HDP Diyarbakır İl Eşbaşkanları: Tecride karşı mücadele hattını öreceğiz 2021-11-20 10:28:13 HABER MERKEZİ - HDP Diyarbakır İl Eşbaşkanları Gülistan Atasoy ve Zeyyat Ceylan, Kürt sorununun çözümüne karşı üçüncü yol için mücadele edeceklerini belirterek, sorunun kaynağı olan tecride karşı mücadele hattını öreceklerini söyledi.  Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 7 Haziran 2015 seçimlerinde yüzde 13 bandında oy almasıyla iktidardan düşen AKP, 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında karar altına aldığı “Çöktürme Planı” kapsamında 24 Temmuz 2015’te savaş konseptini devreye koydu. Yeniden çatışma ve savaş ortamına dönen AKP, HDP’ye yönelik siyasi operasyonlara başladı. 4 Kasım “Siyasi Darbe” ile başlayan süreç, binlerce partilinin tutuklanmasıyla devam etti. Yargıyı da araçsallaştıran AKP, geçen 6 yılda baskı ve saldırılarını aralıksız sürdürdü.    HDP binalarını abluka altına alan iktidar, partililerin tüm çalışmalarına set koydu. AKP’nin bu politikalarından en çok da HDP Diyarbakır İl Örgütü nasibini aldı. 2015’ten sonra birçok İl Eşbaşkanı ve yöneticileri gözaltına alınan, tutuklanan HDP’nin Diyarbakır İl Örgütü, baskı ortamında gidilen 24 Haziran 2018 seçimlerinde kentte yüzde 65,5 oranında oy aldı.    Seçimlerin ardından 20 Kasım 2018’de tamamen polis kuşatması altına alınan parti binası, birçok kez baskına uğradı. Bu süreçte partinin Diyarbakır İl Eşbaşkanı Mehmet Şerif Çamçı ile birçok yöneticisi tutuklandı. Yine bu ortamda gidilen 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde HDP Diyarbakır’da yüzde 62,93 oranında oy aldı. Bu başarıya rağmen belediye eşbaşkanı seçilen birçok aday, Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildiği gerekçesiyle mazbata alamadı. HDP’nin seçimlerdeki başarasını hazmedemeyen AKP, bir kez daha kayyım atamalarına başladı ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere kentin birçok ilçe belediyesine kayyım atandı, görevden alınan belediye eşbaşkanları ise tutuklandı.    Yerel seçimlerin ardından birçok yöneticisi tutuklu olan HDP Diyarbakır İl Örgütü, kongreye gitti. Yapılan kongrede yüzde 62,93 oy olarak Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı seçilen ancak KHK’li olduğu gerekçesiyle mazbatası verilmeyen Hülya Alökmen Uyanık ile yine yüzde 70,34 oy alarak Bağlar Belediyesi Eşbaşkanı seçilen ancak yine KHK gerekçesiyle mazbatası verilmeyen Zeyyat Ceylan seçildi.    Seçilme hakları ellerinden alınan eşbaşkanlar, 22 Ekim 2020’de parti binasına yapılan baskında gözaltına alınarak, 30 Ekim’de tutuklandı. Daha sonra görülen duruşmada eşbaşkanlar tahliye edilse de Hülya Alökmen Uyanık, hakkında açılan başka bir davada verilen 10 yıl 6 ay hapis cezasının onanmasıyla bir kez daha tutuklandı. Yine bu süreçte HDP Diyarbakır İl Örgütü’nün birçok yöneticisi de tutuklandı.    14 Kasım’da 3’üncü Olağanüstü Kongresi’ni gerçekleştiren HDP’nin il eşbaşkanlığına, Gülistan Atasoy ve Zeyyat Ceylan seçildi.    Baskıların hedefi olan HDP’nin Diyarbakır Eşbaşkanlığına seçilen Atasoy ve Ceylan ile, “Örgütlü gücümüzle tecridi kıralım, demokratik özgür yaşamı inşa edelim” şiarıyla gerçekleştirdikleri kongreleri, kentin sorunlarını, iktidarın baskılarını ve savaş politikalarını ile yeni dönem yol haritalarını konuştuk.    