AKP kurucularından Bostan: Mütedeyyin kesim AKP politikalarının farkında bile değil 2018-10-31 11:16:21 DİYARBAKIR – Kurucu isimlerinden biri olduğu AKP Türkiye’sinde, “yolsuzluğun hırsızlık sayılmadığı” dini hükümlere bile tanık olduklarına işaret eden yazar Fatma Bostan Ünsal, mütedeyyin kesimin ise, yaşanan bu dinsel erozyonun farkında olmadığını ifade etti. Bostan, dinin iktidarca bu derece araçsallaştırılmasının trajik sonuçları olacağını söyledi.  Dinsel özgürlüklere dair baskı ve yasaklamaların politik alana taşırılması hedefiyle 2002 yılında kurulan AKP ve “gömlek değiştirerek” yeniden siyaset sahnesinde yer alan başındaki isim Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarı elde tuttuğu 16 yılın sonunda gelinen nokta, siyasal alanın bir bütünen dini alana taşınması oldu. Öyle ki atılacak hemen her politik adıma dair muhalefetten ya da ötekileştirilen diğer kesimlerden çıkan en küçük bir aykırı ses, “din düşmanlığı” suçlamasına maruz bırakılabiliyor.     Bir yandan muhalefeti susturma ve sindirme silahı olarak kullanılan din, diğer yandan kişisel ve sınıfsal olarak siyasi, ekonomik konumları ve çıkarları pekiştiren bir araç konumunda. Bu duruma dair bugünlerde yanıtı en çok merak edilen soru ise, inançlı kesimlerin karşılaşılan kimi çarpıcı örneklere rağmen dinin araçsallaştırılmasına neden sessiz kaldığı.   Yanıtı merak edilen bu konuyu, kurucu üyesi olduğu AKP’de Genel Başkan Yardımcılığı görevinde de bulunup sonrasında partisi ile yolu ayrılan, Barış için Akademisyenler’in imzaya açtığı "Bu Suça Ortak Olmayacağız" bildirisini imzaladığı için Muş Alparslan Üniversitesi’nden ihraç edilen Fatma Bostan Ünsal ile konuştuk.    AKP’nin kuruluş yıllarına baktığımızda baskılanan dini özgürlüklerin savunuculuğuna dair bir rol ve misyon vardı. Bu rol ve misyon, bugün dinin araçsallaştırıldığı bir noktaya nasıl evrildi?   O yıllarda dini insancını uygulamak isteyen insanlara dönük bir baskı ve yasaklamalar söz konusuydu, başörtüsü yasağı gibi. Çok tabi olarak seçmeninin çok büyük bir bölümü de bu yasağa karşıydı ve bu yasağın konusu olan başörtüsünü de kullanıyorlardı. Bu yüzden de siyaset ve çalışma hayatından dışlanıyorlardı. Bunu dile getirmek son derece doğal biçimde önceliği olmuştu AK Parti’nin.   Dünden bugüne dinlerin siyasi, ekonomik ve toplumsal erke sahip gruplar ve kişiler tarafından araçsallaştırılması sonucu nasıl bozulduğunu biliyoruz. Yahudiliği ıslah etmek üzere Hristiyanlığın geldiğini, Hristiyanlığın araçsallaştırılması üzerine de İslam’ın geldiğini biliyoruz. Müslümanlar olarak buna inanıyoruz. Yani dinler, gücü elinde tutanlar tarafından araçsallaştırıldığında tahrif olduğu için bozuluyor. Şimdi inanıyoruz ki İslam son din. Yani bundan sonra bir ilahi müdahale bunu düzeltmek için gelmeyecek, bu iş bize düşüyor.    