Kürtçe'nin mihenk taşı: Enstîtuya Kurdî

img

İSTANBUL - Geçmişten bugüne baskı ve yasaklarla yüz yüze kalan Kürtçenin korunması ve gelişimi konusunda çalışma yürüten dernek ve enstitüler, adeta laboratuvar işlevi gördü. Bu kurumların başını ise, KHK ile kapatılan İstanbul Kürt Enstitüsü çekti.

 
Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) hazırladığı Dünya Dil Atlası’nda yer bulduğu üzere dünya genelinde neredeyse her iki hafta süresince bu yönlü başvurulan politikalar yada alınmayan önlemler nedeniyle bir dil yok oluyor. Buna rağmen birçok dil ise, ulus devletlerin tekçi politikalarına rağmen varlığını sürdürüyor. Tarihsel seyir içerisinde inatla yok olmaya direnen, varlığını ve canlılığını koruyan dillerden biri de Kürtçe. 
Maruz kaldıkları istilalara rağmen varlıklarını adeta kalkan görevi gören yaşadıkları dağlık coğrafya ile korumayı başaran Kürtlerin, dil ve kültürlerini geleceğe taşımalarında en önemli rolü çîrokvan (öykü anlatıcıları) ve dengbêjler üstlendi. Yaşanan acılar ve kahramanlıkların sözlü anlatıcıları olan çîrokvan ve dengbêjler, Kürtçenin yaşamsallığını sağlamalarının yanı sıra aynı zamanda tarihsel bir bellek oluşturdu. 
 
Abdussamed-i Babek, Ali Hariri, Melayê Batê, Molla Ahmed-i Cezirî, Feqiyê Teyran ve Ehmedê Xanî gibi şair ve edebiyatçıların yüzlerce yıl önce bıraktıkları eserler, Kürtçenin sahip olduğu zenginliğin göstergesi durumunda. 
 
O günlerden bugünlere süren tüm yasak ve engellemelere rağmen Kürtçenin korunup, gelişmesinde önemli bir misyon üstlenen kurumlardan biri ise, Musa Anter, Feqî Hüseyin Sağnıç, İsmail Beşikçi, Abdurrahman Dürre, İbrahim Gürbüz, Cemşîd Bender, Süleyman İnanoğlu ve Yaşar Kaya öncülüğünde 18 Nisan 1992’de İstanbul’da kurulan Enstîtuya Kurdî ya Stenbolê (İstanbul Kürt Enstitüsü) oldu.
 
KHK İLE KAPASINA KİLİT VURULDU 
 
Enstitü, sözlü ve yazılı alandaki çalışmalarla Kürtçe için adeta bir laboratuvara dönüştü. Bu nedenle hedef haline gelen Enstitü’nün kapısına çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 31 Aralık 2016’de kilit vuruldu. Kapatılan Enstitü’nün üstlendiği görevi ise, bugün bir grup eğitmen tarafından kurulan Komeleya Lêkolînên Kurdî (Kürt Araştırmalar Derneği) üstlenmiş durumda. 
 
Kapatılan İstanbul Kürt Enstitüsü’nün Kürt kültürünün korunması ve gelişmesinde bir “mihenk taşı” olduğunu söyleyen Komeleya Lêkolînên Kurdî (Kürt Araştırmalar Derneği) eğitmenlerinden Bilal Yıldız, enstitü bünyesinde yapılan çalışmalarla Kürt kültürünün zenginliğinin gün yüzüne çıkarıldığını belirtti. 
 
DİL KURUMLARI BİRER ‘MEVZİ’
 
Kürt kültürünün korunmasına dair kurulan dernekleri, yereller bünyesinde çalışan araştırma merkezlerini ve enstitünün çalışmalarını “mevzi” olarak değerlendiren Yıldız, yapılan bu çalışmaların sistemin tekçi dayatmalara karşı bir toplumsal alternatif arayışı sunma gayreti olduğunu vurguladı.
 