Atasoy ve Ceylan’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:     Bölgenin en politik kentinde devlet baskılarını en ağır yaşayan HDP’nin eşbaşkanı seçilmek, sizlere nasıl bir görev ve sorumluluk yükledi?      Türkiye siyasetini belirleyen Amed halkının, buradaki HDP ve HDP geleneğini sürdüren bütün partilerin, Amed üzerinden geliştirdiği politikaların esas olduğunu öğrendiğimiz, deneyimlediğimiz bir süreç yaşıyoruz.   Gülistan Atasoy: Amed sadece bir kenti temsil eden değil; tarihi geçmişi, o politik kimliğin oluşturduğu bedeller ve acılarla yoğurulmuş, çok derin yaşanmışlığı olan bir kent. Amed aynı zamanda bütün Kürdistan’ı, Ortadoğu siyasetini de etkileyen bir kent. HDP’nin demokratik halklar ittifakı çerçevesinde oluşturduğu siyasetine baktığımızda da bir yanıyla Türkiye halklarıyla da ortak siyaset yürütmeyi kendisine hedef alan bir parti olduğumuzdan kaynaklı, Türkiye gündemine de buradan müdahale edebilen bir kent olması, bizim aldığımız sorumluluğu ne kadar önemli kıldığını gösteriyor. Geçmişten bugüne bütün iktidar partilerinin Amed’e ilişkin söylemleri olmuştu. Bazı iktidarların “AB’nin yolu Amed’den geçer” gibi söylemleri, yine Kürt sorununun çözümü için mesajlar verilen süreçleri yaşadık. Fakat bugüne geldiğimizde Türkiye siyasetini belirleyen Amed halkının, buradaki HDP ve HDP geleneğini sürdüren bütün partilerin, Amed üzerinden geliştirdiği politikaların esas olduğunu öğrendiğimiz, deneyimlediğimiz bir süreç yaşıyoruz. Çözümün buradan yürütülmesi gerektiğini, çözümün burasının gösterdiği yol üzerinden çözüme gidilebileceğini, bütün bu tarihsel süreç içerisinde gördük. Amed sadece siyasi alanda değil, bütün yapılarıyla politikleşmiş, halkın bir bütünen politik olduğu, bu politikliğinde çok stratejik ve kritik süreçlerde kendi farkını ortaya koyduğu bir kent.    Bu anlamda 3. Olağan Kongre’mize baktığımızda tam da böyle tarihsel bir kırılma noktasında sorumluluk aldığımız bir kent. Bunun sorumluluğu tabi ki de çok ağır ve çok büyük, aynı zamanda çok büyük bir iddia gerektiren bir süreç. Özellikle de OHAL sürecinden bu yana Türkiye’de oluşturulan yeni rejimin bütünüyle çöktüğü bir süreçten geçiyoruz. AKP ve MHP iktidar bloğunun hem içeride hem de dışarıda çok ciddi bir çıkmaza girdiği bir döneme geldi kongremiz. Bunun bütün yansımalarını ekonomik, siyasal, kültürel, toplumsal krizle beraber, bir bütünen iktidarın yarattığı çoklu kriz sürecinde gerçekleştirilen kongre, yine siyasetteki açmazların ve bazen de çıkmazların Kürt sorunu üzerinden konuşulduğu ya da tartışıldığı bir süreçte kongremizi gerçekleştirdik. Bu aslında buradaki o tarihselliğe işaret ediyor.    Bugün, o tarihsel sorumluluğu almak bizler için çok önemli. Bizler o sorumluluğun bilinciyle bundan sonraki süreçte halkımızla, demokratik kitle örgütleriyle, Amed özelinde mücadele etmeye çalışacağız. Amed siyasetinin sirayet ettiği her alanda mücadele etmeye devam edeceğiz. Asıl olan inanç ama biz yaptığımız kongreyle bu inanç çok net biçimde ortaya çıktı. Kongrede ortaya konan irade, sadece bugünün iradesi değildi. Yüzyıldır Amed halkı çok net biçimde her yerde bu mesajı veriyor. Amed halkı bu kongreyle bize yeni görevler verdi. Bizde bu görevi halkımızla beraber yürütmeye çalışacağız.    