Zaten Kuran’da dinin nasıl araçsallaştırılabilineceği o kadar çok vurgulanıyor ki, aynı zamanda bize dönük bir yol gösterici de olmuş oluyor. ‘Dininizi az bir vahaya satmayın’ derken, bunu kastediyor ya da ‘Allah’a iftira etmeyin’ derken. Yani bir dindenmiş gibi, dinden olmayan şeyleri ilave etmeyin diye uyarılıyoruz ama bunu çok fazla da dinlediğimiz söylenemez. Şöyle bir örnek vereyim; ‘Renkleriniz ve dilleriniz Allah’ın renklerinden’ der ayet çok açık bir biçimde. Fakat bu derece açık olarak belirtilmiş olmasına rağmen, Kürtçe çoğunluğu Müslüman bir ülke olarak Türkiye’de yasaklanabilinmişti bir dönem ve hiçte tepki çekmemişti. Dinin hükmü olarak dillere ve renklere hürmet göstermemiz gerekirken, bu ayeti ihlal etmiş, dili yasaklamış ve bu yanlış yasağı bir şekilde delmiş insanı cezalandırmış durumdayız. Bu çok büyük bir utanç tabi ki. Kadınlarla ilgili olarak da biliyorsunuz hem Yahudilik’te hem Hristiyanlık’taki pek çok insanın bozucu etkisini İslam’da da görüyoruz. 1400 yıldır kız ve erkek çocuk sahibi olmak Kuran’da aralarında eşitlik olması gerektiği çok açık biçimde ifade edilmiş olmasına rağmen, çok yakın zamana kadar erkek çocuk sahibi olmak daha üstün tutuluyordu. Bu, dini bozmak demektir aslında. Bundan imtina etmesi gerekiyor bütün Müslümanların. Başka da çare yok.   İslam dininin, ahlakı temel alan bir forma sahip olduğunu biliyoruz. Fakat baktığımızda AKP’li kimi bakanlar “bakara, makara” söylemlerini sarf edebildi. Bu yaklaşım, anlatımlarınızın neresine oturuyor?   Kamuoyunun önünde bu ifadeler belirtilmediği için ve ben her zaman için zahire göre hüküm vermeyi tercih ettiğim için bu konu ile ilgili bir şey söyleyemem. Yani açıkça ifade edilmiş olsaydı, bununla ilgili eleştirel bir tavırda bulunabilirdim. Bu gizli olarak çekilmiş bir kayıt yani, şüpheli durumda. Bu nedenle konuşmak istemem.   Peki, dinin araçsallaştırılması boyutuyla devam edersek, siyasal alanın dini alana taşınmasına dair pek çok örnek var önümüzde. Referandumdan seçimlere hep dini referanslar üzerinden yürütülen bir söylem ve politika. Böylesi bir siyaset kurgusu nasıl bir dinsel erozyona yol açtı?   Siyasi elitlerin ya da iktisadi ve toplumsal güçleri elinde bulunduranların dini bozma yönünde eylemleri olduğunu görmek gerekli.   Dini bozmuş oluyorsunuz. İşte yakın dönem Türkiye’sinde ‘yolsuzluğun, hırsızlık olmayacağı’ şeklinde hükümler görüyoruz. Esasen siyasi elitlerin ya da iktisadi ve toplumsal güçleri elinde bulunduranların dini bozma yönünde eylemleri olduğunu görmek gerekli. Çünkü insan ders alan bir varlık. 10 bin yıllık insan hayatı göstermiştir ki dini bu şekilde kullanırlar. O halde bundan sonra kullanmamaları için her bireyin, Müslümanların buna dikkat etmesi gerekiyor.   İslam tarihine de baktığımız zaman işte Muaviye’nin Kuran yapraklarını mızraklara sarıp, Hz. Ali’ye karşı öyle savaşması çok açık biçimde İslam’ı kullanmaktır. İşte Erbain törenlerinin arifesindeyiz. Hz. Hüseyin’in yani Peygamber Efendimizin ‘Cennet çocuklarındandır’ dediği torunlarına karşı yine vahşice bir katliam yapılmıştır. Bunun bize dinin araçsallaştırılmasının Müslümanlar için ne kadar trajik sonuçları olduğunu göstermesi gerekiyor ve her adımda bizim dikkatimizi çekmesi gerekiyor. Yani ‘kullanılabilir’ diyerek meşrulaştırmak değil, buna karşı teyakkuz halinde olmamız gerekiyor.   Dinin iktidara bulaşması ile birlikte bu bozulmanın yaşanması durumu söz konusu. Tarihsel örnekler de bu yönde. Bugün özelinde baktığımızda mevcut siyasal yapı ile birlikte Diyanet ve iktidarın periferisinde toplanmış cemaatlerin bu bozulmadaki rolü nedir size göre?   