyor musunuz? Bunlar çok acelecidir’ dedi.   Tutuklama kararı çıktığında ise iki tane yaşlı ve sakallı, muhtemelen polis diye düşünüyorum ama emniyette benimle muhatap olan kişiler olmadığını biliyorum. Cezaevine bunlar götürdü. Cezaevine götürürken, araçta benimle birlikte 4 kişiydik. Yaşlı olanlar, nezaket kuralları içerisinde benimle özel sohbet etmek istediler. Ben de olabileceğini söyledim. Birbirimize gerçekçi yaklaşacaksak, konuşabiliriz bu siyasal durumla ilgili. Bu konuşma süresi içerisinde, bizim siyasal faaliyetlerimizi illegal olarak gördüklerini ve tanımladıklarını söylediler. PKK’lilerin bizlere görev verdiklerini söylediler. Tutuklanmamdan önce bir grup, adliyeye çıkarılmıştı. Benim o kişileri tanıyıp tanımadıklarımı sordular? Ben tanımadığımı söyledim, gerçekten tanımıyorum. ‘Bunlar KCK’nin mali yapılanmasındadırlar. Sen onları nasıl tanımıyorsun? Aslında biz seni tutuklayamayacaktık ama son zamanlarda biraz zorlayıcı oldun? Bundan kaynaklı seni tutukladık. Ama bana kalsaydı, mahkeme seni tutuklamayabilirdi? Keşke o finans desteğini sunanları tutuklasalardı da seni tutuklamasalardı? Seni adli kontrolle serbest bıraksalardı’ gibi yarı esprili yarı ciddi bir diyalog gelişti.   Araçta genç polis ise komiserim veya amirim demedi. Başka bir şey kullandı. Tam hatırlamıyorum, ‘Bir tane sıkalım atalım, ne uğraşıyorsunuz bunlarla’ gibisinden bir söz kullandı. O yaşlı ise ‘Bakın Mehmet bey bu gençleri görüyor musunuz? Bunlar çok acelecidir’ dedi. Ben de devletin yaklaşımlarını biliyoruz,  Kürt siyasetine yönelimleri biliyoruz, sizlerin yapmadığı uygulamalar değil. Birçok siyasetçi işte faili meçhullere kurban gitti bu topraklarda. Daha sonra özel aile kimliğimle ilgili kimi konulara girdiler. Takip ettiklerini ve araştırdıklarını hissettirmeye çalışan bir yaklaşım ve diyalog gelişti. Bu konuşmalar, cezaevine girmeden cezaevi kapısında bekletildiğim zaman gelişti. Daha sonra beni cezaevine teslim ettiler.    Cezaevinde ve sevk sırasında ne tür uygulamalarla karşılaştınız?   O dönem tutuklanma sürecimize baktığımızda AKP’nin Kürt siyasetine yönelik geliştirmiş olduğu öfke ve kin, sadece öyle Kürt siyasetçisini tutuklayıp cezaevine atmakla bitmiyor. Cezaevlerinde de Kürtlere karşı duyduğu nefret ve öfkeyi, nasıl bir intikam hırsıyla sürdürebilirim çabasıyla cezaevlerinde AKP’nin yönlendirilmesiyle bizlere yönelik özel tutumlar geliştirildi. Tutuklandıktan sonra, 12 gün Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde tek kişilik bir hücrede tutuldum. Tutulma gerekçemi sorduğumda, cezaevi görevlerinden bir tanesi, ‘Cumhuriyet Başsavcısı’nın özel bir talimatı var. Sizi hiç kimseyle yan yana getirilmemeniz gerekiyor. Kimseyle karşılaşmamanız gerekiyor. Özel bir talimat var. Bizi aşan bir durumdur’ dedi. Bu durumun nedenini sorduğumda sadece bilgilerinin bu olduğunu ve ‘En kısa bir zamanda sizi uygun bir cezaevine nakil edileceksiniz’ dedi. Bu kapsamda ben ilk önce tutuklanma ve cezaevine atılma sürecinde, siyasal gerekçelerden kaynaklı tutuklandığımızı sanıyordum.   