Sizler KHK mağdurusunuz. Ancak Sayın Ceylan’ın bu mağduriyeti bununla sınırlı kalmadı. Yine KHK’li olduğunu gerekçesiyle yüzde 70 bandında oy almanıza rağmen mazbatanız verilmedi. Sonrasında tutuklandınız. Son 3 yılda yaşananları nasıl özetlersiniz?    Zeyyat Ceylan: Hem Kürt siyaseti hem HDP açısından aslında kırılma noktaları ya da farklı yönelim noktaları 7 Haziran’dan sonra başladı. 7 Haziran hepimize, Kürtlere, Türkiye siyasetine, Türklere, devlete büyük imkanlar sundu. Kürt sorununun barışçıl çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi ile ilgili büyük imkanlar sundu. Ama ne yazık ki AKP-MHP çizgisi çıkarlarını Kürt sorununun barışçıl çözümünden, Türkiye’nin demokratikleşmesinden yana görmediler ve sürece müdahale edip, o tarihi fırsatın tersine çevrilmesine neden oldu. 2019’a geldiğimizde, bu yönelim bayağı yol almıştı. Toplumun büyük bir bölümüne zarar vermişti. 2019 yerel yönetim seçimleri, bize yeniden demokratik zemini güçlendirme imkanı sundu. Hem AKP’nin seçimlerde istediği sonucu alamaması, hem bir önceki dönemin alınan kararları, toplumsal siyaseti, Kürt siyaseti ve HDP siyasetini çöktürmeye yönelik adımlar sürdürüldü. Ancak halk şunu söyledi: Biz seçimi kazanacağız, irade beyanında bulunacağız. Varsın siz de kayyımınızı atarsınız. Halk kazandı, HDP kazandı, Kürtler ve dostları seçimi kazandı. Tabi AKP-MHP kendi tehditlerinde ısrar ettiler, seçim sonuçlarına müdahale ettiler. İlk önce 6 belediyemize KHK’li gerekçesiyle el konuldu. Haksız, hukuksuz, gayri ahlaki, gayri nizami bir şekilde hiç kimsenin sahip çıkamadığı yol yöntemle ilk önce 6 belediyemize el koydular. Bunlardan bir tanesi de Bağlar Belediyesi’ydi. Sonrasında da tüm belediyelerimize kayyım atadılar.      AKP-MHP’nin mevcut siyasetinin Kürtler için, Türkiye ve Ortadoğu halkları için çözüm üretmediği görüldü. Demokratik siyasete, HDP’ye olan umut büyüdü.   Amed de, son 6 yıllık süreçten nasibini aldı. Hepimiz bir şekilde bundan nasibimizi aldık. Bu tüm topluma, tüm Türkiye halklarına zarar verdi. Süreç, “Bitireceğiz” ya da “Siyaset yaptırmayacağız” diyen AKP-MHP’ye de en büyük zararı verdi ve onları siyaset yapamaz noktaya getirdi. Şu anda meşruiyet zemini üzerinden değil, kaba kuvvet üzerinden iktidarda bulunuyorlar. Haliyle HDP böyle bir zeminde çalışmalarını yürüttü. Halkımız, üye ve yöneticilerimiz, tüm yönelimleri boşa çıkardı. Gelinen noktada AKP-MHP’nin mevcut siyasetinin Kürtler için, Türkiye ve Ortadoğu halkları için çözüm üretmediği görüldü. Demokratik siyasete, HDP’ye olan umut büyüdü. Ve herkes çözümün HDP fikriyatında olduğunu gördü. Biz umut olmayı başarabildiğimiz için ayakta kalmayı başarabildik. Halk bize sahip çıktı. Yoksa tek başına bizim kahramanlığımız ya da 50-100 yöneticinin kahramanlığı değil. Halkın sahiplenme süreci belirleyici oldu. Elbette ki öncü kadrolar, siyasetçilerin rolünü de küçümsemiyoruz. Bunu önemsiyoruz ama asıl belirleyici halk oldu.    