Tek başına bir siyasi figür, bütün bu yapılanları meşrulaştıramaz. O yüzden etrafındaki dini ve ilmi sınıf, bunu meşrulaştırıcı şekilde davranır. Sırf bu yüzden herkesin dikkat etmesi gerektiğini söylüyorum. Din buradan başlıyor bozulmaya.    Bakın şöyle paralellikler kurarak anlatayım. Tek başına bir siyasi figür, bütün bu yapılanları meşrulaştıramaz. O yüzden etrafındaki dini ve ilmi sınıf, bunu meşrulaştırıcı şekilde davranır. Sırf bu yüzden herkesin dikkat etmesi gerektiğini söylüyorum. Din buradan başlıyor bozulmaya. Kuran’da da vardır, insanın eliyle yaptıklarına güç vehmetmesi. Müslümanların zihninde bu hep şey olarak düşünülür, işte tahtadan oyulmuş insan figürleri ve bunlara güç verme. Fakat aslında her şeydir. Parti, devlet, para bunlardan bazıları. Tek bir güç vardır Müslüman için, o da Allah. Onun dışında bir güç sahibi yoktur. Sen ona güç verirsen aslında şirk koşmuş olursun ve dini de bozmuş olursun. Bütün dinlerin karşı çıktıkları şey de aslında dinsizlik değildir, ateizm değildir. Şirke bulaşmış dindir. Yani dinin karşısında dinsizlik yoktur, şirk dini vardır. Allah’ın yanında başka güçler atfettiğiniz ne olursa, bu vardır. Bu yüzden Allah’tan başka hiçbir kuruma güç atfetmemek ve dolayısıyla da yaptıklarını meşrulaştırmamak gerekiyor.   Ama böylesi bir tablo yok ne yazık ki…   Bunu yapmak bize düşüyor. Bu konuyla ilgili sahih bir duruşu biz sağlayacağız, diğer pek çok başka alanda olduğu gibi.     Bu duruma dair İslami camianın içerisindeki kimi isimlerden gelen güçlü eleştirilere de zaman zaman rastlıyoruz. Fakat mütedeyyin kesimin genelinde dinin siyasete alet edilmesine dair nasıl bir algı hakim?   Çoğunluk için ciddi bir eleştiri olduğunu göremiyoruz. Ama insanların her şeyden önce birey olması, kendi seçimleri çerçevesinde insiyatif alması ve bunun muhtemel sonuçlarına katlanmak oldukça zor bir şey. Hür insan ancak bunu yapabilir. Bugün kölelik yok belki ama o seçimler konusunda özgür davranmak çok zor.    Bu noktada geçmişi, bir dönem Türkiye’nin birinci siyasi figürü olan Abdullah Gül örneğini vermek istiyorum. Güçlülüğü konusunda hiç kuşkumuz yok ama kendisi internet ile ilgili bir yasak önüne geldiği zaman imzalamama hakkı olmasına rağmen yapamamıştı bunu. Ben imzalayayım da Anayasa Mahkemesi bunu reddetsin demişti. Bu durumun birinci önemli yanı Abdullah Gül’ün bu yanlışı görebilmesi. Ama vicdani kanaatine göre tavır sergileyebilmek zor olmuştur onun içinde.    Bunu bütün Türkiye halkına teşmil edersek bir kere kendi düşüncesiyle, müstakil seçimiyle doğru ile yanlışı ayırt edebilmek zor bir şey. İkincisi, bu çerçevede davranabilmek daha da zor. Ama ben yine şu örneği vermek istiyorum. İslam’ın ilk şehidi bir kadın ve köleydi. Sümeyye validemiz. Bu dönemin Müslüman kadınları Sümeyye kadar kendi seçimlerini yapıp, bu seçimlerinin doğal sonuçlarına da razı olabilecekleri bir toplum yetiştirmeli diye düşünüyorum.   Olan bitene dair bir farkındalık varsa, neden mevcut tabloyu değiştirmeye dönük bir tutum sergilenmiyor?    