‘DİĞER DİLLERİN VARLIĞI KABUL EDİLMEDİ’
 
Dünya genelinde şu ana kadar birçok dilin ulus-devletlerin tekçi politikalarından dolayı yok olduğunu, birçok dilin de yok olma eşiğinde bırakıldığına dikkat çeken Yıldız, tekçi politikaların Türkiye’de de hüküm sürdüğünü kaydetti. Türkçe dışında diğer dillere yaşam hakkı tanınmadığını belirten Yıldız, “Tekçi politikalardan dolayı Türkiye’de Türkçe dışındaki diğer dillerin varlığı hiçbir zaman kabul edilmedi. Doğal olarak bu coğrafyanın bir halkı olan Kürtlerin dilleri de yasaklandı. Ayrıca Mezopotamya’da farklı diller de vardı ve bu dillerin bir kısmı tekçi devlet politikalarından dolayı ya yok oldu yada yok olma tehlikesi ile karşı karıya kaldı” dedi. 
 
‘AMAÇ DİLLERİ ÜZERİNDEN ETNİSİTELERİ YOK ETMEK’ 
 
Yıldız, egemenlerin dillerini yok ederek aslında doğrudan dile sahip o etnisiteyi yok etmeyi hedeflendiğini de ifade etti. Yıldız, bu durumu şöyle açıkladı: “Bir dili yok edersen o milleti de yok edersin. Türkiye açısından baktığında Kürt meselesi nedeniyle birçok duruma şerh koymuş. Konulan bu şerh durumları Kürtçe ve kültür önüne set çekiyor. Bu da bir nevi dil soykırımıdır. Her dönemde olduğu gibi tarih içinde ve günümüzde de şahit olduğumuz gibi en öncelikli saldırılar dile yapılır. Atanan kayyumlar bu açıdan iyi bir örnektir. Kayyumlar, ilk olarak dil ve kültür alanını yok etmeye, ortadan kaldırmaya dönük uygulamaları devreye soktu. Mesela birkaç yıl sonra Kürtçe konuşan kalmadığında devletin Kürtlerle bir derdi kalmaz. Bunu iyi bildiği için bu politikayı ısrarla sürdürüyor.” 
 
‘BU MİRASIN TAŞIYICILARIYIZ’
 
Kürtçenin tüm baskılara rağmen ayakta kalmayı başardığının vurgulayan Yıldız, bu başarıyı “Kürtçenin günümüze kadar gelmesinin nedeni verilen mücadele sonucu oldu. Kürtler, kültürlerini korumak için tarih boyunca mücadele ettiler. Kürtçenin de ayakta kalması bu direniş kültürünün bir sonucudur diyebiliriz. Dengbêjlerden Ehmedê Xanî’lere uzanan kültürel miras, verilen mücadeleye paralel olarak ayakta kalabildi. Bizler de bu mirasın taşıyıcılarıyız” sözleriyle dile getirdi.
 
ANADİLDE EĞİTİM ISRARI
 
Başvurulan yok etmeye dönük politikalara rağmen “Kürtçe ölmedi” denilebileceğini, ama bunun yeterli olmadığının altını çizen Yıldız, temel bir hak olan anadilde eğitimin tanınmasının önemi üzerinde durdu.
 
Yıldız, “Devlet, dillerin kaybolmaması için önlem almıyor. Kürtler de derneklerde, akademilerde, enstitülerde öğreniyorlar dillerini. Bu anlamda bu çalışma merkezlerinde Kürtçenin ölmemesi için kurslar verilip, akademik çalışmalar yürütülüyor. Bunlar çok önemli şeyler. Ancak bizlerin yaptığı şeyler bu sorunları bitirmiyor. Kurum ve dernekler bu sorunlara kalıcı çözümler getirmez. Yaptığımız çalışmalarla ancak dilin yaşaması ve kaybolmaması için çaba veriyoruz. Bu anlamda sadece Kürtçe dili için değil, Türkiye’de bütün kadim diller için anadilde eğitimin hak olduğunu söyleyerek, yetkililerin bu anlamda üzerine düşen sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz” dedi. 
 
MA / Naci Kaya