Kürt sorununa değindiniz, nitekim Diyarbakır’ın da temel sorunu bu noktadaki çözümsüzlükteki ısrar. Cumhur İttifakı malumun ilamı, Millet İttifakı ortaklarından Kılıçdaroğlu da “Ben çözerim” dedi ancak daha sonra “yerle bir edeceğim” açıklaması yaptı. Kürt sorunu nasıl çözülür, Cumhur veya Millet ittifakıyla mümkün mü?    Gülistan Atasoy: Bugüne kadarki bütün düzen partileri aslında kendilerini iktidarda tutmak için Kürt sorununu gündeme getirdiler. Kendi çıkarları doğrultusunda, kimi zaman manipüle ederek, daha çok pragmatist yaklaşarak bir siyaset izlediler. Aynı düzen partileri Cumhuriyet tarihi boyunca bir devlet politikası haline getirdiği asimilasyon politikasıyla Kürtlerin yok sayılması üzerinden tekçi bir zihniyet oluşturdu. Bu zihniyet bütün bu düzen partilerine sirayet etmiş durumda ve sürekli olarak bu zihniyet güncellenmekte. Bu durumun Millet ya da Cumhur ittifakı içerisinde çok da fark etmediğini biliyoruz. Bugün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun son olarak “Kandil’i yok edeceğiz” söylemleri, AKP ve MHP zihniyetini aşan bir söylemdir diyemeyiz. Kürt sorununun çözümü söylemlerinin bizim için çokta bir şey ifade etmediğini söyleyebilirim. Kuzey ve Doğu Suriye ile Irak tezkeresinin Meclis’te CHP tarafından kabul edilmemesi önemli tabi. CHP’nin o milliyetçi politikalara karşı durarak tezkereye “hayır” demesi önemliydi, fakat sonrasında sarf ettiği söylemlerle yeniden başa döndü. Bu durum Kürtler açısından Kürt sorununu çözme umutlarını boşa çıkaran ve zora sokan söylemler oldu.    Bugün ülkedeki bütün sorunların Kürt sorunuyla iç içe geçtiğini görüyoruz. Meclis’te görüşülen bütçe görüşmelerini dahi Kürt sorunuyla bağdaştırmadan konuşamıyoruz. Böyle bir gerçeklik var. Savaş bütçesinin bu kadar yoğun olduğu, ülke gelirinin çok büyük bir kısmının savaşa aktarıldığı bir ortamda, ekonomik krizin olmaması mümkün değil. Bugün yaşadığımız sorunlar da tamamen Kürt sorunuyla alakalı. HDP’nin yeniden bu çoklu krizin içerisinde, Eylül ayında ortaya koyduğu deklarasyon, üçüncü yolu işaret etmesi, Kürt sorununun çözümünde önemlidir.    “Kürt sorununu ben çözerim” diyen Kılıçdaroğlu, gelinen noktada “O Kandil’i yerle yeksan edeceğim” sözlerini sarf etti. Savaş politikaları çözüm olur mu?      Eğer savaş politikaları topluma kazandırmış olsaydı, AKP üzerinden kazandırırdı, MHP üzerinden kazandırırdı. CHP’ye ihtiyaç olmazdı.   Zeyyat Ceylan: Çok tartışıldı, mevcut politikalar çözüm üretmedi, güvenlikçi politikalar çözüm üretmedi. Ölüm, yıkım, göç… Her gün bu sorunları dünyanın değişik yerlerinde görüyor ve yaşıyoruz. Belarus’ta yaşanan dramı hep birlikte görüyoruz. Mevcut yaşadığımız ekonomik krizden kaosa, toplumsal krizlere, siyaset krizine kadar yaşanan sürecin müsebbibi bu güvenlikçi politikalardır. Güvenlikçi politikaları uygulamada da hiç kimse AKP-MHP’den daha iyi yapamaz. Yok eğer İYİ Parti güvenlikçi politikalarla sürece yüklenecekse, zaten MHP ile AKP’nin yaptığı da odur. O zaman İYİ Parti’nin, AKP-MHP’den farkı nedir. Şu anda ben “Kandili yerle bir ederim” diyen AKP-MHP’dir. CHP istese de bu çizgiyi onlar kadar iyi uygulayacak bir güç değildir. 20 yıldır AKP iktidardadır. Eğer savaş politikaları topluma kazandırmış olsaydı, AKP üzerinden kazandırırdı, MHP üzerinden kazandırırdı. CHP’ye ihtiyaç olmazdı.    