Ama Rize Cezaevi’ne sürgün sırasında ve orada kalış sürecinde yaşadıklarım, aslında bu durumun sadece mahkemede tutuklanma ile tamamlanmadığını gördük. Bu tutuklanma AKP’nin hırsını gidermedi. Cezaevinde insanlık dışı tecride maruz bırakarak aslında Kürtlere, siyasetçilere, seçilmişlere benim üzerimden bir gözdağı verilmeye çalışıldı. Yaklaşık 16 kişilik bir grup, cezaevinde kamerası olmayan bir odada beni aralarına alıp, işkenceden geçirdiler. Hatta en son ayakta duramayacak bir dereceye geldikten sonra yere düştüm ve üzerimde tepinmeye, yürümeye başladılar. O zaman bu işkencenin ve tutuklanmanın siyasi nedenlerden yapıldığı çok açık belirgindi. Çünkü cezaevlerinde bana işkence uygulayan görevliler, benim Efrin ile ilgili yapmış olduğumu açıklamalarımdan cümleleri bana hatırlatarak, bana işkence yapıyorlardı ve saldırıyorlardı. ‘Türkiye’yi işgalci görüyorsunuz, siz neden ABD’yi işgalci gömüyorsunuz? PKK terör örgütü müdür değil midir? Çıkın buna benzer açıklamalar yapın’ gibisinden açıklamalarda buluyordu.   Özellikle Sayın Öcalan’ın muhataplığı ile ilgili değerlendirmelerimizi hatırlatıyorlardı. Aslında ben Rize’ye gitmeden önce Diyarbakır’da 12 gün bekletilirken bu ekip hazırlanmış, o cezaevine özel bir sevk durumum gerçekleştirilmiş ve bunun üzerinden de seçmenimize, halkımıza ve Kürt siyasetçilerine bir mesaj verilmek istendi. Bize, ‘Bu süreçte sizi tutuklamayacağız, cezaevinde de teslimiyeti, irade kırma yaklaşımını dayatacağız’ gibisinden bir yaklaşım söz konusuydu. Türkiye’deki cezaevlerinin geçmişi çok temiz değil. 1980’den bu yana gerçekten insanlık dışı uygulamaları, tecrit ve izolasyon politikalarıyla gündeme geliyor. Rize’de bir cezaevi tutsağının görmüş olduğu muamele, idarenin kurallarına biat etmeye bağlı. Eğer idarenin dayatmış olduğu askeri kuralları kabul edersen, sana bir parça yaşam alanı tanır. Aksini yaparsan baskı ve işkenceye dönüşebiliyor.    PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecridin kaldırılması talebiyle Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven ve tutukluların cezaevlerinde başlattığı açlık grevi eylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?   Öncelikle Sayın Öcalan üzerindeki ağır tecridi kınıyoruz. Bu kararı alanlar, belki bugün kendi siyasal çıkarları uğruna aldıklarını düşünebilirler, ama Sayın Öcalan üzerindeki ağır insanlık dışı tecrit Türkiye halklarının geleceğini karartan bir tecrittir. Sadece Kürtlerin değil. Bu tecrit, Türkiye’nin sistemsel krizinin başlangıç noktasıdır. Sayın Öcalan, Kürt ve Ortadoğu halklarıyla bütünleşmiş bir kişidir. Türkiye’de eğer sorunlar demokratik yollarla çözülecekse ilk önce bu tecridin ortadan kaldırılması gerekiyor. Sayın Öcalan’a doğru bir muhataplık çerçevesinde yaklaşılması gerekiyor. Bu devletin Kürt sorununa yaklaşımlarını kökten değiştirmesi gerekiyor. Kürt sorununun çözümüne yaklaşım bizler açısından temeli Sayın Öcalan’a yaklaşımdan geçer.    Leyla Güven ve cezaevindeki arkadaşlarımızın talepleri yerine getirilmezse yarın telafisi olmayan sonuçlarla karşı karşıya kalabiliriz. Açlık grevindekilerinin talepleri bir an önce karşılanmalıdır.   Sayın Leyla Güven’in taleplerinin arkasındayız. Güven, tecride karşı bedenini silaha dönüştürerek, AKP’nin geliştirmek istediği savaşa karşı bedenini ortaya koydu. Bu eylemi, tüm dünyanın ve başta da AKP’nin doğru okuması gerekiyor. Bir siyasetçi ve Kürtlerin temsilcisi, Kürtlerin önderine karşı yürütülen insanlık dışı tecridin yaratacağı ağır tahribatları öngörerek, canını ortaya koyuyor. Diyor ki, ‘Sizin bu politikalarınız sorunları çözmez, sorunları daha çok derinleştirerek binlerce insanın yaşamını mal olur.’ Çünkü Kürt sorunundan kaynağını alan çatışmalar, ülkemizde binlerce gencin yaşamına mal oldu. Bundan dolayı bir siyasetçi canını ortaya koyarak, AKP’nin kirli politikalarından vazgeçmesini ifade ediyor. Bizim açımızdan Leyla başkanın anlamı budur.    