Çok büyük hukuksuzluklar var. Buna yönelik bir itirazın olmamasını farkındalık olmamasına bağlıyorum. Bir farkındalık olmuş olsa, bir itiraz da gelirdi. Yine farkındalık da çok rahat bir şekilde ifade edilemiyor dönemin OHAL benzeri uygulamaları nedeniyle.   Çok büyük bir farkındalık olduğunu düşünmüyorum. Büyük bir farkındalık olmuş olsa, çok açık büyük hukuksuzluklar var. Yürürlükteki yasalara aykırı durumları görüyoruz. Kadınlar doğumhanelerden çıkarılıp hapse konuluyor. Hamile veya loğusa kadınların yargılama süreçlerini evlerinde geçirmelerine dair kanun hükümlerine rağmen işte görüyoruz 750 bebek cezaevlerinde. Yani çok büyük hukuksuzluklar. Bu yüzden buna yönelik bir itirazın olmamasını farkındalık olmamasına bağlıyorum. Bir farkındalık olmuş olsa, bir itiraz da gelirdi. Fakat maalesef ki farkındalık yok. Yine farkındalık da çok rahat bir şekilde ifade edilemiyor dönemin OHAL benzeri uygulamaları nedeniyle. Ama bu durum tersinden sorumluluğumuzu kaldırmıyor. Müslümansa insan ve artık bir ilahi müdahale olmayacaksa, kendimiz bozduğumuz şeyleri kendimiz düzeltme sorumluluğu taşımalıyız. Bu konuda umut var ve umarım düzeltebiliriz.  Böylece bir başka adım da atabiliriz.   Bu farkında olmama halini neye bağlıyorsunuz o zaman?   Medya. Bakın insanlar düşüncelerini her şeyden bağımsız olarak oluşturmuyorlar. Gerek medya gerekse de çevrelerindeki insanlar... Dolayısıyla belirli doğrular pişirilip önlerine konuluyor ve buradan seçiyorsunuz özgürlük olmadığı zaman. Zaten medyada yer alan görüşlerde de sorun var. Çok az bir görüş orada yaygınlaşabiliyor. Diğer görüşler de eşit düzeyde yer bulabilse insanlar farkındalık kazanıp, doğruyu seçebilirler. Fakat OHAL benzeri bir yönetimde her görüşün meşruiyeti ve görünürlüğü olmaması nedeniyle bir farkındalığın olmadığını düşünüyorum.   Bu durumdan nasıl arınılabilinir?   Bize düşen bunları her zeminde ifade etmek. Çünkü yüzde 99’u Müslüman olduğu iddia edilen bir toplumda dinin bu derece bozuk olması bir sorumluluk. Bu sorumlulukla durumu görmek ve paylaşıma açmak lazım. Çünkü bizim de göremediğimiz başka şeyler olabilir. Görüşlerin eşit düzeyde, birbirini etkileyebileceği şekilde ifade edildiği ve insanların görüşlerini değiştirebildiği bir zeminde olumlu neticeler yaşanabilir. Farkındalık da ancak böyle sağlanabilinir.   Siyasal ve dinsel alanda yaşanan bu bozulmanın, bundan rahatsız olanlarca panel ve çalıştaylarla masaya yatırılması durumu tersine çevirmeye ön ayak olur mu?   Tabi ki, fakat bunlar en asgari düzeyde. 70 milyonluk ülkede düzenlenecek çalıştaylarla ancak iki yüz, üç yüz kişiye dokunabilir. Medya görünürlüğü olmaması, az sayıda insanı bu halka içine sokabilecek kapasitede. Ama bununla sınırlamamak gerekli. Her düzlemde ailelerimizden sınıf arkadaşlarımıza ya da okulda, işte, pazarda nerede olursak olalım madem kitlesel medyayı kullanamıyoruz, bireysel ilişkilerle ve farklı grupların bir araya geldiği zeminler bu alanların açılmasına kapı aralayabilir.   Bundan önce bir sorgulama ihtiyacı kendisini dayatıyor herhalde.   Tabi, o sorgulama da başladı. Dünya bir imtihan. Sonuçtan değil, süreçten sorumluyuz. Yaptıklarımız ve yapmadıklarımızdan sorumluyuz. Umarız doğruları en güzel şekilde söylüyoruzdur ve bunlardan hayırlı sonuçlar çıkar.   MA / Ömer Çelik- Mehmet Şah Oruç