Toplum bilinçlendi, eskiden seçim süreçlerinde yalan propagandalarla toplumu yönlendirebiliyordunuz ya da iktidarın rengini değiştirebiliyordunuz. Ama öyle değil, eğer öyle olmuş olsaydı, son 10 yıldır Hitler politikasını uygulayan AKP-MHP’nin toplumu mobilize etmesi ya da tarafında tutması gerekiyordu. Toplum neden onlardan uzaklaştı. Toplum artık savaş politikalarını istemediğinden uzaklaşmaya başladı. CHP, İYİ Parti, AKP ve MHP’nin topluma sunduğu ve çözüm üretmeyen politikaların aynısını sunma gibi bir eğilimde olursa, toplumsal sorunları nasıl çözecekler? Sadece milliyetçilerin oyunu almak için güvenlikçi politika söylemlerine giderlerse, bu çözümsüzlükte ısrarın farklı bir versiyonudur. Gerçekten niyetleri dürüst ise, toplumsal değişimi önlerine koymuşlarsa, Kürt sorunun barışçıl çözümü ile ilgili gerçekten kabul ölçüleri gelişmiş ise, pratikte bunu yansıtma gibi bir mecburiyetleri vardır. Bunu başarabilecekler mi, başarabilirlerse hep beraber kazanacağız. Yok başarmazlarsa, kaybeden sadece bizler olmayacağız, onlarda kaybedecektir.     Nedir çözümün yolu?     Bizim çizgimiz üçüncü yol çizgisidir. Demokratik yol ve yöntemlerle çözümde ısrar eden, çözümü dayatan bir yoldur.   Zeyyat Ceylan: Bizim çizgimiz üçüncü yol çizgisidir. Demokratik yol ve yöntemlerle çözümde ısrar eden, çözümü dayatan bir yoldur. Bizim bu yolu büyütme gibi derdimiz olmalı. Çünkü mevcut gelinen nokta ile üçüncü yol formülasyonunu çok ama çok önemsiyoruz. Bunu toplumun diğer kesimlerine, toplumun diğer dinamiklerine, hatta devletin ilgili dinamiklerine kabul ettirme gibi bir görevimiz, sorumluluğumuz vardır. Devlet gerçekten de devleti, bu coğrafyayı, Türkleri ve Kürtleri önemsiyorsa, eşit kabul ölçüsünde her ikisine yaklaşma gibi bir görev ve sorumlukla karşı karşıyadır. Yok çıkmazda ısrar ederse, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler hepimiz için ortadadır. Suriye’yi, Irak’ı, Mısır’ı, Afganistan’ı görüyoruz. Kimsenin Türkiye’yi Afganistan noktasına getirme, Suriye noktasına, Irak noktasına getirme gibi bir hakkı, hukuku yoktur. Ama yanlışta ısrar edilirse, gelinmemesi için neden de yoktur.    Savaş politikalarına değindiniz, sınır ötesinde devam ediyor, yine Kuzey ve Doğu Suriye’ye de saldırı tehditleri söz konusu. İktidar savaş politikalarıyla düze çıkar mı?    Gülistan Atasoy: Bugün faşist iktidarlar, kendi iktidarlarını sürdürmek için daha çok savaşa yönelirler, daha çok kadın kıyımına yönelirler. Nitekim savaş ve kadın kıyımının da iç içe geçtiği bir süreci, IŞİD’in savaşlarda kadınları pazarlarda sattığı bir süreci hep beraber yaşadık. Türkiye’de AKP iktidarı da bu noktada çokça pragmatist bir yol izlemeye çalıştı. Neo-Osmanlı politikaları yürütmeye çalıştı. Bunu da ABD ve Rusya üzerinden yürüttüğü denge politikasıyla kendine yer edinip, yeni ekonomik kaynaklar oluşturmaya çalıştı. Bunu da Kürtlerin inkarı üzerinden yapmaya çalıştı. Tam da bu noktada çok fazla tıkandığı bir süreci görüyoruz. AKP iktidarı bir yandan içeride ekonomik krizi aşmaya çalışırken, bir yandan da Ortadoğu’da kendine pay almaya ve güçlendirmeye çalıştı. Geldiğimiz aşamada hem dünya konjonktüründe hem Türkiye’de muhafazakar ve milliyetçi kesimlerde dahi meşruluğunu yitirdiğini görebiliyoruz. Son savaş tezkeresine karşı gelişen toplumsal refleks sayesinde CHP’nin bu tezkereye ‘hayır’ dediğini çok iyi biliyoruz. CHP’nin kendi öngörüsü olmuş olsa da aslında toplumun savaş tezkeresine karşı baskı uygulamasından dolayı “hayır” dedi. İYİ Parti dahi Meclis’te çokta kolay bir karar veremedi.    