Açlık grevi eylemi, cezaevindeki bir tutuklunun ya da bir siyasetçinin, sözün anlam ifade etmediği ve değerinin kalmadığı yerde ortaya konulacak iradi duruştur. Türkiye’de söz anlam ifade etseydi, sanıyorum bugün Leyla arkadaşımız böylesi bir açlık grevine başvurmazdı. Bu eylemler talepler karşılanmadığı durumda ileriki süreçlerde ölüm orucuna dönüşüyor. Bir ölüm orucuna dönüşmese dahi Leyla arkadaşımızın yaş itibariyle gerekse sağlık sorunları nedeniyle farklı bir durumla, tehditle karşı karşıya kalabiliriz. Siyasi iktidar bunu bir şansa bırakmamalıdır. Bunu sınamamalıdır. Çünkü Kürtlerin direniş geleneği bu konuda çok nettir. Tartışma bile götürmez.  Kürt sorunun çözümsüzlüğü, toplumu siyasal ve toplumsal çöküşe götürüyor.    Leyla Güven ve cezaevindeki arkadaşlarımızın talepleri yerine getirilmezse yarın telafisi olmayan sonuçlarla karşı karşıya kalabiliriz. Açlık grevindekilerinin talepleri bir an önce karşılanmalıdır. Tüm kamuoyunun, insan hakları kuruluşların, komisyonların, gözlemcilerin Kürt siyasetçilerinin bu taleplerinin karşılanması için AKP Hükümeti’ne baskı kurmalıdır. Türkiye kendi yasalarını çiğniyor. Halkımızın da bu eylemlere duyarlı olması gerekiyor.     Açlık grevine giren HDP’lilere yönelik baskın, gözaltı ve tutuklamaları nasıl görüyorsunuz?   Açlık grevine yönelik gelişen saldırı ve gözaltılar, aslında AKP’nin bu eylemlerden ve halkımızın sokağa çıkmasından korktuğundan kaynaklı gelişiyor. Eğer AKP bu ülkeyi yasa ve kanunlarıyla yürüttüğünü iddia ediyorsa bıraksınlar halkımıza çağrı yapalım. Halkımız karar versin. Ama halk sokağa çıktığı zaman onların o koltuklarda kalmayacaklarını bildikleri için halkın sokağa çıkmasını engellemeye çalışıyorlar. Bunların demokrasiyle alakaları yok.  Bundan kaynaklı demokratik bir eylem ve etkinliğe tahammül etmiyorlar. Bu yaklaşım belki biraz daha AKP’yi ayakta tutabileceğini ama ne olursa olsun bu halk ayağa kalktığı zaman o Saray’daki yerinde kalmayacaktır. Onların tahtlarını ellerinden alacaklar.    Son zamanlarda Kürt siyasetçilerine yönelik verilen hapis cezalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?   AKP, ne yazık ki çözüm sürecinin ardından Kürt siyasetinin tasfiye edilmesi için bir süreç başlattı. Bu süreçte tüm kanunsuzlukları ve hukuksuzlukları dayatıyor. İddianamelere bakıyoruz, çözüm sürecinde yaptığımız açıklamalardır. O süreçte yürütülen siyasi faaliyetler, bugün tutuklanma gerekçesi oldu. Bunu ne hukuken ne de siyaseten açıklayabilirsiniz. Türkiye’de siyasetçiler hukuki gerekçelerden kaynaklı değil, AKP’nin siyasi gerekçelerinden tutuklanmıştır. Burada bir düşman hukuku gözetiliyor. Kürt siyasetine öncülük edebilecek ne kadar kişi varsa, bunların hepsini potansiyel bir tehdit olarak görülüyor ve cezaevlerine konuluyor. Temel dayanağı olmayan gerekçelerle bugün siyasetçilerimiz tutuklanıyor.    Selahattin Demirtaş hakkında AİHM tahliye kararı verdi. Özellikle AKP'nin Kürt siyasetine yönelik fütursuzca saldırılarına karşı, tüm uluslararası güçlerin özellikle AİHM'e taraf ülkelerin bir tutum geliştirmesi gerekiyor. Türkiye ile aynı fotoğrafta görünmek istiyorlar mı yoksa istemiyorlar mı? Bunun kararını vermelidirler. Aksi takdirde Avrupa'nın da o bahsettiği demokratik değerler konusunda taviz verecekleri açığa çıkacaktır. Biz bundan kaynaklı tüm uluslararası güçlerin AKP üzerinde bir siyasi baskı oluşturmak zorundalar. Aksi takdirde AKP'nin ortağıdırlar, yandaşıdırlar ve destekleyicisidirler.    MA / Mehmet Şah Oruç