İSTANBUL - Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi’nin gerçekleştirdiği buluşmanın üçüncü oturumunda konuşan Müzisyen Aranjörü Nurhak Kılagöz, asimilasyonun sansürden daha büyük olduğunu ifade ederek, Kürt sanatının her zaman direndiğini vurguladı.
Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi’nin "Sansür ve otosansür baskısında kültürel kapan" konu başlığıyla Şişli ilçesindeki Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi'nde düzenlediği buluşmanın üçüncü oturumu gerçekleştirildi. Nezahat Doğan moderatörlüğündeki bu oturumda, “Kürt Sanatında Sansür ve Direniş” başlığı altında sunumlar yapıldı.
Oturumda ilk olarak “Kürt Müziğinin Sansür, Otosansür Karşısında Direnme Biçimleri” başlığıyla Müzisyen Aranjörü Nurhak Kılagöz bir sunum yaptı. Kılagöz, şöyle konuştu: “Bugün asıl olan asimilasyondur. Bence asimilasyon sansürden büyüktür. Özellikle şark ıslahat planlarıyla Kürtler hep asimile edilmeye çalışılmıştır. Kürt sanatı da her zaman direnişini sergilemişlerdir. Her dönem Kürtlerin talepleri ‘eşkıyalık, bölücülükle’ karşılık bulmuştur. Siz ya Kürt olarak asimilasyona karşı bir sanat üreteceksiniz bunun bedeli de dört duvar olacak. Ya da bu asimilasyon politikalarında bir Kürt olarak cumhurbaşkanı sarayına doğru gideceksiniz.”
KÜRT SANATININ TARİHİ
Devletin ıslahat planlarıyle Kürt dilini yasakladığını ve Kürtleri göçe zorladığını belirten Kılagöz, “Apê Musa, ıslığı yüzünden bile cezaevine girdi. 1960’larda Kürtler çalışmak için diğer şehirlere gidiyor ve bu sayede Kürtler batıya doğru kayıyor diyebiliriz. 1970’lerde Kürt müziği sözü itibariyle de savaşa ve sömürüye karşı toplumun sesi oluyor. Daha sonra Kürt, Kurdistan sözlerinin kurulduğu bir döneme geçiyoruz. O zaman Türkiye müzik piyasasında önemli olan herkese ulaşmaktı. Kürtler burada arabeskin içine çekilmeye çalışılıyordu. Ali Baran, Şıvan Perver 70’lerde öne çıkıyor. 80 ve 90’larda devlet, toplumun toplumsallığına dönük bir saldırı gerçekleştirmiştir. Ancak o dönem Diyarbakır zindanında büyük bir direniş oldu. Ve bu direniş müziklere konu oldu. Bu dönemde kültür sanat çalışanları kendini halkın fedaisi olarak gördü. Ancak Kürt müziğinde esas gelişme 2000’lerden sonra Kürtlerin belediyeleri almasıyla başladı. Tabi ki Kürt müziğinin sansür ve baskıyla anılması utanç vericidir. Dediğim gibi Kürtlerin tarih boyunca talepleri ‘eşkıya ve bölücülük’ gibi nitelemelerle anıldı. Kürtler sanat ve kültürle buna direndi ve zamanla artık müziklerin geniş bir alana yayıldığı durum oldu” diye konuştu.
KÜRT TİYATROSU
Oyuncu Ömer Şahin ise “Kürt Tiyatrosu: Sansür Değil Kıyım” başlığıyla sunum gerçekleştirdi. Kürt tiyatrocuların sürekli polis baskısıyla karşı karşıya kaldıklarını belirten Şahin, buna karşı mücadele ettiklerini söyledi. Şahin, “Sansürü biz yasak diye niteliyoruz. Biz sansürle değil ondan daha sert durumlarla karşılaştık. 90’larda Kürt tiyatrosuna direkt fiziksel saldırı söz konusuydu. O dönemde birçok baskıyla karşı karşıya kaldık, diyebilirim. 2000’lerden sonra ise biraz daha layt bir dönemdi. Artık direkt tiyatro sahneleri basılmıyordu. Kaymakamlık yazılarıyla yasaklanıyordu. Bu yüzden bizde de otosansür gelişti. Ancak buna karşı her zaman direndik” ifadelerini kullandı.
OTOSANSÜR
“Yayıncılıkta Sansür ve Mücadele Biçimleri” başlığı altında ise Ventus Yayıncılık Genel Yayın Yönetmeni Serkan Eker sunum yaptı. Devletin yayıncılar yazar ve sanatçılar üzerinde baskı kurduğunu belirten Eker, yayıncılar, yazar ve sanatçılar artık kendilerine otosansür uyguladığını ifade etti. Eker, şöyle devam etti: “Kürtçe yayınlarda son süreçte halen sansür uygulanıyor ve imha ediliyor. Ama en çok sansür cezaevlerinde oluyor. Cezaevlerindeki üretimler direkt sansüre uğruyor. Diğer yandan yazar ya da yayıncı otosansür yapmasının nedeni yalnızlaşmaktan kaynaklı. Çünkü bu kitaplar ‘terörize’ ediliyor. Yayıncılar ya da yazarlar ağır cezalarla karşı karşıya kalıyor. Yine görsel medyada da böyle. Burada yayına yön verenler otosansür uyguluyor. Bunlar mevcut iktidarların doğrultusunda yayınlara zorlanıyorlar. Bunlara rağmen mücadeleyi bir şekilde sürdürüyoruz.”
Buluşmanın ilk günü soru cevap bölümünün ardından sona erdi.