Siyasi partilerden çok farklı sesler çıkmaya başladı. Tüm bu tutumlar toplumsal baskının sonucuydu. AKP her ne kadar bu yayılmacı politikasını Kürtlerin inkarı üzerinden, Türkiye’deki şoven milliyetçi politikalar üzerinden meşrulaştırmaya çalışsa da bir yanıyla ekonomik olarak gayrimeşru bir zemine kayıyor, bir yanıyla da bütün Ortadoğu temelinde yaşanan kimyasal silah katliamından çeşitli savaş suçlarına kadar bir gayrimeşruluk söz konusu. Bunu belki Türkiye basınında çok fazla görmesek de dünya basınından yakından takip ediyoruz. Bu durumu yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünya lideriyle görüşmek için sırada durması gösteriyor. AKP ve MHP iktidarı son derece sıkıntılı bir süreçte. Bu tezkerelerin ülkeyi götürdüğü yer yok etmektir. Yayınladığımız deklarasyondaki tavrı da çok net bellidir.          Diyarbakır’ın bir diğer gündemi sınır ötesinde KDP’nin AKP ile ortaklığı ve kimyasal silah kullanımı. Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik bu saldırılarda ne amaçlanıyor?    Zeyyat Ceylan: 40 yıldır Başur’a yönelik operasyonlar gerçekleşti. Elbette ki her dönemin farklı renkleri, farklı imkan ve fırsatları söz konusu. Ama neticesinde genel boyutu itibariyle bir çıkmazı işaret ediyor. Nereye kadar Kürt sorununu saldırılarla çözmeye çalışacaksınız? Kürt inkarı kırılmış değil, devam eden bir yöntemdir. Haliyle Rojava’ya yönelik saldırılar, Başur’a yönelik saldırılar da zeminini bu mantık üzerinden alıyor. KDP’nin mevcut çizgisi, pratiği, ilk değil. Rojava süreci yaşandığında ilk hendekleri KDP kazmaya başladı, Şengal’den çekilip Ezidî halkımızın katliamla yüz yüze kalmasına, Êzidî kadınlarının köle pazarlarında satılmasının yolunu açtı. KDP, Kürdistan’ın tarihsel parçalanmışlığının altına Kürtlerin imzasını atmaya yönelik çok talihsiz bir rol üstlendi. Maalesef KDP halende bu yanlış yöntemde ısrar ediyor. Çatışmalı zemine gözcülük ediyor, koordinat veriyor. Kürt gençlerinin ölümüne sebebiyet veriyor. Çatışmalı zeminin daha da derinleşmesine sebebiyet veriyor.    En nihayetinde tarihsel hafızası halkların çok güçlüdür. Halklar Hiroşima’yı, Nagazaki’yi unutmuş değildir. Halklar Hitlerin gaz odalarını unutmuş değildir. Kürt halkı Halepçe’yi hiç unutmadı. Onun için her gün, saat saat, Halepçe Katliamı minimize edilmiş haliyle Kürtlere, Kürt coğrafyasında Kürt gençlerine yaşatılıyorsa, bunun birinci dereceden müsebbibi KDP’dir. İkinci nokta, halklar Hiroşima, Nagazaki’yi nasıl mahkum ettiyse, Halepçe’yi de mahkum etme sorumluluğu vardır. Ama maalesef halende farklı bir yaklaşım söz konusu. Artık Halepçe’yi güncelleştirme gibi tehlikelerin altında sadece AKP-MHP iktidarının imzasını görmek yetersiz kalır. Onların arkasındaki güçlerin desteğini de görmek gerekir. Eğer bugün AKP-MHP iktidarı çok rahat bir şekilde Kuzey Doğu Suriye’ye, Rojava’ya, Başur’a yönelik kapsamlı operasyonlar sürdürüyorsa, bu AB’nin yada diğer küresel güçleri bilgisi dışında değildir. Biz Efrîn sürecini, Girê Spî, Serekaniyê sürecini çok iyi hatırlıyoruz. Başur sürecini de çok iyi okuyoruz. Önünü kesmezsek, KDP açısından da Türkiye açısından da AKP-MHP ve bizler açısından da büyük tehlikelere gebedir. Hepimizin o tehlikeleri gören ve önünü kesen bir yerden sürece yaklaşma gibi görevi ve sorumluluğu vardır. Bu görev ve sorumluluk ilk başta KDP’ye düşüyor.    PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit derinleşerek devam ediyor. Diyarbakır’a, Kürtlere yansıması ne oluyor?       Tüm toplumsal kesimleri de tecrit politikasına karşı farklı kesimleri birleştirmek gibi görev ve misyon biçmemiz gerekiyor, bir araya gelip, mücadele hattını örmek gerekiyor.     Gülistan Atasoy: Bugün tecrit sistemi sadece İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan üzerinde değil; bugün bütün topluma yayıldı. Çünkü iktidar 2015 yılından bu yana tekrardan tekçi bir rejim oluşturdu. Bugün gelinen noktada AKP, düzen partilerinin uyguladığı tekçi politikalara rahmet okutacak düzeyde, bütün özgürlük alanlarının kısıtlandığı, çok büyük bir korku hegemonyasının oluştuğu bir süreç yaşandı o günden bugüne. Bu durumu Kürt sorunu çerçevesinde düşündüğümüzde, İmralı tecridi çok daha kilit bir noktada. Kongremiz de tam olarak buna işaret eden bir noktadaydı. Kongremizin şiarı “Örgütlü gücümüzle tecridi yıkacağız, demokratik özgür yaşamı inşa edeceğiz” idi. İşte Amed halkı burada Türkiye’deki özgürlüklerin, Kürt sorununun barış ve demokratik bir çerçevede müzakere yoluyla çözülmesinin tecritle bire bir bağlantısının olduğunu ifade etmiş oldu. Amed halkı, kongreye katılım sağlayarak tecride karşı tutumunu da net bir biçimde ortaya koydu. Tecridin kırılması sadece Kürt sorununun çözülmesi anlamını taşımayacak, Türkiye’de ki bu bütün sorunlara çözüm zemini sağlayacaktır. Sadece İmralı tecridinin ne anlama geldiğini tartışmak değil, bunu bütün topluma sirayet eden biçimleriyle, tüm toplumsal kesimleri de tecrit politikasına karşı farklı kesimleri birleştirmek gibi görev ve misyon biçmemiz gerekiyor kendimize. Bundan sonraki süreçlerde bu görev için farklı kesimlerle bir araya gelip, mücadele hattını örmek gerekiyor.     Toplumsal mücadele nasıl örülebilir?    Zeyyat Ceylan: Tarihsel yanlışlıkları herkese kabul ettirmemiz, hepimizin kabul etmesi ve alternatifini toplumsallaştırmamız gerekiyor. Diğer bir nokta bizim savaşı ve savaşın yarattıklarını teşhir etmemiz gerekiyor. Tarihsel geçmişte başımıza neler getirdi. Şu anda neler getiriyor. Savaş karşıtı bir politika yaratmamız ve bunu toplumsallaştırmamız gerekiyor. Kürt sorunun barışçıl çözümü sadece Kürtlere kazandıran bir nokta değildir. Hepimize kazandıran bir noktadır. Savaş sadece Kürtlere kaybettiren değil, herkese kaybettiren bir noktadır. Onun için de Sayın Öcalan üzerindeki tecridi de, zindanlar üzerindeki ve hepimize sirayet ederek toplumsallaşan tecridin çözüm getirmediğini, kimseye kazandırmadığını toplumsallaştırmamız gerekiyor. Kim bunu toplumsallaştıracak; HDP toplumsallaştıracak. Sadece HDP’nin görevi midir hayır. Elbette HDP görev ve sorumluluğunu yerine getirmekle mükelleftir. Ama HDP gibi düşünmeyenlerin de taşın altına elini koyması gerekiyor. Bunu başarabiliriz. Çünkü hiçbir toplum, hiçbir güç şimdiye kadar savaş üzerinden kendi varlığını sürdüremedi.    Böylesi bir süreçte önemli bir görev üstlendiniz, yeni dönemde nasıl bir mücadele hattı izleyeceksiniz?    Gülistan Atasoy: Amed’i Amed yapan kendine menkul olmamasıdır. Bunu sadece siyaset açısından söylemiyorum. Buranın ekonomi ve toplumsal sorunların nasıl çözüldüğü, toplumsal reflekslerin nasıl geliştiği, demokrasi mücadelesindeki her gösterge, çok ciddi bir toplumsal karşılık buluyor. Sadece Kürdistan’da değil, Türkiye cephesinde de bu karşılık buluyor. Buradaki bir araya gelişler ve örgütlü duruşlar, ciddi anlamda moral ve motivasyon da yaratıyor. Biz de bunun bilinci ile üstlendiğimiz görevin zorluğunu ve sorumluğunun ne kadar önemli olduğunu tartışıyoruz. Bu anlamda 3’üncü Olağanüstü Kongremiz ile ciddi sorumluluk yüklendik. Ama bunu sadece yönetim kadromuz ile değil, halkımız ile demokrasi bileşenleri ve toplum ile buluşturduğumuz oranda, Amed’in tarihsel rol ve misyonunu oynayabileceğini çok iyi biliyoruz. Kongremizin neşesi, kararlılığı ve motivasyonu bunu çok net ortaya koydu. Biz mücadelemizdeki kararlılığı büyüttüğümüz oranda hem Amed halkına hem de tüm halklara umut yaymaya devam ederiz. Bunun için halkımız ile birlikte bir irade ortaya koyacağız.    Diyarbakırlılara bir mesajını var mı?    Bu merkezden siyaset yapmak kolay değildir ama onur vericidir. Şimdiye kadar atlattığımız tüm sıkıntılı süreçlerde ilacımız halkımız olmuştur.   Zeyyat Ceylan: Amed aslında barış siyasetinin, demokratik siyasetin merkezidir. Tüm savaş politikalarına rağmen Amed barışçıl çözümün adıdır, demokratik çözümün adıdır. Hem HDP hem Kürtler için, karşıtlarımız içinde bir merkezdir. Bu merkezden siyaset yapmak kolay değildir ama onur vericidir. Şimdiye kadar atlattığımız tüm sıkıntılı süreçlerde ilacımız halkımız olmuştur. Her zaman bizi ayakta tutan, güç veren, destek veren ve tüm yönelimleri boşa çıkaran halkımızın kendisi olmuştur. Bu halka hizmet aslında en büyük onurdur, en büyük gururdur. Başarmak için hep beraber doğru siyaseti, doğru söylemi, doğru tarzı ve olması gerekenleri hem tarihsel boyutuyla hem güncel boyutu itibariyle toplumun tüm dinamiklerine götürmek gibi görev ve sorumluluğumuz var. Biz götürdüğümüzde, halkın sahiplenmesini göreceğiz. Halk sahiplendikçe, biz doğru öncülük görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmiş olacağız. Birbirimizi tamamlayan özneler olacağız. Biz özne, onlar ardıl değildir. Halkımız öznedir biz onların hizmetkârlarıyız. Doğru bir hizmet politikası üretebilmek için onların işaret ettiği yolda yürümeyi başarabilirsek, biz başarıya da ulaşabileceğimize inanıyoruz. Amed gibi bir yerde demokratik siyasete, barışçıl, çözüm siyasetine hizmet etmek, sadece Amed’e kazandırmaz, tüm Türkiye’ye kazandırır siyasetini güdüyoruz. Bu perspektifle başaracağımıza olan inancımız çok ama çok güçlüdür.   MA / Özgür Paksoy - Ergin Çağlar